Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
turbix122333

İşkencenin Başka Boyutu

Recommended Posts

televizyon...basın...vs...ve biz ve çocuklarımız...özelden genele herkes....toplum düzeni....bu konular üzerinde belki duruldu ama ben burda televizyon ve işkence ilişkisini incelemek istiyorum...böylece hem işkence kelimesi mana zenginliğine kavuşacak hem işkencenin boyutu görünecek hem de işkence yok diyenler acı vermeyen işkencenin farkına varacaklar ,ayrıca televizyon ve basının bilgi kirliliği yanısıra işkence aleti gibi kullanılmasına göz yuman yetkililer BELKİ uyanırlar da (NİÇİN) bu konulara el atarlar...tek cümle ile dünya görüşünden mahrumluğun insanı hapsettiği!! hürriyet fikri çer çevesinde herşeyin serbest zannedilip insanlarda oluşturulan şuur süzgeci ve daha evvelden müspet olarak insanda varolan herşeyi yıkıp insanı istenilen tipe sokma ve daha komiği toplumu aç bırakıp hırsızlığı suç göstermek gibi abes bir duruma düşüp suç vermek daha da kötüsü Üstad ın tabiri ile hapiste ıslah yerine canavarlaştırıp dışarı bırakma gibi akla ziyan bir strateji?? uygulayıp milleti hasta olduğunun farkına varamayacak bir hastalığa müptela ettikten sonra huzur ve mutluluktan bahsetmek ve bir günü diğer güne erteleyici cak -cek edatları ile konuşup insanı sinirden öldüren bu insanlara haykırıyorum??? Çağdaş ve ileri olmayı bırakında rol model olarak gördüğünüz batının batmak üzereyiz çığlığını sinek vızıltısı kadar olsun DUYUN! ve artık batının kusmuk diye kustuğunu bize ideal diye göstermeyi bir kenara bırakın da bize bizim adımıza yaptıklarınızın hesabını verin...işkence sadece maddi olarak zarar vermek değildir....Bizler dinimize küfür edilmesini ve yaşanmaya değer hayata giden her yolu tıkayıcı her uygulamayı işkencenin en kötüsü diye ele aldıktan sonra bu işkenceyi yapanlara burdan sesleniyoruz...yeter...

 

bu konuyu büyük doğu adına büyük doğu önünde hesaba çekiyoruz...fikri olanlar bizlerin ufkunu açmak varsa yanlışımızı göstermek için yazssınlar.....

Share this post


Link to post
Share on other sites

ayrıca bu konu hakkında bir düşünürün fikirlerini verip bu konunun ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermek istiyorum:

 

"sadece basın,reklam ,radyo,televizyon sinema gibi kültürü kitlelere ileten araçların mutlak gücü değil,aynı zamanda bunları,bireylerin davranışlarını iktisadi ahlaki,siyasi maksatlarla şartlandırmak için kullanan kurumlar,öyle fiili bir durum meydana getirdi ki ,orada ferdi davranışlarınen görünür yönü ,davranışların şemalar halinde biçimlenmesidir.şartlandırılmış reflekslerin reklam kurgusundan tutun da ,duygusal klişelere ,önceden hazırlanmış formüllere göre kitlelerin siyasi tepkilerini belirginleştirmeye varıncaya kadar,insanın tarihi atılım ve harekete geçme anı ikinci plana itiliyor.EVET SORUMLU VARLIK OLARAK HAREKET EDEN VE VERDİĞİ KARARLA,FİİLEN YENİ BİR GELECEĞİN AÇILIŞINA KATKIDA BULUNACAK OLAN O İNSAN ASIL ROLÜNDEN UZAKLAŞTIRILIYOR.çünkü hadiselar sadece yüzeyden görüldüğünde,bütün tarih,sırf kendi etkinliğine sahip yapıların bir diyalektiğine indirgenebilir gibi gelir.öyle ki yapıdan hareketle onu doğuran insani eyleme yükselme,insani eylemi arayıp bulma ihtiyacı BİLE HİSSEDİLMEMEYE BAŞLAR.bu bakış açısı içinde "yapılar tarafından sahneye konulmuş bir kukla " gibi düşünülür ve (Michel foucault) ile birlikte "İNSANIN ÖLÜMÜ" ilan edilir."

(roger garaudy)

Share this post


Link to post
Share on other sites

düşünüyorumda gözüme takılan gözlük ile belirlenen bakış açısı zaviyesinden eşya ve hadiseleri değerlendirmek takılan gözlüğün bakış açısını yansıtır değil mi? yani gözlüğü tenkit ederken gözlüğün bakış açısını yansıtıyorum... peki bundan kurtulmanın yolu ne?

Share this post


Link to post
Share on other sites

ayrıca bu aklın metodunu da elever miyor mu? akıl nasıl algılar?sorusunu sorduğumuz andan itibaren şu şüpheye düşüyorum aklın nasıl anladığını bilmeden olaylara gerçekçi bir yaklaşım sergileyemem.bundan öte ilk konu ile birlikte ele alırsam karşıma şu çıkıyor aklın nasıl anladığını bir kenara bırakıp basın ve yayın organları ile bana empoze edilen bakış açısını aşmadan eşya ve hadiseleri hakikati ile bir muhasebeye çekebilir miyim?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın şöyle bir tesbiti var: "150 yıla yakın bir zamanda beri, bizde doğru ve güzel iddiasiyle ne yapılmışsa, o işi yapmak için değil, İslam'a karşı çıkmak için yapılmıştır"

Televizyon, gazete, dergi, topyekûn basın yayın organları hangi davanın emrindeyse, hangi gayeye hizmet etme derdindekilerin elindeyse ona göre bir şekil alıyor. Ya ulvî, yahut süflî bir mahiyet üzerinde olan tesiri çok büyük bu iletişim araçlarının ülkemizdeki tarihi seyri incelendiğinde ortaya çıkan tablo, günümüzde bu araçlar vasıtasıyla uyuşturulan, şahsiyetsizleştirilen, mukallitleştirilen, gayesizleştirilen, kısaca gayri islami bir çizgiye oturtulan nesillerin ruhunun hangi ellere, hangi emellere emanet edildiğinin bir göstergesi oluyor.

Bu iletişim araçlarından püsküren, oluk oluk akan irini, kazuratı; bu dünyanın içine girerek direkt görme imkanı bulan Üstad her seferinde tenkid etmiştir, bütün pisliklerini ortaya dökmüş ve o dünyaya yakışacak olan ismi de kapılarına asmıştır: Bâb-ı âdi

Ülkemizde sadece bu yayın organları değil, bir insanın ruhunu, şahsiyetini, kimliğini, davranış şekillerini yoğuran her ne var ise (başta eğitim sistemi) onlar gayr-i islami bir sistemin tahakkümü altındadır. Ve bu unsurların hepsine dünyaya geldiği andan itibaren maruz kalarak beyni uyuşturulan bir insan evladının kendisine ruhî bir işkence çektirildiğini anlaması bir hayli zorlaşıyor. Aksine, elinden bu yayınlar alınan bir insan kendini işkence görüyormuş gibi hissediyor. Uyuşturucuya alışan insanın elinden uyuşturucusunu almak gibi bir şey. Takip ettiği süfli dizinin bir bölümünü kaçıran bir insanın üzüntüsünü düşünün.

Türkiye Cumhuriyeti, yaşanmaya değer hayatın kaideleri üzerine bina edilmedi. Tam aksine, bu kaideleri Batı taklitçiliğini yerleştirmek için Üstad'ın tabiriyle çöpe attı.

İnsan, nasıl bir ortamda dünyaya gelirse gelsin, hakikati arama, bulma ve ona teslim olma mesuliyetinden kurtulmuyor. Üstad'ın Muhasebe şiirinde geçen şu mısralar tam da bu hususa işaret ediyor:

Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;

Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?

Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi?

 

Başı enseden ayırmak; doğduğundan beri şahsiyetsiz ve taklitçi bir yapıya ulaşması için o başa empoze edilen her türlü menfi tesirden kurtulmak manasında düşünülebilir. O baştan kurtulan ve kendini muhasebeye çekmeye başlayan insan için varlığın, kendini bulmanın da süreci başlar.

Bu sistemin empoze ettiği bakış açısını aşmadan eşya ve hadiseleri hakiki bir muhasebeye çekmek mümkün mü? Muhasebe; sahip olunan bakış açısının çerçevesi içinde gerçekleşeceğine göre, yani fikir dünyasını imar eden ana âmil bu sistemin, bu basın ve yayın organının elinden çıkma bir kafa olup da o kafa tarafından yapılacaksa, düşünme, tahlil etme, hesap sorma, muhasebeye çekme de ancak o kafanın sınırları dahilinde olacaktır.

Şöyle düşünelim. Batı'daki mütefekkirler, Batı'nın yüzyıllardır içinde bulunduğu buhranı tespit edebiliyorlar, Batı'nın bir çıkmaz içinde olduğunu anlayabiliyorlar ve hatta bunlara bir çözüm yolu da sunmaya çalışıyorlar. İşte bu noktada tıkanıyorlar, çünkü hakiki manada insan ruhunun biricik gıdası olan, insana biricik saadeti verebilecek olan ana kaynaktan mahrumlar.

Metafizik ürperti, fikir çilesi, nefs muhasebesine meyilli bir kafa, bu sistemin sıkıştırdığı daireden çıkamadıkça eşya ve hadiseleri hakikati ile bir muhasebeye çekemez. Kendisine çizilen daire içinde en son noktaya kadar gelebilir, sınırlarını zorlayabilir ama sınırlarını aşamaz. Aşamadığı, çilesine şifa bulamadığı için de kıvrandıkça kıvranır. Ne zaman ki sonsuzluk kervanından bir ruh erbabı ile tanışır, ruhunu onunla besler, o zaman zincirlerini kırar. Ki zaten yukarıda bahsettiğim meyilden yoksun olanlar o sınırları zorlamaya bile kalkmayacaktır. Kendisine gösterilen izden yürümeye devam edecektir.

 

---

Tıklayınız: Nefs Muhasebesi

Genç Adam Düşün!

Share this post


Link to post
Share on other sites

akıl bahsinde olduğu gibi aklın kendi başına yapacağı yani eleştireceği yine kendi bakış açısı olacak...örneğin EFENDİM İZİN bir sözünü zahiri mansı ile ele alıp redde kalkışmak yerinne kendinde meydana getirdiğin bakış açısı ile aklı denetim altına alyor ve ancak bu şekilde bir yaklaşım ile olaylara sarkabiliyor ve anlam verebiliyorsun...peki siz hürsünüz diyen insanlar buna nispetle hürriyetimizi gaspeden yayınları ile suç işlemiş olmuyorlar mı? örneğin tecavüzün yasaklandığı bir yerde bir insanı bir odaya kapattıktan sonra onu tahrik edici yayınlar ile tahrik edip zıvanadan çıkarmanın suçunu belirleyecek hangi merci var...tolstoyun bir eserinde müzik ele alınırken şöyle deniyor:müziğin insan ruhu üzerine etkileri var mesela çinde müzik kontrol altında peki insan ruhu üzerine etkisi olan bu müzik ile tahrik olup bir suç işlerse kim suçlu olacak."hipnoz altında ırakılıp cinayet işlettirilirse ,hipnoz eden mi ,edilen mi suçlu ? diye sorarsak tabiki hipnoz eden deriz.bu şekilde ele alınınca ,televizyon ve basın yolu ile insanda ulvi adına ne varsa yıkıp laçkalaştırdıktan sonra oluşturulan yeni insan tipi ile herhengi bir ideal peşinde olması ve iyi bir insan olmasını beklemek ahmaklık olmaz mı?ve bunu Büyük Doğu nun şuhükmü ile birlikte ele alırsak olayın tedbiri nasıl olmalı sorusu ile birlik te şahsiyet sahibi olmak ile şahsiyetsiz olmak ne demek kalın çizgilerle göstermiş oluruz hüküm şu :televizyon ve radyoda Kuran azıt tek nefes bile çıkamaz...ama bizim şuan ki hal bir dünya görüşü olmayınca ancak özgürlük teranesi altında güya özgürlüğü savunup kendi aptallığını örtmek gibi başka bir ahmaklığa düşülüyor...Yetkililer bizi duysun...

 

 

LÜTFEN ŞU ÖRNEĞİ OKUYUN (BU OLAYI BEN BİZZT YAŞADIM)

İBRET LEVHASI VE MEVZUMUZA DELİL:BİRGÜN İKİ GENÇ İLE SOHBET EDERKEN LAF ARASINDA TELEVİZYON SPOR VS DEN KONUŞUYORDUK (ÇOCUKLAR SPORU ÇOK SEVİYOR) BENDE RUH HALİ OLARAK BU OLAYA ÇOK KIZGIN OLDUĞUM İÇİN ŞÖYLE BİR SORU SORDUM:SİZE TELEVİZYON VE SPOR ADINA NE VARSA KALDIRACAĞIZ ANCAK İSTERSENİZ İKİNCİ BİR ŞIK VEREYİM BUNLARIN YERİNE İSLAM I TOPYEKÜN KALDIRACAĞIZ NE DERDİNİZ? BEN İÇİMDEN ŞÖYLE BİR TAVIR TAKINACAKLARINI BEKLİYORDUM:YÜZÜME TÜKÜRÜP " SİZ BİZDE KÜFÜR ALAMETİ Mİ GÖRDÜNÜZDE BÖYLE BİR SORU YÖNELTİYORSUNUZ" DEYİP KALKIP GİTMELERİNİ BEKLERKEN KISIK BİR SESLE İKİNCİ ŞIKKI İSTEYECEKLERİNİ SÖYLEYEREK ÜZGÜN OLDUKLARINI BELİRTMEYE ÇALIŞTILAR...

 

Bu örneği genellemeden sadece insana empoze edilenlerin boyutundaki ciddiyeti göstermek istiyorum.ayrıca şu sorunun da cevabını istiyorum:başıboş bırakılmış basın ve yayın organları ile benim gibi insanların istismar edilecek tarafını ellerinden geldiği kadar istismar etmeye cüret gösterenlre yetkililer nasıl bir çözüm getirecek ve nasıl dur diyecek ?????????????

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu yayınların ruh zehirlediği hususunda yetkililerde bir şuur olmadıktan sonra bunları bir sorun olarak algılamaları ve bunlara bir çözüm getirmeleri çok zor.

Getirilecek çözüm ise gayet kesin ve net; basın ve yayın dünyasının insanlara sunduğu yazıda, resimde, karede İslam'ın kaidelerine aykırı hiç bir şey olmayacak.

Bu yayınlara maruz bırakılan Müslüman genç ise bunların hiç biriyle iştigal etmeyecek. Kendisine ruh besleyici faaliyetler bulacak.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu yayınların ruh zehirlediği hususunda yetkililerde bir şuur olmadıktan sonra bunları bir sorun olarak algılamaları ve bunlara bir çözüm getirmeleri çok zor.

Getirilecek çözüm ise gayet kesin ve net; basın ve yayın dünyasının insanlara sunduğu yazıda, resimde, karede İslam'ın kaidelerine aykırı hiç bir şey olmayacak.

Bu yayınlara maruz bırakılan Müslüman genç ise bunların hiç biriyle iştigal etmeyecek. Kendisine ruh besleyici faaliyetler bulacak.

yaptığınız sadece temenni olarak kulaklarımızda çınlarken her geçe gün ve doğan her çocuğumuza empoze edilen bu zehirler karşısında alınması gereken tavır ne? ben öğretmenim ve bu olay ilkokul çocuklarına kadar nüfuz etmiş...kimi selena olmuş kimi recep ivedik kimi bez bebek kimi hades kimi televizyonlarda gördüklerini uygulamaya çalışıyor üniversitede ise batı taklitçiliği ile şahsiyetler tek tek yitiriliyor...bunlar hayal ürünü yada karamsar bir bakış açısının verileri değil vaka...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu zehirleme stratejisi karşısında alınması gereken tedbir ve tavır ailede başlıyor. Çocuğun dünyaya gelmesine vesile olan ailede. Aile manevi, ulvi ve ahlaki bir temel üzerinden kurulmuşsa, Allah'ın emanet olarak verdiği o çocuk, televizyon tarafından değil, anne baba tarafından en ince edeb ve keyfiyet kaidelerine göre yetiştirilecektir. İnsan taklid ederek öğrenmeye başlar, sevdiği, hoşuna gittiği kişileri kendine örnek alır. Ailede islam şuuru ve bu şuura yönelik sıcak ve huzur dolu bir davranış atmosferi, şanlı tarihimizin hakiki kahramanlarını evladının karşısına günümüz teknolojisinin imkanlarından faydalanarak örnek alınacak kişiler olarak sunma bilinci yoksa, ailenin kendisi televizyon bağımlısı ise, bu zehirler ile büyümeye başlar çocuk.

Doğan her çocuğumuza empoze edilen bu zehirler karşısında alınması gereken tavır, dünyaya çocuk getiren her ailenin bu şuurlara erdikten sonra çocuk sahibi olması. Ki yaşadığımız şartlar altında bu fazlasıyla ütopik bir fikir. Ortada bir zehir varsa, ya o zehir yok edilir (muzır neşriyat ve yayınlar kökünden temizlenir) yahut da insanlar o zehirden kendilerini koruyacak olgunluğa ulaştırılır. Ailenin kurucuları olan anne baba, kendileri de televizyon tarafından zehirlenmiş kişilerse, televizyonun, basının aşıladığı bir mukallit kişilik taşıyorlarsa, o ailede doğan bir çocuk için, o çocuğu o annenin ve babanın zararlı etkilerinden korumak için ne yapmak lazım? Çocuğu televizyondan önce o anne babadan korumak lazım. Bu içinden çıkılmaz bir kısır döngü gibi geliyor bana.

Bu zehirler karşısında alınması gereken tavırlar belli de bunları alacak aileler nerede?

Share this post


Link to post
Share on other sites

peki bu çıkmazın cevabını ,böyle bir sorun yokmuş gibi kulak ardı edip mutlu mutlu!!! yaşamak mı lazım ?büyük doğunun ipuçlarından hareketle bu mevzuya eğilmek mi lazım?bu benim gözümde en önemli konulardan biri ve bu açıklığa kavuşturulmalı ve ona göre bir tavır ALINMALI!!! yoksa yazılanlar ve çizilen bir ruha kavuşmayan kelimelerden ibaret kalırken ,doğan yaşayan ve hayatını devam ettiren her insan ( yaşamak sandığı vehimden) kurtulamayacak ve yaşanmaya değer hayat ne bu soruyu bile soramadan gidecekler? inşallah yaptığım başka araştırmaları da bura ya aktaracağım...bu konunun ehemmiyetine binaen sizinde el atıp bu muammadan bizi kurtarmanız dileği ile....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hayır, elbette ki böyle yaşamamak lazım. Alınması gereken tavır belliyken, bu tavrın insanlara nasıl aşılanacağı hususuna bir cevap bulmak lazım. Biz, kendimiz, bu meselenin şuurunda olan insanlar almamız gereken tavrı alacağız, alırız. Cemiyetin yekûnuna bu tavrı nasıl öğreteceğiz, sizin bu konudaki tavsiyeniz, çıkış noktanız nedir?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu konu en hassas olduğum konulardan birisidir.

Tv izlemem lakin benim imkanımın dahilinde olmadığı için o kutuya bakmak zorunda kalmıyorumda değil.

Bu konuda hassasiyetin en önemli yanı ailede başlar.

Bir anne ,bir baba tv ekranına kilitlenmez ise bu sorun anında kalkar kanaatindeyim.

Zira bir çocuğun eğitimi sadece anne ve babada hele ki annede başlar. Hayattaki neşriyatları öğretebilecek tek öğretmen annedir bana göre.

Bu konudaki çıkış noktası ,hepimiz aklı başında bir hayat idame ettirmeye çalışıyoruz,güncel yaşamımızda bir çok insanlarla oturup kalkıyoruz,bu konunun evvelinde ben zaten kendi öğrencilerime tv hakkında her zaman nasihatte bulunuyordum ,sevindim ki benim kadar rahatsız olanlar var imiş,herkes kendi oturup kalktığı insanlara bu konunun derinliği hakkında mevzu bahis açabilir,ekrandaki programların zararlarını çocuklara ne tür bir etki yaptıklarını anlatabilir.

Belki tümü ikna olmaz olmasına da en azından bu konuda biraz ilerleme kaydedilebilir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Hayır, elbette ki böyle yaşamamak lazım. Alınması gereken tavır belliyken, bu tavrın insanlara nasıl aşılanacağı hususuna bir cevap bulmak lazım. Biz, kendimiz, bu meselenin şuurunda olan insanlar almamız gereken tavrı alacağız, alırız. Cemiyetin yekûnuna bu tavrı nasıl öğreteceğiz, sizin bu konudaki tavsiyeniz, çıkış noktanız nedir?

evet güzel bir noktayı vurguladınız alınacak tavır belli iken ,bu tavrın insanlara nasıl aşılanacağı başlı başına bir mevzu olması hasebiyle bunu bir kenera bırakıp,ilk önce problemi parmak izine kadar tespitine girişmeli ve bu konu ile ilişkili her konu lif lif edilip ortaya konulmalı...problem en ince ayrıntısına kadar ortaya konmadıkça o problemi her ayrıntısı ile aydınlığa kavuşması beklenemez...ayrıca bir problemi genel hatları ile belirlemek ,kapalı bir kutu gibi ortaya koymaktır ki bu ortaya koyuş ve bu şekilde bir çözüm arayışı bizi çözümden uzaklaştıracaktır...zaten bildiklerinizi size tekrar anlatıyorum farkındayım ama beni bu konuda mazur görün çünkü konu bütünlüğünü sağlamak için bunu yapma gereği hissettim...işte bu gereklilikten dolayı bu mevzunun üzerine biraz daha abanmak adına bir kitaptan alıntı yapıp mevzuyu geniş bir platformda muhasebeye çekme imkanı doğmasını diliyorum...

 

"bir iç hayatın şuura ulaşabilmesi ,ancak bir düşünce sisteminin ve onun kategorilerinin düzeni ile bağdaşması, onlarla bağıntı içerisinde kavranabilmesi ile mümkün...düşünce sistemi ,içinde doğana nazaran toplum gelişiminin oluşturduğu birşey;ve her toplumun yaşama çabası çerçevesinde hayat biçimine bağımlı olarak bir duygulanma ve etkilenme yolu geliştirmiş olması ,nelerin şuura ulaşacağını nelerin şuura ulaşamayacağınıbelirleyen bir kategoriler sisteminin oluşmasına sebep oluyor.bu sistem ,sanki " toplumun şartlandırma süzgeci " gibi görev yapıyor; b süzgeçten geçemeyen ruhi haller ,şuura ulaşamıyor."

ayrıca bu konuyu bergson un yaratıcı tekamül adlı eserinden bir bölüm verip problemi hiç bir yerinde gölge kalmayacak hale getirip ondan sonra bir çözüm getirme için kafa patlatmak daha uygun görünüyor...

 

 

 

bu mevzunun ayrıca tasavvufun gerekliliği noktasına vardığını başka bir yazımda İnşallah anlatmaya çalışacağım...ayrıca burda insanı ürperten bir söz yazmak istiyorum farklı bir açıdan bakmaya imkan sağlaması için:"senle yaşayabileceğim iklimi kurmak isterken ,zaman geçiyor zaman.BENSE YAŞAMAK İSTİYORUM"

 

 

ayrıca o şöyle bir metod takip edelim :

1-problemi bir cerrah gibi ameliyet masasına yatırma

2-hastalığı tam teşhis

3-büyük doğu eczasından bir reçete yazma

(ayrıca bu reçete ile birlikte hastalığın yayılmasını engelleyici tedbirlerin alımını da bu reçete de bildirme :ki burda işin ne kadar zora dönüştüğünü ve nerelere kadar sarktığının farkındasınızdır.)

4-hastalığına hangi ilacın iyi geleceğini bilen adam ilacı almıyorsa reçetenin bir öneminin kalmayacağını göz önünde tutarsanız bunun bizi aksiyona davet edişinide seziyorsunuzdur...

5-başlı başına fikir mevzu olan istetilme meselesi ve istetme dehasına malik olma

 

son olarak bu konulara niçin bu kadar önem veriyorsunuz diye şüphe içinde kalanlar varsa

cevap:"BİR GENÇLİK BİR GENÇLİK BİR GENÇLİK ,ZAMAN BENDEDİR VE MEKAN BANA EMANETTİR ŞUURUNDA BİR GENÇLİK.

UMARIM DİĞER ARKADAŞLAR DA BUNUN ÇÖZÜME KAVUŞMASI İÇİN FİKİRLERİNİ ESİRGEMEZLER...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ortada bir problem olduğu aşikar, hatta ve hatta bu probleme sebep unsurlar (kişiler, kuruluşlar) dahi bunu kabul etmekteler. Fakat meselenin çözümü o kadar basit değil. Bunu sadece tv için söylemiyorum, yaşantımızın bütün ve en ince noktalarına kadar nüfuz etmiş olan bir pasaklanmışlıktan bahsediyorum. Ve her zaman iddia ettiğim gibi işe önce 'müslüman'ım diyenlerden başlamak gerektiğini yineliyorum. Dünya da kaç millet var ki, davasını bilmeden, benimsemeden başarılı olabilsin. O zaman sorun ötekiler değil biz ve davamız mesabesine indirgeniyor.

 

Peki ne yapmalıda müslümanlara ulaşmalı? Ya da ulaşınca hangi gerçekleri onlara üslubuyla güzelce anlatmalı. Ortada bu kadar fikir! bu kadar akım varken, kim gelip de sizin söylediklerinize kulak verir? Onlar zaten selamette değiller mi?? Aslında söylemek istediğim şu, bizler birey olarak elbette okumalı, öğrenmeli ve nasibimiz nisbetinde anlatmalıyız. Fakat bu meseleler(tv'den tutun da, yaşam tarzına kadar) nasıl ki devlet eliyle, rejim eliyle bu hale getirildiyse şimdi de iş yine devlete düşmektedir. Bugün devletin kadrosu 'büyükdoğu' hamuruyla az-çok yoğrulmuş bir kadrodur. Üstad kuşağıdır. Bunun önemini bilmek ve sahip çıkmakta biz müslümanlara bir borçtur. Kurtuluş ya şimdi olacaktır ya da Allahu Alem 'BÜYÜK KURTARICI' gelince.

 

Ama ayeti kerimede de buyrulduğu üzere, bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Bu kadar açık ve keskin bir söylem karşısında 'devlet baba'yı beklemekte heralde pek de mantıklı olmasa gerek. Şimdi burda, tam da bugün bir başlık açılsa, haydi gönüldaşlar kapatın televizyonu,radyoyu kurtuluşumuza bir adım atın dense, acaba ne tepki verilir?

 

Evet durumumuz tamda böyle. Üzerimizde ki bu atalet hali bir türlü gitmek bilmiyor. Hayatımızdan lezzet almak şöyle dursun, her yediğimizi kusar durumdayız. Hergün şikayet, hergün bunalım. Belki her gün isyan. Allah sonumuzu hayır eylesin. Her işin başı gönülden istemekten geçer. Hiç olmazsa islam alemine dua edelim. Kurtuluşumuzu isteyelim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

sürekli karşıdan birşey mi beklemek lazım...

bir yazıda okumuştum "çilemiz çilesiz müslümanların hali" diye...

yani çilemiz kendimiz....

çile çekin diyenler niçin çile çekilmeli sorusuna cevap bulabilmişler midir?

yoksa çile çekin diye herkeste bir kopyacılık mıdır....

niçin çözüm bulamıyoruz...niçin....

düşünüyorum da konuşmak için bir mesele arıyorum mesele bulmakta zorlanıyorum...

bu zorluk beni sükuta davet ediyor....

işte bu haldeki adam ya o sükutu kendine perde yapıp alim az konuşur diye nefsini pohpohlar...

yada Yine tersinden bir pohpohlama işi ile her türlü mevzuyu çözmüş gibi bir hale bürünür...VE BOL KESEDEN KONUŞUR...

meselemiz ne ve niçin mesele arıyoruz.....

olmayan olayları varmış gibi göstermek mi amacımız...

yoksa dünyayı okumak mı...

yoksa acı çeken ruhunu şapşallığı mı?

nedir...

biri kalkar en arkaya alması gereken mevzuları öne alır ve delil olarak kullanır oysa amaç onu korumaktı...insan korumak için canını feda edeceğini düşündüğü şeyi en öne alır mı?

ayrıca hep dedim muhatap olmanın tek ve yeter şartı ben muhatabım demek değil senin kendine muhatap kabul ettiğin seni kendine muhatap kabul eder mi zannettin...

ADAM KALKAR AYET VE HADİSLERİ OLUR OLMAZ HER YERDE KULLANIR BU DİYALEKTİK SAHİBİ OLMAMADIR...

AMA AHMAK ADAM NE BİLSİN???

İÇİNDE HADİS VE AYET OLMAYAN ESERLERİ BU ESERLER DİNİ DEĞİLDİR DİYE DÜŞÜNEN ADAM DİNİN KUŞATAN VASFINI ZEDELEDİĞİNİ NERDEN ANLASIN....

OYSA BÜYÜK DOĞUNUN VERİLERİNE EL ATARKEN BİLE "ACABA" DİYE DÜŞÜNÜLMESİ GEREKİRKEN İNSANIN ,NERDE KALDI AYET VE HADİSLER...

BU KONUŞMALARDAN: EEE O ZAMAN AYET VE HADİSLERE HİÇ DOKUNMAYALIM MI DEMEK İSTİYORSUN DİYENLER ÇIKABİLİR....

TABİKİ HAYIR SADECE BİR UYARI ...

ACABA BİZ HAKİKATİ BAYILTIP IRZINA GEÇENLERDEN MİYİZ: KORKUSUNU ASGARİ DERECEDE YAŞAMAK VE EL ATTIĞI "ŞEY" İN KENDİ RUH SEVİYESİNE DÜŞÜRMENİN YOBAZ OLMA YOLUNDA ATILAN BİR ADIM OLUŞUNU UNUTMAMASI İÇİN BİR UYARI ...HAKİKATİ YÜKSEKLİĞİNDEN KENDİ RUH SEVİYENE DÜŞÜRÜP ORDA HAPSETMEMEK...

SADECE BU...

 

YUKARDAKİ YAZILANLAR ÇOKTANDIR BEN DE BİRİKMİŞLERDEN...NİÇİN BUNLARI YAZDIM BUNLARDAN BAZILARI HANGİ MEVZUY EL ATARSAM ATAYIM UYMAK ZORUNDA HİSSTTİĞM ÖLÇÜLERİM...

 

AYRICA BU KONUYA DÖNERSEM ,KONUYU HALA ARAŞTIRIYORUM...TEKRARDAN DÖNECEĞİM İNŞALLAH...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yusuf GEZGİN

[email protected]

27 Nisan 2010

 

Modern yaşam tarzı hayatın her alanında cinselliği teşvik ediyor, cinsel metaları, malzemeleri öne çıkarıyor. Kadınlar cinsel dürtüleri harekete geçirecek şekilde reklam malzemesi olarak kullanılıyor. Son zamanlarda erkekler de cinsel özellikleri öne çıkarılarak reklamlara konu edilmeye başlandı.

 

Bu gün kadın ‘modernlik’ adı altında erkekleri tahrik ve aileleri, toplumları dejenere aracı olarak kullanılmaktadır. Kadın erkek eşitliği iddiasındaki batı, kadını bir ‘insan’, ‘ana’, ‘eşit bir fert’ olmaktan öte, bir ‘dişi’, ‘cinsel meta’ ‘ticari araç’ haline getirdi.

 

Hızla yaygınlaşan ve erişimi kolaylaşan pornografi, medyada bolca açık saçık fotoğrafların olması, sürekli pompalanan cinsel figürler insanların üzerinde baskı oluşturmaktadır. Arama motorlarındaki aramaların yaklaşık ¼ pornografi içerikli olduğu ifade edilmektedir. (Dr. Furkan Aydıner “İnternet canavarı canınıza okumadan” Zaman, 4 Nisan 2010)

 

Türkiye müstehcenlik konusunda batıdan daha kontrolsüzdür. Normal Web sitelerinde, gazetelerde, Tv’deki halka açık yayınlarda, ummadığınız yerlerde karşınıza tahrik edici görüntüler çıkabilmekte, her fırsatta kadın vücudu sergilenmektedir. Kadın haklarını savunanlar, feministler kadın vücudunun erkeklerin cinsel dürtülerini tahrik için, bayağı bir meta olarak kullanılmasına ses çıkarmamaktadırlar. Afganistan’daki kadının burkasıyla yakından ilgilenenler kadın ticareti konusunda sessizler, kadın vücudunun teşhirini-istismarını modernliğin gereği görüyorlar.

 

Bizde belirli kesimlerin üreterek topluma pompaladığı ‘kadına özgürlük!’, ‘ben özgürüm!’, ‘özgürleş!’ vs. gibi sloganların aileyi bitirmeye dönük çabaların bir sonucu olduğu kanaatindeyim. Cinsel özgürlük ve kadının hoyratlaştırılması batıda, azalan ve yaşlanan bir nüfus, perişan aileler ve bohem-hazcı nesilleri miras bıraktı.

Cinsellik ve pornografinin zihinleri teslim alan, dikkatleri dağıtan, hafızayı zayıflatan, öğrenme çabasını baltalayan, insanın enerjisini belden aşağıya teksif eden tarafları vardır. Sanki dünyada ve ülkemizde cinsellik ve pornografi, planlı ve hedefli olarak hayatın her alanına pompalanmakta nesiller, beyinler hadım edilmekte, toplumlar çürütülmektedir. Cinsellik ve pornografi cinsel suçları, tecavüzleri, cinayetleri, uyuşturucu vs. kullanımını tetiklemektedir. Son yıllarda toplumumuzda hızla artan cinsel sapkınlıkların ve aile içi cinsel suçların, kabartılan cinsel dürtülerle yakından ilgili olduğu muhakkaktır.

 

Pornografik malzemelerin yaygınlaşması, bunun küçük çocuklara kadar ulaşması, cinsel duygulara erken uyanmaya ve tatminsizliklere neden olmaktadır. Erken uyarma, tatminsizlik ve cinselliğin sınırsızca kullanılmasının bir ‘özgürlük’ olarak sunulması pek çok sapık ilişki biçimini doğurmaktadır.

Liselerde ortaokullarda pornografik malzemeler, dergiler, görüntüler kolayca bulunmakta, hızla yaygınlaşmaktadır. Okullar bilimin, eğitimin, ahlakın değil, fuhşun ahlaksızlığın alanı haline getirilmek istenmektedir. Gençler cinselliğin ve pornografinin ağındadırlar. Okullar arkadaş bulma mekânları olmuştur. Pek çok okulun eğitimi, öğretimi ve disiplini çok zayıftır. Ülkemizde gizli bir el eğitimde öğretmenlerin saygınlığını ve etkisini iradi olarak azaltmakta, gençleri hedefsizliğe, serseriliğe itmektedir.

 

Okullarımızdan virüslü, hedefsiz, donanımsız, herhangi bir becerisi olmayan, aklı belinde nesiller yetiştiriyoruz. Liselerde 15-16 yaşında hamile kalan kızların sayısı her geçen gün artmaktadır. Üniversiteler normal kız-erkek arkadaşlığının dışında fuhuş sektörüne malzeme üretmektedir. Ahlak ve etik değerlerden mahrum yetişen, aile ve toplum kontrolünden uzak kalan genç kızlar örgütlü yapılar eliyle fuhuş yapmakta, bu işi bir ‘gelir kaynağı’ olarak görebilmektedir. Karma eğitim toplumu yozlaştıran, ahlaksızlığı yayan bir araç haline getirilmiştir. Bilimsel ve deneysel olarak zararları ortaya konmasına rağmen, orta öğretimde karma eğitimi mecbur hale getirmek iyi niyetle bağdaşmamaktadır

 

Erkek öğrencilerin ağırlıklı olduğu askeri okullarda pornografiye ve müstehcenliğe göz yumulmakta, bu okullar kız okullarıyla eşlenmekte, kız arkadaş bulma teşvik edilmektedir. ‘İrticadan uzak kalsın’ diye teşvik edilen cinselliğin, pornografinin nelere yol açtığı, hangi sapık ilişkileri tetiklediği Aktif haberde çıkmıştı. (Bknz:http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=282471 12-04-2010)

 

Kadının her fırsatta cinsel bir meta gibi sunulması, cinsel dürtülerin sürekli tahrik edilmesi aile düzenimizi tehdit etmektedir. Batının dayattığı modern yaşam tarzı kadını akşama kadar ve acımasızca çalıştırdığı için normal bir aile hayatına fırsat bırakmıyor. Dışarıda alımlı, bakımlı gezen kadın eve perişan, yorgun geliyor. Nazarlar hem kadın, hem erkek için dışarıda, başkasında kalıyor. Bu durum aile problemlerine, tatminsizliklere ve boşanmalara neden oluyor. Medyanın ve görsel araçların harekete geçirdiği cinsellik pek çok yuvayı yıkıyor, cinayetlere neden oluyor.

 

Pornografik yayınlar ve cinselliğin her ortamda sürekli öne çıkarılması nedeniyle cinsel istismar, cinsel sapık ilişkiler patlama yaptı. Cinselliğin ve pornografinin uyuşturucu, alkol, hırsızlık, cinayet vs. gibi hangi suçları tetiklediği ciddi bir araştırma konusu. Bu gün cinsellik-pornografi ahlaki bir suç olmanın ötesinde bir toplumsal güvenlik sorunu haline geldi. Kamu kurumlarında çalışan pek çok memur-bürokrat dairelerinde internete açık bilgisayarlardan porno sitelere girmekte, birbirlerine bu görüntüleri forward etmektedirler. Kadın ticareti ile sivil ve askeri bürokratlar elde edilmekte, görüntüler alınmakta bu görüntüler-veriler ihaleleri almakta, devlet sırlarını ele geçirmekte kullanılabilmektedir. Şehvetleri kamçılanmış, uçkurundan yakalanmış kimseler her türlü suçu işlemeye müsait hale getirilmektedir.

 

Bakın konunun uzmanı Prof Dr. Nevzat Tarhan cinsellik, müstehcenlik ve pornografinin zararları hakkında bir mülakatta neler diyor:

‘Müstehcenlik kişide cinsel kontrolsüzlük yapan görüntülerdir; cinsellikle ilgili her türlü duyguları harekete geçiren yayınlardır. Müstehcen yayınlar şu anda daha çok pornografik materyal olarak tanımlanıyor. ABD Başsavcılığı Yüksek Kurulu “pornografik materyalle cinsel şiddet suçları arasında nedensellik bağı vardır” tarzında kurul kararı aldı. Bunun üzerine birçok tartışma başlıyor. Bu görüş şu anda önemli bir sosyolojik ve psikolojik tartışma olarak sürüyor.

’...aşırı dozda cinsel uyarılma varsa, ona karşı duyarsızlaşma başlıyor. Aynı “extazy” veya sigara gibi, aşırı dozdaki şeyler bağımlılık yapıyor. Cinsellikle çok karşılaştığı zaman birey artık duyarsızlaşıyor. Bu sefer daha fazla uyarılma olunca rutin karşı cins uyarmıyor. Bu sefer pornografik şeyler arıyor veya uyuşturucu kullanıyor. Cinselliğe yöneliş ve aşkın cinselliğe indirgenmesi insanlık için bir felâkete gidiş işareti veriyor. Erken yaşta cinsellikle karşılaşan gençler rastgele cinselliğe yöneldiler, cinsel kontrol bozuklukları ortaya çıktı. En büyük zararı evlilik kurumu gördü... Böyle giderse 50 sene sonra cinsel kontrolsüzlük sebebiyle insanlar evlenmeye, çocuk sahibi olmaya ihtiyaç duymayacaklar. Bunun neticesi eşcinsel kimlik, eşcinsel evliliğin yaygınlaşması olarak ortaya çıkacak. Bu olay, insan neslini tüketir.

 

Freud’un ciddî sorumluluğu var burada. “insanın temel motivasyonu cinselliktir,” dedi… Bu tezi hümanist psikoloji kabul etti. Hümanist psikoloji de, “İnsanı insan yapan tez cinsel dürtülerdir” dedi. Cinsellik kutsallaştırıldı. Cinselliği yaşamayanın ruh sağlığı bozuk olur tarzında nedensellik bağı kurdu teorik olarak. 1995’ten sonra değişen paradigmalar Freud’un bu görüşünü doğrulamıyor…Sevgiyi cinselliğe indirgemek onu küçültmektir… İnsanı somut zevklere indirgemek, insanı hayvansal seviyede yorumlamaktır.

Cinsellik, yemek içmek gibi temel bir dürtüdür. Bunu yok sayamayız. Bunu eğitmek, kanalize etmek, yaşam enerjisi haline getirmek gerekir. Uranyum gibidir; iyi ve doğru şekilde kullanırsanız enerji verir, kişiyi geliştirir, ama doğru kullanılmadığında zarar verir.

Küresel bir cinsel fırtına yaşanıyor ve bunun sonuçları da küresel olacaktır…. Cinsellikle kontrolü başaran toplumlar ayakta kalacaklardır. Bunu başaramayan toplumlarsa yenik düşeceklerdir.’ (http://www.bilgipasaji.com/forum/kadinca-498/792483-cinsellikle-kontrolu-basaran-toplumlar-ayakta-kalacaklardir.html 18.11.2009)

 

Bir suçta, tahrik edenler suça ortak ediliyor. Cinsel dürtülerin harekete geçirilmesi aynen korkunun, nefretin tahriki gibi hormanel dengelerle oynamadır. Peki, Tv’lerde, sokaklarda cinselliği tahrik edenlerin, insanları ahlaksızlığa, tacize, tecavüze, fuhşa sevk edenlerin tahrik suçu yok mu? Bunlar özgürlük olarak mı anılacak? Cinsellik bu kadar hoyratça, banal şekilde sunulurken yetkililer bir tedbir almayacaklar mı?

İnsanlık bu problemi dikkate almalıdır. Zihinleri çürüten, beyinleri hadım eden, aileyi bitiren, toplumun köküne kezzap suyu döken cinsel metaların, görüntülerin sorumsuzca ve her yerde kullanılması engellenmelidir. Devletin ilgili kurumların aileyi, gençleri ve toplumu koruma adına tedbirler almalı, düzenlemeler yapmalıdır.

 

Bu gün malum bir el dünyada kadınları bir orta malı, toplum çözücü, ahlak bitirici ve ticari meta olarak kullanmaktadır. Dün kadının adının olmadığı dünyada bu gün -güya haklar veriliyor denerek- kadın ticarileştirilmiştir. Beşinci kol faaliyeti diyebileceğimiz nesilleri, toplumları ve insanlığı çürüten bu tür organize faaliyetlerin arkasında büyük oranda, diğer insanları kendilerine hizmetkâr varlıklar olarak görenler vardır. Bir kesim cinsellikle, pornografiyle insanlığa daha kolay hükmetmenin, ülkeleri-toplumları teslim alıp yönlendirmenin hesabı içindeler.

İnsanlık cinsellikle çürütülüyor, beyinler-zihinler pornografiyle hadım ediliyor

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...