Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Azizim Hüdayim

Üye
  • Content Count

    51
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    5

Posts posted by Azizim Hüdayim


  1. Ah canım...

    Ya ben bu arkadaşı çok sevdim, atılırsam da bu arkadaş yüzünden atılalım.

    Padişahları bir de onuncu yıl albümünden okumalı...

    Yunus emre, Mevlana ve diğerlerini de aynı yerden okuyunuz efendim.

    Aşık Veysel bir zamanlar Ankara Ulus'a giremiyordu yahu... Bir zamanlar dediğim vakit, malum vakitler...

    Mehmet Akif'in cenazesi nasıl kalktı? Daha öncesinde Mısır'a niye gitti, turistlik için mi?

    Bak Ata'mızı eleştirdim mi?

    Hem neyime gerek, onun heykelini yıkan ineği bile karşı köye sürgüne gönderdiler...

    Arkadaş, kontür bitti...

    • Like 2

  2. Film güzel olmuş veya çirkin olmuş, bu göreceli bir durumdur. Hani bir odaya girsek ve desek ki, bu odanın sıcaklığı kaç derece? Herkesten farklı sayı çıkar. Niye? Çünkü sıcaklığın tam bir tanımı yok.

     

    Filme gelince, duyugulandığım sahneler çok oldu. Ağlamamak için kendimi tuttuğum anlar vardı.

     

    Tabi böyle filmlerde herşeyi gösterme imkanınız olamaz. Yoksa film çok uzun sürerdi. Hele bu Said Nurs'nin hayatı ise... Ben bazen evliya filmleri izliyorum. Her farklı filmde, mesela hacı B. Veli hakknda değişik bilgilere ulaşıyorum. Mesela Aziz Mahmut Hüdayinin bir filmi var... Bu filmi her izlediğimde, daha önce farkemediğim ayrıntılara rastlıyorum. Bu anlamda, filmini izlediğimiz kişinin hayatını biliyorsak az çok, sahnelerde kesiklik diye bir şikayet olmaz. Ayrıca filmi bir kere izlemek onu değerlendirmek için yeterli olmaz.

     

    Filmde saz sahnesi benim için çok önemli mesela... Şapka sahneleri de öyle mesela... Ah, ah... O risaleler yazılırken niye dağlara çıkıyorlardı mesela? Amerikalıların, ingilizlerin nefesini hissettiniz mi Filmde? Ya Şeyh Said olayı?.. Dar ağacınd asılan hocaların bulunduğu sahne ne anlatıyordu aslında? Tabi türkçe ezan vardı bir de... Hani bir caminin kapısında kilit asılıyordu, farkettiniz mi? Said Nursi caminin yanında ama dışarda ha, namaz kılıyordu filmde. Ha bir de filmde, bir yerde Kürdistan cümlesi geçiyor mesela... Sahiden niye Güneydoğu filan demedi de, Kürdistan deyiverdi? Hadi bakalım, niye? Hani Kürdistan öcü ya, e ama filmde Kürdistan geçti mesela... Ah, ah... hani kürdistan cümlesini eleştirmiyorum ama, filmde bu kelimenin geçmesinin çok makul bir gerekçesi var, hem de Kemalistleri fena edecek bir gerekçe... Hadi bakalım biraz araştırın... hem o dönemin hapis şartlarını gördünüz mü? Hukuk, kanun falan filan yerlerde... Ya istiklal mahkemelerine ne demeli? Bir de nahiye müdürünün hali neydi yahu? ankara asar, ankara keser, ankar şöyle, ankara böyle... Kameranın atatürk resmine dönen sahne neyi anlatıyordu sahiden...

    Herşeyden önce, filmde said nursi üzerinden zulümle nasıl mücadele edileceğini gösteriyor...

     

    Ben güzel gollere, iyi futbola bakarım... gerisi spor adamlarının işi... Tabi göreceli bir durum.

     

    ah ah...

    • Like 1

  3. ''Böyle bir amentü yok ama biz nerden de bulup yumurtladık?.. ''

     

    Kardeşim laf aramızda çaktırmadan da ne kadar demokrat bir kimliğe sahip olduğunu gösterdin bize... Çünkü demokrasilerde kürsü konuşmacının konuşmasını yumurta ile ortadan ikiye bölmek bir demokrasi faziletidir. O yüzden biri karşınızda muhalif kaldığında alın yumurtaları fırlatın adamın üzerine. Bu sizin demokratik hakkınız. konuşturmayın vuruncular bunlar ama, şimdi demokrasi zeminide kendilerini kamufle ediyorlar.:)

     

    Birde bu arkadaşa fazla takılmayalım arkadaşlar. Hani bir reklam varya, telefon hattı reklamı; adamdan halısaha üçreti almıyorlar, kız gülün parasını adama ödettirmiyor, adamdan pizzanın parasını bile almıyorlar ve hatta bir halı saha maçında yürüyerek gol atıyor... Hatırladınız değil mi o reklamı... Kullandığı hattan fazla yük binği için üzerine, kimse daha fazla yük yüklemiyor üzerine. İşte, arkadşta resmi tarih altında çok ezildiği için fazla yüklenmeyelim arkadaşa. Bir Kereye Mahsus adlı arkadaşı daha fazla üzmeylim. Ona yüklediler çünkü. Bir de biz eziyet etmeyelim kendisine. Hatta arkadaşı hiç üzmeyelim, mümkünse yazdıklarını beğenelim, ne olacak hem, bir beğenmeyle eliniz mi kırılır ya? Sevelim onu... Yapacak bir şey yok çünkü. Uğraşsak bizim hatta gelir mi ki? Hattını bil hattını... Uyardım...

    • Like 3

  4. Yok böyle bir amentu gençler! Okumuşsunuz ama boşuna! İslam dinini insanlara öcü gibi göstertiyorsunuz. İnsan kazanacağınıza, insan kaybediyorsunuz. Ayıp değil mi bu yaptığınız? Hiç mi tarih okumadınız siz ha, hiç mi? Nasıl müslüman olduğumuzu ve nasıl köklü bir millet olduğumuzu nasıl unuttunuz? Atatürk ün yemeyip içmeyip bu ülke için ne hizmetler yaptığının unutan adama nankör derler nankör! Ve ben böyle adamın ancak suratına tükürürüm!

     

    Siz burada; insanların Türklükten utanmasına sebebiyet veriyorsunuz böyle yaparak. Bizim köklü tarihimizi resmen yabana atmışsınız. Atatürk'e tapan cahildir. Kim tapıyor Atatürk'e? Ve onun inkılaplarına? Tapan varsa önce ben küfür edeceğim ona! Bunlar sizin vehim ve kuruntularınızdır. Bakın, ben müslüman bir insanım. Hem de Türk'üm. Bu bir meziyet midir? Bence meziyettir! Peygamber Efendimizi (sav) seviyor muyum? Evet! Mustafa Kemal ATATÜRK ve bu ülke, bu bayrak, bu vatan için çaba sarfetmiş insanları (tarihte türklük ve müslümanlık adına hizmet etmiş; gelmiş geçmiş kimler varsa) hepsine inanıyor muyum? İnanıyorum. Yani onları takdir ediyorum. Bu bir meziyet midir? Evet!

     

    Bence siz Mustafa Kemal, silah arkadaşları ve şehit/gazilerimizin ruhaniyetleriyle uğraşacağınıza, vatan hainleriyle uğraşın da görsünler sizleri...

     

    Beni Necip Fazıldan da soğuttunuz şurada ki helal olsun size! Necip Fazıl'ı şair olarak çok severim ama bu kadarına da pes doğrusu. Rahmetli oldukça fazla abartmış bu konuyu. Hatta, çoook abartmış, ve kendinden beklemeyeceğim bir harekete imza atmış. Ama ben hoşgörülü bir insanım ve Necip Fazıl'ın şiirlerini yine seviyorum.

     

    Yani biz hem Allah'a, hem de -haşa- Ataya tapıyoruz öyle mi? Vay beee. Demek ben bu gencecik yaşımda bunları da görecek adamdım. Demek ki atalarımız bize bu vatanı biz bu ülkeye hizmet eden insanları yaftalayalım diye emnaet etmişler. Adamların kemiklerini sızlattınız be! Harbiden okumakla da olmuyormuş. Bunu da öğrendim. Teşekkür ederim. Beni yine üzdünüz...

     

    Yahu siz hep böyle mi olursunuz?

    Okuduğun kitapların listesini sayar mısın? Hadi say, hadi say...

    Say da görelim bakalım, bizi kitap okumamakla itham eden şahsiyetiniz nerelerden besleniyor.

    Necip Fazıl'ın Destan'ını ne yapacaksın, seviyorsan o şiirleri?.. 'Aman' şiiri var mesela...

    Yokmuş böyle bir amentü, diyesiymiş kendileri... Ah canım, bir sabah kalktın, çil horoz sana başka bir dünya hediye etti... Hadi amentü yok da, tamam bunu olsun kabul edelim, yahu o halde 10.yıl albümü de mi yok? Hadi yok de, hadi de? O albümde acaba kimin kaleminde çıkma yazı var? Dünyaca bilinen bir faşistin olamaz mı? Hani sen çok kitap okuyorsun ya, ha işte o yüzden açık yazmıyorum... Sen anlarsın diye... Şimdi sen kalkıp, bu albümü googlede aramaya kalkarsın... Arama ha sakın, bulamazsın... O albüm bizim iftihar tablomuz ya, o yüzden saklıyorlar... Ne ilginç... Oooo neler var albümde, neler... Hadi bul o albümü de buarada inceleyelim seninle, hadi bakalım... Ama o albüm var mı yok mu? İlk önce onu bir belirt bakalım. Hadi yok de, hadi de... Ah canım... O albüme bir bak bakalım, İslam yüçeltiliyor mu, batırılıyor mu?

    İslamı öcü gibi göstermek... Yahu nasıl müslüman olduğumuzu kim unutmuş, söylesene... Ama kim unuttuğunu sana kanıtları ile gösterebilirim. 1932 tarihinde basılan tarih kitaplarını al da oku canım... Gör bakalım kim unutmuş İslamı... 32'den 41'e kadar okutulmuş bu kitaplar. malum amentunun kapağını da gösteririm sana, hani yok diyorsun ya, zavallıca... Çok kitap okuyor bu arkadaşlar yahu... Ulan çıkar okuduğun kitapların listesini, bende çıkaracağım... Hadi tezi yok çıkar... Ama lise kitapları falan çıkarma ha... Yahu sen Daha Necip Fazıl'ın kitaplarından habersizsin...

    Ne biliyorsan yığ şuraya, kendine güveniyorsan, hadisene... Öyle fikirden kaçarak minder dışından nanik yapmak yetersizliğin tam bir resmidir... Nasıl geçmişe sahip olduğumuzu bilmediğimizi söyleyerek sorgulayan sen, Kızıl sultan, bilmem ne faresi sultan, eğlence düşkünü sultan ifadelerini açıklasana... Bu ifadelerin kaynağı nerelerden geliyor, okuduğun kitaplardan aktarsana bize... Yahu Yunus'un divanını asli dilinden okusana, Mesneviyi oku yada... onu geçtim ve madem konu tarih, Osmanlı belgelerini asli dilinden oku... Ulan aradaki bu bağları kim kesti, ben mi? Yahu işin hazin tarafı, nutuku asli dilinde okusa, nutuku... Kaldıki dil devrimi kime emanet edildi...

    Sana bir sor o halde... Kamal ne, Kemal ne? Kamal'ın sözcük anlamı ne? Kemal'inki ne?

    Ulan, cumhuriyete filan de karşıdeğilim... Onu da belirteyim... Saltanatın da geri gelmesini istemiyorum...

    Şimdi söyler misin bana ulan güzel kardeşim, yazdıklarımda Atatürk'e bir hakaretim var mı? Varsa göster açık açık...

    Atatürk'ün yaptığı hizmetleri hep beraber sayalım... Mesela Atatürk'ün meçlisi açma şekline bayıldım... Onun tesettür ile sözlerine bayıldım... Erzurum kongresin sonunda Peygamber övgüsü ile biten konuşmasına da bayıldım... Onun padişahla, sarayda diz dize oturuşlarına da bayıldım... Bunlar hayran olduğum sahneler... ama kuş tek kanatlı olmuyor...

    Not: Ulan ifademe takılmayın... Şaka, şaka...

    • Like 3

  5. ''Örtülü Ödenek kasasının eski mutemedi (tam da itimat edilecek adam ya) Salih Korur, Harp Okulundan palas pandıras alınıp Başbakanlıkdaki odasına getiriliyor ve şifreli kasayı açmaya davet ediliyor.

    Odada, Türkeş'den başka ya bir yahut iki kişi vardır. M.B.K'den...

    Kasa açılıyor ve muhtevası ortaya dökülüyor. Kasada muhtelif Türk ve ecnebi paralarından başka, bir kaç milyon Türk lirası tutarında (efektif) dolar çıkıyor.

    Bir köşede mazlum mazlum boynunu büküp manzaraya bakan eski sinsi ve zalim Salih Koru, hafifçe mırıldanıyor:

    -Affedersiniz! Kasadaki paraları sayıp bir zabıt tutacaksanız onlar da evvel benim mesuliyetim altında olduğu için, sayıma beni de katmanızı ve zaptı bana da imza ettirmenizi rica ederim!

    Sabık müsteşar hemen tekmeyi yiyor ve şu hitaba hedef oluyor:

    -Vay, sen kim oluyorsun da bizimle beraber zabıt imzalamaktab bahsediyorun!

    Seni biz, yalnız kasayı açman için getirttik. Otur, oturduğun yerde ve sus!

    Gerisi malum!.. Kasadaki ecnebi dövizler, başta dolarlar bulumak üzere yok olmuştur.

    Bu hadisenin hesabını, son meteliğine kadar ve bir banka bilançosu emniyetiyle vermek, Türkeş beye düşer.''

    Necip Fazıl Kısakürek'in ''Vesikalar Konuşuyor'' eserinden bir alantı...

     

    Şimdi de Zaman Gazetesinde Mayıs 2010'da verilen bir haber, mevzuu ile alakalı:

    ''-'Örtülü Ödenek Davası'nın sanıkları eski Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur idi. Menderes, örtülü ödeneği amacına uygun olarak kullanmamakla suçlanıyordu. Oysa örtülü ödenek harcamalarının kanunla belirlenmiş bir tanımı o gün de bugün de yok(tu) ve harcamalar tamamen başbakanın tasarrufunda(ydı). Örtülü ödeneğin nerelere harcandığına dair bir belge tutma zorunluluğu bulunmadığı gibi, bu harcamalardan başbakanlar da mesul tutulamaz ve yargılanamazdı.

     

    Ancak Menderes, Müsteşarı Korur'dan yapılan bütün harcamaları kaydetmesini istemiş, şahsi harcamalarının kendi banka hesabından karşılanmasını emretmiş, kayıtları da 'bir gün lazım olur' diye Başvekalet Konutu'nun çatısında bir valizde saklamıştı. Hatta eşi Berin Menderes'e "Bunlar çok önemli belgeler. Bunları muhafazada özel önem gösterelim. Eğer belgeler arasında şahsi nitelikli harcamalar varsa tespit eder, geri öderiz." talimatı vermişti. Yaptığı harcamalardan korkan biri, mecburi olmadığı halde bu belgeleri saklamazdı. Oysa Menderes'in emriyle tutulan bu kayıtlar, Yassıada'da önüne konuldu ve aleyhinde delil olarak kullanıldı.

     

    Bu davayı ilginç hale getiren unsurlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin gibi dönemin ünlü yazar ve gazetecilerinin de şahit olarak dinlenmesiydi. Hatta Necip Fazıl'ın eşi Neslihan Kısakürek de şahitler arasındaydı.

     

    Diğer davalarda olduğu gibi Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile Başsavcı Altay Ömer Egesel, bu davada da Menderes'i küçük düşürmek için aşağılayıcı ithamlarda bulunuyordu. Hatta Başbakanlık Konutu'nun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan 'cımbız' bile dava konusu edildi. Birkaç kuruşluk bu cımbız, örtülü ödenek belgelerinin saklandığı bavula nasıl girdi bilinmez ancak bu olay o kadar çok abartıldı ki davanın adı kamuoyunda 'Cımbız Davası' olarak anılmaya başlandı.

     

    Kasadan paraları Türkeş mi aldı?

     

    Örtülü Ödenek Davası'nı başlatan Hakim Başol, daha ilk celsede niyetini açık ediyordu. Ona göre Başbakanlık Konutu olarak kullanılan Camlı Köşk'teki yabancı devlet adamları ve büyükelçilere verilen yemekler israftı ve bunlar örtülü ödenekten karşılanamazdı. Hatta bir adım daha ileri giderek Menderes'e şu aklı veriyordu: "Bir başbakan illa köşkte mi oturmalı? Barakada oturun! Cımbız, köşkte oturmanın icabı mıdır?"

     

    Menderes, savunmasında örtülü ödeneğin şahsi harcamalarda kullanılmadığını, kendisinden önceki CHP'li başbakanların da köşkte oturduğunu ve Başvekalet Konutu'nun temsil masrafları için örtülü ödenekten harcama yaptıklarını söylüyordu. Eğer bu konutların masrafı amme masrafı olarak telakki edilmeyecekse CHP dönemi için de emsal mahkemelerin kurulması gerektiğini savunuyordu.

     

    Örtülü ödenek harcamalarının önemli bir kısmı Milli Emniyet Teşkilatı'na verilmişti. Menderes, teşkilata Amerikalıların hakim olduğunu ve personel maaşlarının da bazı yabancı ülkeler tarafından karşılandığını belirtiyor, bu duruma son vermek için örtülü ödenekten para aktarıldığını belirtiyordu.

     

    Örtülü Ödenek Davası'nın en önemli ayrıntılarından biri de, Alparslan Türkeş ile ilgili olan bölümdü. O gün de bugün de bu olay pek tartışılmamış, mahkemede birçok kez gündeme gelmesine rağmen olayın üzerine gidilmemişti. 27 Mayıs ihtilalinin üst kadrosunda bulunan Albay Alparslan Türkeş, ihtilalden hemen sonra Harp Okulu'nda tutuklu bulunan Müsteşar Ahmet Salih Korur'un yanına giderek ondan kasanın şifresini öğrenmişti. Şifreleri vermek istemeyen ve 'birlikte gidip açalım' diyen Korur'u Türkeş'in dövdüğü de iddialar arasında. Korur'a göre kasada 270 bin dolar ve 250 bin TL vardı. Ancak bu para, kasanın heyet tarafından kırılarak açıldığı 2 Haziran tarihinde kasada bulunamadı. Birkaç gün içinde olan olmuştu. Ya Korur yanılıyordu ya da kasa önceden açılmış ve içerisinden paralar alınmıştı. Örtülü Ödenek Davası'nın yazarı, aynı zamanda Celal Bayar'ın torunu Emine Gürsoy Naskali, darbenin ilk gününden itibaren Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenen Türkeş'in 1997'de vefatından sonra İngiltere'de bir bankada ortaya çıkan yüklü miktarda paranın kaynaklarının açıklanamamasını manalı buluyor.

     

    HÂKİM BAŞOL'DAN MENDERES'E: YETER!

     

    Mahkeme Başkanı Başol ile Menderes arasındaki diyaloglar, Menderes'e kendisini savunma imkanı verilmediğini ortaya koyuyor:

     

    Hakim Başol: Okunan vesikalara göre sırf şahsi masraflar yapılmıştır... Şahsi masraflar yapılabilir mi söyleyiniz?

     

    Menderes: Reis beyefendi... buyurdunuz ki fasıl okunacak cevabı verilecektir. (Menderes, savunmasında iddiaları cevaplandırıyor. Ancak Başol, sözünü kesiyor.)

     

    Hakim Başol: Kısa ama...

     

    Menderes: Kısa... ...Kanunun 77. maddesi diyor ki örtülü mahiyette olan istihbarat...

     

    Hakim Başol: Kendinizi zorluyorsunuz, zorlaya zorlaya netice çıkaracaksınız... ...Şimdiye kadar okuduğumuz listedeki masraflar yapılabilir mi?

     

    Menderes: 70 bin liralık masrafın içinde bir cımbız var. Onu da cımbızla bulmuşlar, çıkarmışlar.

     

    Hakim Başol: Okuduğumuz listedeki..

     

    Menderes: Arz edeyim..

     

    Hakim Başol: Uzatırsanız sözünüzü keseceğim..

     

    Menderes: Kısa söyleyeceğim.

     

    Hakim Başol: Hayır yeter!

     

    Başol'dan Menderes'e: Necip Fazıl mı vatansever!

     

    Örtülü Ödenek Davası'nın önemli duruşmalarından biri de Necip Fazıl'ın şahit olarak dinlendiği oturumlardı. İddiaya göre Necip Fazıl'a Büyük Doğu dergisi için 10 yılda 147 bin lira verilmişti. Hakim Başol, 'gerici ve Atatürk düşmanı birine' bu paranın neden verildiğini soruyor, Adnan Menderes de Necip Fazıl'ın bir vatansever olduğunu, o ve onun gibi farklı görüşlerden yazar ve gazetecilere ödenekten para yardımı yapıldığını söylüyordu.

     

    Hakim Başol ise hayret uyandıracak hatta ihsas-ı rey olarak tarihe geçecek şu cümleyi kuruyordu: "Necip Fazıl mı vatansever!" Sıra şahit olarak Necip Fazıl'ın dinlenmesine gelmişti. Aralarında şöyle bir diyalog yaşandı:

     

    Başkan Başol: Örtülü ödenekten para almışsınız...

     

    Necip Fazıl: Evet aldım. Ne aldığımdan ziyade niçin aldığım mühimdir. Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları olarak para almadım ve bunlardan hiçbirini yapmadım. 1943'ten 1960'a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana sürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım...

     

    Başkan Başol: Bu notları yazmışsınız okuyorsunuz, burada not olarak kelime kelime okuyamazsınız...

     

    Necip Fazıl: İlk gazete olan Takvimi Vakai'den bu yana fikre müstenit bir tek gazete mevcut değildir ki, şu veya bu şekilde hükümetten yardım görmesin.

     

    Başkan Başol: Üniversite gençliği ki süt gibi tertemizdir. Onlar sizi gerici buluyorlar...

     

    Necip Fazıl: Bana gerici diyenler, sesini duyuranlar... Bir de on binlerce genç var ki benim idealime bağlı. Fakat sesini yükseltemiyorlar...

     

    Başkan Başol: Memleket yararına yayın yapan gazetelerin büyük kanaati de memlekete zararlı olduğunuz...

     

    Necip Fazıl: Büyük gazete tiraj ifade eder... ''

     

    Eyvah benim ülkeme...


  6. Taha Akyol - Ama Hangi Atatürk

     

    Taha Akyol bu kitabında Atatürk'ün farklı dönemlerde uyguladığı farklı politikalar üzerine eğilerek bir kişilik analizi yapıyor. Ortaya çıkan netice şudur ki, Atatürk'ün izlediği birbirine zıt görünen politikaların hepsi tek bir gaye etrafında şekilleniyor. Türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasının ardından batılı bir zihniyete ve hayat tarzına sahip bir milletin yetiştirilmesini sağlamak.

     

    Amaca giden her yol mubahtır düsturunca, milli mücadele esnasında Bolşeviklerden para ve silah yardımı alabilmek için Sovyet Rusya'ya yönelik izlenen politikalar arasında, arada "samimi ve kardeşlik" dolu bir atmosfer oluşturmak için yüceler yücesi İslam dinimiz, bâtılların bâtılı olan Bolşevizm ile eş tutulur. "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir"

     

    Bir taraftan Rusya ile sürdürülen "kardeşçe" münasebetlerle birlikte, İslam dünyasından da alınması planlanan destek için Mustafa Kemal, İslam âleminin biricik lideri olan halifenin düşman elinden kurtarılması için mücadele eden bir mücahit olarak lanse ediliyor. Kuzey Afrika ile birlikte Arap yarımadasındaki propagandalarda Mustafa Kemal İslam'ın kılıcı olarak ün salıyor, Selahaddin Eyyubi ile birlikte resmedilmiş fotoğrafları dağıtılıyor. Aynı şekilde Türkiye'de de Müslüman milletin desteğinin alınması için ayetlerle, dualarla, fetvalarla açılan meclis ve kongreler… "Şimdi vazifemiz halkı; vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibaret.."

     

    Kurtuluş savaşının kazanılması (?) ve Lozan'ın ertesinde ise hem dış siyaset, hem ülke içi politikada 180 derecelik bir dönüş yapılacaktır. Artık Rusya'ya yüz verilmeyecek, asıl önemlisi "hilafetin milletimize bir baş belası olduğu" söylenecektir. "Halife ve halifelik makamının hakikatte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve hikmet-i mevcudiyeti yoktur"

     

    Hilafetin kaldırılmasıyla hızını alamayan sahte kahramanlar, "Osmanoğlulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi" iftirasını savunarak Osmanlı hanedanlığını kendi memleketlerinden kovacak kadar zıvanadan çıkarlardır.

     

    Meclisin açılma gününü bile hassaten cumaya denk getirerek mübarek bir günde açanlar, ileride İslam'a ve Müslüman millete en azami derecede zarar verecek olan meclisin kapısının önünde bile artık bir imama tahammül edemezler. Çünkü zafer elde edilmiş, ipler tamamen ele alınmış ve maskeler düşmeye başlamıştır.

     

    "Meclis'te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaata namaz kıldırırdı. Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle karşılandıktan sonra, Atatürk Ankara'ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniforması ile bekleyen imam efendi Atatürk'ü durdurdu, ellerini kaldırdı, dini duaya başlar başlamaz, Atatürk hiddetle: - Burada böyle şeylere lüzum yok.. biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanıyla kazandık, dedi ve imamı kovdu."

     

    Taha Akyol'a göre Ataürk'ün izlediği bu yol, onun siyasi dehasının bir göstergesidir. Hakikat ölçüsüne vurulduğunda ise yapılan bu işlerin neyin göstergesi olduğu net olarak ortaya çıkmaktadır. Mâziyi ve "çok yönlü" olarak sunulan bir şahsı tetkik etmek ve perdeler ardında kalan vakıaları analiz etmek için okunması tavsiye edilebilecek kitaplardan.

     

    Amaca giden her yol mubahtır düsturunca, milli mücadele esnasında Bolşeviklerden para ve silah yardımı alabilmek için Sovyet Rusya'ya yönelik izlenen politikalar arasında, arada "samimi ve kardeşlik" dolu bir atmosfer oluşturmak için yüceler yücesi İslam dinimiz, bâtılların bâtılı olan Bolşevizm ile eş tutulur. "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir"

     

    Şu Taksim'de bulunan Atatürk heykelinin arkasında bulunan iki Rus general heykellerinin sırları daha iyi anlaşılıyor...

     

    O halde ben de bir iki kitap paylaşıyım: Mustafa Armağan'dan 'Küller Altında Yakın Tarih' Yine o kitaptan, yukarıya aldığım ifadeyi destekliyecek parça sunalım:

     

    ''Anıt, iki heykel grubundan meydana gelmektedir. Harbiye cephesinde İstiklal Savaşı’nda, Sıraselviler cephesinde ise Cumhuriyet’in kuruluşunda emeği geçenler figürleştirilmiştir. Sıraselviler cephesinin ön sırasında Gazi Mustafa Kemal, İnönü ve Fevzi Çakmak yer alır. Onların hemen arkasında ise garip simaları ve giyimleri ile iki figür dikkati çeker. Milli bir heykelde yer alması epey tuhaf kaçan bu iki figür, Kızıl Ordu’nun kurucularından Frunze ile Sovyet orduları başkomutanı Voroşilov’a aittir.

     

    Bugün bize çok tuhaf gelen bu durum, 1928 şartları düşünüldüğünde normaldi. Zira hem İstiklal Savaşı’nda, hem de Cumhuriyet kurulurken o vakitler “Bolşevikler” denilen Sovyetler Birliği’nden büyük maddi ve manevi destek sağlanmış, 16 Mart 1921′de yapılan Moskova Antlaşması ile Türkiye’nin kuzey sınırları güvenceye alınmıştır. Bu iyi ilişkiler Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıl dönümü törenlerine Mareşal Voroşilov’un katılmasıyla pekişmiştir. Nitekim CHP 4. Büyük Kurultayı’nın açış konuşmasında Atatürk (9 Mart 1935) Türk-Sovyet ilişkilerini şöyle değerlendirmiştir:

     

    “Sovyetlerle dostluğumuz, her zamanki gibi sağlamdır ve içtendir. Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını, Türk milleti unutulmaz değerli bir hatıra bilir… Devletlerimiz, hükümetleriyle ve uluslarıyla, her fırsatta birbirilerine ne kadar inandıklarını ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya göstermektedirler… Türk-Sovyet dostluğu milletler arası barış için şimdiye kadar yalnız hayır ve fayda getirmiştir. Bundan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s. 381-383.)

     

    1927′de Sovyetler’den tank, top gibi ağır silahlardan oluşan askeri araç ve gereç yardımının gemilerle Tophane Limanı’na geldiğini de eklersem, sanırım Bolşevik Frunze ve Voroşilov’un Taksim Anıtı’nda ne aradığı açıklık kazanacaktır.

     

    Bu köşede hep aynı şeyi tekrarlıyorum: Tarih bilinci, bugüne ve çevremize daha anlamlı gözlüklerle bakmamızı sağlar. Tarih bilgisi ve bilinci sayesinde çevremiz bizimle konuşmaya, diyalog kurmaya başlar. Anlam ve derinlik kazanır. Bu yazıyı okuduktan sonra eminim artık eski lakaydinizle geçemeyeceksinizdir Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın önünden. Bir deneyin isterseniz!

     

    Not: Frunze’nin 1921-1922′de yaptığı Türkiye gezisi hatıraları, Frunze’nin Türkiye Anıları adıyla yayımlandı: Çeviren: Ahmet Ekeş, Düşün Yayıncılık, İstanbul 1996.''

     

    Bir de Rıza Nur'un Moskava Sakarya Hatıraları kitabını da öneririm... O kitapta da bu mevzuu ile ilgili önemli bilgiler var...

     

    "İslamiyet'in en yüce kaide ve kanunlarını içeren Bolşevizm'in, bizim dahi mevcudiyetimize kastetmiş olarak düşman aleyhinde bugün kazanmış bulunduğu zafer pek teşekküre değer bir neticedir" Reyhan kardeşimin paylaştığı bı ifadeyi andıran bir ifade de Rıza Nur'un bu kitabında var. Şöyle:

    '... Yunanlılara yani İngilizlere mukavemet edemeyeceğiz. Paramız yok. Bizm Anadolu'daki cephemiz, sizin İngiliz ve Fransıza karşı cepheniz demektir.' Rıza Nur para yardımı istiyor ama, para yardımı olmayınca karşısındaki kişiye bunları söylüyor... Silah yardımı alıyor...

     

    Rıza Nur paranın çoğunun Komünist propagandası uğrunda, İngiltere, Fransa, Almanya, Afganistan, Mısır, Hindistan'da harcandığını da belirtiyor ilerki sayfalarda... Bu yüzden para kalmamış adamlarda...

    • Like 1

  7. Selamun Aleyküm cümleten... Evet böyle bir hadise yaşanmış Başbakan Erdoğan Üstadın şiirini okumuş. Yorumları okudum tek tek. Saygı da duyuyorum görüşlerinize arkadaşlar. Başbakan Erdoğanı Fatih Sultan Mehmet ile kıyaslamak felakettir... Şunu da söylemeden edemeyeceğim, Üstad Necip Fazıl Kısakürek bugün eğer yaşamış olsaydı, Başbakan Erdoğan ve hükümetini topa tutardı ... Ben böyle değerlendiriyor ve böyle düşünüyorum... Saygı ile ...

     

    Allah'a emanet olun ...

     

    Üstad, Menderes ve hükümetini de topa tuttu zaten... Menderes'in yanında bulunan şahısların pek çoğundan zararlar gördü Üstad... Menderes'e en sert ama yapıcı muhalefeti de yapan Üstad'dır... Üstadın Menderes'e övgülerinden daha çoktur eleştirisi yahu... Üstadı okursanız, Menderes'in yanında bulunan tek kişiden övgüyle bahseder sonuna kadar, o da Teyfik ileri... Ama herşeye rağmen Zeybek şiirrini de yazdı üstad... Ah, ah...

    Üstad, Erdoğan'ı topa tutar ama, bir Kasımpaşa şiir de yazar...

    • Like 1

  8. Atatürk Gazi'dir. Bir müslüman olarak inanıyorum ki; Atatürk'ün Kur'anı Kerim'e hakareti de olamaz! Herhalde siz Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde Atatürk tarafından bizzat okunan hutbeden bihabersiniz. Niye haberiniz yok? Çünkü sizi Atatürk'ün icraatleri değil; kıldığı namaz ilgilendirir. Halbuki dinimizde zorla kimse namaz kılacak diye bir şey yoktur. Eminim ki ben dinimizi sizden daha iyi biliyorum. Peki siz namazınızı dört dörtlük kılabiliyor musunuz? Zannetmiyorum... Herkesin namazı kendine. Namazla her şey bitmiyor efendiler. Bırakın şimdi burada masal okumayı da; Atatürk'ün ve şehitlerimizin, gazilerimiz arkasından bir kere Fatiha okudunuz mu bana bunu söyleyin. Yanlış anlamayın ama; sizin gibi mantalitesinde problem olan; hoşgörüden yoksun insanları gördükçe; bu insanlarla nasıl aynı dinden olabilirim diye kendimden utanıyorum... Ama çok şükür ki; müslüman, Atatürkçü bir Türk genciyim. Ölene kadar da böyle kalacağım. Sizin gibi partici, fırkacı da değilim. Gidip de başkalarına yalakalık da yapmıyorum. 25 yıldır kendi inançlarımla yaşıyorum. Eğer başkalarını bir yerlerini yalasaydım şu anda işsiz, boş gezmezdim. Bu yüzden; sizin ideolojiniz size; benimkisi bana...

     

    konumuz şiirdi; ben fikirlerimi söyleyince işlerine gelmeyenler hemen hopladı. Eee ne diyelim; biraz da İslam Dinimiz için hoplayın. Elin Hristiyanı bedava incil dağıtıyor; seni beni hristyan yapmak için. Siz de bedava kuranı kerim dağıtın. Sonra bir daha tartışırız sizinle. Hadi bakalım, görelim ben mi daha müslüman; sen mi daha müslüman. Yaşım 25 ama hepinizi kitap diye okurum ben. şiirlerimi okuyun; ondan sonra hakkımda karar kılın beyefendiler. Yolunuz açık olsun.

     

    Ah kardeşim, fikrin buraya kadar senin. Ah canım, dinin ve paranın kimde olduğu bilinmez... Ah kuzum, biz kimsenin namazına dil uzatmadık... Ah müslüman kardeşim, ideoloji deli gömleği...

    Biz Atatürk'ün okuduğu hutbeyi de biliriz, TBBM'sinin nasıl açıldığını da... Mesela Atatürk'ün Erzurum kongresi kapanışında okuduğu o enfes dini metni de biliriz...

    Namaz bir emirdir. Ama biz kimsenin namazına bir laf etmedik, bunu da nereden çıkardın...

    Hani kimseye yarandığım yok da, varsa bir fikrin çık karşıma... Fikirlerimizi güreştirelim ama, sonra aynı safta kıbleye dönelim...

    Olayı Atatürk'ün şahsına çekmeyip, olaya geniş bir pençereden bakıver kardeşim... Ben burada Atatürk eleştirisi değil bir dönemin eleştirisini yapıyorum... Zaten yazdıklarımdan da bunu çıkardırsın müslüman kardeşim...

    Ben de şiir yazarım, sen de benim şiirlerimi oku o halde kardeşim...

    Ha bir bizi kitap diye okurmuşsunuz, o halde bir şeyler de öğrenin de, boşa gitmesin... Şaka, şaka...

    Hadi bakayım, oku beni kardeşim... Hadi ama, bekliyorum...

    Ah kardeşim, senin dilin serbest ama, benimki kanun pençesinde... Ama ben sana böyle de yeterim...

    Neyse, işsizmişsin... Ben de öyle...

    • Like 5

  9. Necip Fazıl etkilendiğim şairlerin başında gelir; bu şiiri de severim ziyadesiyle, amma son iki mısrada Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerine bir karşı çıkma var. Bu benim aklımı karıştırıyor. Bakınız, Atatürk de Gazi'ydi ve Peygamber Efendimiz (s.a.v) Şehidler kadar Gazileri de hadis-i şerifleriyle övmüştür. Yapmayın, etmeyin; geri kafalı olmayın diyorum. Ve hatta eminim ki; Necip FAzıl burada Atatürk e değil de, başkalarını hicvetmiştir. Bunu maalesef Kısakürek sevenler yanlış anlıyor... Belki de biz yanlış anlıyor olabiliriz. Ben yine de Necip Fazıl'ın şiirlerini seveceğim...

     

    M.K. Atatürk'ün devrimleri...

    Devrimlere karşı çıkamazsın kardeşim... Hem buna kanunlar izin vermez... Şimdi ben devrimlere karşı çıkarsam, bu bizi yükümlü tutan kanunlarımız karşısında suçlu konumuna koyar... Mesela bu arkadaş, canım şu 'Bir Kreye Mahsus' birader, ben eminim ki başında bir foterle dolaşıyordur... Çünkü oda bir devrim, üstelik bu devrim yasası halen daha geçerli, iyi mi? Şimdi mesela eleştiremezsin devrimleri, hem fikirim; şapka giymeyiz ve ona da hemfikirim... Gördüğünüz gibi ben herşeye hem fikirm.

    Yahu aklıma takıldıda, devrimler eleştirilemez, değil mi? 82 darbesini yapanlar anaysaya bir madde koydurdu: Türkçesi darbeyi eleştiremezsin... Aha o da ne!?!

    Canım kardeşim, günümüze 19. yy akımlarıyla, devrimleriyle bakamazsın... O dönemin dünya konjektörünün sunduğu bir paketti o devrimler... Yani halka rağmen yapılan bir hareketti o devrimler. Dünya üzerinde Allah'ın kelamı ve Peygamber Efendimizin sünneti hariç eleştirilemez bir şey yoktur. Durmadan gelişen bir dünyada 19. yy'da ortaya atılan devrimlerle bir ülkenin...

    Bak kardeşim, medeni hukuk devrimi var değil mi? Bunun için mesela Lozan Anlaşmasının maddelerini okudun mu? Hani gizli bir bilgi vermiyorum sana, Lozan maddelerini okudun mu diyorum, o kadar? hani o maddelerin birisinin ayrıntısında medeni kanun devriminin izlerine belki rastlarsın. Hem bu medeni kanun devrimi konusu açılmışken şunu da belitrmekde fayda var, Sivas kongresinin yapıldığı sıralarda Amerikan mandacılığını isteyen şahısların Amerikalılara gönderdiği bir mektup var mesela... Orada da ülkenin kanun yapısı biryerlere sipariş ediliyordu mandayı istiyenler tarafından... Şimdi kahraman diye bildiğimiz çoğu kimsenin bu mandacılık fikrinde imzaları vardır.

    Erzurumda Karabakir'e gönderilen bir manda mektubu var mesela, bunun için karadenize demirliyen bir Amerikan gemisi var mesela...

    Hani diyorsun ya kardeşim, gazilik filan... İslam dinine ait bir kavram... Hani laikliğe de aykırır ya, neyse... Dni kavramları işinize geldiği yerlerde kullanırsınız ama, iş medeni hukuka geldiğinde, dini kavramlar hayat dışına kaçar... Osmanlı'da bile, bazı çevrelein değimiyle o geri kafalıların döneminde hukuk kuralları tek metinden oluşmuyordu. Şeri mahkemeler yanında örfi mahkemeler vardı. Farklı dine mensup kişilerin kendilerine ait mahkeme safahatı vardı. Ama bizde tek metinle her kesimi yargılama işini gören bir hukuk devrimimiz var. Mesela buradaki miras hükümleri ile İslamın miras hükümleri nasıldır. Arda fark var mıdır? Bir Fıkıh kitabı ile yargılandığımız kanunlar aynı mıdır. Hükümler aynı mıdır? Yahu acaba kim geri kafalı olmaya layik?

    Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

     

    ''Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

     

    Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?

     

    Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

     

    Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!

     

    Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;

     

    Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.

     

    Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

     

    Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;

     

    Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!''

    Şimdi şu yukardaki hiciv kime acep?

    • Like 3

  10. Oooo nedir nedir, Cumhuriyet nedir?

    Oooo nedir nedir, İnkilap nedir?

     

    Cumhuriyetimizi kötülemek nedir yahu? E o zaman kötülediği bir şey varsa, savunduğu bir şey de var da, e peki nedir o, nedir?

    El üstünde kaytırmaca sabun, nedir? Sabun...

     

    Şimdi, cumhuriyetin önüne hangi sıfatı koyarsan, cumhuriyet o demektir... İşte bu cumhuriyetin önündeki sıfat varya, ha işte o kimin neye karşı olduğunu gösterir... Yahu bugün cumhuriyet ile yönetilip, demokrasisi olmayan ülkeler var... Ama mesela krallıkla yönetilip, demokrasisi olan ülkeler de var... İran bir cumhuriyetir mesela... Saddam cumhuriyeti var mesela... Hitler, Musuloni falan filen, bu adamların rejimi neydi? Acaba Türkiye cumhuriyetinin önünde nasıl bir sıfat vardır? Yahu hani bunun için devrimlere bakmak lazım... Kıyafet, harf devrimleri filan ya...

    Yahu şimdi ben seni dövdüm ama, bir sor bakayım, niye?

    Ben cumhuriyeti kötülüyorum ama, bir sor bakalım niye? Hangi cumhuriyet, benim yan gözle baktığım... Hani Allah kelimesinin yasaklandığı o günlerde, Üstad ima yolu ile ve enfes bir perdeleme ile söylemiş hakikatleri... Yahu bırakın da, bari bu kadar da olsun konuşsun Üstad, bu kadar olsun karşı çıksın şu boyacı şeyine batırılmış cumhuriyete canım, değil mi ama? Devrimlere karşıydı üstad, ne var bunda yahu, karşı olamaz mı yani? Devrimleri yeremez mi yani? Atıf hocanın idam sehpasına çıkmasının yolunu döşeyen inkilap hangisiydi acep? Cumhuriyet ve istiklal mahkemeleri... Nasıl ama...

     

    İnkilaplar... Kıyafet devrimi ile maymuna döndüğümüz filan... Yahu lütfn o mısrayı okuyan böyle bir anlam mı çıkarır? Şapka, eldiven ve maymun başka şeyleri ima eder... Şu büyük larusları al da bir oku. Oradaki maymunlukları bir gör. O kitapların hangi felsefi akıma göre yazıldıklarını nerden bileceksin tabi canım, konuşuyorum işte... Zaten bu yüzden maymunu kavrayamadın... O zamanki eğitim sistemine bak yahu...O kıyafet devrimi ile maymuna benzemedik belki ama, her halde çok gülünç duruma düşdük... O dönemin resimlerine bak, gülersin... Gerçekten gülersin yahu... Şapka bilmem neyi ile Atıfcığımı asdık da, yahudiyi zengin ettik, yalan mı? Harf inkilapı desen tamamen milli ama, e o zaman A. Dilaçar kim yahu... Ha bak unutuyordum, şu hukuk devrimi de bir başka yani ha... Hani tercüme ile aldığımız bir medeni kanun ve büyük devrim... Şu hukuk bilmem ne kanunları devrimleri için bir lozan antlaşmasının maddelerini okumaz mısınız? Orada yazıyor, ülkemize 5 yıllığına gelen hukukcular var, hadi bakalım gel buradan yak...

     

    Devrimler yapılırken halktan kime sorulmuş? Halktan onay mı alınmış? İnkilaplar için, işte tam benim istediklerim mi demiş halk? Şimdi böyle bir cumhuriyetin önüne hangi sıfatı koyalım? İşte oraya koyacağın sıfat, aslında Üstadın neye karşı olduğunu gösterir... Ezanların türkçe okunması, ayetlerin türkçe okunmasıda mı halka soruldu... Hani eleştirilmez bir cumhuriyetiz ya, hani Üstad yermiş ya... Hangi inkilap halka soruldu, hangisi? yahu numunelik olsun, bir tane gösterin, hangisi?

     

    Bütün yapılan bu işler havadan önümüze düşmediler mi? Bu temelsiz inkilaplar var diye, hiçbir toplumsal değerlere yaslanmayan devrimler var diye kaç can alındı, bilmez misiniz? Yahu siz sosyal bilim de okumaz mısınız? Psikoloji bilimi, toplum bilimi nasıl bir şeydir, bunu olsun bilmez misiniz?

     

    ''Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.'' Ha işte, benim de aklıma burası takıldı, iyi mi? Acaba arkadaş ne der? Hadi bakalım, hadi bakalım???


  11. Ne kadar kısır bir tartışma, ne kadar...

    Üstad ynıldı demek çok kolay hani... Dur ben de yazayım: Üstad yanıldı... Aaaa ne kadan kolay!!!

     

    Ah, ah ki ne vah!..

    Şimdi Erbakan gerçekten iyi idi diğerlerine göre... İşte bu kadar... Üstad da yanılabilir ve bu çok doğal olur hem de çok... Ama şimdi olan şeyler Üstadın yanılmadığını gösterir yahu... Erbakan hocanın 28 şubatta o kadar yanlışları olduki, zor zamanlarda... Başına gelenlerin çoğu o dönemlerde önünü kestiremeden imzaladığı bir takim evraklar yüzünden oldu... Ha o bu belgeleri imzalarken karşı tarafın eline çok büyük bir koz verirken, bunu art niyetle yapmadı tabi... Ama hata oldu işte... Yahu Batı Çalışma Grubu nasıl kuruldu, neyi kendisne dayanak yaptı kurulurken? Ayrıca Numun Kurtulmuş süreci de ortada duruyor ve onun yaptıkları cihad olmuyor mu bu bakış açısıyla... Hem bu cihad nasıl bir şey Yahu? Herhalde çok basit ve bu uğurda yapılan her şey meşru... Erbakan hocanın oğlunun, kızının ne yapmak istediğini söyler misiniz bana? Cihad yapmak arkadaşlara özel olmalı... Hem bu süreçte Erbakan hoca genel başkan olurken, Önder Sav ile bir araya gelmek nasıl bir şey? Hani bu mesele için gidilmedi ise yanına, ne için gidildi böyle Peygamber düşmanı adamın yanına... Bu genel başkanlığın temelleri bu anlamda biraz garip değil mi? Bakın, tam burada yeri geldi... Çiller'le koalisyon kurmasa idi Erbakan, meclise sundukları kendi yönergeleri ile Çiller'i DGM'ye göndereceklerdi. Çiller o zamanın konjektürünün tutması ile Erbakan'la koalisyona yanaşınca, Erbakan grubu da kendi verdikleri yönergeyi mecliste kabul etmediler... Sonra koalisyon oldu... Bu şekilde farklı algılanabilecek halleri hep oldu Erbakan'ın... Üstad zamanına bakın, hep oldu maalesef...

     

    Şu evliya işine hiç girmiyorum... Adama gülerler yahu... Yapmayın etmeyin... Hangi evliya bir müslümanın kıldığı namaza laf atmıştır? Bana bir tek olsun bir misal göstersenize o şanlı evliya hayatlarından? bakın bir evliyanın yüreğini Erbakan hocaya yüklesek, hani böyle bir imkanımız olsa, Erbakan o yükselen koltuk yerine kendisini dağlara vurur yahu... Toz olur paramparça olur gider... Tayyip de böyle olur, Üstad da...

     

    Hani nasıl Üstad nasıl Menderes'in hatalarını saya saya onun arkasında durdu... Nasıl onu her şeye rağmen savundu... Nasıl ki bir duygu seline kapılarak hakkında şiirler yazdı... Bizim gözümüzde de Erbakan böyle işte... Hatalarını saya saya hakkında duygu seli halinde şiirler yazarız... Niye böyle yaparız, biliyor musunuz? Menderes olsun, Erbakan olsun niyetleri iyi çünkü...

     

    Ama Evliya diyemiyorum, kusuruma bakmayın artık, emi... Veliahd kardeşime de selamlar...

    Ah ulan, ah... Birden kısır tartışmanın içinde buldum kendimi... Şimdi dön babam dön turları başlamasa bari...


  12. Şimdi efendim...

     

    Başörtüsü laikliğe aykırıdır... Namaz kılmakta... Mesela kamusal şeyde, ıımmm neydi ya, ha sahada namaz kılmak falan... olmaz, olmaazzz...

    Laiklik başörtülülere bırakılmayacak kadar önemlidir... Laikliği korumak insanların inançlarına sahip çıkmasından daha önemlidir... Dininin emirlerini bir yere bırak, bizim takıntılarımızın sana çizdiği sınırlarda okula gel, memure ol... Sakallarını da kessin şu sizin erkekleriniz... Laikliğe aykırı... Ooooo laikliğe aykırı o kadar çok şey var ki, say say birmez...

    Şimdi şey, efendim...

    Şey oldu, eee yeni bir alet çıktı... Kamusal alanlara koyuyorsun bu aleti, laikliğe aykırı bir durum sezerse aletimiz hemen ötüyor ve laiklik düşmanı şeyleri görevlilere yakalattırıyor... Sonra diyelim tavşan kulaklara izin verdiniz konjektürel olarak, sorun değil... Aletin bir takım ayarları var, onları ayarladın mı tavşan kulaklara dokunmuyor... Ha diyelimki böyle çok hassas bir durum oldu, ne bileyim işte darbe filan... O zaman aleti en hassas ayara ayaladın mı tamam... O zaman var ya, telefonundaki ilahiyi bile algılar ve hatta niyetini dahi okur...

    Şimdi bir alet daha var... Kamusal alana açılan kapının önünde göz okuyucular var. Oraya yani kapıya yaklaşan gözlerini bu aletin iki oyuğuna yaklaştırıyor ve alet gözlerden kimin laik olup olmadığını anlıyor, yaaaa...


  13. Selam aleykum.

     

    Daha önce bu yarışmaya katılacağımı bildirdiğim halde,maalesef katılamayacağım.Dün gece daha önceden karar verdiğim ve içeriğini kaba taslak zihnimde kurduğum halde,birdenbire içimde oluşan bir ruh yangını şeklinde,yazdıklarım başka taraflara kaydı.Teessür ettim,sızlandım,didindim;fakat yazdıklarım beni Allah Resulü (S.A.V) ile ilgili içimde beslediğim ve birgün yazacağım dediğim en ince edep ve haya noktalarına taşıyınca,bu işin devam ettirilemez olduğunu düşünerek,(bu edep ve haya konusunda belki zaafa düşebilirim diyerek korktuğumdan) kalemi elimden bıraktım ve Üstad'la ilgili olarak yazmayı düşündüğüm yazıyı yazmama kararı aldım.Sanıyorum ki benim açımdan böyle daha iyidir;ama endişerimde yok değil.Ya bu işe nefsim karışmışsa diye de düşünmüyor değilim.İnşaallah nefsimin oyununa düşmemişimdir.

     

    Eğer yazmış olsaydım,Üstad'la ilgili makalemin adı NECİP FAZIL'DA EDEP,AHLAK VE AŞK olacaktı.Epey uzun bir yazı yazmayı düşünmüştüm,olmadı maalesef.

     

    ''Ey Rabbimiz,inşallah bu konuda şeytana ve onun yardımcısı nefsime yenik düşmemişimdir,inşaallah.Sen koru YARABBİ''

     

     

     

     

    SACİD.

     

     

    Bazen insan nefsine yenik düşmemek için mücadele ederken bile nefsin kucağında hayat sürüyor olabilir... Ah bu nefs, ah bu nefs... O ne sinsidir; nereden sokulacağı belli olmaz...

     

    ''Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla...''

     

    ''Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,

    Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.''

     

    Aman dikkat...

     

    Not: Yazdıklarım yarışmaya dahildir haaaaa.


  14. Çok farklı bir mevzu ama...

     

    ''Buhari imamı azam için neler demiş, bir mezhep bilgini diğerine neler demiş...bilseniz...''

     

    Efendim bu ifadeyi nasıl anlamak gerekir, bilemiyorum?

    Mezhepler arasında temel meseleler yani hükmü kesin meseleler hakkında bir ayrılık olmamıştır. Bunu böyle göstermek isteyenler vardır yıllardır... Mesela namaz 3 vakittir diyen ehlisünnet inancına sahip mezhep sahipleri yok... Buradaki ayrılık olsa olsa tali konularda olur... Tabiki bu ayrılıkta rahmettir... O yüzden yanılanlarda sevap alır... Erenler bunu demek istedi herhalde...


  15. ''Ben ateistlere cevabı, belki de Hristiyan olan Tolstoy'un Din Nedir kitabından da veririm, Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi'nden de veririm; hatta yüzünü metafiziğe, sırtını materyalizme dönüp geri geri yürüyen has Hristiyan René Descartes ile de veririm. Çünkü ben burada karşı durmak istediğim bir argümanın geçersizliğini gösteren bir fikir kullanıyorum. İsterse has bir İslam düşmanının kafasından çıkmış olsun, isterse de dini içten yıkmaya çalışan bir kof reformist kafasından. Bu mühim değil, çünkü onun farklı bir alandaki fikrinden istifade etmek, o kişiyi tamamen benimsemekle asla eşdeğer değildir.''

     

    'İslamüstündür' sitesinde sadece dini mevzuular değil, siyasi mevzuular da kendine yer buluyor... Mesela bu siteden derin devlet yapısı hakkında, masonlar hakkında çok şeyler okuyabilirsiniz... Kemalizm hakkında mesela... Hayrettin Karaman malumunuz... Yazarın bazı fikirleri ehli sünnet inancının dışında kabul edenler var ve de doğrudur da... Ama bu yazar başörtüsü hakkında bir kaç gün önce güzel bir yazı yazdı. Şimdi ne yapacağız? Tavrımız ne olmalı?

     

    Mesela Akit gazetesi... Cuma günlerine özel düzenlediği bir sayfası var ve burada gündemine aldığı konuları işlerken yararlandığı kaynaklar içerisinde Mevdudi, Teymiye, İslamoğlu gibi şahıslar da var... Akit gazetesinde böylesi bir sayfa düzenleniyor diye ne yapmamız lazım? Mesela bu gazetede birde arşiv sayfası var ve ben bu sayfadan azami ölçüde faydalanıyorum. Medyanın genel bir görüntüsünü veriyor arşiv sayfası... Bunun yanında medya sektöründe nasıl bir görev ifa ettiğini de biliyoruz Akit gazetesinin... Tassavvuf ölçülere de saygısızlık yaptığına şahit olmak bir yana, bilakis bu özelliklere sahip yazarları var... İşte bu mantıkla benim Akit gazetesini sert bir şelikde yok saymam gerekir... İşte bu olmaz... Ama herşeye rağmen Büyükdoğu gibi bir yayın eksikliği var gibime geliyor...

     

    Şimdi efendim Akit okunur mu, okunmaz mı?

    İslamüstündür'e bakılır mı, bakılmaz mı?


  16. Başörtüsü filan demeyin, deliriyorum... Başörtüsü değil, türban, tür-ban...

    Hem ben başörtüsüne karşı değilim ki, türbana karşıyım... Ne o öyle bilmem ne rahibeleri gibi türban bağlıyorlar kafalara ve evrensel değerlere sahip, demokrat üniversitelerimize geliyorlar... Yahu bir kere devlet herhangi bir dinden yana olamaz. O yüzden okullarda ve kamusal alanlarda türban yasak... Helvadan yaptığım laikliği bir güzel ham yapacaklar şeriatçılar ya, yemezler... Ne demiştik, devlet dinden yana bir hüküm veremez. Ama devlete ait bir diyanet işleri olursa bu laiklik hazretlerine aykırı olmaz... Neme lazım, her ne kadar laik olsakta bu dini şeriatçılara bırakamayız. Hem biz başörtüsüne karşı değiliz ki, türbana karşıyız... Baksana ismi bile ulusal değil yahu... Türban... Hani bir kadın devlet dairesinde, canım şu kamusal alanda hizmet alan değil de, hizmet veren konumunda olursa, ve bu kadın türbanlı olursa, işte biz böyle kadınlara karşıyız... Başörtüne karşı değiliz işte... Bak ne kadar da özgürüz... Türban takanlar çıkarsınlar türbanlarını, taksınlar geleneksel başörtülerini, girsinler hizmet verenler köşesine, yani kamusal alana... Girmesinler, olmaz! Oraya girersen başındaki örtü türbana dönüşüyor... Hem bu türban kelimesini de kim şey yaptı ilk... Ha hatırladım, neyse kapat konuyu...

    Şimdi efendim din ve vicdan özgürlüğü kanunla kısıtlanmıyor... Eğitim hakkına engel getirilmiyor... Anayasa, kanunlar böyle diyor... E iyi ya işte, biz de kanunla değil genelgelerle, mahkeme ictihatlarıyla koyuyoruz yasağı... Ah bizim kadar demokrat var mı şu yeryüzünde, he, var mı? Yahu kanunla yasakladığımız bir şey yok gördüğünüz gibi... bunu şeriatçılarda itiraf ediyor. E o zaman sorun ne...

    Hadi bağrımıza taş bastık laikçiler olarak ve türbanı serbest bıraktık... Üniversiteler türbanlılarla doldu taştı... Şimdi bunlar başı açıklara mahalle baskısı yapmayacaklar mı? Türbansızların başlarına türban geçirirler yahu... Bakın, tüm samimiyetimle söylüyorum, benim türbana karşı çıkmam, başörtülü kızlarımızın huzuru için, onu da şey edeyim... Şöyle ki efendim, türban üniversitelerde sebest kalırsa, başörtülü kızlarımıza bu türbanlılar baskı yaparlar... Yaparlar abi, bunlardan her şey beklenir... Başörtülülerin o mukaddes örtülerini kafalarından

    çıkarttırırlar, kafalarına zorlan türban taktırmaya çalışırlar... O yüzden türban yasağı devam etmeli... Kendimi düşünüyorsam şey olayım yani, Recepçiğim... Ben türbana karşıyım, başörtüsüne değil ama, devlet laik olduğu için başörtüsünü tavşan kulağı da yapsan kalorifer kursuna gidebilirsin mesela... Bak buna karşı çıkıyor muyuz? Ama kamusal alan olmaz... Oraya örtünü çıkar, öyle gel...

    Neyse yarın anıtkabire gidiyorum. Dertliyim, dertli...

    Laikliği anlamadılar... Onun yüceliğini bir anlasalardı, türban mı kalırdı ortada... Laiklik devlete hakim olunca din oradan çıkar... Dinin ne işi var devlet yönetiminde canım... Hem biz başörtüne karşı değiliz ki, dine karşıyız... Dine mi dedim, ay yok yok biz türbana karşıyız...

     

    Yazar: Hüdayim Azizim (Ürriyet Gazetesi)

    • Like 1

  17. Bilimeyiz, biz bilemeyiz bu işleri... Abdurrahim Karakoç'un bir şiirinde yazdığı gibi 'böyükler bilir' efendim...

     

    Tamam, biz bilemeyiz ama, bilenler de konuşmaz... Refet paşaya hatıralarını yazmasını öneren Necip Fazıl'dır, paşa buna yanaşmadı ve bildikleri onunla birlikte mezara girdi... Ah, ah... Necip Fazıl kıvrandı, kıvrandı, kıvrandı ama işte...

     

    Kurtuluş savaşı mı İstiklal savaşı mı diyelim mücadelenin adına? Hem bu savaşta Karabekir Paşanın katkısı nedir, bilenimiz var mı? Kurulan düzenli orduya kimin komutasındaki askerler girdi acep? Karabekir paşanın olmasın... Etrafımda konuştuğum büyüklerim der ki, Karabekir ve Çakmak paşalar savaştı, mücadele etti ama... neyse buradan sonrakini siz anlarsınız artık...

     

    Mesela Sakarya savaşında Karabekir'in nasıl bir katkısı oldu? Bu savaşta bir ara Atatürk'ün attan düşerek yaralandığını biliyoruz... Hani başkentin Kayseri'ye taşınmasının konuşulduğu günler...

     

    Bu arada Karabekir'in yazdığı kitabı boşuna aramayın... Kitabı bulursunuz ama sansürlü halini... Kitabın kendisi yok piyasada...

     

    İnanın İstiklal savaşını bilmiyoruz, bilmediğimizi de bilmiyoruz, her şeyi de bildiğimizi sanıyoruz...


  18. ''...Peki ama niçin? Bu niçine cevap vermek için bugün sahip olabildiğimiz nisbi fikir hürriyeti maalesef kafi değildir!..

    (...)

    Bakalım buna benzer kördüğümleri çözmek ne zaman nasib olacak?!..''

     

    Kadir Mısıroğlu/Sultan Vahideddin

     

     

    ''...son otuz senelik devre içinde, bizde bu mevzuda tutulan yol ve tatbik edilen usul hakkında kaanat beyan edemem. Çünkü bu hususta hür değilim. Okuyucumun beni mazur görmesini ve olup bitenler üzerinde bizzat kendisinin düşünmesini rica ederim.''

    Ali Fuad Başgil/Din ve Laiklik

     

     

    ''Daha söylenecek çok şey var ama, zülfiyare dokunur..''

    Abdurrahman Dilipak/Vakit

     

    Biricik selâmet yolu tarihte,

    "Sormayın, görmeyin, geçin!" den gelir.

     

    ''Bir gün bu gidişle çatlarsa yürek,

    Dile vurdukları perçinden gelir.''

    Necip Fazıl Kısakürek

     

    ''Aslında diyecek çok lafım var da,

    Ajanlığım tutuyor diyemiyorum.''

    mitajanı...

     

    Acaba ne biliyorlar....

     

    Not: Hani şu benim merakım hakkında bilgin varsa, onu da söyleyebilirsin... Söylesen ne olur yani...

    • Like 1

  19. Kureyşi yazmış... Erbakan evliyadanmış...

     

    Yahu evliya kimlere denir?

     

    Efendim, yanınızdaki büyükleri dinlerseniz, eğer hatırlarındaysa anlatırlar... Erbakan'ın çıktığı ilk günlerde halk arasında Ebakan hocanın keramet sahibi olduğu ve aynı anda farklı mekanlarda bulunabildiği söylentisi vardı... Yahu bunlar o zaman söylenmiş, belki oy almak için uydurulmuş...

     

    Evliya ve Erbakan... Yapmayın arkadaşlar... Böyle şeylere hiç gerek yok... Ha evliyayı sevebilir... Belki böyle demek istemiştir arkadaş, öyleyse bir sorun yok o zaman...


  20. Abdurrahman Dilipak - Vakit

    2010-07-18

     

     

    --------------------------------------------------------------------------------

     

    Bu gidiş nereye!

     

    Açık konuşalım, son kongreden sonra SP’de grafikler aşağı döndü.

    Yeni bir kongre, yeni anlaşmazlıklar, inatlaşma ve bölünme demek. Yeni bir kongreden “zafer” çıkmaz.. Barajı geçmek de hayal olur ve bu iş burada biter.

    Siyasetin ön yüzünde olanlarla arka yüzü birbirine benzemiyor.. Bakmayın öyle hamasi mesajlara. Ortada derin bir kriz var.. Bu hesaplaşma bekleniyordu. Yeni bir durum değil. Ve öyle hemen de durulacak gibi gözükmüyor. Bu hareketin nereye gittiğine bakmadan önce nereden geliyor ona bir bakmak gerek.. Bizde derin devlet gibi derin partiler var. Resmi ideoloji gibi partilerin “resmi projeleri” vardır.. Ve resmi tarih gibi partilerin de kendilerini meşru ve vazgeçilmez kılan, bir resmi tarihleri vardır. Ben “gayri resmi” olanı yazacağım.

    Benim anlatacaklarım gayri resmi şeyler.. Resmi tarihe karşı çıktığınızda nasıl devlet ricali size kızarsa, bu resmi söylemlere karşı çıkınca kendi statü ve geleceklerini, siyasi çıkarlarını bu yapı ile temellendirenler de size karşı çıkacaklardır.. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözünü bilerek, yine de ben bildiklerimi, tanıklıklarımı, çok özet bir şekilde ifade etmek istiyorum..

    Erbakan bir siyasi geleneğin sadece ideolojisini belirleyen önderi, genel başkanı, lideri değil, sahibi de.

    Aslında bu projenin fikir babası değil. İlk fikir, o zaman AP Milletvekili ve GİK üyesi olan Hasan Aksay ve AP GİK üyesi rahmetli Arif Hikmet Güner’den çıktı.. Mekan AP Genel İdare Kurulu. Kurulda, Demirel ve Bilgiç tartışırken, mesele namaz saati geçmesine rağmen kimsenin salondan ayrılmaması idi.. İlk istişare edilen kişiler arasında YTP’den Süleyman Arif Emre ve MP’den Fehmi Cumalıoğlu vardı. Bu kişilerin seçilme sebebi ise, o günki mecliste namaz kılan sadece bu iki kişi ve bir de Hasan Aksay’ın bulunması idi... Bir adım sonrasında Ali Haydar Aksay, Gedemenli, Akmumcu ile konuşuldu.. Eşref Edip’le konuşuldu. Genel başkanlık için önce Ali Fuat Başgil’le konuşuldu, o başından geçenleri anlattı, destek vereceğini söyledi ama kendisi ile işe başlamanın doğru olmadığını söyledi. Daha sonra Osman Turan’a gidildi. Onun da başka sorunları çıktı.. Sonunda Hasan Aksay, Mehmet Zahit Kotku hocaefendiyle istişare yapması için görevlendirildi. O, “Erbakan’la konuşun” dedi. Aranan şartlar, “Gerici” denmesin diye akademik bir kariyere sahip olması, dini hassasiyeti olması, batı dillerinden birini bilmesi ve batıyı tanıyan biri olması.

    Erbakan “Tamam da” dedi, önce iktisadi güç olmak gerek. “Siyasetin finansmanı önemli” dedi. Hasan Aksay Ankara’ya elinde bir tomar Gümüş Motor hisse senedi ile döndü.. Lombardini motorları fiyat kırınca yıkıcı rekabete dayanamayan Gümüş Motor zora girdi. Erbakan’ın iktisadi bağımsızlık hareketi zora girince, bu engeli aşmak için Anadolu sermayesinin desteğini alarak, önce Odalar Birliği’nin genel sekreteri oldu, ardından Genel Başkanlığı için lobi yapmaya başladı.. Erbakan siyasi mücadelenin erken olduğunu düşünüyordu. Ancak TOBB başkanlığı için verdiği mücadele başarılı olunca yeniden başa dönüldü ve siyasi mücadele öncelik kazandı. Erbakan yeni bir siyasi hareketi sıfırdan başlatmak yerine, AP’den aday olup, parti içi mücadele vermek, eğer olmuyorsa ayrılıp parti kurmak istiyordu. Yeni bir parti kurmak pahalı ve zaman alıcı, zor bir süreçti ona göre.. Bilgiç ekibi AP içinde Demirel’e karşı bir grup oluşturmuştu. Ayrı bir parti, bu ekibin gücünü zayıflatacağı gibi, bazı kişiler yeni bir partiye oy vermek yerine AP’ye gidebilirdi. Ancak Demirel, Erbakan’ın bu planını gördüğü için adaylık başvurusunu veto etti.. Bu defa da seçime katılmak için parti kurmaya zaman yoktu. Ne zaman örgütleneceksiniz? Bu imkansızdı. Onun için bağımsız aday fikri ortaya atıldı.. Heryerden aday göstermek yerine Konya’ya ağırlık verildi.. Ve tabii tek başına, kazanma şansı olan bir aday olarak Erbakan gösterilebildi.. Erbakan bağımsız olarak büyük bir oyla milletvekili seçilerek meclise girdi.. Yeni siyasi hareket, Nakşi ve Nurcu tabana dayanıyordu. Kur’an kursları destek vermiyordu ama çocuklarını İmam-Hatip’e gönderenler aynı aşkla bu siyasi oluşuma destek veriyorlardı..

    MNP’nin kuruluşu, ardından kapatılışı, ardından Erbakan’ın yurt dışına çıkışı, geri dönüşü. MSP’nin kuruluşu, CHP ile koalisyon, 1. ve 2. MC. AP. 80 ihtilali ve RP’nin kuruluşu, 28 Şubat ve bugün.. Partinin kuruluşunda “Adil Düzen”, “Milli Görüş” diye bir şey yoktu.. MNP’nin sloganı, bizim Abdurrahim Karakoç’un “Hakyol İslam yazacağız” sloganı idi.. Parti Türk tipi laiklik içinde kendine meşruiyet kazandırabilmek için “İslam” yerine kendini ifade edecek bir isim bulmalı idi. Bulundu da, “Milli Görüş”. “Milli” kelimesi “din” ise aslında bu bir “görüş” olamazdı. Çünki Allah’ın görüşü olamazdı. Onun hükmü olurdu. “Milli”, “Nation”un karşılığı ise o zaman bu “Milliyetçi” bir söylem olurdu.. Zaten kimse de bu işi fazla kurcalamadı. Milli Görüş, “Fatih’in görüşü” idi. Onun için, 1953 yılında, Fethin 500. Yılı’nda İstanbul Valisi, Belediye Başkanı, 1. Ordu ve Cumhuriyet gazetesinin ortaklaşa bir şekilde başlattıkları ve daha sonra tekrarlanmayan “Fetih mitingleri”ne sahip çıkıldı. O kadar.. Ana umdelere gelince, CHP’nin 6 ok’u, MHP’nin 9 ışığına karşılık, “Önce ahlak ve maneviyat”, “şahsiyetli dış politika”, “iktisadi bağımsızlık”, “manevi ve maddi kalkınma”; “devlet - millet kaynaşması” ve “yeniden büyük Türkiye”, “Ağır sanayi hamlesi”, “Fabrika yapan fabrika”.. Aslında bu sloganların hemen hepsi, Nuri Demirağ’ın Milli Kalkınma Partisi’nin ideolojik temellerini oluşturan NU-DE prensiplerinde mevcuttu.. Demirağ, Alman etkisi altında disiplinli, sanayiyi önceleyen, anti semitik, dindar bir politik hareketti. Osmanlıcılığı yanında milliyetçi bir yanı da vardı..

    Erbakan’ı iyi tanımak gerek.. Kardeşlerinden bir bölümü hâlâ seküler bir yapıda.. Baba tek parti döneminin Ağır Ceza Mahkemesi reisi.. Erbakan, Hitler Almanyası’nda yarı askeri ağır sanayi projelerinde doktorasını yapıyor.. Üniversitede iken tasavvufi eğilimleri olan bir isim.. Zeki, çalışkan ve disiplinli.. Erbakan’ın siyasette “kurmay”, “karargah”, “emir-komuta”, “disiplin” gibi askeri terimleri öne çıkartan bir lider oluşu sanırım bu geçmişinden kaynaklanıyor.. Bugün kongrede yaşananlar onun gözünde “disiplinsizlik”tir ve affedilemez.. Kongre “bekleneni vermemiştir”, o zaman yenilenmesi gerekir.. Kongre bir araçtır, eğer araç amaca hizmet etmiyorsa, varlık sebebi anlamını yitirmiş demektir(!)..

    Erbakan’ın düşünce sistematiği böyle. Bir mühendisin şekillendirdiği kendi ön kabulleri içinde varolabilen, determinist, rasyonel, pragmatik bir anlayışla, politik bir kalıba dökülmüş bir ideolojik harekete dönüştü bu akım zaman içinde.. Ama kendi burjuvasını, entelektüelini yeterince üretemedi.. Mesela “Adil Düzen” partiye dışarıdan ithal edildi. Kavramın sahibi Süleyman Karagülle.. Bu kavram partiye, Çanakkale mi, Balıkesir mi, bir yerde yapılan tartışmalı bir istişare toplantısından sonra girdi.. Şimdi kendi yok ama adı yadigar kaldı.. Süleyman Karagülle bu projesini başka kanallardan sürdürüyor..

    Bu hareket Müslümanlar için siyasi bir düşünce okulu oldu.. İktidar tecrübesi kazanıldı.. Ama zaman içinde sivil bir irade ile ortaya çıkmak yerine iktidarı ele geçirerek toplumu dönüştürme iddiası ile başka bir zemine kaydı..

    Dini argümanlar bir siyasi irade ve liderin kendi tasavvurları ile sınırlı bir şekilde partinin dar kalıpları içine hapsedildi ve bu süreçte zamanla, iktidar ilişkileri içindeki konjonktüre dayalı söylemlerle oportünizme doğru bir kayma yaşandı.. Ama iktidarın parlak ışığı bu tehlikeyi görmemizi engelledi. Dini özgürlük talebimiz vardı ama, aslında temel yaklaşım, iktidarın inançlı kadroların eline geçmesi ile sorunun temelden çözüleceği anlayışı idi.. AB’ye karşı sert bir muhalefet sergileniyordu ve iktidar ilişkilerine dayalı olarak umutlar siyasi denge hesapları ile sürekli erteleniyor ya da yumuşatılıyordu.. Bütün umutlar ve kaynaklar siyasi hesaplara endekslenmişti ve siyaseti kontrol edenler, sonuçta büyük bir kitleyi de kontrol ediyorlardı bu şekilde..

    Bugün yaşananlar, aslında bu kırılma noktasının ortaya çıkarttığı sorunlardır diye düşünüyorum.

    Yarın ya da daha sonra bu konuya devam edeceğim..

    Selam ve dua ile.

     

    Bir A. Dilipak yazısı...


  21. Mesele sadece karların yağması değildi, karın altında ezilen bir yürekti aynı zamanda

     

     

    Yukarıdaki ifade... Bilmem ki, sen ne anlattın burada, ben ne anlatım... Şimdi şu ifade ver ya, ah beni maziye çekti, iyi mi? ''Sustum. Uzun süre sustum. Sonra bir gurbet daha tebelleş oldu başıma. Dedim neresi bu sefer? Dediler maziye dönüyorsun. Olmaz dedim. Kaderin cilvesi dediler. Levhil mahfuz dedim. Anlamadılar''

     

    O halde maziye bir bakış:

     

    Efendim, hayatımızın her döneminde büyük büyük marketlere gideriz. Hani canım bir şeyler almasak da, gideriz...

    Rafların muhteşem düzeni, ürünlerin albenisi, yerlerin ayna gibi oluşu... Mağaza her yönüyle muhteşemdir... Çalışanların güler yüzü ve size karşı ilgisi ki, işin bu boyutu da çok önemli... İşte ben de böylesi marketlere hep hoş bir zaman geçirmek için uğradım... E buraya kadar böyle...

     

    Sonra efendim, işsizlik hani neredeyse damarlarımızdaki basıncı artırınca, ne olursa olsun, bir işe girmek kaçınılmaz oldu... Bir büyük markete özgeçmiş verdik, 3 ay sonra işe alındık... Neyse, başladık işe... Gelen ürünleri veya bitmeye yüz tutun ürünleri raflara diziyorum, şimdilik görevim bu güya... Tabi burada bulunduğum zaman zarfı içinde oradakilerin çalışma şartlarını da gördüm... Rafları dizeken sabahtan akşama kadar, ayakta dura dura bel kalmadı bizde... Ne zor, ne zor... Hem raflara yerleştirdiklerin de yamuk falan durmayacak, raflardan da bir ürün eksildi mi, hemen dolduracaksın boşluğu yenisiyle... Ha bu arada müşteriye de hep güleceksin... Bu gülme işi çok önemli, öyle diyordu müdür efendi... Hani size böyle yerlerde güleryüz gösterirlerse, anlayın işte...

     

    Sonra buradan çıktık, girdik bir makina fabrikasına... Dev makinalar, kaynak işleri, koca koca demirleri ve plakaları vincle taşımak... Vah ki ne of... Ha bu fabrikada çalışanlar, gerçekten çok ama çok zor şartlar altında çalışıyor... Hani neredeyse hastalanmaya hakları bile yok... Oraya başladığım ilk gün kendimi dünyayla bağı kopmuş bir köle gibi hissettim... Peki burası ne iş mi yapıyor? Hani şu enfes üst geçitler, alt geçitler, çatılar; demirle yapılabilecek her türlü işler... Bakmaya kıyamadığımız, tatillerde içinde hoşça vakit geçirdiğimiz devasa yapılar...

     

    Bunları niye mi anlattım? Ne bileyim işte ''Mesele sadece karların yağması değildi, karın altında ezilen bir yürekti aynı zamanda'' bu söz aldı götürdü beni maziye ve oradan bunlar çıktı...

     

    Kar yağar, o muhteşem görüntüsü ile içimizi ısıtır ama, karın altında varsa ezilen yürek, ha işte anlamayız onu...

     

    Yahu mitajanı, bu söz de Recep İvedik'in bir filminde ekin başak vermeyince... türünden bir şeyler söylemesi gibi oldu...

     

    Not: Böyle yerlerde çalışanlara çok büyük saygım var; çünkü hissettim hallerini... Ekmek parası...


  22. Aman da aman, yahu ben seni pek iyi tanıyorumda, sen beni tanıdın mı? E hadi...

     

    ''ben bile kim olduğumu şaşırmış vaziyetteyken'' mi?.. Ajan kim olduğu şaşırmaz, Hani simit satarken gerçek kimliğini unutur; işine o kadar kendini kaptırır yani... Bu unutma işi de gerçek unutma değildir, sadece işine kendisini kaptırmadır ha... Hem ajansın hem de isim mitajan'ı... Hani kimse hiç şüphelenmez...

     

    Neyse, seni iyi tanıyorum ve şu uslubun var ya, mükemmel...


  23. ''Bize her yer Trabzon'' Kitabını öneririm...

    İkincisi de çıkıyor... Yakında...

     

    Neyse...

     

    Cemil Meriç'i severim ama, ne yalan söyleyeyim onun bir kaç kitabına başladım ama, bitiremedim... Çok kısa cümleler kullandığından mı, noktalama işaretlerini fazla kullandığından mı olacak, bilemiyorum, düz yolda hızla giden arbanın ikidebir frene basması gibi oluyorum... Ama Cemil Meriç'in kitaplarının "serçe Sandım Karga Çıktı" kıvamında olduğunu söylemek istemiyorum... Demek ki bazen kitaplar değerli de olsa, kitabın yazılış şekli de, bazı okurların mizacına hitap etmiyor... Buda işin bir başka boyutu olsa gerek...

     

    Mesela Necip Fazıl'ın Senaryo Romanlarını da sonuna kadar okuyamadım... Sonuna kadar okuyamadığım tek eseri de budur efendim...

×
×
  • Create New...