Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Kureyşi

Beğeninize

Recommended Posts

  Bismillahirrahmanirrahim

 Allah'u Teala'in, Rahman ismi tecellisinin; Rahim ismi tecellisine terfi temennisi ile sizleri selamlarım.

 Aziz Müminler! Kaynaktan uzaklaşan suyun; uzaklık nispetince kirlenme meyli; insanda kulluk gereklerine hassaslık inceliğinden uzaklaşma kabalığı nispetindedir.

 Allah Resulü; İslam pınarının kaynak noktası mevkiindedir. Yahut Rab kaynağının beşer görünümü. Yunus'un;

"Ete kemiğe büründüm

Yunus diye göründüm" deyimiyle ilahi emrin; ilahi gayenin maddeleşmiş hali. Bu kaynağın zaman-mekan boyutlarında; mihrakından önce baş göstermesi vukuudur.Allah Resulünden zaman bakımından evvel; ulvilik bakımından ahir resuller de bu kaynağı açığa çıkarmışlardır.

 Beşeriyet; nebiler ve diğerleri diye iki güruha ayrılsa; sancak Allah Resulünden sonra nebiler sınıfında önce Hz. İbrahim'e, sonra Hz. Musa'ya, sonra Hz. İsa'ya devredilir. Rivayetteki yüz yürmi dört yahut iki yüz yirmi dört bininciye gelene kadar tarafımdan bilinmemesine karşın; ulvilik bakımına göre devir devam edici.

 Nübüvvet bakımından, tüm nebiler eşit ise de; üstünlük bakımından son peygamber birinci.

 İkinci güruhta; yani nübüvvet nişanına malik olamayanlarda üstünlük Sıddık-ı Ekber'de. Ardından Hz. Ömer,Osman ve Ali(Radiyallahu teala anhüm ecmain.) Hilafet sırası, üstünlük sırasına tekabül edecek şekilde Halife-i Raşidin, Aşere-i Mübeşşere, Bedr'e katılanlar, Akabe Biatı'nda bulunanlar, Mekke fethinden evvel Müslüman olanlar ve fetihten sonra müslüman olanlar diye üstünlük; madalya gibi takılabilir.

 Birkaç bakımdan Hz. Ali, Muaviye Efendimizden üstün. Ama Sıddık-ı Ekber hepsinden.

 Sahabi diye sıfatlandırılan; Mümin olarak O'nu görenler; yahut tarafından görülenlerden sonra; tabiileri ve bunların tabiileri. Derken hadis-i şeriften öğrendiğimiz üzre; bozula bozula akan Mümin pınarı.

 Kaynaktan uzaklık iki şekilde muhayyil edilebilir. Zaman ve mekan bakımından uzaklık ve; haram-helal dairesinin sınırlarını ihlal ile gelen uzaklık.

 Biricik dava; zaman-mekan koşullarına uydurma; gibi adi ve iptidai çabadan münezzeh olarak her emre, şapka çıkaracak kadar hayranlık besleme ve su-ekmek muhtaçlığı biçiminde benimseme.

 Yani biricik kurtuluş; hayat dediğimiz; yeme- içme, yatma- kalkma, gezme- tozma gibi alalede ve özellikle ibadet ve ahlak boyutlarında kıl kadar sapma olmadan Allah Resulüne uymak.

"Ben size bir şey emrettim mi gücünüz ölçüsünde yapın." hadis-i şerifindeki kolaylığı, reformcu tiplemeye mensup olmadan, şeriatın sınırları dahilinde çıkış yolu bulmak, en büyük kolaylık.

 Büyükler beşeriyet caddesinin tam ortasında; yahut ahir zamanın az evvelinde; İslam'ı, caddeyi aydınlatan bir sokak lambasına benzetmiştir. Allah resulü; bu lambanın ortasındaki nur. Ve insan, fıtratı gereğince bu nuru yansıtmaya memur.

 Bakınız; her insan, mümin-kafir ayrı olmaksızın, fıtrafında Allahu Alem'in ismi celillerinden ve Allah Resulünün üstün ahlakından bir yahut bir kaç tecelli barındırır.

 Örnek boyutuna indirdiğimizde; kimi kulda Adl ismi azamın yansıması mevcutken; kiminde, gözetme-kollama seciyesi vardır.

 Duyuyoruz insaflı Müminden ; "Namaz kılmıyorum, oruç tutarım; ama ne olursa olsun duasız yapamam." Bakınız, şu ifade; pişmanlık belirtisidir bir yerde. Vicdanın henüz ölmediğinin nişanesi. "Duasız yapamamak." Meseleye bakınız. Allahu Alem ne buyurdu; "Duanız olmasa Allah katında ne gibi bir değeriniz olurdu?" Dikkat lutfediniz, çıkar yol dua. Bu Müslüman ne ister daha Rabbinden. Duası sayesinde namazı da kazanacaktır. İsrail oğullarından bir tanesi bir gün Rabbine seslenir. "Ey Rabbim! Namaz kılmıyorum, oruç tutmuyorum; üstüne birde daha başka günahlar işliyorum. Sen ise hala bana azap etmedin, bana bir musibet yollamadın." Allah, Hz. Musa'ya; "Git o kuluma de ki; Ben senden dua ve göz yaşını aldım. Daha nasıl bir azap bekliyorsun." 

Ölçüyü siz yapınız. Bir başka Mümin'e bakalım;

 "Her ne kadar, ibadette zaif olsam da; bir Mümin'in, hatta kafirin acı çekmesine dayanamam." Alınız size incelik misali.

 Müminler, tek vücut gibidir. Nasıl ki bir uvzunuz ağrıdığında o sıkıntıyı tüm beden çekerse; ölçü burada işte.. Bir Mümin'in eline diken batsa; kanın kendi elimizden akıtacak kadar birlik şuuruna varmak; ve bir kafiri incitmenin, bir Mümin'i incitmekten daha tehlike unsuru olduğunu bilmek. Misaller uzayabilir. Bize düşen; Allah Resulünün ve sahabisinin hayatlarıyla, hayatımızı uyuşturmak.

 "Ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Kim birine tutunsa, kurtuluşa erer." Mesele burada. Kişi seciyesine en uygun sahabiye aşkla bağlanıp; Allah Resulüne, yani kaynağın mihrakına ondan gidecek. Yani; bir yerden bir yere giderken ki ihtiyacını duyduğumuz vasıta; hakiki yolda da olmazsa olmazlardan. Bir büyüğün ışığına herkes muhtaç.

 Sokak lambası demiştik; bu nur menşeini çerçeveleyici dört cihet; dört sahabi. İsimlerini zikrettik. Başta bu dördü ve diğerleri; fıtratlarındaki uyum içnde; nuru doğrudan alıp; kendilerinde zirveye ulaşan secie ile yansıttılar.

 Sıddık-ı ekber cihetinde rıfk-merhamet; Hz. Ömer ışığında; adalet ve şeriat emirlerine kesafet; Hz. Osman'da haya-edep; Hz. Ali'de ilim-hikmet; resülden sonraki zirvelerini yaşayıp, tecellisini tamamladı. 

 Allah'ın dinini tamamladığını bildiren ayet geldiğinde; herkesin sevinirken Sıddık'ın ağlaması ve "Demek ki Resulün görevi tamamlandı, aramızdan ayrılma vakti geldi." inceliğinde düşünüşü. Ve Fetih günü, doksanını aşmış ama babasının Resul huzurunda müslüman oluşundan sonra ağlayarak; "Keşke babam yerine Ebu Talip, Müslüman olsaydı. Resulün sevinci benim sevincimden daha üstündür." diyerek nefsini resule tercih etmesi. 

 Hz. Ömer'e; "Kur'an'da bir harfin, noktasının üstten alta indirilmesini kabul edersen, tüm kabilemiz müslüman olacak." teklifi geldiğinde; Allah emirlerini her şeyin üstünde tutan ve gördüğünün kalbine korku salan Hz. Ömer; "O noktaya bir çengel takıp, ucuna da dünyayı assanız, yine o nokta aşağı inmez." diyerek şeriata olan bağlılık kesafetini bizlere sunmuştur.

 Bir gün Allah Resulü, evlerindeler ve vücudunun üst tarafı açık. Sıddık-ı Ekber, kapıyı çalıp izin istiyor ve izin verilip içeri girdiğinde ziyaretini tamamlıyor. Ardından, Hz. Ömer geliyor, yine Allah Resulü, konumunu bozmadan izin veriyor. Bir müddet sonra, Osman bin Affan'ın geldiği haberini veriyorlar fahr-i kainata. Hemen üstünü düzeltiyor, öyle kabul ediyor damadını. Sebebini soruyor Hz. Aişe; "Neden?" diyor. "Ondan daha üstün iki insan geldiği halde, sadece Osman'da giyinik çıktın meclise." "Ben" diyor Allah Resulü; "Meleklerin utandığı bir zattan utanmayayım mı?"

 Ve "Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısı." 

 Yalnız; bu üstün ahlakı tamamlayıcı unsurlar; bir sahabide varken diğerinde büsbütün yok değil. Sadece bu kişilerde zirvede. Tabi Allah Resülünde bütün ahlaki unsurlar zirve.

 Ve üstünlük bakımından, nura yakınlık-uzaklıkları farklı olarak, diğer cennetlikler. Mesela Hz. Hamza'da cihat ruhu ve kafire korku salmak zirve.Seciyelerine göre lambanın dört cihetinden, kol kol ayrılan; yahut kaynaktan damar damar akan insanlık.

 Evvela; bize lütuf olan bu ahlaki unsurlardan birini veya bir kaçını bulmak ilk vazife. Bunun için; asrı saadet menkıbeleri birinci kaynak. Sonrasında; tozlu rafta bulduğumuz bu seciyeyi; reçetemiz nisbetinde el üstünde tutmak ve bu seciyenin zirve tecellisini aramak; O'na yapışmak ve yıldızla birlikte fezadaki hak yolculuğa devam etmek.

 Kutlu insanların batınından faydalanmaya inanmak ve ondan akıcı feyzin ulaşması için yalvarmak.. Lakin Rabbe.

 Sanırım, bundan sonrası meselenin nasip kısmına girer ki; şurada konuşucu nispetinde bana; dinleyici cihetinde sizlerden kime verilmiştir, bilinmez.

 Asr-ı saadeti; ahir zamana kıl kadar hususta dahi saptırmadan uygulamak. Ve bakınız; emrin kabuğundan çok özüne inmek mesele. Mesela; zina suçuna had cezası tatbiki... Bakınız şeriatın şartı, zina günahçılarını, dört kişi görecek ve gördüğüne şahitlik edecek; yahut zaniler dört defa itiraf edecek. Biri itiraf edip; diğeri saklarsa; saklayana ceza yok. Ki; hamd olsun henüz İslam, merkep hürriyetinde mübah olan ulu orta zinadan beri.

 Emre bakınız; Allah, gizliliği tavsiye ediyor. "Siz günahınızı gizleyin; ben de kıyamette açmam diyor." Zaten; kardeşinin günahını örtmek evla, kurcalamak yasak.

 Bu hususta zanilere had cezası uygulamak; onları tanımak bile imkansız. Allah; had cezasını yokuşa sürüyor. "Zaten her zaniye uygulansın değil; zanilere korkutucu bir engel olsun"dur amaç. Sır gizlemekte ve gizlemekten gelen pişmanlıktan sonraki tövbede.

 Ulu orta zina edenlere; hırkasını atarak gizlenmelerini sağlayan Sıddık-ı Ekber; zina edenleri görüpte; "Allah'ım affet. Gizlenecek yerleri dahi yok." diye dua edecek incelikte veli; ve işi, sopa vurmak sanan ve ellerinde meşale ev basan yobaz ceddimiz. Daha acısı; zinayı mübah sayan;sorumlusu olarak yalnız zanileri gören ve bulaşmak istemeyen; tatlı su müslümanları biz.

 Bir kötülüğe; el ile, dil ile ve hiç değilse kalp ile engel olma mesuliyetini; ahir zamana gelene kadar nasıl ufalandığını; ve şimdi imanın en zaif hali olan kalp ile onaylamamanın dahi olmadığını görün ve perişan olmamak için saçlarınızı yolun.

 Yineleyelim; hayatın her safhasını; İslam'a uydurmak, tetiği çektikten sonra ki merminin silaha itatatinden daha keskin olarak şeriata bağlanmak biricik kurtuluş. Her Mümin, diğer Mümin'in memurudur. Yani İslam'ı yaşayıp, yaşamadığını sorgulayan ve denetleyen memur. Emri tavsiye, kötülükten men etme farz-ı ayndır. Kim ne biliyorsa, bildiği ölçüde, hatip; bildiği ölçüde tavsiyecidir.

 Fert fert her beşerin eteğine yapışıp "Allah var, hatırla!" demek ne denli garipsenir değil mi? Böyle gariplik, belki de tek kurtarıcımız.

 Hesap sorucu niteliğinde bir Mümin; geçmişinin yakasına yapışacak; "Nerede mensubu olduğum din?" diyecek. Çağdaşının koluna girip; İslam'ın üzerindeki toza üfleyecek; O'nu yüne hayatın mihrakına koyacak; ahir nesline; "Bana bak, nesebim kaybetti, helak oldu. ben bu davanın gündeme gelmesi için çalıştım. Ücretim Allah'ta. İş sende. Davayı dik tut ve Mümin olma şerefini öyle taşı ki; seni görenler; Mümin olamadıkları için kendilerini eksik sanıp; cemiyete çıkamasınlar. Bugün benim yaşadığım müslümanlık gibi; lağım faresi kimliği; Mümin olamadıkları için alınlarına yapışsın."

 Efendiler! Müslümanlık; on bir ay boyunca, ihtiyarın camide; koca karının evde, gençliğin cemiyette sefa sürmesi; Ramazan'da bir kesimin genç-ihtiyar bütünleşmesi değildir. 

 Her an, her kişi, ne ile meşgul ise; o iş ile İslam'ı tanıtıcı ve uygulayıcısı kimliğinde olmaktır. İslam; dışarıdan desteklerle ayakta duracak bir yapı değildir. İçeriden mensubunun ayakta durması şarttır.

 Bir Mümin; seciyesi, hüviyeti, nesebi ne olursa olsun; kim olursa olsun tek üstünlüğünün, kendisini ayırt edici tek turnusolun İslam olduğunu bilmeli. İslam'a uyduğu akdar üstün; uzak kaldığı kadar eksik olduğunu bilen Mümin, çöp toplayıcısı dahi olsa; kimlerden üstündür, kimlerden?

 İslam'ın vermiş olduğu şeref dedik. Kişi; Mümin olduğu ve gereklerini yaptığı için şereflidir.İslam'a uyduğu kadar üstünlük; müminlerden üstünlüğü noktasıdır.

 Dikkat edin. Haram yerine farz işleyen Mümin; tersini yapan Mümin'e kibr ile değil; nasip nazarı ile bakıp "Madem ki Allah bana farzı nasip etti; daha çok İslam'a bağlanmalıyım." şuurunu kazanmalı.

 Üstadın deyimi ile; Mümin; İslam'a iğreti bakanları, kim olursa olsunlar, çağ dışı sanacak. Onlara nasipten uzak olduğu için acıyacak; Onları Mümin olamadıkları için hakir görecek, İslam şuurunu kendinde uyandırdığı için Allah'a hamd edecek. Yalnız, kibre yine yer yok.

 İslam'ı çağ dışı sananları, çağ dışı bırakacak çağı açmanın vakti sanırım geldi. Ve bu devrimi yapacaklar; bugün camide ihtiyar, sokakta çöpçü, okulda talebe, evde anne; yani cemiyette her ferttir. İslam; Her güneşle tekrardan yenilenmesi gereken bir olgu değil; yeni olan her şeyi kendine uydurucu bir yenilenmez ve eskimezdir.

 Bebeğin altına bez bağlayarak, temizliğe ulaştığını sanmak onları fikridir. Bebeğe tuvalet adabını öğretmek ise bizim. Bebeğin her altı temizlendiğinde; İslam'dan kopuk rejim, devrim diye sokaklara dökülürken; Mümin, hacetini yapan bebeği görünce hamd edip; sokağa dökülenlere acıyacak.

 Lafı uzattık. Noktayı; İslam, on dört asır evveli, güne uydurmak değil; günü on dört asır evvele bağlamaktır diye koyalım.

 Her gün doğan güneş aynı; fakat her gün farklı.

 Selam olsun o Mümin'e ki; bir günü diğerine eş değildir.

 Allah'ın selamı üzerinize olsun....

 

   

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...