Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
müznib

Çarşafa Ve Peçeye Dair

Recommended Posts

ÇARŞAFA ve PEÇEYE DAİR

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

 

Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhîtin (ortamın) yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzûsunu veriyor.

 

Niçin onlardan müştekî (şikâyetçi) gibisiniz?

 

O mazrûfa (zarfın içindekine), bu zarftan daha muvâfık (uygun) ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum.

***

Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın mutî (uysal) mahbûseleri değil misiniz?

 

Vücudunuzun şeklini alan bu dil-firîb (cazibeli, alımlı) mahbesi, sizin etrafınıza, sizin yüzünüz üstüne biz ördük; bizim ihtimâmımız, bizim muhabbetimiz ördü.

 

Sizi güneşten, havadan, sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık.

 

Yazık değil mi ki, o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın!

 

Yazık değil mi ki, -ma’azallah- o gözlerin harîmine kolayca lâubâli bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın?

 

Düşündük ki, belki bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz.

 

Nazarlarınız belki, bilâ-ihtiyar (elde olmayarak), birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir (duruverir). Onun için yüzünüzü örttük. Zira tebessümlerinizin, bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor, biz biliyorduk. Gönlümüz onların öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da, bir ipek mahfaza içinde muhâfazalarına lüzum gördü. Çünkü siz hilkaten (yaratılıştan) müsrifsiniz (elindeki kıymeti boşa harcayan), hazinelerinizin bahasını bilemezsiniz.

***

İnsanlar, kadınlara tehakküm (hüküm) ettikleri gündür ki tabîate gâlip geldiler. Cemiyetlerin (toplumların) ve medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel, ilk müdafaa edilen kadındı. Bana inanınız bütün bu evler, bu mâbedler ve bu şehirler sizin için yapıldı ve sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mâbedler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü, sizin mahbesleriniz, o yerlerin surları idi, kaleleriydi.

***

Niçin başka cinsten (toplumlardan) kadınlara bakıp da başınızda garip mütâlealara (görüşlere) meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? Siz başlı başınıza bir âlemsiniz. Ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte bir başka mevcudiyet var mı, yok mu, unuttum bile. Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz?

***

Söze başlarken size demiştim ki, bu çirkin asrın, bu çirkin muhîtin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih (huzurlu) yaşamak için bu kanaat size kifâyet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor: Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki, bana muhabbeti öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor, bâhusus (özellikle) memlekete muhabbeti…

Zira sizin bu örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (kırmızı bayraktan) sonra bu serseri ruha bir râz-âşinâ melce (dost sığınak) ve bir emin mersâ (güvenli liman) saadeti veriyor. Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimâli bile, gayz nedir, hırs nedir, intikam nedir, kin nedir hiç bilmiyen bu tenbel ve yorgun ruhda, beldeler yıkacak, burc ü bârûlar (kaleler ve kuleler) devirtecek bir ateş alevliyor.

***

Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken, haşin adımlarla, yüksek surlar etrafında dolaşan bir eski kahraman gibi söz söylemeye başladım. Belki, bunların hiç birini yapmıyacağım, fakat emin olunuz ki, şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince (yönelince), kendimi her şeye kadir (gücü yeter) farzediyorum. Tarih, menâkıb-ı beşeriyeyi (insanlık destanlarını) dolduran en büyük kahramanlıklar, bana birer çocuk oyunu gibi geliyor.

***

Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhîtin ortasında, asâlet (soyluluk) ve zerâfete yegâne dâl (delil ve âlâmet) olarak, bunlar, sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı terzîl (rezil etmek) için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu gürûha (şuursuz kalabalık) peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde (üstünde), onların haricinde (dışında) biliyorum. Siz mestûr (örtülü, gizli, hayalı, namuslu) ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dinin İlâhı, sizi bu sıfatla sâir mahlûkat arasında mümtaz (seçkin) kılmamış mıydı? Siz O’nun halkettiği (yarattığı) cennet-âsâ (cennet gibi) âlemin meleklerisiniz. O, “Kitab”ında (Kur’an-ı Kerim’de) sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz, mukaddesat meyânına (arasına) girdiniz. Artık ne hâle (bugüne), ne mâzîye (geçmişe), ne de âtîye (geleceğe) mensupsunuz… Yalnız unutmayınız ki, size bu mertebeye (yüksek dereceye), bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız is’âd etti (yükseltti).

 

(Aralık 1915)

 

 

Evet bir zamanlar bu düşüncede ki yazar Cumhuriyetin ilanı ile Kemalist çizgisiyle tanınıyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yazı önemli. Yakup Kadri'nin bir zamanlar ne düşündüğünü gösterdiği için değil, samimiyetsizliğin kimyasını gösteren bir misal olduğu için önemli. Yakup müthiş, müthiş samimiyetsiz bir adam. 'fakat emin olunuz ki, şu dakikada çok samimiyim' derken bile ne olduğundan haber veriyor. Bi üstünü örtme gayreti, bi sıvama heyecanı var abi'de. Eskiden samimiydi de sonra mı bozuldu? Hayır, asla! Bir adam nefs muhasebesine dayanmayan bir değişime uğruyorsa zaten samimi olmamıştır.

 

Veliahd arkadaşımın yaptığı son yoruma katılmıyorum, 'bir zamanlar bu düşüncede' demiş. Kendisi ne zaman düşündü ki, ne zaman samimiyetle inandı ki 'düşüncede' olduğunu söyleyelim? Bu cahilin daha sonradan 'Kemalizm' kelimesini yumurtlayıp, başımıza ideoloji diye iteklemesinde hangi fikir altyapısı vardı ki, şu yüzünden güzel görünen samimiyetsizlik destanında 'düşünce' izi bulunsun.

 

Bu dalkavuklar, ah bu ciğersiz dalkavuklar! Türkiye'nin kurulduğu yıllarda öyle bir putperestlik yaptılar ki, öyle bir şişirmeye gittiler ki nesillerin mahvının vebali onların boynuna. Hem bir kısım halkın, hem de kendilerini neredeyse Tanrı sandırdıkları baştakilerin mahvında tek sebep olmadılar elbette, ama önemli bi katalizör oldular. Yalanlarına inandırdılar, hakikatin önündeki peynirli fare tuzağı oldular.

 

Bir misal vereyim azizan. Kendisi bilirsiniz, Kemalizm İdeoloğu kesilmeden önce, Erenlerin Bağından diye bi yazı dizisi kaleme alıyor. O yazı dizisiyle ilgili olarak, anasının kitabında temiz bir samimiyetsizlik itirafı var. Babanın derdi Mevla, Mevlana filan değil; birilerine hoş görünüp kapağı Mevlevihane'ye atmak imiş. Başka bi şey zaten beklemezdik, ama kendi ağzından okumak ayrı bir tatlı.

 

Bizim Mevlevihane'nin her şeyi nasıl gözümde tüterdi. O sık ve yakışıklı genç Çelebi, elvan elvan tennureleriyle o nazlı nazlı dervişler, o ney ve tanbur sesleri bana ne kadar tatlı, ne kadar cazibeli gelirdi, bu korkunç ve haşin kargaşalığın İçinden! Bir kuş olsam da uçup gitsem oraya derdim kendi kendime. Sanki birdenbire kabuslu bir rüyadan uyanmış, sanki birdenbire gözlerimi bir sevgi ve şefkat kucağında açmış gibi olacaktım o zaman... Hem, Ramazan gecelerinde, bön Cemal ağabeyimle beraber, o dervişler arasına karışmak ve semahaneye girip oturmak imkanını da buluyordum. Gerçi, ne devran olur, ne saz sesi duyulur, ne de Çelebinin yüzü görülürdü böyle gecelerde. Hatta, aklımda kaldığına göre, teravi namazı dahi kılınmazdı. Yalnız, dedelerden birinin hücresinde toplanılıp tatlı tatlı sohbetler edilir ve ara sıra da yine bunlardan biriyle semahaneye gidilerek geniş bir halka hâlinde diz çökülüp oturulur ve saatlerce sessiz sessiz tesbih çekilirdi.

 

Tesbih ama ne tesbih! Her biri iki ceviz iriliğinde beş yüz ve belki bin taneli öyle kocaman, öyle dev gibi bir tesbih ki, yere yayıldığı vakit zincirleme bir daire şeklinde semahanenin bütün kutrunu çepçevre dolanırdı ve avuçtan avuca, kucaktan kucağa her devri en az on beş yirmi dakika sürerdi. Onun içindir ki, başlangıçta pek hoşuma giden ve bana, uzaktan uzağa o kadar imrenerek seyrettiğim Semahaneye girip dervişler sırasında yer almak gururunu veren bu "Elbirliği tesbih çekme" işinden en sonunda bir hayli yorulmuş, kolum kanadım kırılmış olarak çıkardım. Çıkardım ama, İlk fırsatta tekrar etmekten yine kendimi alamazdım.

 

Beni böyle bir gayrete, böyle bir şevke sevkeden işin yalnız Mevlevi tekkesindeki tatlılık ve samimîlik havasından doğduğunu sanmıyorum. Kimbilir belki o bin taneli dev tesbihi çekmek cefasına bir İkbale ermek hırsiyle katılıyordum. Geçmiş gün şimdi, niye saklıyayım? Evet, belki de bu gayreti, bu şevki göstermekten, asıl maksadım dedelerden birinin gözüne girerek Mevlana ocağına kapılanmanın yolunu bulmak ve günün birinde bu meydana böyle manasız bir iş için, böyle adsız bir sığıntı gibi değil, Çelebi efendinin dervişleri etrafında adlı sanlı bir derviş olarak sikkem ve tennuremle, ellerim göklerde, başım havalarda girebilmekti.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...