Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Selmanbey

SeyrÎ (ali Eşmeli)

Recommended Posts

Ana Borcu

 

Rabbin, yalnız Kendisine kulluk etmenizi ve ana babaya da iyilikte bulunmayı kesinkes emretti. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «of» bile deme; onları azarlama! İkisine de hep tatlı söz söyle! İkisine de şefkat ve tevazu ile kol kanat ger ve de ki: «Rabbim, beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhametinle muamele et!»” (el-İsrâ 23-24)

 

Karlı bir kış gecesi acı bir kazâ oldu,

Bir âileden yalnız ana-oğul kurtuldu…

Artık eve en uğrak misafir gariplikti,

Ana, sezdirmese de gözü iplik iplikti…

Bir şey olmamış gibi kül bastı yarasına,

Gül gibi yetiştirdi güzel oğlunu ana…

Ay oldu evlât için saçlarının siyahı,

Etti nice geceler başucunda sabâhı.

Kendisi hastalansa, alamazken bir ilâç,

Etmedi çocuğunu mertlere dahî muhtaç.

Yaz ve kış nazla bakıp eyledi fidan boylu,

Büyüttü yavrusunu, hem huylu, hem de soylu.

Hem de iyi okusun diye oğlunu ana,

Büyük şehre yolladı yüreği yana yana…

Oğul da kıymet bildi, kışı eyledi bahar,

Elinde kurdeleli, takdirli diplomalar…

Bir başarılı oldu ki, doymadı madalyaya,

Bilgisi yeri aştı, taştı güneşe, aya.

Yay çekse de okurken bazen yokluğun oku,

Derhal anası derdi: “Oğul, yeter ki oku!

Defter, kitap, ben sana, ne lâzımsa veririm,

Üç-beş kuruş bir şey mi, cânımı gönderirim!..”

 

Böylece çiçek çiçek oğul meyveye durdu,

Tam o anda dalına bir rüzgâr tokat vurdu…

Oğul da her nedense kapıldı esen yele,

Güzelim ağacından meyve geçmedi ele…

O fırtına, meğerse aklı çelen bir kızdı.

Şimdi gencin her nabzı, ona ait nabızdı…

Kız da bir tuhaftı ki; beni istersen, dedi;

Yalancı yaşlar döküp; ya annen, ya ben, dedi…

Silip süpürdü o kız, onca okunan ilmi,

Başladı oğlan için kaderin meçhul filmi…

Kız bir yalazlı ateş, oğul ise bir mumdu,

Oğlun gözünde artık yalnız o kız mâlumdu…

O oğul, bir zamanlar parlarken güneş gibi,

Şimdi kara fânusta oldu rûhu leş gibi…

Yıldızdı, zindan oldu, unuttu annesini,

Gökten çamura düştü, kirletti karnesini.

Ana sabretti yine, saçlarını yolmadı,

Böyle hazâna rağmen sevgi gülü solmadı…

Lâkin o dert çölünde artık dîvâne idi,

Haraptı, perişandı, çünkü o anne idi.

Olur mu tesellîsi hiç evlât yâresinin?

Düşündü; hâli nedir bu ciğerpâresinin…

 

Toprağında yıllarca köksüz mü okutuldu?

Nasıl oldu o çınar bir saksıya tutuldu?

Üzgün ana ne dese kâr etmedi oğluna,

O pembe gül goncası, dönmüştü bir yosuna…

O çilekeş anneye neler çektirdi oğul,

Yetmemiş gibi bir gün, kirli elinde bavul,

Terk etti ocağını, annesiz yaptı düğün,

Gözleri çeşme ana, arayıp durdu her gün.

Buldu kendinden kaçan o arsızı nihâyet,

Görünmedi gözüne ondaki son ihânet..

İki kolunu açtı, heyhât, sevinemedi,

Zâlim oğul: “Be kadın, nereden çıktın?” dedi.

O hayırsızın hâli, anayı kovaladı,

Kalmadı ana için nankör evlâdın tadı.

Gördü ki, akrep olmuş, yılan olmuş çocuğu,

Göz çıkaran bir karga kesilmiş nazlı kuğu…

Yaralı ceylan ana, için için hıçkırdı,

Yıllardır sakladığı ninni sazını kırdı…

Kalp denen sabır taşı çatladı ortasından,

Binbir acı içinde inledi ana o an:

“–A evlâdım, ben sana bir defa vurmamışım,

Çocukluğundan beri seni hiç yormamışım.

Etmişim sana kurban şu kısacık ömrümü,

Karşılığım, ölmeden tatmak mıdır ölümü?

 

Mâdem benim sevgimi bu derece kirlettin,

Ne olduğu belirsiz yosmaya tercih ettin,

Ver artık istiyorum benden emdiğin sütü,

Geri ver emeğimi, o emek insanüstü…

Ben bir kuzu büyüttüm, karşıma bir kurt çıktın,

Taptaze hayat verdim, kokuşmuş bir murt çıktın!

Geri ver benim sana öğrettiğim gülüşü,

Geri ver benim sana gösterdiğim her düşü…

Çirkef öpen dudağın, el öpmüyor; yuh sana,

Öpmeyi ben öğrettim, geri ver onu bana!

Geri ver can dilimden aldığın bülbül dili,

Geri ver, gözlerini sildiğim her mendili!

Ver uykusuz kaldığım yılları, nankör varlık,

Al, sevincimi çalan hüzünleri, al artık.

Şu beyaz saçlarımın karasını ver geri,

Geri ver, şiir gibi şakıdığım sözleri!..

Ver, benden öğrendiğin yürüyüşü ey oğul,

Ver benim olanları, artık anasız boğul!

Sen nasıl zehir verdin, sana şerbet verene?

Nasıl diken batırdın sana kanat gerene?

Can gülümdün, yâr sanıp ağyâr elinde soldun,

Yazık, bir yosma için annene hâin oldun!

Her çileyi çekerim, bu çileyi çekemem,

Sensizlik acısından daha acı bu elem!

Ver artık cân evimde büyümüş fidan boyu,

Geri ver güzel adı, ver bana âit soyu!

Ver, ver ana borcunu, bu kadar azap yeter,

Borcun kendinsin oğul, sen kendini geri ver!

Olmaz, ödemem diye düşme sakın cinnete,

Ana borcu bitmeden giremezsin cennete!...”

 

Bu anne bir anne ki, bizi doğuran kadın,

Bu anne ey yiğidim, iki cihan kanadın…

Bu annede saklıdır bütün değerlerimiz,

Kanımız, târihimiz, bu anne cevherimiz…

Bu anne, öz kültürdür, iman ile irfandır,

Bu anne, bir âbide, ahlâk ile vicdandır…

Bu ana, Mimar Sinan, ulu Süleymâniye,

Bu ana, bu memleket, bu ana yüce gâye…

Bu ana gök kubbemiz, hem elif minâremiz,

Bu ana gece gündüz, bu ana tek çâremiz…

Bu anne, Hayme ana, Fâtih büyüten kundak,

Bu anne dalga dalga ay yıldızlı hür bayrak!

Doğusu batısıyla bu anne Anadolu,

Irmaklar onun gözü, ağaçlar onun kolu…

Toprağım, vatanımdır, bu anne milletimdir,

Bu anneden kim mahrum, o öksüzdür, yetimdir,

 

Ey yiğit, bil ki o kız, düşman denen yabancı,

O kız, tarihten beri Türk milletine sancı.

O kız, senden güneşi alıp batıran çamur,

O kız, senin sofrana mayası bozuk hamur.

O kız, her şeyi çirkin, yalnız maskesi güzel,

O kız, birkaç yalana gerçeği ister bedel…

Sokarsan has bahçeye çöle döndürür o kız,

Sevdâ yıldızlarını bir bir söndürür o kız…

O kız haçlı güzeli, masum yüzlü cadıdır,

Bize bin bir kötülük, o kızın soyadıdır…

O kız, bazen şeytandır, bazen de bir kör nefis,

O kız, gerçek güzeli göstermeyen kara is!...

 

Oğul, sakın aldanma o kızın yaldızına,

Hayırlı bir evlât ol, ana yâr olsun sana!...

Cennet gibi bir diyâr, ana gibi yâr olmaz,

Ey SEYRÎ , anasızlar, hiçbir zaman vâr olmaz!...

 

25.08.2005 Perşembe, 13:00, ÇAMLICA

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamun Aleyküm Gönüldaşlar.

Bu şair hakkında dilim dönmüyor. Kelime dahi edemiyorum. Üstaddan sonra ilk defa böyle bir ruh tanıdım.

Seyri...

Kendisi Osman Nuri Topbaş Hocaefendiye (K.S) bağlanmış büyük bir aşk adamıdır. Aruz ondan sorulur desem yeridir.

İnşallah bu başlıkta bazı şiirlerini paylaşmaya çalışacağım.

Allah kendisinden razı olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu şiir okunduğu mekanı paramparça ediyor. Dikkatle okumanızı öneririm...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Esselamun Aleyküm Gönüldaşlar.

Bu şair hakkında dilim dönmüyor. Kelime dahi edemiyorum. Üstaddan sonra ilk defa böyle bir ruh tanıdım.

Seyri...

Kendisi Osman Nuri Topbaş Hocaefendiye (K.S) bağlanmış büyük bir aşk adamıdır. Aruz ondan sorulur desem yeridir.

İnşallah bu başlıkta bazı şiirlerini paylaşmaya çalışacağım.

Allah kendisinden razı olsun.

 

Allah razı olsun Selmanbey kardeşim.

Kendisinden sitayişle bahsetmeniz hasebiyle merakımız kabardı ve bu kıymetli şair hakkında bir araştırma yapma ihtiyacı hasıl oldu.Beğendiğimi ve hayran olduğumu ifade etmek isterim vesile olmanız dolayısıyla şükranlarımı sunarım.Başlığa ilaveten Hafızın Tacı ve Süvari isimli şiirlerini müsadenizle paylaşmak isterim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

HAFIZIN TACI

Yüce Allah beşeriyyetle konuşmak diledi,

Ne kitaplar bize lutfetti katından, kendi.

Yüz suhuf göndererek çekti ilâhî tuğrâ,

Ve nihâyet bize üç tâne kitaptan sonra;

Etti Kur’ân’ı müyesser, yüce bir rehberle,

Dinle Peygamber’i, Kur’ân’ı güzel ezberle!

Yüce Hakk’ın dili Kur’an, yücedir her şeyden,

Kulu bir başka yüceltir, okumak, ezberden…

Oku; Allah sözü, cânın özüdür; ey hâfız!

Oku; Mevlâ donatır kalbini yıldız yıldız…

Oku; Peygamberimin şan ve şeref övgüsü var,

Buyurur: “Ümmetimin eşrefidir hâfızlar!..”

 

Ama Kur’an geçivermezse boğazdan kalbe,

Bin tilâvetle de bir harfi ulaşmaz Rabbe…

 

Nûr-i Kur’ân ile doldukça doğar gönle sabah,

Ona âmâ olanın hâline bak; “âh ile vâh!..”

Kula izzet, yüce Kur’ân ile îman dokumak,

Dile hikmet de bu îmân ile Kur’ân okumak…

Oku hâfız, iki âlemde Muhammed gülü ol,

Oku hâfız, yine cennette Hüdâ bülbülü ol!

Ne büyük mûcizedir hıfzı, Hüdâ’dan mülhem,

Onda arz, onda semâ, onda hudutsuz âlem…

Nice hikmet, nice sır var, okunan her hecede,

Şâhid oldum; yine ezberleniyor bir gecede…

Böyle Allah sözünün hâfızı olmak ne güzel,

Feyz-i Kur’ân ile deryâ gibi dolmak ne güzel!

 

Özleyen kimse bugün Rabbini, Kur’ân okusun,

Âyet âyet süzülüp nûra bürünsün bu derûn!

Biz tilâvet ederiz sâdece Rahman konuşur,

Yüce Allâh ile kul, böylece her an konuşur…

Cümle varlık buna hayran, nice bin gıpta ile,

Hıfz-ı Kur’an nice kıymet katıyor can ve dile…

Oku hâfız! Seni en namlı melekler dinler,

Yüce Rabbim de: «Kulum, söyle, ne istersin?» der…

Lutfeder, öyle yüceltir ki semâdan ileri,

İki dünyâya bedeldir bu nasîbin değeri…

 

Öyle bir inci ki Kur’ân ebedî cevherdir,

İlk hâfızları Cibrîl ile Peygamber’dir…

Anla artık onu ezberlemenin şânını tam,

Şân-ı Mahmûd’a yakın, zirve makamdır o makam!

Oku Kur’ân’ı; şifâ, müjde, hidâyettir o,

Bize candan daha kıymetli emânettir o…

Yüce Mevlâ buyurur Sûre-i Fâtır’da veciz:

“Onu mîras veririz seçtiğimiz kullara biz!

Bazı kullar, ne yazık, zâlim olur kendisine,

Muktesiddir kimi tam ortada bir hâlde yine,

Bir de izniyle Hüdâ’nın kimi her mânâda,

Hep hayırdan yana en önde koşar dünyâda…

En büyük lutf-i Hüdâ işte budur, işte budur…”

Mustafâ vasfı da elbette bu nûr üstüne nûr.

 

Çekerek besmele Kur’ân’a, eğer bir kimse,

Genç iken aşk ile her sûreyi ezberlerse,

Eti Kur’an, kanı Kur’an, canı Kur’an kesilir,

Ona mahşerde düşen hisse, sekiz cennettir!

Böyle hâfız, nice mânâyı da âmilse hele,

Bir de Kur’an’daki hikmet ile kâmilse hele,

Rûhu, hattâ teni kabrinde de aslâ çürümez,

Sönse gökler, onu âlemde karanlık bürümez.

Böyle bir hâfız-ı Kur’ân’a cehennem yoktur,

Ona bilhassa kıyâmet günü nîmet çoktur!

Taç giyer annesi, derler ki bu bir server mi?

Dedirir hem babanın tâcı, bu, peygamber mi?

Ne büyük rütbe bu, destârına gözler kamaşır,

 

İşte “rahmet bu” denen lutf ile izzet vardır!..

Nice ihsân ile Mevlâ sunacak tâc ile taht,

Âkıbet herkesi hayrân edecek böylesi baht!

Hak berâat verecek hâfıza yetmiş kişilik,

Ve şefâat edecektir o da, kim varsa refik…

 

Hâfızın çardak olur tâcına tûbâ ağacı,

Hâfızın tâcı, hayâl üstü şeref, şan tâcı…

Hâfızın tâcı, ezelden beri sonsuz bereket,

Hâfızın tâcı; misilsiz, çok özel bir servet!

Hâfızın tâcı, yüreklerdeki îman zaferi,

Hâfızın tâcı, güneşten yüce Kur’an hüneri.

Hâfızın tâcı, bu mâtemde huzûrun sanatı,

Hâfızın tâcı, zeminden göğe ruh saltanatı…

Hâfızın tâcı, Hüdâ tâcı, hidâyet tâcı,

Hâfızın tâcı, bu dünyâda gönül mîrâcı…

Hâfızın tâcı ki Hak’tan verilen bir taçtır,

Bu büyük tâca beşer, sonsuza dek muhtaçtır…

Oku hâfız, oku gündüz gece hiç durma aman,

Bu büyük tâcı unutmak, ebedî bir hüsran!

Onu zîrâ unutup ardına atmışsa kişi,

Tutsak eyler nice feryâda cehennem gidişi…

Kim de Kur’ân’ı eder kendine ulvî rehber,

Yüce Kur’ân onu cennet ile tebrîk eyler…

 

Oku hâfız; bu kelâm çünkü Hüdâ güftesidir,

Ne kadar tatlı, güzel, çünkü Nebî bestesidir.

Oku; sesler sesi, Kur’an’daki âyet sesidir,

Tatlı meltem de o sesten bize rahmet sesidir…

Şu latif kuş sesi, Kur’ân’a muhabbet sesidir,

Suların nağmesi, Kur’ân ile sohbet sesidir…

Oku hâfız, bu şeref tâcı konulsun başına,

Oku hâfız, oku, ihlâs akıtıp göz yaşına…

Cümle devrânı satın almaya bir harfi yeter,

Oku, kaybetme bu zenginliği, cennetlere er!

 

Onu kim çokça okur, çokça sever Hak Mevlâ,

“Nâs”a geldin mi hemencek başa dön, tekrarla!

Ama her hatmini olsun diye tek tek makbul,

“Doğru ol” emrine pervâne kesil, çünkü Rasûl,

Dinle duy, bak ne diyor hâl ile irşâda seni:

“İhtiyâr eyledi Hud Sûresi dünyâda beni…”

Bu hakîkat ile Kur’ân’a yönel, ey hâfız,

Hak kelâmın ki asıl şârihi Hak’tır yalınız…

Tüm ağaçlar yüce Kur’ân’a kalem olsa bile,

Ve dahî hokkaya binlerce deniz dolsa bile,

Yine bir lafz-ı ilâhîdeki mânâ bitmez,

Onu anlatmak için bizdeki diller yetmez!

Lâkin Allâh, açıyor sırrını hâfız olana,

Müjde olsun, içi Kur’ân ile her gün dolana!..

 

Oku, hâfızsın a Seyrî, oku Allah sözünü,

Geceden gündüze Kur’ân ile doldur özünü!...

 

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Share this post


Link to post
Share on other sites

SÜVARİ

 

Olanlara bakıp da, yeise düşme sakın.

Koyulaşır karanlık, şafak sökmeye yakın.

Çalmaya dursun boru, kalmaz sabaha akın.

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Gül tükenmez gülşende olsa da mevsim hazan.

Kan bedenin içinde, irindir dışa sızan.

Kadim sözdür bilirsin «belâyı bulur azan»

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Bir kurşunla yaşlanan, hâtıralar, seneler,

Sevgililer, dedeler, torunlar ve neneler.

Kartal duruşlu baba, mine gözlü anneler,

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

«Hangi gün?» diye sorma, kaşla göz arasında,

Zamanın eridiği, dille söz arasında,

Belki ondan da yakın, özle giz arasında,

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Ne devirler yaşanmış, nelere şahit bu gök,

Ebabil?e yenilen fillere şahit bu gök.

Yemin olsun Tufan?a, sellere şahit bu gök.

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Bakmazlar mı geçmişe havanda su dövenler?

Nerde nifakçı K?bil, n?oldu nefsi övenler?

Mahzun olmayın siz ey nur Nebî?yi sevenler,

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Güneş doğmadan evvel kader doğar demişler.

Şehid düşen toprağa rahmet yağar demişler.

Zalimi, mazlumların âhı boğar demişler.

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

Çevrilsin sayfaları Kanunî?nin, Selim?in,

Minareler Sinan?ın, ezanlar Bilâl?imin.

Bu nefes Domaniç?ten Edebali velîmin.

Çıkar gelir süvari seyrekleşir kaygılar,

Gör ki nasıl şahlanır bayraklaşır duygular.

 

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Adam o kadar büyük ki Google da hiçbirşey bulamıyorsunuz :)

Muhasebe diye bir şiiri var. Bulan eklerse çok sevinirim.

Ben Üstada atfen yazıldığını düşünüyorum. Bu adamlar gönül köprülerini kurmuşlar.

Vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Muhâsebe

 

Ulu dergah da bir hane yerin var mı gönül?

Sana aid yücelikten haberin var mı gönül.

 

Cüceler koskoca dünyayı yutarmışcasına,

Yarışırken; iki üç damla terin var mı gönül.

 

Soruversem eğer ecdad kıyasıyla sana;

Acaba sanına layık hünerin var mı gönül?

 

Gözün aç, onların asarına bak da söyle,

Hoşça yad ettirecek bir eserin var mı gönül?

 

Güçlü bir el yere gömsün şu zulüm çemberini,

Yasasın rûh-i adalet; Ömer'in var mı gönül?

 

Kör karanlıkta kalan kalplerin beklediği,

Gökte kandil gibi ulvî fenerin var mı gönül?

 

Yer-gök ağlarken umut bekleyerek Allah'dan

Nefsi güldürmeyecek bir kederin var mı gönül?

 

Şanlı Peygamberin ardınca yoğur fikrini, sor,

Düşmanın methine şayan değerin var mı gönül?

 

Yere düşmüş ezilen bir sürü mazlumu düşün,

Koşacak kaldıracak dertte serin var mı gönül?

 

Değmeden kırbaca at koşturacaksın, şöyle

Böyle bir gayeye candan eyerin var mı gönül?

 

Çınlayan ah, o ah; müslümanın feryadı,

Duyup imdadına nusrat seferin var mı gönül?

 

Hep beraber şu gönül borcunu îfaya hazır,

Karagün dostu olan bir neferin var mı gönül?

 

Yücelik sahibinin emrine teslîm olmuş,

Pür-safa haline gelmiş kaderin var mı gönül?

 

Nefse; şah etse dahî bir kere aldanmayacak,

Ebedî sevgiye vuslat kemerin var mı gönül?

 

Varsa şayet; yürü ta haşre kadar hiç durma;

Oradan başka durulcak seherin var mı gönül?

Share this post


Link to post
Share on other sites
Muhâsebe

 

Yer-gök ağlarken umut bekleyerek Allah'dan

Nefsi güldürmeyecek bir kederin var mı gönül?

 

Nihayet bulmuşunuz Selmanbey kardeşim bulmak güç oldu herhalde bende çok aradım fakat bir türlü ulaşmak kabil olmadı.

Şiirin bu kısmını çok beğendim.

Huzurlu bir maziden huzurlu bir istikbale sloganı ile sahibi olduğu edebiyat kültür ve sanat dergeside okunmaya değer.

Övgü ile bahsettiğiniz kadar var yazılarınada göz attım manevi derinliği olan ve kalemine hakim bir şair nede olsa hamurunda mana erlerinin mayası var, paylaşım için teşekkürler.

Muhabbetle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Muhâsebe

 

Şiirin son şekli şöyle:

 

Bu zemin boş; yedi kat gökte yerin var mı gönül?

Sana âit yücelikten haberin var mı gönül?

 

Cüceler biçti ekin, ter dökerek Mars’a değin,

Daha engin iki-üç damla terin var mı gönül?

 

İftihâr et düne baktıkça, fakat şimdiyi gör,

Yine târih yazacak bir hünerin var mı gönül?

 

Onca baş tâcı eser, ceddini yâd ettiriyor,

Seni yâd ettirecek bir eserin var mı gönül?

 

Ulu Peygamber’e uygun mu hayâtın, sıfatın?

Düşmanın methine şâyan değerin var mı gönül?

 

Kör karanlıkta kalan tâze gözün beklediği,

Nûru aydan daha parlak kamerin var mı gönül?

 

Kuruyan yeryüzü gökten su için ağlarken,

Seni deryâ edecek bir kederin var mı gönül?

 

Kötülükler o kadar çok ki, cihan mahvoluyor,

İyilikten yana sağlam siperin var mı gönül?

 

Yere düşmüş ezilen bir sürü mazlûmu görüp

Istırap paylaşacak bir ciğerin var mı gönül?

 

En zayıflar bile kırsın şu zulüm çemberini,

Yaşasın rûh-i adâlet; Ömer’in var mı gönül?

 

Ulaşır her yaranın dert ile feryâdı sana,

Fukarâ kullara şefkat kilerin var mı gönül?

 

Hep berâber bu gönül borcunu îfâya hazır,

Kara gün dostu olan bir neferin var mı gönül?

 

Niceler öfke kusarken, niceler kin kusuyor,

Kanmayıp nefrete candan severin var mı gönül?

 

Kim cefâ sırrını çözdüyse gül eyler dikeni,

Seni yaktıkça yeşerten kaderin var mı gönül?

 

Nefsimiz puslu, sırat köprüsü üstünde pusu,

Düşmeden geçmeye kalbî geçerin var mı gönül?

 

Olmadan Yâr’e kavuşmak, iki dünyâ/da hayal,

Yolda cennet kanadın, can giderin var mı gönül?

 

Değmeden kırbaca at koşturacaksın, haydi,

Böyle bir gâyeye sevdâ eyerin var mı gönül?

 

Sevgiden gayrı neyin varsa karartır yüzünü,

Bu mezarlıkta muhabbet fenerin var mı gönül?

 

Nazarından fer alır, öyle parıldardı güneş,

Soruyor şimdi sabahlar, o ferin var mı gönül?

 

En güzelsin, güzelinden götürürsen güzele,

Çirkin işten koruyan tevbe erin var mı gönül?..

 

Eğrilik; dilde belâ, elde belâ, belde belâ,

Tam elif doğruluğundan ederin var mı gönül?

 

Sözde sultân olanın yeller eser tahtında,

Özde sultanlığa tâcın, kemerin var mı gönül?..

 

Dışta her fethe anahtar olacak kıymette

İçte rûhen kazanılmış zaferin var mı gönül?

 

Nerde senden yedi iklîme esen bâd-ı sabâ?

Kıt’adan kıt’aya hâlâ seferin var mı gönül?

 

Yerden alkış alacak diploma çoktur sende,

Gökten alkış alacak karnelerin var mı gönül?

 

Evde bir başka hesap, çarşıda bir başka hesap;

Son terâzîde biraz mûteberin var mı gönül?

 

Varsa hiç durma bu Seyrî ile tâ haşre kadar,

Oradan başkaca vuslat seherin var mı gönül?

 

(Yüzakı Eğitim Rehberi -1'den)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Teşekkür ederim Gönüldaş. Allah razı olsun.

Ben tüm Gönüldaşlarıma Seyri Hocanın kitaplarını tavsiye ederim.

Vesselam...

 

1 - Bir Lahzaya Bin Asır

2 - En Güzel (Peygamber Efendimize SAV şiirler...)

3 - Hilye-i Şerife (Peygamber Efendimiz SAV...)

 

Ayrıca:

 

1 - Yüzakı Eğitim Rehberi I(Şiddetle tavsiye ediyorum)

2 - Yüzakı Eğitim Rehberi II

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...