Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
muratti

Altınoluk Dergisinde M. Kısakürek'le Röportaj

Recommended Posts

Necip Fazıl Kısakürek ve Büyükdoğu Yayınları Üzerine Mehmet Kısakürek ile...

Altınoluk Röportaj

 

2000 - Mayıs, Sayı: 171, Sayfa: 045

 

Babam ve Ben, ya da...

 

"Gökler ve Kartal Yavrusu"

 

Altınoluk: Büyük Doğu Yayınları'nın kuruluşundan bahseder misiniz?

 

Mehmet KISAKÜREK: Büyük Doğu Yayınları 1973 senesinde kuruldu. Daha doğrusu kurduruldu. Bana kurduruldu. Vefatından 10 yıl önce bendenizin adına... Bu nokta benim için önemli... Yani bana veraseten intikal etmiş değil...

73 baharıydı; "düş önüme!" dedi. Gittik, Sultanahmet taraflarında küçük bir oda tuttuk. Dikdörtgen şeklinde ince uzun formika bir masayla iki âdi sandalye satın aldık. Bir de çay ihtiyacımız için küçük bir ispirto ocağı...

Masanın bir ucuna oturdu. Karşısına da ben...

"- Haydi bakalım, başla yazmaya!"

Dedi. Bu yeni bir şey değildi. Eski alışkanlığımızdı. 60-61 hapsinden sonra Son Posta'da, Çetin Emeç'in sahibi olduğu Son Posta'da, başmakalelerine ve günlük fıkralarına başlamıştı. Bir gün grip olmuştu. Yatak-döşek... Kalemi tutacak mecâli yoktu. Bana "Kalem kağıt al ve ayak ucuma otur!" dedi. O söyledi, ben yazdım. İrticâlen... İçine doğduğu, diline geldiği gibi... Bitince yazıyı baştan aşağı okudu ve "aferin, dedi; üslubuma iyi nüfuz etmişsin... Tek bir hata bile yok!.."

O günden sonra, bunu arada bir yapardık. Arada bir... O söylerdi, ben yazardım. Şurada, burada, yolda, vapurda tuttuğu, kâh bir gazete kenarındaki, kâh sigara paketi üzerindeki kısa kısa notlarını, o ânda aklına gelen cümlelerle, bir anda nereden bulup çıkardığı bende her defasında hayret mevzuu olan su gibi akan cümlelerle birbirine bağlatırdı.

Evet, böyle oldu. "Büyük Doğu Yayınları"nın faaliyeti, kapısına plâstik harflerle "b.d. yayınları" yazdığım Sultanahmet'teki tek odadan ibaret mekânda yeni eser faaliyetleriyle içiçe, böyle başlamış oldu.

Güzel günlerdi. O günler çok güzeldi. Evden her gün birlikte çıkar, birlikte dönerdik. Sorunuzda bunlar yok ama, bu dönem hayatımın en özlediğim dönemlerinden biridir.

 

Altınoluk: Büyük Doğu Yayınları bugün hangi noktada?

 

M. KISAKÜREK: İlk kitabı "Örümcek Ağı" 1925'de basılmıştır. Büyük Doğu Yayınları'nın, vefatından bugüne yani 17 senede gerçekleştirdiği baskı adedi, 1925'den 1983'e, yani vefatına kadar geçen 58 senede yapılan tüm baskı adedinin 3 katından fazladır.

Bu bir şey ifade ediyor mu?.. Bugün Büyük Doğu Yayınları'nın geldiği nokta budur.

Az mı?.. Zaten ben de, bu dünyada, Büyük Doğu'da bu işe gönül verenlerin ağabeyleri olarak, tek memuriyetimizin bu olduğuna kaniim. Umarım, 1983'de 1 numaralı kitabın başına koyduğum yeminimden haberdarsınızdır. Başka kapılar açmayayım... Bir de o mesele var tabii... Asıl memuriyetimiz odur. Bizi ayakta tutan o şuur, o sadakat ruhudur.

 

Altınoluk: Necip Fazıl Kısakürek'in oğlu olmak hayatınızı nasıl etkiledi?

 

M. KISAKÜREK: Bu soruyu bana soruyorsunuz. Bu soruyu bana soruyor olduğunuza göre, demek ki, bir hususiyetim var... Tek hususiyetim... Şu halde rahatlıkla şu benzetmeyi yapabilirim: Göklerin bir kartal yavrusunun hayatını nasıl etkilediği o yavrunun lisaniyle dile gelebilir mi hiç?.. Benim doğal ortamım budur! Şimdi kendimi yerlerde köstebek ruhlarla burun buruna hissetmem; fikir, kültür, sanat, edebiyat, siyaset adına herkesten ve her şeyden tiksiniyor, iğreniyor olmam belki sorduğunuz tesirdendir; ama ayrı dâvadır. Yani, O'nun kanatlarının altındaki iklimin dışında kendi öz benliğimin, irademin, kaabiliyetlerimin tecelli edeceği, bir hayatım olmadı ki, mukayese imkânına sahip bulunayım...

Yalnız, bu sorunuzun muhatabı gibi mevzuu da ben olduğuma göre bazı şeyler eklemeliyim... Kimsenin hayâlinin bile erişemeyeceği bu iklimde başım o dev kanatlara çarpmış, benim de kendi çapımdaki bazı kaabiliyetlerim körelmiş, yokolmuş olabilir... Ne güzel... Demek ki ben, bu suretle, kendi yalın benimle, iptidai benimle, özümle başbaşa kalmış oldum. Bana, bir kitabında, benimle hiçbir alıp veremediği yokken diyen çocuk haklıdır! Yani bir bakıma hiç büyümedim. Çocukken içimi topyekûn kuşatan baba sevgisinin çok üstündeki sevgiden, o muazzam "muhabbet"ten ibaret kaldım. Ve müthiş bir hayranlık hissinden... Yani ben, dünya mevkileri, hevesleri, iştahları olarak, ismimin başına, bu soruları sormak için size beni seçtiren hususiyetimin dışında bir sıfat, başka bir sıfat eklenmediği için doğrusu çok memnunum...

Bu iç halim... Dilime, âciz dilime ne kadarı sığdıysa, yansıyabildiyse kalbî durumum... Sorunuzla bağlantılı ruhî etkilenişim... Bir de işin dışı var tabiî... Yoksa sorunuz ikinciye; yani soyadımın çevremle olan ilişkilerimde beni nasıl etkilediğine dair mi?.. Böyleyse yandım!.. Hele 83 sonrasiyle; gittikçe ağırlaşan, derinleşen yalnızlık dönemimle ilgiliyse hepten... Belki başkası olsa "bu benim problemim mi, yoksa çevremin mi?" der ve keser atardı. Ben bunu yapamam... Kolaya kaçamam... Hem çok hassas ruhî bünyem de buna mânidir. Ezilirim, büzülürüm; bir şeyler gevelemeye kalkar, uzatır dururum. Sonunda işi, bana karşı duyulan kompleksi, bu basit ve çiy köylü kompleksini, ruhumda içinden çıkılmaz bir noktaya, çamur gibi bir noktaya, derin bir hüzün ve kendimden şüphe noktasına getirir bırakırım.

Ben onları bulmuyorum. Böyle bir derdim yok... Üzüntüyle beslenmek gibi... Onlar beni buluyor. Arıyor ve buluyor... Kozamın içinde enseliyor.

Birkaç yıl önce, Büyük Doğu'da kapım "çat!" diye açılıyor; içeriye bir genç giriyor. "Üstad'ın Mehmed'inin gayri İslâmî, gayri insanî bir hayat yaşadığı söyleniyor. Ben buna inanmadım, hattâ sizin için altalta üstüste kavga bile ettim, diyor; bu yüzden sizi yakından tanımak ihtiyacını duydum!.."

 

Buyurunuz!.. Şimdi ben soruyorum... İlk defa soruyorum... Sizin tavassutunuzla, " Necip Fazıl" dedikleri insana ve ona ait figürlere duydukları sözümona ilgi yüzünden, paçamı bırakmayan herkese soruyorum: Peki; ben kimim?.. Bütün günahlarıma, kendimden şikâyetlerime rağmen O KAPI'nın "Necib"inin "Mehmed"i değil miyim?.. Yoksa rüya mı görüyorum?.. Sakın kendimi yine birilerine ispat derdine düştüğümü zannetmeyin... Artık bunu büyük zaaf addetmekle kalmıyorum; o "birileri"nin de, buna değer birilerinin de mevcut olmadığına inanıyorum.

Biraz uzattım ama, hayatımı sordunuz. Farkında olmayarak; dünyayla ay gibi, O'nun hayatının peyki halindeki hayatımı... O yokken halimi düşünebiliyor musunuz?.. Ve "etki" kelimesini kullandınız. Bu kelime, şimdi benim kullanacağım yer olarak çok sevimsiz ama; inşallah, benim de nasibim olarak, bu "muhabbet" hâlimin ve bağlılık duygumun ebedî hayatıma etkisi olur. Tek ümidim ve sermayem budur.

 

Altınoluk: Necip Fazıl Bey'in vefatından bu yana Büyük Doğu'da ne değişti, ne değişmedi?

 

M. KISAKÜREK: Mekân ihtiyacının ve teknik ihtiyaçların yol açtığı değişikliklerin dışında hiçbir şey... Bir de gelip giden çehrelerin dışında... Hakikat bir olduğu ve aynı kalacağına göre, Büyük Doğu'nun mekân olarak da, aslî çizgileri, mânası ve kokusu hep aynı...

 

Altınoluk: Üstad'ın varisi olarak O'na yönelik ilgiyi nasıl gözlemliyorsunuz?

 

M. KISAKÜREK: Büyük Doğu'da birkaç yıldır çoğalan ışıl ışıl çocukların yüzlerini arada bir görmesem, size "izahını yapamadığım, toplumda izlerini göremediğim gittikçe artan bir ilgi" derdim. Bazan öyle ahmakça suallerle karşılaşıyorduk ki, ancak böyle cevap verebilirdim.

 

Altınoluk: Üstad'ın yokluğunu hangi noktalarda daha çok hissediyorsunuz?

 

M. KISAKÜREK: Her noktada, her noktada... Müthiş bir hasret halinde... Kimsesiz bir çocuk yalnızlığı içinde... Her kıpırdanışımda... Her emekleyişimde...

 

Altınoluk: Büyük Doğu Yayınları olarak gelecekte yapmak istedikleriniz nelerdir?

 

M. KISAKÜREK: Bilmiyorum; zaman ne getirecek, ne götürecek... Fakat, galiba "hiç"!.. Belki bazı "dışyüz" yeniliklerinin "sunuş" yeniliklerinin dışında hiç... Artık yapacağını "eser" yapacak... "Alıcı"nın idrakine bağlı olarak... Bir gün televizyonda, haberlerde görmüştüm. Kulağıyle kamyon çeken milletiz! Bu kulaklar Necip Fazıl'ı nasıl duysun?.. Bir konuda iddialıyım: İçinde doğup yetiştiği cemiyet babam Necip Fazıl'ın hayatı boyunca en büyük müşkülü olmuştur!..

 

Altınoluk: Üstad'ın eserlerinden hangisi en çok satıyor? Hangi yaş grupları daha çok ilgi gösteriyor? Buna yönelik gözlemleriniz, ölçümleriniz oldu mu?

 

M. KISAKÜREK: Tereddütsüz "Çile"... Tabii diğer kitaplara oranla Çile... Hiçbir engel tanımıyor. Kozmopolit ve bize ters çevrelerde de alıcı buluyoruz. Külliyata ilgi gösterenlerin, kaşarlanmış ağabeylerinin ardından bir tür kabuk değiştirme şeklinde çok daha gençleştiğini söyleyebilirim... Hattâ zaman zaman, şahsen beni hayretler içinde bırakarak çocuk denecek yaşlara indiğini...

 

Altınoluk: Necip Fazıl gibi bir hareket oluşturmuş kişiler etrafında vakıflaşma veya enstitüleşme gayretleri olur. Üstad için de böyle gayretler oldu mu?

 

M. KISAKÜREK: Oldu. O fasılı hiç açmasak... O'nun en büyük müşkülünü söyledim... Bunu da o müşküle bağlayıp geçelim... Zaten bizzat kendisinin bu tip teşebbüslerinin akîm kalışının altında da bu yatar. Bu insanın söylemediği laf kaldı mı?.. Peki, nereye gitti o sözler; hangi kalbin zırhını deldi?.. Olmuyor... Yapamıyorsunuz... Hakikat yalnız... Şu dünyanın haline bakın; hakikat ne kadar yalnız?.. Bence, tek başına bu bile, onun ne ölçüde "O" olduğunun delilidir. Zaten onu kurumsallaştırdığınız, bir kadroya mâlettiğiniz gün, meseleyi mesele olmaktan çıkardınız, fitili ateşlediniz demektir. O artık alır başını gider... "Teşbih" iğrençliğine düştüm. Bu dâva münezzehtir!.. Sizin sorularınızdan da, benim cevaplarımdan da... Ne diyelim?.. Hata! Başvuru kaynağı bulunamadı.

 

Altınoluk: Üstad'ın vefatının üzerinden 17 yıl geçti. Bugünün gençliği Üstad'ı tanıyor mu?

 

M. KISAKÜREK: "Dünün Gençliği"nden ne kadar eminsiniz?.. İşe oradan başlamak lâzım... Bence onlar, bu konuda daha avantajlıydı. Ama sadece yüzünü, yüz hatlarını tanımış olmaktan öteye geçemediler. Bu sermaye de onlara yetti. Bakmayın siz, hele Mayıs aylarında sağda solda attıkları havalara... "Şehir" bu çocukları yuttu. 70'li yılların o mahçup köylü çocuklarını yuttu. Makam, mevki iştahları ruhlarını eritti; belki Bakan bile yaptı ama, onlardan geriye küt ve kırpık bıyıklarının dışında hiçbir şey bırakmadı. Yine de haklarını yememeliyim... Hepsi birer Necip Fazıl müptelâsıydı. Fakat, çilesinin, yaşayış biçiminin, zevklerinin, kokusunun hep yabancısı... "Üstad bir aristokrattı" sözü yoksa başka birilerinden mi çıktı?.. "Üstad bencil adamdı", "Üstad hiç kitap okumazdı" gibilerden bir düzine enayi lâf da... Bütün bunlara rağmen bu nasıl bir iptilâ haliydi; hâlâ çözebilmiş değilim...

Bugünün gençliğinin, en karamsar ifadeyle "hiç değilse tanıma istidadında" olduğunu söyleyebilirim.

 

Altınoluk: Geçen 17 yılda İslamî alanda bir fikrî karmaşa oldu. Pekçok yeni düşünce önderleri geldi. Büyük Doğu fikriyatına ilginin azaldığını düşünüyor musunuz?

 

M. KISAKÜREK: Lütfen... Bunu ne siz sormuş olun; ne ben cevap vermiş olayım... Babam "mahzurlu" adamdır. Benim de -maazallah- farklı düşünmem muhal olduğuna göre, sözlerim, bir mahzur; benim açımdan değil de sizin zaviyenizden bir mahzur taşıyabilir. Bakın, 1943'den 73'e, düşmanının üzerine tek başına ve yalınkılıç giden adam, 73'de şöyle bir arkasına bakmak lüzumunu hissetmiş ve baktığına bakacağına pişman olmuştur. Ve, bahsettiğiniz karmaşanın ilk izleri karşısında, derin bir hayâl kırıklığı içine düşmüş ve mevzuyla ilgili tespitlerde bulunmuştur. Bu bir şey ifade ediyor mu?.. Bu, bir şey ifade etsin lütfen!..

Bu manzara karşısında Büyük Doğu'ya ilginin azalıp azalmadığı konusuna gelince... Demin "artan bir ilgi" dedim. Ama benim için, ilginin artmasından ziyade, süzülmeye, "rafine" olmaya yüz tutması çok daha önemlidir.

Zaman zaman, Büyük Doğu'daki masamda otururken, odamın aralık duran kapısından Büyük Doğu'ya gelip giden küçük küçük çocukların yandaki odaya dalışlarını seyrediyorum... Ve aptalca düşünüyorum: Bacak kadar çocuklar, ısrarla sordukları ve aldıkları kitaplardan acaba ne anlıyor?.. Bu ağabeylerinin bende bıraktığı iz yüzünden... Bu çocuklar, bütün olumsuzluklara rağmen, simsarlıkları, sahtekârlıkları yutmuyor!.. İşi, kafalarıyle değil, kalbleriyle çözüyor... "Muhabbet" her şey... Ayakları tenbihlenen yere değil, kalblerinin çektiği yere gidiyor.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
Altınoluk: Büyük Doğu Yayınları olarak gelecekte yapmak istedikleriniz nelerdir?

 

M. KISAKÜREK: Bilmiyorum; zaman ne getirecek, ne götürecek... Fakat, galiba "hiç"!.. Belki bazı "dışyüz" yeniliklerinin "sunuş" yeniliklerinin dışında hiç... Artık yapacağını "eser" yapacak... "Alıcı"nın idrakine bağlı olarak... Bir gün televizyonda, haberlerde görmüştüm. Kulağıyle kamyon çeken milletiz! Bu kulaklar Necip Fazıl'ı nasıl duysun?.. Bir konuda iddialıyım: İçinde doğup yetiştiği cemiyet babam Necip Fazıl'ın hayatı boyunca en büyük müşkülü olmuştur!..

 

Büyük Doğu Yayınlarından, buna bağlı olarak da Mehmet Kısakürek Beyefendiden geleceğe dair "hiç"lik dairesinde dolaşmanın planlarının yapıldığını okumak beni hem şaşırttı, hem üzdü. Gelecekte yapmak istedikleriniz sorusu öyle özel ve kıymetli bir soru ki, bu soruya verilebilecek en dehşet cevap "bilemiyorum" ve "hiç" olsa gerek... Sadece Üstaddan kalan bir külliyatı basmakla üzerine düşen görevi yaptığını mı zannediyor Büyük Doğu? İsminin derin manasına ne kadar aykırı bir görüş bu. Büyük Doğu'nun Üstadın kitaplarını basmanın dışında, Üstadın daha fazla kişi tarafından tanınması, okunması ve anlaşılması için yapabileceği ve yapması gereken o kadar çok organizasyon var ki, 365 gün çalışsalar gene de yetiştiremezler. Cemiyetin içindeki nadanlara bakarak, cemiyetin büyük çoğunluğunu ihata eden şuursuz güruhu baz alarak Üstadı nasıl duysunlar, nasıl anlasınlar, nasıl okusunlar demek, düşman karşısında savaşmadan teslim olmak kadar acı ve bir o kadar da isabetsiz bir tutum. Büyük Doğu'nun ismiyle müsemma olacak şekilde projeler, organizasyonlar planmalası ve hayata geçirmesi lazım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Zamanında tutulmuş ufacık tek göz oda, atılan bir sandalye ve masa.. "Yaz oğlum!"

 

"Kimsesiz bir çocuk yalnızlığı içinde" hep yokluğunu hissediş, çat kapı gelen çocukların eser satın almaları..

 

Ya şu cümleler, şu manaya ne demeli; dikkat!

 

"Şehir" bu çocukları yuttu. 70'li yılların o mahçup köylü çocuklarını yuttu. Makam, mevki iştahları ruhlarını eritti; belki Bakan bile yaptı ama, onlardan geriye küt ve kırpık bıyıklarının dışında hiçbir şey bırakmadı. Yine de haklarını yememeliyim... Hepsi birer Necip Fazıl müptelâsıydı. Fakat, çilesinin, yaşayış biçiminin, zevklerinin, kokusunun hep yabancısı..."

 

Bu şehrin yuttuğu çocukları, gençleri oradan çekip çıkaracak eller senin benim ellerim. Bu sosyal yara hep var, Üstad'ın vad ettiği Büyük Doğu neslinin kahramanı da beyaz atlı edasında. Ne gelmesi yakınlaştı, ne de bekleyenin beklemesi terakki kazandı. O halde bu hale paydos!

 

Fert fert bu kahramanı kendi belleyip yola revan olmalı değil miydik? Yıllardır kitaplarını devirdik, ibarelerini ezberledik, şiirlerini bir iki kıraat ettik de netice ne?

 

 

Meselenin özü nerede gizli biliyor muyuz?

 

"Bu çocuklar, bütün olumsuzluklara rağmen, simsarlıkları, sahtekârlıkları yutmuyor!.. İşi, kafalarıyle değil, kalbleriyle çözüyor... "Muhabbet" her şey... Ayakları tenbihlenen yere değil, kalblerinin çektiği yere gidiyor."

 

Budur, tam anlamıyla ve her cephesiyle budur. Muhabbet! Muhabbet divanesi!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...