Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
trradomir

Türk Şiir Kralı Florinalı Nazım (Özgünay)

Recommended Posts

Nasıl başlasam ya?

 

buldum, evvela biraz tasvir yapayım, gerisi gelir: Efendim matbuatımızda sürüsüne bereket adam var malum. Eline kalemi alan matbaaları don kişotun değirmenine çeviriyor. İsmini bildiğimiz muharrir kısmısının kısm-ı azamını teşkil eden eşhasın, ömrünü itmam edip hesap verme faslına geçtiği de kezalik malum. Şöhret insanın kendisini değilse bile, namını kıyamete dek yaşatabiliyor. Tabi bunun, okunan fatihalardan gayrı ölene ne faydası var, vakti gelince kendilerine sorup öğreniriz artık, aceleye lüzum yok, acele işe şeytan karışır di mi? Ne diyorduk? Efendim öte yandan nice şöhret sahibi var ki, vaktinde önüne gelenin ağzına sakız oldukları halde kendilerinin ne olduğunu az zaman geçtikten sonra bir tane bile hatırlayan kalmaz. Florinalı Nazım desem kaçınız bu adamı tanır? Oh be lafı sonunda getireceğim yere getirdim.

 

Efendim detaya inmeden, Florinalı Nazım dediğimiz zat-ı muhteremin evvela katiyetle Rusya yalaklarının has içicisi Nazım Hikmet olmadığını belirtelim. İlkini hakkında birşeyler karalayacak kadar dikkate şayan bulmadığımdan gayri, aralarında ufak bir nüans farkı var bu iki kişinin. Birisi kendisini büyütmüş, diğerlerini de putperest solcular. Şu kaderin cilvesine bakın ki Hikmet Nazım epey ünlendirilmişken, bizim gariban Florinalı'nın adını dahi duyan yok neredeyse. Bundan geçtik, adamın soy ismi bile katiyetle belli değil. Günay mı, yoksa kendi yazış tarzıyla Öz Günay mı tam bilinmiyor. Hatta lakabını da ismi ve soyismi arasına sıkıştırıyor: Nazım Kıral Özgünay. Soy isim olarak Günay'ı seçtikten sonra, derecesini kuvvetlendirmek için kafasına göre Öz Günay yazmış olabileceği ihtimali bile yok değil. O derece...

 

Florinalı Nazım nam şahıs oldukça enteresan bir simadır. Kendisine duyduğu müthiş sevgi ve güven sayesinde 1920 ve 1930'lu yıllarda matbuatımızın bir numaralı espri hedefi olmuş zavallı bir adamdır. Üstad da kendisi hakkında Babıali adlı eserinde 'bir devrin Abdülhak Hâmid taklitçisi ve 'Zeyl-i Makber' şairi Filorinalı Nâzım isimli yarı deli tipinden, yakın senelerin yarıdan fazla delisi Celâl Sılay'ına kadar nicelerini ihmâl zorunda kaldım' diyerek Florinalı'yı eğlenmeye dahi değer bulmadığını söylemiş ve garibi bir kez daha öldürmüştür.

 

Beyni kuvvetli ve sağlam yapılı ana-babalardan doğanların her türlü eksiklikten uzak varlıklar olduğunu defaatle ifade eden Florinalı, anlaşılabileceği üzre Manastır'daki Florina'da, 1883 yılında, 'ayık ve uyanık bir kahraman yaratılmış' dediği, Manastır Evrak Müdür Muavini Halid Mazhar'ın evladı olarak dünyaya geliyor. İlk eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra soluğu İstanbul'da alarak hukuk tahsil ediyor. Geçimini 10 yıl kadar idare ettiği Polis Mecmuası'ndan ve Emniyet-i Umumiye şube müdürlüğünden temin ediyor. 1939'da da ölüyor efendim, şu anahatların hissiyat fakirliğini hiçbir zaman sevmemişimdir. Sadede geliyorum: Florinalı Nazım hakikaten enteresan bir şahsiyettir. Ömrü boyunca büyük şairliğini cümle eşhasa kabul ettirebilmek için atmadık takla, denemedik numara komamış; övünmek ve gündemde tutunmak için akla hafsalaya sığmaz işler yapan bir megaloman olmuştur. 1920'lerde ve 1930'ların ilk yarısında işi gücü bu adamcağızla dalga geçmek olan matbuatımız garibin üzerine dört bir koldan taarruz etmişse de yüce kahraman azminden dönmemiştir. Mesela?

 

Florinalı sırf kendini övebilmek için Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Mimar Sinan, Nef'î gibi sanatkârlar hakkında medhiye kitapçıkları bastırıp kendini, büyüklüğünü ve o kişi tarafından gördüğü ihtimamı anlatır; vefaat etmiş bulunan kimselerin mezarları başında cenaze törenleri düzenleyip gelenlere kendi şiirlerinden okur, gövde gösterisi yapardı. Önde gelen edebiyatçıların ayak işlerine bakıp onları minnettar bıraktıktan sonra karaladığı defterleri kucaklayarak huzura çıkarır, onlardan her biri cihanşumul dehasını ispat eden bu şaheserler için takriz yazmalarını isterdi. Takriz, bildiğiniz gibi, eserlerin başına takdim niyetiyle alanın pirleri tarafından yazılan metinlere edebiyat lisanında verilen umumi isim. Nazım; Süleyman Nazif, İbnülemin Mahmud Kemal, Rıza Tevfik, Sami Paşazade Sezai, hele de Abdülhak Hamid gibi kişilerin gönüllü marabalığını yapar, onların işleri için cebinden dünyanın parasını harcar ve sevgisini gösterme gayesiyle, gazetelerin ilan sayfalarında onlara tahsisat bağlanması için Mârif Vekaleti gibi makamlara mektuplar kaleme alırdı. Onlar da Nazım'ı kırmaz, kitaplara çeyrek ciddi, üç-çeyrek de dalga geçme niyetiyle Nazım'ın dırdırını def etmek yolunda medhiye döşenirler, kitap ve fotoğraflarını imzalayıp verirlerdi. Nazım da misli bulunmaz yücelikteki edebi şahsiyetini ifade eden ve kitabın ana metni kadar uzayan, kapı kapı dolaşıp topladığı bu takrizleri pek güzel sahiplenir; her fırsatta 'Beni falan edib-i azam şu şekilde övdü, siz kim oluyorsunuz da benim edebi şahsiyetimi tartışabiliyorsunuz yahu?' diye nefs-i müdafada bulunurdu. Bir türlü rahat bırakmadığı ediblerden şahsına mahsus olarak temin ettiği övgü, kitap, hususi fotoğraf benzeri evrakı tam 17.5 çuvalda toplamış ve günlerini onları tasnife vakfetmiş olduğunu bilmek oldukça şaşırtıcıdır. Bunlardan bahsedeceğim.

 

Nazım'ın içindeki narsist canavarı uyandıran şahıs, ona ilk defa 'Büyük Şair'lik payesini sunan Tevfik Fikret oluyor. Bu ifadeyi Florinalı'nın Edib-i Muazzam dediği Sami Paşazade Sezai ve Süleyman Nazif de sağolsunlar, epeyce yalama edince Nazım geri dönüşü olmaz bir yola girerek kendi dehasına iman ediyor, yolunda gayretten asla geri durmayacağı büyüklüğünün müdafaasına girişiyor. Fakat onun en ziyade yapıştığı şahıs Abdülhak Hamid'dir. Bunun birtakım sebepleri var. Biliyorsunuz, Abdülhak Hamid'in lakabı Şair-i Azam'dır ve kendisi devrin dahisi kabul edilir. Florinalı da kendisini bu kişiye övdürerek şahsiyetinin ve dehasının yüksekliğini tescillemek isterdi. Florinalı Hamid'e sair faydalar temin ediyor; onun tahsildarı, kahyası olarak bilabedel çalışıyor ve hatıratını derlemesinde teşvikleriyle en büyük amil oluyor. Bu esnada pek enteresan bir tecelli meydana geliyor ve Makber şairinin halifesinin eşi de ikinci kızı Mualla'yı doğururken rahmet-i rahmana kavuşuyor. Florinalı'nın arayıp da bulamadığı fırsat tam da ayağına gelmiştir. Makber şairinin hakiki veliahdı olduğu için, Abdülhak Hamid'in önceleri Leyl-i Makber (kabir gecesi) dediği fakat sonraları sitayişle medhettiği Zeyl-i Makber (Makber'in Eki) adlı şiirini yazar. Abdülhak Hamid, şiirinin adını defolayan Florinalı'yla şu mektupla dalga geçmiştir:

 

'Müthiş bir eser bu Zeyl-i Makber! Çıkmış gibi arza teyl-i makber.. İnsan gömülür bunun içinde! Dehşetli bir güzellik! Ve hakikat kadar zulmanî bir silsile-i me'âliyât! Ki benim eserim bunların tahtında işitilmez bir vâveyl-i makberdir. Hal böyle olunca size büyük bir şâir demek lazım geliyor. Bilmem sizin bu hakikatten haberiniz var mıydı! İşte eğer bilmiyorsanız ben size ihbar ve isbat ediyorum: Büyük bir şairsiniz! Zeyl-i Makber'i okuyuncaya kadar bu mazhariyetinize ben de muttali' değildim fakat şimdi gördüm ve bildim.'

 

Emin olabilirsiniz, içinden 'Rezil herif, Allah senin belanı...' diye geçiriyordu.

 

Zeyl-i Makber hadisesi pek enteresandır, Nureddin Artam Nazım'a karısının vefaatinin ardından bir vapurda rastlıyor ve 'Efendim iki büyük şairin de eşleri vefaat etti, edebiyatımız ikinci bir Makber'e kavuşacak mı' diye latife yapacak oluyor. Daha lafını bitirmeden, Nazım cebinden Zeyl-i Makber'in müsvettelerini çıkarıp çat diye adamın önüne koyduğunda Artam'a şok olmaktan gayri hiçbir şey düşmüyor. Beyimiz Abdülhak Hamid'in veliahdı olduğunu ispatlama fırsatını yakalamışken belki de karısının öldüğü gün bu işe başlamıştır!

 

Abdülhak Hamid bir keresinde bu adamın saatlerce kendi kabiliyetine dair çene çalmasından öyle bir bıkıyor ki, Servet-i Fünun'a gönderdiği Çamlıcada Mutekif İken şiirinin altına 'Biraz da Mizah' başlığını atıp şunu yazıyor:

 

Âtide bu halkın yine bir yâveri vardır:

Bir şair-i hoş-gû-yı vefa-perveri vardır.

Maksûduna mevsül olur elbet edebiyyat;

Hakka ki F. Nâzım gibi bir rehberi vardır.

Hûyide sünûhatı tıraş etmeğe memur

Allah'a şükür cümlemizin berberi vardır.

 

Bu şiirden sonra Florinalı'nın lakabı 'tıraşçı'ya çıkıyor ve Şair-i Azam bağlılığı sebebiyle Berber-i Azam olarak da anılmaya başlıyor. Makber'inin intikamını ağır alan Hamid sayesinde Tıraşçı lafı o kadar tutuyor ki, Nazım'ın boy boy usturalı karikatürleri yayınlanıyor, hatta Tıraşçı diye bir dergi çıkıyor ve Florinalı bu dergide 'Üstadımız, pirimiz' olarak tesmiye buyruluyor.

 

Hamid bir seferinde de kendisinden duyduğu herşeyi ahaliye kibirlenmek gayesiyle kullandığı için mektuplarına cevap vermemeye başladığı Nazım'dan, Sami Paşazade'ye yazdığğı bi mektupta şöyle dert yanıyor:

 

'Florinalı dostumuzu görürsen tebrikinden memnun olduğumu, fakat berâ-yı maslahat, cevap veremediğimi söylemeni rica ederim. Bu zat biz ne yazarsak neşrediyor!'

 

Nazım kendini Abdülhak Hamid'e öyle kaptırmıştır ki, Faruk Nafiz'in:

'Der ki Nâzım: Şair-i âzam diyorlar zâtıma

Bî-haber dîvanelerden Mazhar Osman bî-haber'

beytiyle kendisini Mazhar Osman'a havale etmesi üzerine yazdığı şu şiirde de 'Şair-i Azam'ın hayırlı evladlığı' payesini sahiplenmiştir:

 

Muazzez Faruk Nafiz'e

 

Ben 'şâir-i âzam' değilim gerçi 'kalender',

'Hayrülhalef-i şâir-i âzam' bana derler

Bir sıska, sönük nazm ile bir kupkuru tehzil;

Faruk edemez kadr-i semâ-tâbunı tenzîl!

Tahdîs için ihsân-ı ilâhîyi tabii

Yazsam yaraşır fahr ile bin şir'-i bediî!

Dahîler enîsim, bana mah-rûlar olur yâr.

Takdir edemez kıymet-i ulviyyemt ağyar!

Dahîler olur şa'şaa-yı tab'ıma hayran,

Şiirim ne semavî ki olur göklere perrân!

Ben şair-i sehhâr-ı tabiat yaratıldım!

Günden güne iktûb-ı maâliye atıldım!

Âyînede görmüş gibisin kendini güya.

Dîvâne diyorken bana ey nâkil-i hülya!

Taltifine aldanma sakın mîr-i Nazif'in

İzlaline benzer dağılan ebr-i lâtîfin!

Benzer o nevâziş; sen emin ol ki serâbe,

Tasvîr-i hakikat mi denir nakş-ı ber-âbe?

Tevdh-i Nazifâneye bel bağlama Nafiz,

Şairliği hak vergisi addetmeliyiz biz!

Vâdî-i kadîmin ne sönük nâzımı çıktın,

Şahsiyet-i şi'riyyeni birdenbire yıktın!

Şehrâh-ı leceddüdde yürürken ne bu ric'at?

Göz aç ki devam eyleyecektir bu fecaat!

Göz aç ki yakındır bu temâşâ-yi sükûtun,

Bir dağ oluyor kalbime ifşâ-yi sükûtun!

 

Meseleye dahil olan Süleyman Nazif de, gerek Faruk Nafiz'e, gerekse de tarizleri kendini çılgınca medhederek karşılayan Nazım'ı 'Yahu millete gülüp geç, boşver kendini övme' diye uyaran Cenap Şahabeddin'e, şunu yazacaktır:

 

'...Florinalı Nâzım Bey meziyyat-ı müteaddidesinden beri etrafında yükselen esvât-ı istihzaya ehemiyyet vermeyerek mesleğinde devam ve sebat etmiştir. Hiçbir büyük şair yoktur ki zamanında hezel ve temeshurdan masun kalmış olsun. Victor Hugo'yu da Florinalı Nâzım Bey gibi genç iken muasırı ihtiyarlar ve bunak doğmuş olanlar tenkid ve tehzil etmişlerdi. Shakespeare'i ingilizlerin pek geç, hatta Fransızlardan sonra ve o Fransızların delaletiyle anlamış oldukları ma'lumdur. Bizim Victor Hugo'muz her ne kadar Nâzım Bey değilse de yine pek büyük şairimiz olduğunu teslim ederiz. Üstaddan ricamız şunun bunun cehl veya hasseden mütevellid kıyl ü kaline ehemmiyet vermesin, bize Hâtırat-ı Meşâhir ve Terennümler Teellümler gibi bedialar ihda etsin.

Zeyl-I Makber'in de bir an evvel intişar etmesine müştakane muntazırız.

...

Reji şirketinin kırk senelik idaresi inhisar kelimesine büyük bir mânâ-yı dehşet ilâve etmemiş olsaydı zamanımızın ve lisanımızın 'en büyük şairi' Florinalı Nâzım Bey'dir der ve hesaptaki âmâl-ı erbaadan fazla malumât-ı riyaziyeye mâlik olsaydım bu iddiayı bir muadeleye kalbile, birriyazi ispat ederdim. Nâzım Bey'in büyük bir şair olduğunda icma-ı ümmet vardır. Abdülhak Hâmid'in tasdik ve ifânı ise nusus-ı edebiyye ve ebediyyeden addolunur.

 

Cenab Şahabeddin Bey üstadım, Florinalı Nâzım Bey'i temeddühden men'etmek istemekle -işte şimdi inhisardan ihtizar etmiyorum- en büyük zülle-i kalemiyesini ika etmişdir. Üstada hep muğberiz. Büyük şair Florinalı Nâzım Bey, herkesin tasavvur ettiği bir lâzime-i hakşinasîye tebeiyet ettiği için muateb değil, meşkûr tutulmalıdır. Müstehak olduğu tebcilât-ı mütevâliyeyi kâfi derecede göremiyen büyük bir şair medh-i nefs etmesin de ne yapsın? Eğer bu bir kusur ise ayıp ve ân büyük şaire değil, bize ve hepimize râcidir.

 

Makber kırk sene evvel yazılırken büyük bir kıyamet koparak velvele-i tahsin şemâtet-i itirazı boğmuş, susturmuşdu.

 

Onun maba'di demek olan Nâzım Bey'in Zeyl-i Makber] veya Makber şairinin tabırince Leyl-i Makber] muhit olan bu sükût-ı ihmal, başta Cenab Şahabeddin olduğu halde, hepimizi mahcub edecek bir nişane-i kadirşinası değil midir?

 

Hele Faruk Nafiz Bey daha ileri giderek Nâzım Bey'in büyük şair olmadığını ilân edecek kadar cür'et-i hasûdane gösterdi ve kendi şairliği hakkında herkese telkin etmiş olduğu kanaati bu hareketile esasından sarstı. Florinalı Nâzım Bey'in bâb-ı afv ü keremi kıyamette tevbe kapıları kapandıktan sonra da açık kalacaktır. Faruk Nafiz bir istiğfarnâme-i manzum ile müracaat ederse memuldur ki, büyük şairin dergâh-ı mekahminde bir cây-ı

kabul bula.' Nihahahah.

 

Nazif, sempati beslediği hazretle pek uğraşıyor. Bir keresinde kendi yazısı yanlışlıkla Florinalı'nın imzasıyla yayınlanınca 'Ne ise, bununla geçmiş olsun! Ya maazallah Florinalı Nâzım'ın yazısının altına benim imzamı koysalardı!' diyor. Ayrıca Florinalı için 'deli'yle tatmin olmayıp, düpedüz 'tımarhane' dediği de vakiidir.

 

Florinalı, Recaizade'den aldığı bir fotoğrafın altına, ithaf olarak kendi eliyle 'Zî-deha Hamid' yazıyor ve bu fotoğrafı 'Recaizade'nin hakkımdaki takdiri' diye yutturmaya çalışıyor. Yani bu ifadeyle Recaizade, güya Florinalı'ya 'Hamid'in deha sahibi olan hali' demiş oluyor. Recaizade'nin oğlu da sonunda 'Bi daha bu resmi kullanmayacaksın' diye Dahiüzzaman'ı azarlıyor. Berber-i Azam efendimiz, ömrünün sonlarındaki eserlerinde, devrin ihtimam görme vesilesinin Mustafa Kemal'e yalakalık etmek olduğunu fark ederek Gazi'yi öven eserler kaleme alıyor, fakat temayülüne sadakatte kusur etmeyerek kendi hakkını teslim etmekten de geri durmuyor: 'Zaman çırpınmasın beyhude gelmez gayrı dünyaya/Senin kabında bir Gâzî, benim kabımda bir şair'. Nitekim haklılık payı vardır, ne ilki gibi bir gazi, ne de ikincisi gibi bir şair gelmiştir bu dünyaya!

 

Nazım, 'Küçük Şaire' lakabını verdiği kızı Aliye Meliha hanıma, mezar başlarına topladığı Bab-ı Ali eşrafı huzurunda şiirlerini okutarak onu öne çıkarır. Yağmurda çamurda, elinde şemsiyeyle pilli masaj yastığı gibi titreşerek babasının şiirlerini okumak için sırasını bekleyen kızının fotoğraflarını kitapçıklarında kullanır. Fotoğraflara da şöyle notlar düşer:

 

'Büyük ve bî-misal şairimiz Nedim'in 200. sene-i devriye-i vefatı münasebetiyle Karacaahmed'deki mezarı üzerinde yapılan ihtifal esnasında huzzarın takdiratını celbeden bir eda-yı talâkatle inşad-ı şiir eden Florinalı Nâzım kerimesi.'

 

'Dâhi-i san'atkâr Koca Mimar Sinan'ın irtihalinin 346 ve 347. sene-i devriyelerine müsadif günlerde mezarı üzerinde yapılan ihtifaller esnasında kemal-i talakat ve muvaffakiyetle inşad eylediği şiirlerden dolayı huzzarın takdirat ve iltifatına mazhar olan Florinalı Nâzım kerimesi.'

 

Belki de kendi kabiliyetsizliğine çaresizce hükmedip ümidini gelecek nesillerin şaire-i azamı yapmak istediği kızına bağlamıştı, bilinmez. Bir kitabında şöyle diyor mesela:

 

'Aliye Meliha Hanım'ın bebekliği: Daha dört yaşında iken bu küçük güher-pâre mevcudiyetinin ne büyük bir lem'a-i zekâya mâlik, ne ulvi bir isti'dâd-i hitabete kabiliyetdar olduğunu seher vaktinde Öten şevk-efzâ bülbüller gibi saatlerce devam eden şâikât-ı hitâbâtiyle isbat eyliyordu.' Hahahhahah

 

Yine kitaplarından birinin sonuna, Küçük Şaire'nin gümbür gümbür geldiğini haykıran, ufaklığın el yazısından çıkan şu enfes kıt'ayı ekliyor.

 

'Bahar geldi çiçek açtı

Elmas güneş nurlar saçtı

Güzel bahar çiçek bahar!

Ne sevimli seslerin var'

 

Yağmur demeden, çamur demeden düzenlediği anma toplantılarının bir tanesinde, Fikret'in mezarı başında gelenlere kızı ve kendini öven yazıları barındıran 8 sayfalık bir kitapçık dağıtınca, Halit Fahri 'Ne lan bu, ölünün ardından lokma tatlısı mı dağıtıyorsun' manasında yüksek perdeden bir yazı kaleme alıyor. Bir hafta sonra Halit Fahri Servet-i Fünun binasında otururken imzasız bir mektup alıyor:

 

'Ey Haberler sütununun garezkâr münekkidi! Sen kimsin? Maskeni çıkar yüzünden! Sen biliyor musun ki Florinalı Nâzım beyefendinin isim ve şöhreti şarktan garba bir güneş ziyası gibi yayılmış ve çar aktâr-ı cihanda bu dehayı tanımayan kalmamıştır? Bunu bilmiyorsan öğren ve bir daha dilini tut, böyle küstahça yazılar yazayım deme!'

 

Fahri kağıdı 'Allah Allah' diyip bir kenara koyuyor, ama mektuba baya içerlemiş olacak ki biraz sonra içeriye giren Süleyman Nazif'e gösteriyor. Nazif kağıdı alır almaz makaraları koyveriyor. Bizim Fahri 'noluyo yahu' diye sual ettiğinde de, yazının Florinalı'nın elinden çıkma olduğu cevabını alıp şaşalıyor, birlikte gülüyorlar.

 

Nazım, bunca insanın üzerine çullanmasını nasıl gördüğü hakkında Sedat Simavi'ye şöyle der: 'Vallahi azizim, ben hilkaten mütevazıım. Aleyhimde yazan muharrirler olmasaydı mahviyetkâr kalacak ve aciz benliğimi meydana koyamayacaktım. Gazetecilerin mütemadi hücumu benim için bir lütf-ı ilahi olmuştur. Şimdi garip görünen cür'etlerimi onlar temin ettiler. Onların beni hırpalayan, kamçılayan yazıları olmasaydı, bugün meçhul bir şahsiyet olarak kalacaktım! Unutmayınız ki ben şimdi gemilerini yakmış bir amiral gibiyim. Gazeteci dostlarınızın hakkımda yazdıklarına o kadar alıştım ki artık, on beş bin Yusuf Ziya, yirmi beş bin Orhan Seyfi, elli bin Peyami Safa'nın ve bir o kadar Faruk Nafiz'in hücumları bana ninni gibi geliyor.' Son cümledeki asalet karşısında şapka çıkarmamak mümkün mü?

 

Yaptığı araştırmalarda, İbnülemin de acıdığı bu delinin gayretinden çok istifade ediyor. Son Asır Türk Şairleri adlı çalışmasında Florinalı'ya geniş yer vererek çalışmasını evine gönderiyor. Yaptığı iyiliğin karşısında 'Şiir krallığım üzerinde yeterince durmadın, tüm şiirlerimi yayınlamadın' şeklinde okkalı bir şepeşille yiyince de başından aşağıya kaynar sular dökülüyor, cevap vermiyor. Bir süre sonra Florinalı çark edip 'bağışlayınız beni' manasında sayfalarca mektuplar göndermeye başlayınca da dayanamayıp beyti patlatıyor:

 

'Bir takım laf ile teşviş-i huzur Etme ey şair-ı bi-şiir ü şuur,

Her dakika bana gelmekden ise Yılda bir kendine gelsen ne olur!'

 

Florinalı'yla ilgili bomba bir hadise de kendisine Gülhane'de verilen bir rapordur. Zıpır doktorlar Florinalı'nın efsanevi narsizmini bildiklerinden, 1 Nisan 1926 tarihinde çektikleri beyin röntgeninde onun ileri zekalı bir insan olduğunu tespit ettiklerini rapor halinde sunmuşlar ve bu rapor bir süre sonra Nazım tarafından gazetelere yayılmıştır. Olay o kadar büyüyecektir ki İngiltere'deki Daily Mail ve Fransa'daki Commedia gazeteleri bile bu efsane raporu okuyucularına duyuracaktır. Florinalı ise, ülkemizi aşan şöhretinin dünyayı sarmasından hayli memnundur ve raporu bir kitabında şöyle tanımlar: 'Florinalı Nâzım Bey üç seneye karib zaman evvel ağır bir hastalık yüzünden Gülhane Seririyât-ı Hariciye birinci kısmına girdiği ve vaz'iyyât-ı umumiye-i sıhhiyesine müteaddid doktorun huzurunda röntgenle baktırdığı sırada cevher-i dimaiyyesi hakkındaki istikşâfât neticesini hâvi ayrıca verilen ve hâtırası Avrupa matbuatına kadar akseden raporun kopyası'. Üstad, raporun dünya çapında hadise olmasına sinirlenerek 'Bu ne rezalet' makamında bir yazı neşreden Nurullah Ataç'a da 'Benim pek müstesna olan muvaffakiyet ve mazhariyet-i edebiyemi çekemeyenlerden henüz şahsını tanımadığım genç ve hasetkâr bir kalem sahibinin 'hata' veznindeki İmzasıyla... (Nurullah Atâ'dan kinaye-trra)' diye zılgıtı kaymaktan da geri durmaz. Sözkonusu rapor da şu şekildedir:

 

'Üstâd-ı muhterem ve şair-i âzam Florinalı Nâzım beyefendiye yapılan dimağ radyografisinde hafıza, meleke-i akliye, isabet-i ayn ve tahayylül merkezlerinin fevkalâde neşv ü nemada bulunduğu ve bu merâkize tevafuk eden nevâhî-i dimağiyenin fevkalâde münevver olup bu tenevvürün Tenevvür-i tabiiden pek ziyade bulunmakta olduğu, ezcümle batinât-ı dimağiye dâhilinde mevcud bulunan 'mâyi-i dimaği-i sevki'nin floresans hassasının mütezâyid bulunduğu ve husule gelen lemeâtın pek şâyân-ı dikkat olduğu görülmüştür. Muayene neticesinde dimağın tabiiye nisbel edilecek olursa pek fazla neşv ü nümâ bulduğu ve sebebden izâm-ı kahfiyenin pek ziyade rekakat kesbettiği anlaşılmıştır.'

 

İlmin de dehasını ispatladığı Nazım bir gün Cevat Fehmi'ye dünyaya yayılan şöhretinin Hamid'i de alt ettiğinden şöyle bahseder:

 

Edebî hayatım çok şaşaalı geçti. O kadar ki bugün artık tarihin malı oldum. Geçen gün Azerbaycan'dan gelen bir mektupta 'Sizin burada Hâmit'ten fazla şöhretiniz var' deniliyordu. Bu delil benim mazhariyetimin derecesini isbat eder. En büyük şairler benim için şiir yazdılar. En büyük ediplerin iltifatlarına mazhar oldum. En büyük muharrirlere, gazetecilere makale mevzuu teşkil ettim.

 

Kadirnaşinas gazeteler Florinalı Nazım'dan bir sütuncuk yeri bile esirgerken, o sesini cihana duyurmak için ilan sayfalarına dünyanın parasını dökerek mücadelesini yalın-kılınç sürdürür. Birgün ilan sayfasına hakkında yazılanları ve fotoğrafını bastırınca Peyami Safa, 'Şair Florinalı Nâzım Bey son zamanlarda, makalelerini ilân sayfalarında neşrediyor. Dün de bizim gazetenin sonuncu ilân sayfasında ve sonuncu iki sütunda, yani ara sıra tıraş bıçağı ilânlarının çıktığı yerde uzun bir makalesi ve resmi vardı' diyor. Makalenin sonunda da Keriman Halis'i güzellik kraliçesi seçen heyetin Florinalı'yı övdüğünü, dolayısıyla onun da şiir krallığını ilan edebileceğini söylüyor. Ve bomba patlıyor. Florinalı Safa'ya teşekkür mektubunu ve Keriman Halis hakkındaki bir şiirini gönderiyor, Türk Şiir Kralı ünvanını kabul ettiğini söylüyor. Peyami Safa ise bunu duyurduğu makaleyi şöyle bitiriyor: 'Türk Şiir Kralı unvanını böylece kabullenen Florinalı'nın başına taç koymak yalnız Abdülhak Hâmid'e düşer, değil mi? Hayır, bence bu şerefli işi yapmaya daha salahiyetli olan bir zat var: Mazhar Osman.' Ve Florinalı'ya Mazhar Osman'ın tımarhanede hil'at giydirişinin karikatürü, altında da şu yazı: 'Haşmetlü Florinalı Nâzım hazretlerine Mazhar Osman Bey tarafından hil'at giydirildiğinin resmidir!'

 

Kralımız da buna karşılık Mazhar osman'a imzalattığı eserleri çıkarıp ifşa ediyor:

 

Sıhhat Almanakı: Aziz ve muhterem şairimiz Florinalı Nâzım beyefendiye takdim. 6.9.1933.

Keyif Veren Zehirler: Muhterem ve aziz dostum büyük şair Florinalı Nâzım Beye. 27.8.1934

 

Ve 'hiç ben onların kastettiği gibi deli olsaydım Mazhar Osman Bey bunları yazar mıydı?' diye oldukça sağlam bir kapak da takarak muhattaplarını apıştırıyor.

 

Florinalı Nazım aradığı ünvanı bulmuştur, artık onu kimse tutamaz. O haşmetlü şiir kralımızdır ve bu sıfat kendisinin en büyük hakkıdır. Payesini Cumhuriyet'in ilan sayfalarında kelime başına para sayarak neşrettiği şu ifadelerle sahiplenir:

 

'Otuz senelik yüksek ve parlak edebî varlığımı takdir ve tevkiren Türk şiir ve edebiyatının dahi ve üstadları tarafından bana 'büyük şair' payesi verilmesi münasebetiyle Cumhuriyet'te münteşir bir yazısında beni 'şiir kralı' diye anan Peyami Safa Bey'in sonradan bu vadide alaylı neşriyata kalkışmasına ve hakkımda bütün muarızlarımın atmaları melhuz her türlü tariz taşlarına rağmen, bugünden itibaren neşredeceğim yazılarımdan her istediğimin altına şu imzayı koyacağım: Türk Şiir Kralı Florinalı Nâzım!'

 

'Kıratlık' değil, 'kıral'lığın nâmına imza atarım

Cumhuriyet devrinde ben sanmayın kıratlığa daldım

Yüksek şiir mevkiimi çekemeyenlerin bana

Haksız hücumunu kırdım, haklı zaferimi aldım.' Haklısın yüce muzaffer diyoruz biz de.

 

Haşmetmeab, bu yoldaki tüm maceralarını anlattığı 'Türk Şiir Kırallığı Neden ve Nasıl Doğmuştu' adlı bir şaheser de telif buyurmuşlar, krallığın kitabını yazmışlardır.

 

Şiir Krallığıyla taltif edilen Florinalı'nın, Güzel Sanatlar Akademisi'ne bir de büstünün dikilmesi istihzanın nerelere kadar geldiğini gözler önüne sermektedir. Sami Paşazade Sezai büst hakkında 'Yüksek şiirlerinizle payidar İsminizi, bir âbide ile payidar olacak resminizi görerek iftihar ederim. Sizin şiirleriniz zaten o âbideyi tersim etmiştir' demiştir. Hazret de tatlı tatlı şöyle anlatır:

'Ne garib bir tesadüftür ki Rifat Bey'in bir gün gelecek namıma dikileceğini 31 Mart 927 tarihinde söylediği heykelim, nurlu ve kıymet tanır Türk gençliğinin hakkımdaki yüce ve ebedî saygı ve takdir duygularının maddiyet şeklini alan bedii ve yüksek bir eda ve ifadesi olmak üzere, aradan yedi yıl geçmeden İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademisi'nde yapılmış ve 18 İkincikânun 1934 tarihli Hilâl-i Ahmer ve Milliyet gazetelerinde o tarihi heykelimin resmi çıkmıştır.

 

Akademi'yi ziyaret ettiği gün çekilen bir fotoğraf hakkında da şöyle der:

'Bu resim, Güzel Sanatlar Akademisi'ni ziyarete gittiğim zaman çekilmişti. Bunlar benim hayranlarımdandırlar! Onlar, bana mekteplerini gezdirirken bu taşın önüne gelmiştik. Bana 'Üstadımız, dediler, Efgan kralı mektebimizi teşrifinde bu kaidenin üstüne çıkmıştı. Siz de şiir kralımızsınız. Bu sıfatla ayni makamı işgal etmenizi rica edeceğiz. Siz bize, şu bediî manzaranın kürsüsü üzerinden hitab buyurun ve biz hürmetkarlarınız yükseklerden gelecek veciz sesinizi hayran hayran aşağıdan dinleyelim (...) Ben, gençliğin bu teklifine mukabele olarak: 'Efgan kralı yükseklere çıkabilirler. Ben kendimde o yaraşıklığı bulamıyorum. Fakat Türk gençliğinin her isteği, benim için behemehal yerine getirmekle mükellef olduğum bir buyruk mahiyetindedir. Bu itibarla, kendimi, o yüksek kürsünün üstüne kadar değilse bile, ortasına kadar çıkmaya mecbur addediyorum!' cevabını vermiş ve bu resimdeki pozu almıştım. Bu da ayni günün başka bir hatırasıdır. Yine bahçede geziyorduk. Bu ağacın önüne geldiğimiz zaman, şu, diğer resimde gördüğünüz, aslan kafalı genç: 'Üstad, dedi, durunuz, burada bir resminizi çekelim. Burada tabiat yüksek başınıza solmaz güzelliklerinden muhteşem bir çelenk örmüş gibi görünüyor. Bu bediî sahneyi kıymetli bir hatıra olarak tesbit edelim!' Türk gençliğinden gelen bu samimi teklifi de kırmadım ve bu pozu aldım.' Eşek sıpalarının fırlamalığına bakın!

 

Malesef haşmetlü şiir kralımızın derlemiş olduğu 17.5 çuvallık evrak, 9 Eylül 1933 gecesi Üsküdar Açıktürbe'de, üçe bölünmüş konağında başlayarak 17 evi küle çeviren yangında tarihe karışacak ve araştırmacıların hizmetine sunmak üzere defterlere yapıştırarak derlediği binlerce vesika kültür hazinemizden yitecektir. Ki bu defterlerde kendini aşağılayan yazı ve karikatürlerin altına 'Hakkımızdaki kıskançlığın iğrenç bir tasviri olmak dolayısıyla musavvirlerine ebedî bir hicap lekesi add ü telâkkisine şayan bir intiba', 'Dehâ-yı şairanemi kıskananların tehzilkâr neşriyatından bir numune', 'Hasetkârlıktan mütevellid âdi mizah cilvelerinden' gibi notlar da düşmüştü. Matbuat bu anda da yapacağını yapacak ve başında takke, sırtında pijama, yanan evinin yanında yetkililere dert yanan Florinalı'yı fotoğrafıyla ilk sayfaya taşıyacaktır. Daha sonra Florinalı'nın o gece yangında kaybolan kızını dahi farketmeyip, evrakları için dövündüğü de yazılacaktır.

 

Florinalı, İlan sayfalarına bastırdığı yazılara para yetiştiremez olunca avukatlık yapmaya karar veriyor ve stajını tamamlıyor. Basın burada da vurmaktan geri durmuyor ve Vakit gazetesinde şu başlıkta bir röportaj yayınlanıyor: 'Florinalı cezbe halinde! Şiir krallığından avukatlar krallığına -- Fakat bu taht değiştirmenin sebebi hazinesinde mangır bulunmaması imiş'

 

Florinalı 6 haziran 1939 günü Asabiye servisinde tedavi gördüğü Gülhane'de Hakka yürüyerek son birkaç yılını münzevi geçirdiği bu dünyayı terk eder. Şiir kralının cenazesi ise tam bir ibret vesikasıdır. Tanıdıkları dışında kimsenin cenazesine katılmadığı Florinalı, 4 asker ve 3 polisin ellerinde Topkapı mezarlığındaki ebedi tahtına taşınır. Ölümünden sonra Peyami Safa, Halit Fahri gibi şahıslar üzüntülerini ifade eden birkaç yazı kaleme alır; birkaç karikatürle daha dalga geçilir ve basının maymun ettiği bu şahıs tarihe öyle bir gömülür ki okumayı seven pek çok kişi dahi onun adını dahi duymaz olur. Çevrede Florinalı ruhiyatına sahip pek çok kimse olsa da, egolarını bastırmada muvaffak olup her aklına geleni yazmadıkları için Florinalı garibim gibi geyik oğlanı haline getirilmemişlerdir. Hayat dedikleri de işte böyledir... Bu yazıyı hazırlarken, ancak çoğu o dönemde kaleme alınan kitapların kıyılarındaki metin kırıntılarından ve Beşir Ayvazoğlu'nun araştırmasından müstefid olabildim. Hakkında kaynak yok. Allah rahmet eylesin, başka söze ne hacet?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sizleri kralımızın nadide bir şiiri ile başbaşa bırakıyorum efendim. Hele son beyte özellikle dikkat kesilmenizi istirham edeceğim:

 

Bir Delinin İyiliği

 

"Pek değerli ve sevgili üstadımız Mazhar Osman Beyefendiye!"

 

Gövdesi koca, iri

Bir gün delinin biri;

Düşmüştü hastaneye..

Gün geçti, dedi: neye

Bu -dar yerde- kalayım

Sıkıntıya dalayım?

O halde, ne yapmalı?

Hangi yola sapmalı ;

Bahçede gezinirken ?

Sezdirmeden geç, erken,

Parmaklıktan atlamak,

En kolayca olacak

Sıvışmanın çaresi,

'Çelik ağ'ın neresi,

tşime gelirse, ben

Atliyayım o yerden ;

Kaçıp ta kurtulayım .

Geniş, geniş bulayım.

Keyfime göre meydan!

Fertiği çekmek burdan

En kestirme bir iştir..

Bu ne berbat giriştir!

Deli, gezdi, dolaştı

Bir fırsat buldu, aştı.

Parmaklığın üstünden,

Şimdi görsen ne de gen!...

Hastanedeyken onu,

Hoş bakmış olduğunu,

Bildiği bir doktora,

Rasgeldi, neden sonra!..

Dedi 'tam zamanıdır,..

Onu, yakalar, alır,

Götürürüm evime,

Ev yalnızdır.. Kim kime

Karışabilir bana:

Sıra düştü.. Ben ona:

Ben evet, şimdi İşte,

En büyük bir iyilikte

Bulunmayı isterim,

Buna uygundur yerim!..

Yakalayıp doktoru,

Bir ikram için doğru,

Evine sürükledi;

İçin, için inledi.

Zavallı doktor fakat.

Yemeden tekme, tokat;

Deliyi avuturum,

Bu düştüğüm uçurum

Güzellikle aşılır,

Deliyle anlaşılır,

Düşüncesile, ona,

Uydu, gitti yoluna...

Eve geldiklerinde,

Ruhu sıkan derinde,

Bir 'odaya girdiler!

Deli: hep güler, güler!

Çünkü, düşündüğünü

Yapmak için bu günü

Aylarca iple çekti..

Bugün de gülecekti!

Sırıtarak doktor*,

Hazırlan, geldi sıra,

Geldi sana ikrama!

Bundan büyük, arama

Dünyada bir saadet!..

Bana sonra dua et!

Bu sözler karşısında,

Alıklaşan 'doktora

Çatmıştı sabırsızlık,

Ne olacaksa artık;

Anlaşılsın!, isterdi,

Bu dileği gösterdi!

Deli fikrini açtı!..

Saçmalarını saçtı!

Doktor'a, şöyle dedi:

Sen de biliyorsun ki

Dünyada en büyük bir,

En yüce bir 'rütbe'dir:

ŞEHİTLİK MERTEBESİ!..

Sevin sevin, kes 'ses'i!

'Şehid, edeceğim 'ben,

Dem, geçmeden!

Doktor, bu saçma sapan,

Aklı başından kapan

Lâfları işidince,

Ah etti ince, ince ;

'Deli'ye, demişti ki

Aşkolsun sana, peki;

Emrine hazırım 'ben,..

Ancak abdesli iken

Şehit olmak isterim,

Ki cennet olsun 'yer'im..

Bana biraz müsâde,

Abtes alabilsemde,

Muslukta, gelsem öyle

Olmaz mı kuzum? söyle!

Deli dedi haydi git!

Abtes al da, gel şehit,

Edeyim sonra seni!

Sakın, bekletme beni!,.

Doktor, teşekkür etti!

'Kapı'yı hemen itti,

Çıktı oda içinden;

Güç belâ can atarken,

Evin dışarısına,

İçinin ağrısına!

dinlenme geldi, gitti!

O ölmeden şehitti,

Deliye kaldı meydan-da

Şimdi bodrum katında,

Delilikler yatında!

Sallandı, mırıldandı..

Anladı ki aldandı!

Doktoru koy vermekten'.

içi yandı gerçekten!

Fakat hâlâ bekliyor,

Hıncını köstekliyor,

Doktor gelecek diye,

Benden budur hediye

Basılacak bu sene,

Yeni tıp takvimine!

 

Üsküdar: 23-12-932

Filorinalı Nâzım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ne büyüyk şairmiş şu bizim Florinalı hakkını vermek lazım. Şimdiye kadar hakkını yemişler fukaranın :D .

Share this post


Link to post
Share on other sites

trradomir'in yine enfes üslubuyla önümüze sunduğu, bize sadece ama sadece okumanın kaldığı hoş, güzel bir çalışma. Bu adam hangi ara okuyor onca kaynağı, hangi ara kafasında terkip ediyor ve hangi ara yazıyor, işin burası muamma. Huddamlı olduğuna dair bir kanaat oluşmaya başladı bende. Diğer türlü bunca şeyi yapmak etmek muhal bir şey sanki. Aman diyelim maşallah.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...