Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

kübraa

Üye
  • Content Count

    49
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    6

Posts posted by kübraa


  1. "Shajarian" dinlemenizi tavsiye ederim arkadaşlar. Kendisi İranlıdır. Benim şu dünyada dinleyip, gerçekten etkilendiğim nadir müzisyenlerden. Mevlana'nın şiirlerini besteliyor. İnce ruhlu kardeşlerimin gönül dünyalarına hediyem olsun... Baran, figân...

    • Like 1

  2. "İslami kesimdekiler benim kendilerine benzediğimi sanarak gurur duydular."Bak, komünist şair de bizim gibi oldu" dediler. Bu bana bir yıldızlık sağladı. Ama bu aynı zamanda benim ne dediğimi anlamama şartlarını da yarattı. Oysa ben İslamı oların şartlanmalarından bağımsız olarak öğrendiğim için 12'den vuruyordum hep.(?) Ben onların korunma mekanizmalarına ihtiyaç duymadığım için asıl meseleye yöneliyordum. Ben İslam dünyasında çok pirestijli ama söylediği kulak arkası edilen bir adam olarak yaşadım. İslami kesimde birtakım şeyleri kullanıp sivrilmek soldan daha kolaydır. Çünkü Necip Fazıldan beri bir tek adamlık, bir üstatlık mertebesi oluşmuştur bu kesimde. Ve isim sahibi olan insanlar, gizli ve açık olarak buna oynuyorlar."

     

    İ. ÖZEL , Milliyet Gazetesi'ne verdiği röportaj, 10 Ağustos 2003

    • Like 1

  3. Meseleye daha sağlıklı bakmamızı sağlayacağını düşündüğümden bu haberi koydum. Konunun sapmasına sebep olmaz umarım.

     

    Alperen ocakları, İslami bir hassasiyetle bunu yaptı.Peki bu protesto sonrasında neler oldu?

     

    Kültür ve turizim bakanı Ertuğrul Günay "ilkel yaratıklar" dedi. Dindar kesimden kimisi demokrasi ve özgürlük adına onları kınadı, kimisi "ben sizi severim ama bu iş böyle olmaz be kardaşim" tavrı takındı. Zaten "malum kesim" yaygarayı kopardı.Sonra ne oldu?

     

    Alperen Ocakları ellerinde bir çiçek İdil Biret'ten özür diledi...

     

    Kendi ülkemize daha gerçekçi bakmalıyız. İmanı, Kur'an'ı sahiplenen birçok insan bile demokrasiye aşık. Gerçekten ne boyutta marufu emredip, münkeri nehyedebiliriz. Bunun derecesini daha iyi tespit edebilmek ve bunu son haddine kadar kullanmak için yukarıdaki olay bir turnusol kağıdı hükmünde.


  4. İstanbul Alperen Ocakları üyeleri, Doğu Türkistan'da yaşanan olaylara rağmen Topkapı Sarayı'nda bir şarap firmasının sponsorluğunda düzenlenen İdil Biret konserini protesto etti. Gülhane'ye yürüyüşe geçen eylemcilere polis müdahale etti.

     

    İÇKİLİ KONSER TEPKİSİ

     

    Topkapı Sarayı'nda bir şarap firmasının sporsorluğunu yaptığı ünlü piyanist İdil Biret'in caz konserine, İstanbul Alperen Ocakları tepki gösterdi.

    "Doğu Türkistan'da yaşanan ve Uygur Türklerinin katledildiği olaylara rağmen Kutsal Emanetler'in bulunduğu Topkapı Sarayı'nda içkili konser düzenlenmesine" tepki gösteren eylemciler, Topkapı Sarayı'nın önünde toplandı. İçeri girmeye çalışan eylemcileri polis engelledi.

     

    TÜRK BAYRAĞI ÜZERİNDE NAMAZ KILDILAR

     

    Topkapı Sarayı önünde büyük bir Türk bayrağı üzerinde akşam namazı kılan eylemciler, daha sonra Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri için dua etti.

    Grup adına basın açıklaması yapan Kayatuzu, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde onlarca Uygur Türk'ünün hayatını kaybettiği bir dönemde şaraplı, içkili konseri kınadıklarını vurguladı. Kutsal Emanetler'in yer aldığı Topkapı Sarayı'nda bu konsere izin veren yetkilileri de kınadıklarını söyleyen Kayatuzu, olayı "hayasızlık ve terbiyesizlik" olarak niteledi.

     

    Grup daha sonra Sultanahmet Meydanı'ndan geçerek Gülhane'ye doğru slogan atarak yürümeye başladı. Gülhane girişine doğru koşmaya başlayan gruba polis müdahale etti. Eylemcilerle polisler arasında bir süre arbede yaşandı.

     

    BİRET'İN EŞİ VAKİT GAZETESİNİ SORUMLU TUTTU

     

    Habertürk Televizyonu'na konuşan İdil Biret'in eşi yaşanan olaylardan Vakit Gazetesi'ni sorumlu tuttu. Vakit Gazetesi Cuma günkü sayısında konseri "Mukaddes avluda şarap küstahlığı" başlığıyla duyurmuştu.


  5. İslam aleminin birçok şeye ihtiyacı var. Bana göre en önemlilerinden biri:kadın alimdir. Hayatını, herşeyini Kur'an ilmine adamış, bunu ideallerin ideali edinmiş, yiğit, dahi, anlayışı engin bir kadındır o. Tıpkı Hazreti Aişe gibi... Kafanızda biri canlanmasın,çünkü o, ezberden konuşmaz, taassupla ve duyduklarıyla, etkisinde kaldıklarıyla değil, okuduğuyla, fehmettiğiyle,kıyasladığıyla, kafasında olaya dahil olmayan tek hücre bırakmayacak şekilde araştırmasıyla ve daha mühimi dosdoğru kalbiyle hüküm verir...

     

    Tesettür mevzusunda merkeze kadını koymaktan yanayım ben. Çünkü bazı kadınlar evlenmez, bazı kadınlar evli kalmaz, bazı kadınların erkek kardeşi yoktur, bazı kadınların babası ölmüştür. Bu yüzden tesettürü "temelde" kadının eşine bağlılığını sağlayan şey, evlilikleri kurtaran şey, namus simgesi olarak görmek eksik bir bakıştır. Tesettür kadına emredildiğinden, Rabbimizin bundan en büyük muradı yine kadındır. Bu yüzden İslamda tesettür kadının hürriyetinin simgesidir. Kadın evvela kendi onuru için örtünür.

     

    Müslim kadının hususiyle zamanımızda erkekten bir farkı vardır: Dünyanın neresine giderse gitsin İslami kimliğiyle ön pilandadır, yani o İslamı bayraklaştırır, yani kendisine bakıldığında anında neye mensup olduğu bilinir. Ne gurur verici, maşallah...


  6. İTİBAR

     

    Liseden belgeli bir delikanlı tipine uygun Callud'un Libya'da İslam alemini Türkiye'ye yardıma çağırışı:

     

    _Benden imdat bekleme! Ben rica edeyim de başkaları imdat etsin!

     

    Kabilinden bir atlatmaca ve gizli bir nefretle karışık merhamet cakasıdır.

     

    Protokoller,bildiriler,karşılıklı pohpohlamalar hep samimilik dışı...

     

    Samimilikle tespit edelim ki,ne İslam dünyasında varız, ne de başka dünyalarda... Dün "hasta adam" idik;

    devrimler sayesinde nihayet bahse değmez adam olabildik ve itibar haritasından silindik.


  7. Evvela birkaç şeyi netleştirelim.

     

    "Hazreti Peygamber'in çağdaşları,İslam ve Müslim kelimelerini duyduklarında onları "insanın Allah'a teslim olması" ve "kendini Allah'a teslim eden kişi" şeklinde anladılar ve bu terimleri herhangi özel topluluk veya zümre ile sınırlandırmadılar. Mesela, Al-i İmran Suresi 67. ayette Hazreti İbrahim'den "kendini Allah'a teslim etmiş oldu" (kane müslimen) şeklinde söz edilmesi yahut yine Al-i İmran 52. ayette Hazreti İsa'nın Havarileri'nin "Şahit ol ki biz kendimizi Allah'a teslim ettik" (bi-enna müslimun) demeleri gibi..." (Muhammed Esed)

     

    Biz şimdi İslam ve Müslim kelimelerini kurumsallaştırmışız. Ki bu belki de kaçınılmazdı. Fakat sahabe efendilerimiz daha geniş anlıyordu. Biz sadece Peygamberimiz'in izinden gidenlere Müslim diyoruz. Fakat yukarıda gördüğümüz gibi Rabbimiz Hz. İbrahim'e ve Hz. İsa ve havarilerine müslim diyor. Eğer Kur'an'ı açar müthiş bir tecessüsle Rabbim bana ne indirdi diye sorarak ayetleri ve tefsirlerini okursak en saf en mükemmel bilgiye ulaşacağız.

     

    “Bir de: "Yahudi veya Hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız" dediler. De ki: "Hayır, biz bir tek Allah'a inanan İbrahim'in dinindeyiz ki, o hiç bir zaman Allah'a ortak koşanlardan olmadı."”

    “Ve deyin ki: "Biz Allah'a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa'ya, İsa'ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O'nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O'nun için boyun eğen müslümanlarız.” (bakara suresi 135-136. ayetler)

     

    Bakın F.H kardeşim apaçık gördüğünüz gibi burada Allah müslümanlara İbrahim'in dinindeniz demelerini emrediyor ki Kur'an da "kul bel millete ibrahime hanifa" diye geçer. Yani biz Allah'ın emriyle HANİFİZ. İbrahim Aleyhisselam da müslimdi.

     

    Bir şeyi daha hatırlatayım ki, hiçbir Peygamber insanları "Allah'a teslim olmak"tan başka bir şeye çağırmadı. Yani "ben size iseviliği,museviliği yahut yahudiliği hıristiyanlığı getirdim" demediler. Şu ayet ne kadar güzel açıklıyor:

     

    " 130.Kendine cahilce kötülük edenden başka kim İbrahim'in inanç sistemini reddeder? Oysa biz, gerçekten onu dünyada seçkin kıldık; şüphesiz ki o, ahirette de iyiler arasında yer alacaktır.

    131.Çünkü Rabbi ona,"Bana teslim ol" buyurmuş; o da, "Alemlerin rabbine teslim oldum" demişti.

    132.İbrahim de bu dini oğullarına vasiyet etti,Ya'kub da."Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse yalnız O'na teslim olmuş müminler olarak can verin" (dediler).

    133.Yoksa Ya'kub son nefesini verirken siz orada mıydınız? O sırada Ya'kub oğullarına, "Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?" demiş onlar da "Senin ataların İbrahim, İsmail, İshak'ın ilahı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz; biz sadece O'na teslim olduk" demişlerdi."(bakara suresi)

     

    Bu muhteşem ayetlerde de gördüğümüz gibi tüm peygamberler İslam'ı getirmiştir. Bu dinde ilk peygamberden son peygambere dek akidevi olarak hiçbir değişiklik olmamıştır.Yalnızca sonra gelen öncekinin şeriatını kısmen veya farklı oranlarda neshetmiştir.

     

    Bir de F.H kardeşim "hakiki,bozulmamış haniflik" tabirlerini kullanmışsınız. Bu hakiki, bozulmamış sıfatları doğru değil çünkü hanflik, Allah'a teslim olmak yani İslamdır zaten.O hakikattir yani...Yahudi'nin Hıristiya'nın Hanifliği kendine maletmesi bizde acımaktan başka bir duygu uyandırmaz.Bize apaçık,hakiki delillerle inen Kur'an'ımız var çünkü.

     

     

    Allah Mümtehine suresi 4. ayette şöyle buyuruyor bizlere:"Gerçekten İbrahim'de ve O'na uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardı..."

     

    "Ey müslümanlar, hakiki hanifleri taklid edin değil, yeni bir şeriatla dönen peygamberinizi örnek alın

    diyor." söyleminiz de yukarıdaki ayete göre pek doğru değil kardeşim.

     

    Bizim Efendimiz şimdinin Hanif dinini temsil ettiğinden, pek tabiki O'na inanmayan ve ittiba etmeyen en büyük zarardadır.

     

    Hasılı Haniflik ve İslam kelimelerinin kasdı aynı şeydir.Vesselam...

    • Like 1

  8. "Çünkü âyetler sarahaten, “Yahudi ve Hıristiyan olmak”la, “Hz. İbrahim’in dinine mensup olma”yı birbirinin alternatifi, zıddı olarak işaretliyor. Hz. İbrahim (a.s.) için kullanılan “O müşriklerden değildi” nitelemesi, âyetlerin bağlamı Hıristiyan ve Yahudilerle ilgili olduğundan, bunların şirke bulaştığını yadsınamaz bir gerçeklik olarak göz önüne getiriyor."

     

    Anlamlı bir yazı...Yukarıda alıntı yaptığım kısım hakkında birkaç şey eklemek istiyorum.

     

    Allah bu ayetiyle Hanif dinini Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ayırıyor.Sonraki cümlede de müşriklerden ayırıyor Hazreti İbrahimi.Yukarıdaki yorum ayetin başının Yahudi ve Hıristiyanlar ile alakalı olarak başlaması sebebiyle son cümlede yer alan müşriklik atfının Yahudi ve Hıristiyanlara yapıldığını söylüyor. Gerçekten çok güzel. Çok güzel bir tefsiri daha var ki, onda müfessirler,Hazreti İbrahim'i, o dönem kendilerini Hanif olarak gören, Hazreti İbrahim'e bağlı olduklarını söyleyen Mekke müşriklerinden ayırıyor.Yani Hazreti İbrahim ne Yahudi ve Hıristiyandı ne de O'nu kendilerine maleden müşriklerdendi.Böylece Medine'de inmiş bu ayetler, tamamlanmaya yaklaşmış Kur'an mesajını ve o mesajın telkin ettiği Hanif dinini yanlış anlamalardan,yanlış inançlardan sıyırıp adeta tahtına oturtuyor.


  9. Kadını idealleştiren, aradığını onda bulacağını zanneden erkek (kaldı ki bu hisse sahip olanların sayısı çok azdır,beklide bu durum hakikate varmanın bir adım öncesidir.)… Mevzumuz bu olur da, bir türlü dönüp kadının haline bakmayız.Ya erkeği idealleştiren kadın?

    Bence kadınların bir kısmı bu dertten muzdarip. Tabi bu idealleştirmeyi fark edip, bunu dert olarak görmeyenler az değil.Bir de ne farkındalığın ne de sıkıntının semtlerine uğramadığı kadınlar var.

    Erkeği idealleştiren kadın nasıl olur? Bu, olmayacak zamanda ve mekanda boyanan, açılan,konuşması, yazması, hareketleri ve edasıyla beğenilmeyi hedefleyen kadındır. Buna, zahirde Allah’ın sınırının dışına çıkmayan kadın da dahildir. Zahirden kastım; şeriatın görünürdeki kısmını halletmiş olmaktır. Ya şeriatın derin halkası olan fikir, kalp, mana boyutunda bu işi halletmiş olmak? Ne çetin bir imtihan…

    Bu imtihan; kişinin şeriatın zahirini halletmiş olup olmamasına,zekası ve algılayış derinliği gibi kısmen kendisinin elinde olmayan özelliklere ,kalbinin hakikate olan meyline,basiretine,aklıma gelmeyen ve daha keşfedemediğim birçok amillere bağlı olarak değişir.Değişir çünkü kişi adedince değişik imtihanlar vardır. Zor veya kolay değil,değişik imtihanlar…Zira herkesin imtihanı kendisine göre zordur. Allah Adil-i Mutlaktır…

    Bu yazıdaki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür.(Bu cümlenin muhteşem kurtarıcılık ve aynı zamanda imalar yumağı oluş kabiliyetine hayranım…)

    Bir yerini örterken başka bir yeri örtmeyi haksızlık gören başörtülü kadının pisikolojisini, kendinde gördüğü eksiklik depresyon sebebi olan –tabi bu kadar ileri boyutta olmayabilir- kadının pisikolojisini, koca yahut sevgili bulmak, hiç olmadı kendine hayranca bakan biri(leri)ni bulmak fikri beyninin birçok yerine hükmetmiş veya hükmettirilmiş kadının pisikolojisini, başka açıdan bakarsak erkek çocuk doğurmanın yegane ideali olduğu kadının pisikolojisini ne ile tevil edebiliriz? Aslında bu açıklamaları yaparak bu idealleştirmeyi sınırladığımın farkındayım. Çünkü bu idealleştirmeye karşı en çetin savaşı veren kadın, bu işi fikirde, kalpte, manada halletme aşamasına geçen kadındır… Fakat onun farkındalığı da savaşı da gizlidir, bunu anlatılabilir bulmuyorum.

    Bir kadın da var ki o, aradığını, bir türlü elde edemediği tamlığı, ikilemde kaldığında hakikat olana duyduğu özlemi erkekte bulacağını zanneden kadındır -gerçi bu yukarıda çizdiğim bazı kadın tiplerinde de olabilir-.Fakat idealleştirdiği neticede insandır ve ona istediğini vermekten yoksundur.

    Erkek ve kadın aradığını ancak alemlerin Rabbinde bulacaktır… Bunu fark edemeyen insan daima üzülecek, istediğini ya elde edemediğinden derin kederlere düşecek yahut elde edip aradığını onda bulamadığından kendini boşlukta hissedecektir. Zalim ve cahil insan…


  10. Evet,bizim el sıkışımız ne kendi kendimize uyar, ne de Garp muşeret kaidelerine!.. Garp muaşeret edebince el sıkmanın kaidelerini sıralarsak bu noktayı gayet iyi anlarız:

    1.Bir rastlama veya takdimde, evvela yaşça veya mevkice büyük olanın el uzatması beklenir. Bu hareket vaki olmazsa küçük elini uzatmaz.

    2.Bir kadına asla el uzatılmaz; ancak kadın elini uzatırsa mukabele edilir.

    3.Akran yahut akran vaziyetine yakın bulunanlar arasında, evvel ve sonra el uzatmakta mahsur yoktur.

    4.Kalabalık bir muhitte, herkesin çepçevre ve ayrı ayrı elini sıkarak bütün bir merasim sıkıntısı doğurmak manasızdır.O kalabalığın mümessili veya ev sahibi mevkiinde bulunanın elini sıktıktan sonra umumi bir selam bu vazifenin yerine geçebilir.

    5.El sıkarkan mübalağalı tavırlar ve gülünç eğilişler çirkindir. Karşısındakinin elini çok yüksekten veya çok aşağıdan sıkmak çirkindir. Karşısındakinin elini hususi bir sebep yokken dakikalarca kendi eli içinde hapsetmek çirkindir. Karşısındakinin elini, çok hafif veya kibirli bir temasla veya çok kuvvetli ve sert bir tarzda sıkmak çirkindir.

    6.Eldivenli kadın ister kadına ister erkeğe karşı asla eldivenini çıkarmaz.

    7.Eldivenli erkek el sıkarken mutlaka eldivenini çıkarır, sıkışık vaziyetteyse af diler.

    8.Kadınların eli sıkılırken , ancak tutulur ve hiçbir kuvvetli temas tatbik edilez.

    Bunlar, işte herkesin bildiği, yalnız bizim bilmediğimiz Batı muaşeret kaideleri… Bizimkinin ne olması gerektiğini göreceğiz.

    RAPOR 13, MUAŞERET EDEBİ


  11. Ben sapkınlığın akıldan ve akletmekten kaynaklandığını düşünmüyorum. Öyle olsaydı Allah kitabında defalarca akletmeyi,düşünmeyi emretmezdi.Bence sapkınlık kalb kıblesinin hakikate dönmemesinden kaynaklanıyor.Kalbi meylin, çıkarına uymasada,nefsine hoş gelmesede bütün istinad noktaları yıkılacak olsada doğru olanı bulmayı amaçlaması gerekir.Yani kitaba uymak değilde kitabına uydurmaktan bahsediyorum. Tabii bu akıl ile herşeyin hallolacağı anlamına gelmiyor.

     

    15.Bedevi Araplar iman ettik dediler. De ki:Siz inanmadınız, fakat "teslim olduk" deyiniz. Çünkü iman henüz kalplerinize girmedi. Eğer Allh'a ve elçisine uyarsanız, O hiçbir işinizin boşa gitmesine izin vermez; çünkü kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, rahmetle muamele edendir. (Hucurat suresi)


  12. bakara suresi

    135.Onlar,"Yahudi ve hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" dediler. Sen de de ki:"Hayır! Biz Hanif olan İbrahim'in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi."

    136."Biz Allah'a ve bize indirilene; keza İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve torunlarına indirilenlere; yine Musa ve İsa'ya verilenlere ve bütün peygamberlere rableri tarafından gönderilenlere inandık. Onlar arasında ayrım yapmayız; biz O'na teslim olanlarız" deyin.

    137.Eğer onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa kesinlikle doğru yolu bulmuş olurlar; fakat eğer yüz çevirirlerse bilesin ki bir ayrılıkçılığın içindedirler. O takdirde artık onlara karşı Allah sana yeter; O, işitendir, bilendir.

    138."Allah'ın boyasıyla boyandık (sıbğatellah). Boyaca O'ndan daha güzel olan kim vardır? Biz yalnız O'na kulluk ederiz" (deyin).

    139.De ki:"Allah bizim de rabbimiz sizinde rabbiniz olduğu halde O'nun hakkında bizimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlardanız

    140.Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Ya'kub ve torunlarının yahudi yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" De ki:"Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından kendisine verilmiş bir kanıtı saklayandan daha zalim kim vardır? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.

    141.Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.

     

    Şüphesiz Allah doğru söyledi.

     

     

    Bu ayetlerin yorumlarını da yazmayı isterdim. güneşi nasıl cebimizde kaybettiğimizi isbat etmek isterdim.

    Fakat dönüp kendi nefsime baktığımda buna hakkım olmadığını düşünüyorum. Her şeyi Kur'an ölçüsüne vurmamız gerektiğini, bunun için de Kur'an'ın herbir ayetinin mana ve maksadını, kendimizi kandırmadan, kalbimizin hakikate meylini kaybetmeden, bundan önceki bir çok ezberimizi bozduğunda, O'nu anlamak istediğimiz gibi anlamaya çalışmadan fehmetmeliyiz. Hayat defterimize daha evvel çizilmiş her şeyi silip, Kur'an ve O'nun pratiği olan sünnet ve hadisi temelimiz olarak atıp, hür olarak Hazreti İbrahim'in mirası olan aklı son haddine kadar kullanarak (ki onlarca yerde misaller vererek akletmeyi ve düşünmeyi tavsiye eden Kur'an delildir buna) yeniden İslam olmalıyız,gerçek müslim...

    Solukluğumuz,neşvemizi kaybetmiş olmamız, işin sadece lafazanlığını yapıyor olmamız, kendi hatalarımızı göremememiz yani taassubumuz bundan bence, yeniden İslam olamamaktan.


  13. Rü'yetullah - Allah'ın Görülmesi

    (Mesruk)

     

    Hz. Aişe (ra)'ye dedim ki: "Ey anneciğim! Muhammed (sav) Rabbini gördü mü?" Bu soru üzerine: "Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: "Muhammed Rabbini gördü" derse yalan söylemiş olur. (Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu. (Mealen): "Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder" (En'am 103). Devamla dedi ki: "Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede (mealen): "Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez" (Lokman 34) buyrulmuştur. Kim sana Muhammed'in vahiyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede (mealen): "Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın" (Maide 67) buyrulmuştur. Lakin Resulullah (sav) Cibril'i (suret-i asliyesinde) iki sefer görmüştür."

     

    Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed'ü'l-Halk 6, Tefsir, Necm 1, Tevhid 4; Müslim, İman, 287, (177); Tirmizi, Tefsir, En'am (3070)


  14. BİR MESELE

    Kalktık ve kasabaya girerken sol tarafta, gür ağaçlıklı yamacın üstündeki evlerine doğru yokuşu tırmandık. Belki yüz metreyi geçmeyen yokuş ihtiyar dizlerimi öylesine yordu ki, yarınki, büyük tırmanışa nasıl katlanabileceğimi düşünerek ürperdim. Ağaç dallarını tepemizden aşırarak her tarafı yapraklarla peçeli küçük eve girdik. Küçük evde hemen bütün ev çerçevesini kuşatan büyük bir salon… Çepçevre yer minderleriyle döşeli.

    Orta yerde etrafına 10-15 kişinin dizilebileceği kocaman bir sini ve üzerinde ağız tadının her türlüsüne cevap veren yemekler… Tatlı ve tuzluların bir arada senfonisi… Bu kadar kısa zamanda hazırlanan sofra, belliydi ki, seyyidlik ikramının musluklarından bir anda tabaklara boşaltılmıştı.

    Yemekten sonra bana sigara kağıdına sarılıp içilmek üzere uzatılan altın renginde hususi bir tütün…

    -Şemdinli tütünüdür bu… Sultan Abdülhamid Han’a gönderilen tütün… Küçük bir sahada ekiliyor; fazla bir şöhreti yok, fakat nefasette bir tane…

    Sarmayı beceremedim, başkalarına havale ettim, ama tabakayı koklarken tüttürdüğü rayihadan mest oldum.

    Seyyidlerin derdi bana çok dokundu. Yerleri Irak tarafında kalan ve bu defa gördükleri tazyikten ana vatanlarına geçip Türk tabiyetine girmek isteyen, aslında kendilerine ait toprakların fırsatçılar elinde yağma edildiğine şahit olan bu, maddede ve manada en büyük soy bağlıları, maddede ve manada haklarını istiyor ve:

    -Şu ayağımı bastığım toprak maddede benimken ona sahip olmanın mana hakkından,Türk vatandaşlığından da mahrum bulunuyorum! Gayem evvela mananın iadesidir. Madde tarafı değersiz ve zaten mananın hakkı…

    Demek istiyordu.

    Ben burada, şunun, bunun tebaalık veya mal hakkı gibi hasis bir mesele üzerinde değilim… Fakat mesnedini kaybeden ulvi manaların memleketimizde ne “Açmaz” lara yol açtığını göstermek için bu hadiseyi en acıklı misal olarak ele alıyorum.

    Irak ve İran sınırlarının Türkiye ile kavşak köşesi üzerinde, Şemdinli’den 6-7 km ileride Nehri tepesinden bütün Türk yurduna asli manasını yükleyen bir ruhaniyetin torunları, imparatorluk sicillerinde kayıtlı topraklarının yağmacılarca yutulduğunu görürler ve “Ben Türküm ve Türke Türklüğünü veren sülaledenim; şimdi de, madde gayesi olmaz olsun, manamı, Türklüğümü tescil ettirmek mevkiinde bulunuyorum!” derler ve bu azametli hakka karşı bir hassasiyet bulamazlarsa yuf bu hale!..

    Dedim ya; benim miskin meselelerle alakam yok!.. Bu söz üzere bana Seyyid Taha Hazretlerinin, işi basit müşahhastan büyük mücerrede yükselten ve ona göre manalandıran ruhaniyeti söyletiyor. Kainatın Efendisi soyundan gelenlerin, oldum olası en büyük Türkler sıfatıyla Türkün kucağında buldukları hakkı, şimdi Nehri’deki “Seyyid Taha” imzası tapulaştırmaya yeterken onları ahmak (Formalite) lerin ağı içinde çırpındıran anlayışsızlık havasıdır ki, beni harap ediyor. Ve bu havadan faydalanan çarıklı erkan-ı harpler, Nehri Tepesindeki mübarek merkade kadar menfaat tuzaklarını kurmuş bulunuyor. Bunlar da sözde Müslümanlar topluluğunun köylü sınıfından…

     

    RAPOR 2 , VATANIMI BULDUM


  15. Bu gün başarılı bir şekilde kalp nakli yapılıyor.Üstad'ın bu işin imkansızlığı hükmünü niye "sanu-beri" kalbe bağladığını anlamış değilim.Bilim o kadar kaypak bir şey ki,nasıl olur da tasavvuf veya din ona delil olarak getirilir veyahut tam tersiyle bilim dine delil olur?

     

    Organ naklinin haram-helalliği mevzusuna gelince farklı gruplar,cemaatler farklı şeyler söylüyor.Aslında mesele beyin ölümü gerçekleşenlerin gerçekte ölü mü diri mi olduğuna indirgenmiş durumda.Farz-ı muhal biz de indirgeyelim, o zaman şu soruyu sorarız, Şahin Aksoy'un fikirlerine dayanarak: O zaman beyin ölümü gerçekleşmiş(?) adama niye anestezik madde veriyorsunuz?

    Böyle tartışmalı bir konuda nasıl organ nakline cevaz veriyorlar onu da anlamıyorum!


  16. TÜP ÇOCUĞU

    Kalb nakli efsanesinden sonra şimdi başımıza bir de tüp çocuğu hikayesi çıktı. Kalp nakli efsanesinin bütün dünyayı çalkalandırdığı hengamelerde (9-10 yıl önce) tasavvufta “sanu-beri kalb” denilen kan pompası maddi uzvun, manada muazzam bir nura yataklık ettiğini öne sürmüş,idrak merkezimizin orada olduğu ve beynimizin bir sinema perdesi gibi sadece oradan gelen ışığa makes(aksettiği yer) olmaktan başka rolü bulunmadığını belirtmiştim. İlahi esrarı bu türlü kurcalarcasına girişilen hareketlerin de ilim maskesi altında bir şarlatanlık ve dolandırıcılıktan ileri gidemeyeceğini ve teşebbüsteki abesin pek yakında ortaya çıkacağını kaydetmiştim.

    Abes ne türlü ortaya çıktı, malum!..İnsana ömür katan bir kahraman sıfatiyle Avrupalılarda başlar üzerinde gezdirilen ve sinema artistlerinin kucaklarında dinlenen doktor, nihayet eline felç inmesiyle kalmadı (gayet manalı bir akibet); saf ilim göziyle bir şarlatan olarak damgalandı.Bugün dünyanın hiçbir yerinde takma kalble yaşayan hiç kimse yoktur.

    RAPOR 12 , ŞAHIS-PARTİ


  17. Sebeb-i Telif / İsmet Özel

     

    Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

    yaprakla yağmurun aşkı meselâ

    kim olsa serpilen coşturuyor bizi

    imreniyoruz başkalarının mahvına.

    Yağmur mahvoluyor çarparak

    kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında

    yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur

    silkiniyor vuran her damlayla.

     

    Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

    bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya

    aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı

    ilkönce damarlarımızda duyduğumuz çağıltısını

    uzak iklimlerin

    kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden

    bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda

    sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:

    Bize ait olan ne kadar uzakta!

     

    Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

    başkalarının düşünceleriyle değil.

    "Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li

    "içerimde ahlâk yasası".

    Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?

    İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek

    idam mangasındasın içinde yasa varsa.

    Girmem, girmedim mangalara

    Yer etmedi adalet duygusu

    içimde benim

    çünkü ben

    ömrümce adle boyun eğdim.

    Yıldızlı gökten bana soracak olursanız

    kösnüdüm ona karşı

    onu hep altımda istedim.

     

    Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

    ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

    düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz

    siz gidin artık

    düşman dağıldı dedikleri bir anda

    anlaşılıyor

    baştan beri bütün yenik düşenlerle

    aynı kışlaktaymışız

    incecik yas dumanı herkese ulaşıyor

    sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda

    tek başınayız.

     

    Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek

    belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek

    hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız

    yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı

    hayatımıza kendi adımızla başlardık

    bilmediğimiz bir isim, hesaptaki bu açık

    belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım

    aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine

    adımı aşkın üstüne kendim yazarım.

     

    İSMET ÖZEL

     

     

     

    Şair, okumaya başlar şiirini bir programda.Şiir okunduğunu duyan ilgili,bir şeyler çalar fon olarak.Sonra alkışlar birileri.Bazısı başkalarının aşkıyla başlayanlardır hayatına,bazısı külliyyen hissiz.Şair ne yapsın...

    • Like 1

  18. "Tasavvuf, şeriat yasaklarına ve kötü ahlâka karşı sürekli mücâhededir."

    Bu,tasavvufun en güzel tanımı bence.Çünkü tasavvufu zevkten ibaret görmek istemiyorum.Yani çerez yahut meyve olmamalı. O, şeriatı ikame eden bir şey ise bende makes bulur.

    Böyle bir his üzere olunca da zahir ve batın mevzusu benim çıkmazım oluyor. Zahir ve batın bu kadar net bir çizgiyle birbirinden ayrılabilir mi?

    Şeriat zahir, tarikat batın ?


  19. Yukarıda geçen “zahir” ne demektir,hangi ilimleri kapsar bunları Üstad‘ın üslubuyla Esseyyid Abdulhakim Arvasi’den okuyalım: “Zahir ilmi, o faydalı ilimdir ki,üstün Sahabiler,onu en yüce Peygamber’in söz ve davranışlarından almışlardır.Tabiler zümresi,müctehidler ve salihlerin selefleri de o ilmi araştırıp,öğrenmiş,onunla amel kılmış ve insanları da ona memur etmişlerdir.Bu ilmin çerçevesi,Kitap,Sünnet,Tefsir,haberler,eserler ve bunların dalları olan itikadi ve fıkhi ilimlerdir.

    Maden ilmi,yer tabakalarını araştıran ilim,nebatat ve hayvanat ilmi,sulara dair ve azanın faydalarına dair ilim,teşrih ilmi,tıp ilmi,hesap ilmi, hendese ilmi,riyaziye ilmi ve diğer kısımları zahir ilimlerinden olan hikmetli ilimlerdir.”

    Bir de batın ilmi aynı eserde nasıl açıklanmış,bakalım: “Batın ilmine gelince; o, öyle bir manalar aleminin marifetidir ki,hiçbir vasıta olmaksızın gayb aleminden,<Makam-ı evedna – en yüksek makam> da, mahlukatın en bilgini olan Peygamberler Peygamberi’nin yüksek ruhlarına ilahi bir lütuf olarak sunulmuştur.

    <(Allah) kuluna vahyetti, vahyettiğini…> mealindeki İlahi ifadeden apaçık ortaya çıktığı gibi (Bu ayeti bilen varsa lütfen suresi ve ayet sayısıyla bildirebilir mi?),Resuller Resulü’nün bilgisi, mahlukattan gizli olan yüce bir batın irfanıdır.”


  20. “İslam alimleri,Kuran ve sünnete bağlılığı esas aldıklarından takva yolunda yürüyen mutasavvuflar da ortaya koydukları eserlerde tasavvufi görüşleri aynen müctehidler gibi şer’i gerçeklerle teyid edegelmişlerdir.Ancak bu yolda rehberlerin yani meşayıhın,zahiri hazmetmiş insanlardan seçilmediği bir kısım tarikatlerde “neşve-i sufiyye” nin galebesi sebebiyle bazı ayak kaymaları olmuştur.Ancak tarikatler arasında şeyhleri umumiyetle hacegandan,yani ilim erbabı alimlerden,dinin zahirini de hazmetmiş insanlardan gelenler, bu ayak sürçmelerinden korunabilmiştir…”

    İmandan İhsana Tasavvuf, Osman Nuri Topbaş

    • Like 1
×
×
  • Create New...