Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
rabia BDG

Kızlarınız Ve Ece Nur.

Recommended Posts

Kızlarınız ve Ece Nur.

 

Muhafazakâr ebeveynlere bu soruyu sormanın tam zamanı:

 

Kızlarınız okullara nasıl gidiyor?

 

Benim; İslamcı kesimin yazdığında, konuştuğunda, mangalda kül bırakmayan şahsiyetleri arasında birçok tanıdığım var.

 

Bunların bir kısmı vakti zamanında başörtüsü yasağına karşı direnen kızlara destek veren ama sıra kendi kızlarına geldiğinde başörtülerini açtırarak okullara gönderen pragmatik muhafazakarlar.

 

Bir kısmı da “aç kapa olacağına hiç takmasın da bizim gibi zorluk çekmesinler” diyerek kızlarının tesettürsüzlüğünü normalleştirenler. Bu tipler sözde İslami kesimin çoğunluğunu teşkil etmekte.

 

Bir de marifetmiş gibi kariyer sahibi oğullarına “kalbi tesettürlü (!)” gelin tercih eden güya İslamcılar var.

 

ALLAH’ın emrini kayıtsız şartsız tercih edenler ise azınlıkta.

 

Ece Nur Özel’i duymuşsunuzdur.

 

Diyarbakır’da 12 yaşında başörtülü bir öğrenci.

 

Başörtülü olarak eğitimine devam etmek istedi.

 

Ailesinin de kızcağızın da başına gelmedik kalmadı.

 

İkna odası kurup başörtüsünü açması için baskı yaptılar, olmadı.

 

Babasına tutanak imzalatmak istediler, olmadı.

 

Okulundan kaydını silip evine kilometrelerce uzak başka bir okula sürdüler, olmadı.

 

Arkadaşlarından ayırdılar, ceza verdiler.

 

Kalbini kırdılar, üzdüler, ağlattılar ama Ece Nur’u vazgeçiremediler.

 

Ailesi de kendisi de direniyor, olması gerektiği gibi.

 

Ece Nur’a destek olmak ister misiniz?

 

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya veya Meclis İnsan Hakları Komisyonuna email atın, dilekçe yazın veya imza kampanyaları başlatalım falan demeyeceğim…

Ece Nur’u örnek alın ve kızlarınızı okullara örtüleriyle yollayın.

 

İslamcı denilen yazarlar, ağabeyler, başkanlar, hoca efendiler, imam efendiler, tesettürlü anneler, seçim öncesi başörtüsü edebiyatı yapan siyasiler; Ece Nur gibi 12, 13, 14 hatta 18, 19 yaşlarındaki kızlarınızın örtülerini okul kapılarında açtırmaktan vazgeçin, tevbe edin.

 

Ece Nur’un babası gibi dik durun.

 

Ece Nur’un annesi gibi dirayetli olun.

 

Başörtüsünden vazgeçmenin fetvalarını aramak ve sisteme boyun eğmek yerine “yanındayız kızım” deyin.

 

Kulluk en güzel mertebedir, bize “taviz değil mücadele yakışır” deyin. Yüreklendirin onları.

 

Taksınlar örtülerini, gitsinler istenmedikleri her yere.

 

Ece Nur yalnız hissetmesin kendisini.

 

Ona zulmedenler, onun bu coğrafyanın bir istisnası değil gerçeği olduğunu görsünler.

 

Her zaman söylüyorum tekrar edeyim…

 

Başörtüsü yasağı Kemalist rejimin İslam ile olan mücadelesinin görünen yüzüdür.

 

Bu coğrafyanın Müslümanları inançlarına karşı başlatılan bu en bariz saldırıyı en az yasakçılar kadar önemsemeliydiler.

 

Direnmeliydiler, direnmediler.

 

Şimdi Ece Nur size örnek olsun

 

Haydi, bu despot yasakçılara inat bütün Büşra Nurlar, Kübra Nurlar, Sümeyyeler okula hem de vergisi cebimizden alınarak yapılan okullara.

 

Sadece O’nun emirlerine amade, düzenin tüm baskı ve dayatmalarından azade günlerin gelmesi dileğiyle…

 

....

Nuray Canan Bezirgan

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kanunları geriniz, ama koparmayınız."

 

Kanunları gerebilen, koparmadan amacına ulaşabilen, bilinçli anne ve babaların var olması temennisi ile....

 

Bekleyin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ece Nur ve Başörtüsünde yeni boyut

 

12 Yaşında Bir Başörtüsü Mağduru/Direnişçisi: Ece Nur

 

 

Ece Nur 12 yaşında bir kız çocuğu. Bu yıl 6. sınıfa geçince, önceden sonuçlarını kestiremediği bir karar alıyor; ailesinin verdiği İslami eğitimin bir sonucu olarak başörtüsü takıyor. Doğal olarak da okula başörtüsüyle gidiyor. Onun temiz zihninde yaptığı şey gayet doğal. Allah öyle emrediyor ve o da öyle yapıyor. Kemalizm, laiklik, sekülerlik, irtica, kamusal alan, vesayet gibi kavramların ideolojik kirliliğinin örselemesinden uzak olan kalbi imanla dolu olarak gittiği okulda birden tanımadığı bu kavramların kirlettiği zihinlerin, korkaklaştırıp sinikleştirdiği "eğitimci"lerin ürkütücü tavrıyla karşılaşıyor.

 

Sonrası bildik başörtü yasağı manzaraları. İkna odaları, sınıftan çıkarmalar, okuldan atmalar, korkutma, yıldırma çabaları. Tüm bunlar işe yaramayınca bu kez "normal prosedüre" geçiliyor. Önce kınama, ardından okul değiştirme cezası veya durumu daha doğru izah eden bir ifadeyle, sürgün.

 

Ece Nur'un tek savunması, başını ellerinin arasına alıp sessizce ağlamak. 12 yaşında bir kız çocuğu o. Başörtüsüyle okumak istiyor. Başarılı bir öğrenci. Ancak bu kararı karşısında devlet tüm otoritesiyle karşısına dikiliyor, tehditler, cezalar ve sürgün. Çünkü sistem onun minik başörtüsünü kendisi için büyük bir tehlike olarak görüyor.

 

Ece Nur'un yaşadıkları tam anlamıyla bir psikolojik şiddet ve işkence. Önce öğretmenler Ece'ye baskı yapıyor, yargılıyor ve infaz ediyorlar; biri Ece'yi başörtüsünü çıkarmaya zorluyor sonra da sınıftan çıkarıyor, bir diğeri Ece'yi okulun dışına atarak cezalandırıyor. Sonra ikna odası anlayışı devreye giriyor. Sonra okul idaresi devreye giriyor. Müdürün görevlendirdiği bayan öğretmenler Ece'nin zaten yeterince ürkmüş ruhunu cendereye alarak tehdit tonlu bir şekilde ikna etmeye çalışıyorlar. Ama Ece kararlı, vazgeçmiyor. Okul yönetimi acilen kınama cezası veriyor, sonra da Yenişehir ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü "prosedür"ü uygulayarak Ece'yi sürgün ediyor.

 

 

Sistem böylece otoritesini 12 yaşında bir kız çocuğu üzerinden tesis ediyor. Bu yaşadıklarından dolayı ailesi derslerinin şimdi kötüye gittiğini, çalışma ve okuma isteğini yitirdiğini söylüyor. O, bugüne kadar Kemalist oligarşik sistemin mağdur ettiği yüz binlerce başörtüsü mağdurundan biri artık.

 

Bu noktada Ece Nur'a en büyük destek ailesinden geliyor. ( -Olması gereken bu işte, ailelere çok iş düşüyor !!)

 

Kızlarını İslami bir kimlikle yetiştiren ve kimliğinin gereğini yerine getirme konusunda kızlarını bilinçlendiren aile, 28 Şubat sürecinde sıkça rastladığımız ebeveyn portresinden farklı olarak yaptıkları tercihin bedelini ödemeye hazır durumdalar. Bu destek, diğer yandan "direniş" ve "mücadele" ile paralel yürüyor. Okul idaresi, milli eğitim bürokratları, siyasilerle ve derneklerle görüşüp kızının hakkını arayan, destek yerine nasihat verenlere prim vermeyen ailesi, sorunu derinleştirerek bunu bir hak mücadelesine dönüştürüyor. Hak dilenmeyen, hakda direten ebeveynler sayesinde kişisel bir sorun olarak kalan benzerlerinden farklılaşıyor Ece Nur'un durumu.

 

Bu yönüyle ailenin tavrı örneklik teşkil eden, öğretici bir tavır. Takdir etmenin ötesinde örnek alınması gereken bu tavrın yaygınlaştırılması, başörtüsü mücadelesinde ön açıcı bir işlev görecektir kuşkusuz.

 

 

Başörtüsü Sorununda Algılar Değişiyor Mu?

 

 

AK Parti iktidarı döneminde şiddeti azalan ancak hala devam eden başörtüsü sorunu hayal ile gerçek arasında umut dağıtarak Müslümanları oyalıyor. Bu oyalama bir yandan belli bir kesimin kızgınlığına neden olurken bir diğer kesimi ise duyarsızlaştırarak başörtüsünün ehemmiyetini törpülüyor. İkinci kesim, AK Partinin elinden geldiğini yaptığını ama sistemin tüm şiddetiyle karşı koyarak başörtüsünün özgürleşmesini engellediğini ve dolayısıyla şimdilik konuyu gündemleştirmenin ortamı AK Parti aleyhine gereceğini düşünüyor. Bu durumda var olan hale boyun eğmeği "Müslümanların kazanımlarını korumak" adına bir erdem sayıyor. Bunlar içinde başörtüsü eylemlerini gereksiz ve hatta zararlı görenler bile var.

 

Direniş bu kesimler için anlamını yitirmiş bir kavram. Doğru olan davranışın, kız öğrencilerin ve memurların başörtülerini açarak veya perukla iş ve okullarına devam etmeleri olduğu kabul ediliyor. Yıllar önce direnişin en zirvede olduğu dönemde "füruat fetvasıyla" başlarını açarak normal yaşamlarını devam ettirenlerin bu ilkesizliğin sonucunda korudukları yerlerinin ve elde ettikleri yeni konumlarının "kazanım" olarak algılanması, anlaşılan söz konusu "başörtüsü yorgunu" olan kesimleri süreci yeniden değerlendirmeye ve ödedikleri bedelleri "kayıp" olarak algılamalarına yol açmış görünüyor.

 

Tesettürsüzlük bunların sonucunda planlı veya plansız olarak kanıksanmış oldu. İnsanların bir kısmı süreç içinde eşlerinin, kızlarının başını açtırdı kiminin gönlü de kendilerinin ödedikleri bedelleri çocuklarının ödemesine razı olmadı. Çocuklarını ortaokuldan başlayarak tesettürsüz olarak okula gönderme alışkanlığı, zamanla ortaöğretime de yansıdı. Artık birçok aile kızını, katsayı problemini dikkate alarak İHL yerine diğer liselere tesettürsüz olarak gönderiyor.

 

Buna bir de başörtüsünün tesettür aracı olmaktan çıkıp modanın bir nesnesi kılınması da eklenince Müslüman kadının başörtüsü/tesettür algısı giderek değişmeye, yozlaşmaya başladı. Bu da başörtüsünü uğruna bedel ödenecek, mesleki geleceği ve maddi imkânları feda edilecek bir değer olmaktan çıkardı. Değilse, bugün hala devam eden yasağa ve değişmeyen düzene rağmen bu sessizliğin nedeni neyle açıklanabilir? Yaşamı kuşatan bir din algısı yerini laik/parçacı bir din anlayışına bırakınca, başörtüsü ?yeri gelince? çıkarılabilecek önemsiz bir ayrıntı olup çıktı. Başörtüsünün ve başörtüsü algısı geniş kitlelerce kanıksanmış durumda.

 

Bu ölümcül kanıksamanın nesli ifsade ettiği, geleceğimizi kararttığı maalesef fark edilmiyor. Aynı zamanda, yıllar önce verilmiş başörtü mücadelesini ve ödenmiş bedelleri değersizleştiriyor. Deyim yerindeyse ortada bir "nedamet" hali söz konusu. Buna bir de sıklıkla dile getirilen "AK Partiyi yıpratmama" hassasiyeti de eklenince başörtüsü giderek gündemimizin dışına itiliyor. Bu durumda da bu konunun bir şekilde gündeme gelmesi, ne yazık ki bu kesimleri rahatsız ediyor.

 

Oysaki Kemalizm, Müslümanları sindirmek için öncelikle başörtüsü yasağını kullanıyor ve bunun üzerinden kendini var etmeye devam ediyor. İslamî değerlere karşı açtığı cephe savaşının sadece bu mevziye sıkışıp kalmasından dolayı kurulu düzen bir varoluş savaşı hassasiyetiyle yasağa sahip çıkıyor.

 

Bu yasağın bize üniversiteleri kaybettirdiğini görmek gerekiyor. Direniş de aslında burada daha bir gereklilik arz ediyor. Düzenin yürüttüğü varoluş savaşının Müslümanlara karşı yürütüldüğünün bilincinde olmak direnişi gerekli kılıyor. Direniş bu yönüyle Müslümanların Müslüman kalma mücadelesini ifade ediyor. Bu nedenle tüm cahili dayatmalar karşısında almamız gereken bu tavır başörtüsü yasağı için de gerekli.

 

İlköğretimde başörtüsü sorunu

 

 

Başörtü yasağı tüm resmi kurumlarda yasak. Kurulu düzen, adeta bir "procrustes yatağı" olan kamusal alan dayatmasıyla toplumu şekillendiriyor. Yasak ve kamusal alan denince ilk akla gelen üniversiteler, İHL'ler ve çalışma hayatıydı. Genellikle İHL'ler dışındaki liseler ve ilköğretim okulları yasağın firesiz uygulandığı ve gidenlerin adeta yasağı kabullenerek gittikleri alanlardı; özellikle de ilköğretim okulları.

 

Üniversitede ve çalışma hayatındaki başörtüsü yasağı aşılamadığından ilk ve orta öğretimdeki yasakla ilgilenmek veya mücadeleyi buraya teşmil kılmak kimsenin aklına gelmiyor. Oysa biliyoruz ki 28 Şubat yasağa karşı direnişi kırmak için liseleri baskı altına aldı. İHL?lilerin ilahiyat dışında üniversiteye girişini engelleyerek ve tesettürlü başvuru formlarını kabul etmeyerek, üstelik başvuru formlarındaki fotoğrafı webcam yoluyla kendisi bizzat çekip, photoshop, peruk gibi yöntemlerin kullanılmasının önüne geçerek direnebilecek kararlılıktaki kesime üniversite kapılarını kapattı. Ama daha önemlisi, liselerde yasağı katı bir şekilde uygulayarak baş örtme yaşını hep lise sonrasına bırakmış oldu. Bu da liselerden gelecek bir bilinçli kitlenin üniversite kapılarında birikmesini ve direnişi sürdürmesini engellemiş oldu.

 

Bu noktada Ece Nur Özel olayıyla gündemimize girmiş olan bu alanı, Müslümanların gündemlerine almaları ve tartışmaları faydalı olacaktır. Hükümetin yasağı kaldırmasını beklemeyip direnişi sürdüren kesimlerin direniş hattını bu okulları içine alacak şekilde genişletmeleri, toplumun gönüllü olarak çocuğunu bu okullara başı açık gönderdiği algısını kırmak, sorunu orta yere sermek ve yok sayılan krizi gün yüzüne çıkarıp derinleştirmek bakımından önemlidir.

 

Kaldı ki tesettür, akıl baliğ yaşı çocuktan çocuğa değişmekle birlikte, üniversite çağı öğrencileri için ne kadar farz ise lise ve de ortaokul çağı öğrencileri için de o kadar farzdır. Bu noktada direnmezsek hiçbir zaman bu yasak kalkmayacak. Nitekim yasak yaşa ve kariyere bakmıyor; 70 yaşını aşmış Medine Bircan'ı da 12 yaşındaki Ece Nur'u da aynı şekilde etkiliyor.

 

Yasal Durum

 

Kurulu düzen bir yandan ilköğretimi zorunlu kılıyor ve hatta çocuğunu okula göndermeyen velileri cezalandırıyor, aynı zamanda milyonlarca liralık tanıtımların eşliğinde "Haydi, kızlar okula" kampanyaları düzenleyerek okullaşmayı teşvik ediyor, kaymakamlar köy köy dolaşıp okula gitmeyen çocukların ailelerini ikna etmeye çalışıyor ama diğer taraftan da başörtülü öğrenciyi okula kabul etmiyor. Okullaşmaya ne kadar önem verdiğini ilan eden devletin, kızların başını açacağı gerekçesiyle ailesi tarafından okula gönderilmeme gerçeğini görmek istememesi samimiyetsizliğinin göstergesi. Samimiyetsizliğin ve tutarsızlığın ötesinde bu uygulama temel eğitim mantığına ve yönetmeliklere de ters.

 

İmam Hatiplerin önünü kesmek için 3 yıllık ortaokul eğitimi 8 yıllık eğitim düzenlemesi ile birlikte ilköğretimle birleştirildi. Bilindiği gibi ilköğretim eğitimi, temel eğitim sayılıyor ve zorunlu tutuluyor. Bu nedenle de ilköğretimlerde öğrenciyi okuldan atmak gibi bir cezalandırma yöntemi yok. Disiplin yönetmeliğine göre; kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı davranan öğrenciler sırasıyla kınama ve okul değiştirme cezası ile cezalandırılır. Ama okuldan atılamıyor. Bu iki ceza dışında bir cezalandırma yöntemi yönetmelikte yer almıyor.

Bu durumda Ece Nur Özel olayında okul idaresini uyarırken ifade ettiğimiz gibi, öğrenciyi okula veya sınıfa almamak, psikolojik baskı yapmak, azarlamak, başörtüsünü çıkarmak, onurunu kırmak gibi davranışlar yönetmelikte ifade edilmeyen kanunca tanımlanmamış cezalandırma yöntemleridir. Oysa öğrenci hiçbir şekilde yönetmelikte sayılamayan bir nedenle ve bir şekilde cezalandırılamaz. Sonuçta başörtüsü takmakta direten bir öğrenciye verilebilecek en büyük ceza okulunu değiştirmektir. Bu da ilköğretimde başörtüsünde diretmek bakımından bizlere önemli bir avantaj sunmaktadır.

 

Eğer bu durum zorlanırsa ilköğretimde başörtü serbestliği konusunda fiili bir durum oluşturulabilir ve bu da lise eğitimine yansır. Böylece önemli mevzi kazanımlarını elde etme fırsatı yakalanabilir. Bu nedenle konunun Müslümanlar tarafından gündeme alınarak değerlendirilmesinde fayda var.

 

AK Partili Milli Eğitim Bürokrasisi ve Dindar Eğitim Kadrosu İçin Samimiyet Sınavı

 

AK Parti hükümeti ilk iktidar döneminde başörtüsü sorununu çözecek gerekli adımları atmadı. Ya adım atacak cesareti bulamadı veya olası baskıları göze alamadı. İkinci ikitdar döneminde ise anayasa mahkemesinin dayatmasına boyun eğmişe benziyor. Anayasa mahkemesinin iptal kararından sonra, bugüne dek konu hiçbir şekilde hükümet çevrelerince dile getirilmedi. Adeta buzluğa konan mesele için bir sonraki seçime kadar sabredilmesi salık veriliyor halka. İktidar dönemi boyunca birçok konuda belli gelişmeler sağlayan AK Partinin gelişme kat etmediği tek alan Müslümanların sorunları.

 

Bizim de genel hatlarıyla desteklediğimiz "Demokratik Açılım" konusunun tartışılageldiği, buna dair çeşitli yol haritalarının hem hükümet hem de aydınlar tarafından değerlendirildiği bu günlerde, Kürtlerden Alevilere, vesayet sorunundan azınlıklara varan geniş bir yelpazede özgürlük alanlarının genişletilmesi dile getirilirken yine söz konusu edilmeyen tek konu Müslümanların hak ve özgürlük sorunu. Ne hükümet ne de aydın çevreleri bu konuyu gündemleştirmekte. Hâlbuki bu yazı kaleme alındığında Kocaeli'nde 241, Ankara'da 201, Akyazı 147 ve Van'da. 46.ncı başörtüsü eylemi yapılmıştı. Bunlar dışında başka birçok ilde her hafta başörtüsü eylemleri yapılıyor. Sorunun canlılığı, yakıcılığı anlatılıyor ancak hükümet ve "akredite aydınlar" kulaklarının üzerine yatıyor, üç maymunları oynuyorlar.

 

Bunda elbette sistemin ağır baskısının etkisi var, ancak kendisine oy veren kesimlerin temel sorunları konusunda sisteme bu denli boyun eğen bir hükümetin bu tavrı koltuk kaygısından kaynaklanmıyorsa neden kaynaklanıyor? Bu nasıl bir sıralamadır ki bir türlü sıra bu başörtüsü sorununa gelmiyor?

 

AK Parti bürokratik kadroları eliyle başörtüsü konusunda en azından baskıları ortadan kaldırılabilir, fiili durum oluşturulabilirdi. Kaldı ki Cumhurbaşkanı, YÖK kadrosu, Milli Eğitim bürokrasisi, rektörler ve 28 Şubat valileri değişti bu dönemde ama yasak sürüyor. Halk kanunlar değişecek, uygulamalar değişecek diye beklerken sadece kanunları uygulayanlar değişti ve zulüm yerinde kaldı. Failler değişti ama o meşum fiil devam ediyor.

Bu durumda Ak Partiye ve konuşunca mangalda kül bırakmayan bürokratlara sormak gerekiyor: Sizler bu makamlara geldiniz de ne değişti? Cevaplar ise genellikle bildik klişeler; "müfettişler teftiş ediyor", "biz sadece yasaları uyguluyoruz", "ortamı germemek lazım, hükümetin elini zayıf bırakmayalım", "biz gidersek yerimize İslam düşmanları gelir" ve saire. Mevzuatı uygulama konusunda 28 Şubat bürokratlarından farklı davranmayan bu bürokratları bu gerçekle yüzleştirmek gerekiyor. Ancak her seferinde "ile içi zalim"e karşı bir koruma refleksi sergileniyor. Ve herkes susuyor, klasik "kazanımları koruma" zihniyeti devreye giriyor. Oysaki kazanım denilen şeyin kendisi halkın menfaatlerine tekabül etmiyorsa kişisel ikbal veya makamdan başka nedir ki?

 

Dindar muhafazakar öğretmenlere gelince tüm 28 Şubat'ta olduğu gibi onlar bugün de yasağın uygulayıcıları. Her ne kadar mazur görmesek de 28 Şubat sürecindeki korkularının bir noktaya kadar somut karşılığı olduğu düşünülebilir. Ya bugün? Bugün hangi korkularla hareket ediliyor? Korkaklığın bu kadarı neyle açıklanabilir? Türkiye'de yasağı uygulamayan birçok idareci ve öğretmen örneği var. Ama aslında esas neden kendilerini sistem karşısında tehlikede görmeleri. Rezzak olanın, devlet değil alemlerin rabbi olan Allah olduğunu kavramış bir mü'min, bu denli bir rızk korkusu nasıl yaşar? Kaldı ki hangi mü'min, bir başkasının geleceğini karartarak kendi geleceğini kurmayı inancıyla bağdaştırabilir?

Evet, tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de zalimler, ancak köleleştirdikleri kitleler vasıtasıyla iktidarını sürdürüyor. Bu istikbar düzeni, zalime itaatkâr mazlumların sayesinde ayakta duruyor. Zulüm kanunlarını uygulama konusunda bu kadar rahat davranan dindar eğitimci, idareci ve bürokratlara, süregelen zulme ortak olduklarını, bu zulmün onların eliyle uygulandığını ve kendileri uygulamazsa bu zulmün sürmeyeceğini hatırlatmak istiyoruz.

 

Serdar Bülent Yılmaz

Haksöz Aralık 2009 : Sayı 225

 

 

.....

 

Ne vâkit bu sorun düzelecek, olması gerektiği gibi çözüme kavuşacak.. Yıllar uzadıkça uzuyor. Her yıl, dirayetsizlik daha bir derine iniyor, sabır yerini zulme teslimiyete bırakıyor... Ne berbat bir durum, Rabbimin emrinden tâviz vererek ilim yolunda gitme gayreti...

 

Rabbim sen büyüksün, ve elbet senin rızan için yapılan bu gâyretleri boşa çıkarmayacaksın...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Böyle bir kaç tane daha Ece Nur ve ailesi gibi aileye sahip olsa Türkiye,mesele denen bir şey kalmaz.

Aileler artık "Biz yapamadık siz yapın" zihniyeti ile çocuklarına en büyük cezayı veriyorlar,farkında bile değiller.

Çocuklar şaşkın ve de çaresiz kalıyor kendilerini bir tilki şefkatinin (!) ellerinde buluyor, neticesi de sonra başka boyuta taşınıyor.Bir günah keçisi aranıyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu noktada özellikle ailelere çok önemli sorumluluk düşüyor. Ece Nur'un dirâyetli tavrına ailesinden tam destek geldi ; her aile böyle mi... İllâ ki okumalısınız, "biz okumadık siz okuyun... diplomanız olsun kâfii.." sözlerinden başka birşey bilmeyen aileler o kadar çok ki.. Bir diploma için terk-i farz ,gayet normal geliyor. Oysa "Başörtüm olmadan asla" diyebilme bâsiretini göstermek gerekiyor, bu bâsireti gösteremiyorsak gafletimize birde kılıf bulma gâyretine düşüyoruz... Gençlerimizi, çocuklarımızı bu şuurla yetiştirmek, yönlendirmek lazım ; Rabbim, cemiyetimize bu bâsireti gösterecek şuurlu aileler nasip etsin..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bugüne kadar ne geldiyse başımıza susmamızdan geldi. Önümüzden ekmeğimizi alıyorlar biz susuyoruz. Dinimizi yaşatmıyorlar baş eğiyoruz. Neden korkuyoruz? Müslüman ülke değilmiyiz insanlarımız baş eğmese, ece nur ve ailesi gibi yapsalar baş edebilirler mi? Ama dünya-ukba terazisinde dünya ağır basıyor insanımızda rahat bozulmasın isteniyor. ahir zaman hastalıklarından biri de bu olsa gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

12 yaşında okunulan ve yalnızca kızların okudğu bir okul yok bildiğim kadarıyla.O yüzden kapalı okusa bile okuması caiz değildir.Daha doğrusu bu devirde kızların okuması belli şartlar sağlanmadığı sürece caiz değildir.

Dershane ortamlarında çok gördük kız erkek karışık ama kızlar kapalı ortamı.Diğer ortamdan bir farkı yok.Herkes okuyacak diye bir kaide yok.Okumanın böyle ahım şahım sihri büyüsüde yok.Yanlızca bilgi yönünden bir faydası var bayanlara.Parasal olarak zaten İslamiyette kocası sorumlu ondan.Okuldaki bilgide okulda harcanılan senelerden daha kısa bir süre 5-6 yılda elde edilinebilecek bilgiler.Her kitapçıda kaynaklar var.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...