Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
gardenya

Mazhar Alanson: ‘siyah Örtülü Kadın’ın Yaktığı Ateş

Recommended Posts

SADIK YALSIZUÇANLAR 24.07.2006 PAZARTESİ

 

Mazhar Alanson: ‘Siyah Örtülü Kadın’ın Yaktığı Ateş

 

Bilgeler bilgesi İbn Arabi, Arzuların Tercümanı’nda şöyle der: ‘Hangi güzelden söz ettiysem hep Sen’in güzelliğinden kinayedir/Hangi evi anlattıysam hep Sen’in Beyt’inden söz ediyorum.’

Mazhar Alanson’un ‘Yandım Yandım’ını ilk dinlediğimde bu dizeler gelip konmuştu zihnime. Kendisine yeniden şarkılar söyletenin bir kadın oluşu, inisiyasyon sözlüğüne aşina olmayanlarca bu şarkının doğru anlaşılmasını güçleştirdi. 60’lı yılların ilk yarısında birbirini bulan Mazhar ile Fuat’a sonraki yıllarda Özkan da katıldı. MFÖ, modern Türk müziğinin en uzun soluklu, en özgün, en zengin gruplarından ve damarlarından biri oldu. Bu damarda akan şey, bir yandan geleneksel/irfani duyuşlar dünyasıdır, diğer yandan, modern yaşama karşı, onun içinden köktenci ama son derece insani ve estetik bir eleştiri, yer yer ironi ve giderek bir yaşam deneyimidir. Mazhar Alanson ve arkadaşları, geniş kitlelerin de ilgisini çeken bir manevi/estetik deneyimler toplamının, bir yürüyüşün, hatta bir geleneğin adresi olmuştur.

Yandım Yandım’a gelesiye, Buselik Makamı, Sufi, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da ve Derman Arardım Derdime uğraklarına uğramışlardır. Kaygısızlar’dan, Türk’üz Türk’ü Çağırırız’dan, Şahları da Vururlar’dan, Kahraman Bakkal’dan, Vak The Rock’tan, Adımız Miskindir Bizim’den, Bu Akl u Fikr İle Mevla Bulunmaz’dan geçilmiş, bu menzillerin her birinden yeni bir sıçrama ile bir başka müzikal yetkinlik düzeyine çıkılmış, nihayet iş başa dönmüş ve siyah örtülü kadın, bu bilge şarkıcının kalbine düşürdüğü ateşle, onu yangınların en büyüğüne salmıştır. Öyledir, başlangıç sondur ve son başlangıçtır. Hakikat kürevidir, insan ve varoluş başladığı yere döner, iş kemale erer.

Alanson’u yakan...

Kâbe, kendisini ilk gören her faninin gönlünde o ateşi yakar. Şu ya da bu şiddette ama mutlaka yakar. Kâbe aşk demektir. Aşk ise ateştir. Yakar ve ateşiyle yeni bir vücudun varlığına vesile olur. Kâbe’yi, ‘siyah giysili kadın’ı görünce büyük bilge Rabiatü’l-Adeviyye de yanmıştı. Başını kaldır diye bir ses duymuş, göğe bakmış ve orada bir kan bulutu görmüştü. ‘Nedir bu?’ diye sorduğunda, ‘Âşıkların kanıdır’ denmişti. Allah, sevdiği kulunu seçer ve onu Kendine doğru bir sefere çıkarır. Bu yolculuğun ilk evresinde insanı izzetle yüceltir, ardından belaya duçar ederek zilletle sınar. Buna İbn Arabi, sınav ve tuzak yolculuğu, der. Hz. Yusuf’unki böylesi bir yolculuktur. Onu, aklı temsil eden babası Yakub’dan ayırır. Akıl, benlikten ayrılmaksızın ve ağlayarak körleşmeksizin nur’a kavuşamaz. Nitekim ayette, ‘gözlerine boz indi’ denmiştir. Boz, ışıktır. Kâbe’nin rengi siyahtır ve tüm renkleri kapsar. Mazhar Alanson ihtimal ki, tüm renklerin aurası olan beyazdan da öte ve aşkın renge, siyaha baktığında, onun Yüce İlke’yi simgelediğini görmüş, bu görüşle gönlündeki ateşi fark etmiş ve ‘yandım!’ diye bağırmıştır.

Gördükleri ilgiye rağmen, Ele Güne Karşı Yapayalnız bir yolu yürüyen bu üç kafadar’ın serzakiri Mazhar Alanson’u Yandım Yandım diye bağırtan sırrı anlamak için Yunus Emre’ye kulak vermek zorunludur: ‘Bizim sevdiğimiz Hak’tır/ Bu, halka göz ü kaş gelir.’ Benzer bir ifadeye Hz. Mevlana’da da rastlarız: ‘Aşık olduğumu gördüler/Ama aşkımızın kime olduğunu bilemediler/anlayamadılar.’ Şeyh haklıdır, hele bugün, aklı gözlerine inmiş bir dünyanın bunu anlaması imkansızdır. Mevlevi şeyhlerinden İbrahim Dede’nin dediği gibi, yüz’ün sembolizmi gerçekte İlahi hakikat’in sembolizmidir. Mahmut Erol Kılıç hocanın Sufi ve Şiir’i bize anlatır ki, şair, yüz derken kasıt bilgelerin zikr ve tefekkür meclisinden söz etmektedir. Yanak’tan amaç, onların toplandığı yerde kandil gibi ışık yayan güzellik kaynağıdır, mürşittir. Hat’tan maksat, zahittir. Eğer şair ‘ben’ (hal) diyorsa hakikatte taklit düzleminden tahkik düzeyine yükselen, hem benliğini hem de Sevgili’yi hakikatiyle görebilen, batınını mamur kılmak için dışını harab etmekten çekinmeyen, dünyaya karşı kayıtsız bir bilgeden, ‘abdal’dan söz etmektedir. Göz, bakışı daima ‘mutlak birlik’ aleminde sarhoş olmuş ‘birlik’ ehlini simgeler. Kaş (ebru), alem mülkünün tahtında hüküm süren ‘sultan’ı sembolize eder. Ağız ‘Qutb’un bizatihi kendisini de simgelemektedir.

Alanson’u yakan, Kâbe’dir. Kâbe, yeryüzünün kalbidir. Efendimiz’in gönlü de Kâbe’dir, ilahi merkezdir. Yunus Emre’nin, “Yunus Emre der hoca/gerekse var bin hacca/hepsinden iyice/bir gönüle girmektir” nefesi bunu ima eder. Buradaki gönül, “De ki Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” ayeti gereğince Efendimiz’in gönlüdür. mi hoca bunu şöyle ifade eder: ‘Hz. Peygamber’in gönlüne girmek manevi bir hacc gibidir. Kabe, nasıl, yeryüzünde en yüce anlamda bir mabet ise, Resul-ü Ekrem’in gönlü de bir mabettir. Biz, tövbeyle, aşkla, sevgiyle Allah’tan önce bir istiğfar ederek, tövbe ederek Allah’a karşı o ilahi sevgiye aday olduğumuzu gösterdikten sonra, tövbeyle yıkandıktan sonra Resul-ü Ekrem’in sevgisine, ancak bu şartla bu sevgi dairesine girebiliriz.’

Mazhar Alanson’u yakan sır, Kâbe’nin küp olan biçiminde ve siyah renginde billurlaşır. Küp, ‘dişil’ olan hakikatin, küreden de üstün olan mimari simgeselliğiyle ilgilidir. Hüseyin Nasr’dan öğreniyoruz ki, Işık, yalnızca İslam mimarisinin mekanlarını tanımlamakla kalmaz, aynı zamanda cennet mekanlarının dünyevi bir yansıması olarak görünen hem tamamıyla beyaz hem de tamamıyla renkli binaların kullanılmasını mümkün kılmada merkezi bir rol oynar ki, bu binalar ‘O’ndan başka ilah yoktur’ tanıklığına göre, Allah’ın önünde kesret’in tüm düzeylerini ve çölün saflığını yansıtan yapılardır.

Yepyeni bir menzile doğru

Beyaz, farklılaşmamış gerçekliğin birliğini sembolize ederken, ışığın kutuplaşmasından doğan renkler, Allah’ın kesret içinde tezahürünü ve kesretin Allah’a bağımlılığını simgeler. Her bir renk bir makamı sembolize eder ve bizzat nurdur. Fakat özel bir renkle sınırlı değildir. Renklerin, kozmik varlığın makam ve renklerini simgelediği söylenebilirse, beyazın da tüm var oluşun kökeni olan Oluş’un sembolü olduğu söylenebilir. Yeşille birlikte Hz. Peygamber’in ailesinin rengi olması nedeniyle ve hatta Kabe’yi örten örtünün rengi olarak mimari açıdan önemli olan siyaha gelince; onun, genelde anlaşılacağı üzere Oluş’u da aşan ontoloji-üstü İlke’yi simgelediği söylenebilir. O, Kâbe’nin ilgili olduğu Yüce İlke’yi sembolize eder; çünkü bir anlamda İslam’da tüm kutsal mimarinin ilkesidir.

Ne diyordu Alanson: ‘Özledim seni, düştüm yollara/Açtım gönlümü rüzgarına/Bir hayaldi sanki, bir macera/Yıkıldım, kelimeler paramparça/Yandım... yandım... yandım yandım/Ah ki ne yandım/Bana yeniden şarkılar söyleten kadın/Baka baka doyamadım, hem kokladım da/ Sarhoşluğu geçmedi hâlâ/İçimde sevdan...Hâlâ hoş bir havan var /Ne güzel adın/Bir çizik attın gönlüme, kanattın/İçimde sevdan…/Deli diyorlar bana/Ah bu ayrılık...’

MFÖ’nün bu güzelim yolculuğunun Kâbe’yle yepyeni bir menzile uğradığı bu dizelerde apaçık dile gelmektedir. Kâbe, kendisine gelen hiçbir yolcuyu feyzinden yoksun bırakmaz. Sözü son devrin büyük bilgelerinden Muzaffer Ozak’a bırakalım: “Hak cemalin gören O’dur. O, Ahmed’dir, O Mustafa’dır, O Müçteba’dır, O, Mürteza’dır, O, Muhammed’dir, O, muhabbettir, O âlemlere rahmettir, o günahkârlara sığınak, zayıflara kuvvettir. O Sahib-i Şefaat, O, Sahib-i Makam-ı Mahbubiyet , O Sahib-i Mirac, O Sahib-i Vefa ve Kitap’tır. O’nun kapısından boş dönülmez, O’nun kapısına varan mahrum edilmez.”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mashar alanson hakkında birşey sormak istiyorum bu kişi gercekten sözde degilde özde müslüman mıdır bana bunun cevabını bilen birisi versin lütfen merak ediyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Ben kendi çapında Müslüman olduğunu düşünüyorum. Yani kafayı çekmeye devam eder, sarhoş ağzıyla "sana sarı laleler aldım çiçek pazarından" der ama fikren inanıyordur. Uygulamıyordur... Şahsi kanaatim bu yönde. İnandığına inanıyorum.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

ZAman gazetesinin hafta sonu ekinde röportajı vardı, okudunuz mu bilmiyorum...

 

.....

Şunu da netleştirelim. 'Yandım Yandım' şarkınız Peygamberimiz için mi yazıldı, bir kadın için mi? Çünkü ikisini de söylüyorsunuz?

 

Vallahi de billahi de, Medine'de ilk gün Peygamberimiz için, 'Yandım Yandım' dedim ve orada yazdım. Diğer gün, 'Ah ki ne yandım' dedim. Sonra birkaç mısra daha yazdım. Yıllar içinde oradan oraya gitti. O melodiye başka sözler girdi. O söz açıkta kaldı bir ara. Sözü sonra başka bir şeye soktum, orasının Medine olduğunu belli eden sözleri çıkarttım. Çünkü dini bir şarkı yapmak istemedim ki, ben aşk şarkısı yapıyorum. Orada yandığımı hissetmişim. Böyle bir başka şarkım daha yoktur. Ben niye bir tanesine işaret edeyim? Orada yazdım sonra da içine, 'Bana şarkılar söyleten kadın'ı da koydum. O da doğrudur, kadındır; ama o da Biricik değildir mesela. O da kimseyi ilgilendirmez, hesabını vermek zorunda değilim. Bir saatliğine gördüğüm birisidir belki. Demek ki kendim için yazsam da ortak bir şeyleri yakalıyorum. İster çiçeğin güzelliğine yan, ister çocuğunun güzelliğine yan. Yan Allah yan! Orada da ona yanmışım. Sonra karıma da âşık oldum.

 

Bütün yanmalar öz olarak aynı mıdır?

 

Değildir. Bir daha 'yandım' diye bir şarkı yazmadım ben. Orada Peygamberimiz için yandım. Bunda ne kötülük var, bunun nesini reklam yapayım. Israrla söylüyorum, tasavvuf hayranıyım. Şarkının kime, neden yazıldığı anlatılmaz. Ağzımdan bir kere çıkmış oldu. Ama "Bir hayaldi sanki, bir macera" orayadır. "Özledim seni düştüm yollara"dır, öyledir. "Sarhoşluğu geçmedi hâlâ", odur. Bütün bunlar oranın ilhamıyladır. New York, Bodrum, İstanbul ve Hindistan için de şarkım var. Ama umre diye şarkı yapmadım. Ne zaman samimi, gönlümden geçen bir şey yazmışımdır o çok beğenilmiştir. Hesap yapmadım hiç. Ben bir gerçeği daha söyleyeyim: Ben müzik makamı nedir bilmem mesela (Gülüyor). Hangi makam hangisidir bilmem kardeşim. Bana dinleyenler söyler, bu şu makamdır diye. Bilseydim ne olurdu? Yüz yerine bin bestem olurdu. Bu kadar da imbikten geçmiş olurdu. Hani sanatçı kardeşlerimiz çıkıyor ya, benim 300-500 bestem var diyen. Maşallah ne güzel ya!

 

devamı burda.. okumanızı bir arkadaşımızın dediği gibi şiddetle tavsiye ederim:)

mazhar alanson röportajı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...