Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
sark

Ömer Erdem

Recommended Posts

bir.adam.

 

bir.adam.

 

bir.adam.var.odamda.

perdeleri sallayan.

bir adam.var.

havluda.sarındığım leylak.

bir adam var.mutfakta.

bir.adam.yarım ekmeğimden ısıran.

 

bir adam var.

parmaklarımda.

hep benim.hiç yaşamadığım

sokakta.'kuruttuğum gül altın tasta'.

 

bir.adam.varr.

hastalıkta.bir kaşık limon.

çorba.

birr adamm varrr.

gitmek isterim.

rüzgar karaltısı.bir adam.var!

 

bir.adam.var.

açık.makas gözleri.

bir adam.var.

otobüs.dolaşır şehirleri

 

bir.adam.var.odamda.

toz.içinde.

bir adam.var!

 

Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ferman

 

Ferman

 

Ben ağzından şelale dökülen bir padişahtım

Kendi elimle fermanını yazdığım bestekarın

Mihriban nağmeleriyle yaşardım

 

Duran ve kımıldanan her şeye soluğum yeterken

Ne oldu de içimdeki geceye hükmedemedim

Sisli bir kement gözüne efendim dedim

 

O gitti...

Kemendi yeni bir nağmeye çevirdi

Üstelik her gece geldi ruhu önümde eğildi

 

Söyleyin bana benim kehribar saçlarım

Döşeğimde çarşaflara bürünmüş bir göç gibi yatarken

Ötelerden yükselen bu dilsuz sesler kimin

 

Ben ağzından şelale dökülen bir padişahtım

Geçerken önlerinden kahkaha arabasıyla

Alkışlardı beni her cuma o güzel halkım

 

Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Lal

 

Sen nesin ki yanarsın

Sisten bir kafeste lal

İçlenişin gül yağmuru, nar

Karışır kalbe vuran sese her bahar

 

Dünya evvelinde sislerin de bir dili var

Ağır, dalgalı ve sessiz

Ömrün gövdesine kaybolarak dokunurlar

 

Bense...

Büyük bir merak yüzünden indim bu bahçeye

Ey sis bürü beni al sinene sar

 

Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üsküdar

 

üsküdar

 

üsküdar asyadır çine kadar

her kış

bıraksa da köpük saçlı kızlarını

kıyıya

öfkeli bir yağmurla iner rüzgar

 

mihrimah güneş saati

yanından ince dar bir merdiven uzar

soğuk

ve dönmez bir kilit çocuk kütüphanesi

önünden insanlar yürür ve susar

 

şemsipaşa

ceviz bir cami, demirinden

yan gözle cihangire bakar

demişti ki tanpınar

üsküdar uçarsa gider istanbul

yürüyemez sokaklarında çocuklar

 

 

üsküdar asyadır çine kadar

 

Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ömer Erdem (1967)

 

 

 

 

 

Bir Şehri Yitiriş

 

 

 

‘Mustafa Ruhi Şirin’için

 

 

 

Buraya gelmek kolay olmadı!

 

Dolanıp hayatın çalılığından yola,

 

Dargın ve ergen başaklarla vardım;

 

Rüyaları tarumar bahçelere sarkan ilkbaharlara

 

 

 

Kalbine yakın bir aldanışın uzağında

 

Savrulan nice baba vardır hani ölümden

 

Döl diye kıvranır yatakların gölgesinde

 

Onlarla ve kara vagonlarla geldim buraya

 

 

 

Buraya gelmek kolay olmadı!

 

Aktım suların coşan ağzından

 

Güneşin yurduna kovarak yaseminleri

 

Durdum tenin toprağa vardığı tahtaların ucunda

 

Kâğıtlara inmez sesler yakan bir suskunlukla

 

 

 

Konacak değildim kötülüğün taşlığına

 

Evini doğuran kadınların çağından

 

Şehir, şehir ey “Medinetü’l Fazıla”

 

Senin tozlarındır yıkayan yollarını ışığımın

 

Bir gün bu kubbeden inersem…

 

Yedi kapından yedi defa varacağım sana

 

 

 

Buraya gelmek kolay olmadı!

 

Bebek potinlerinin balonlu çağrısında

 

Kabardı dalgın bir su gibi günlerim

 

Ve bilsen

 

Yitirdim bir şehri diyerek

 

Ne düşündüm seni,

 

Pervazları, gülibrişimleri, merdivenleri…

 

Buraya gelmek kolay olmadı

 

Her nefesi kalbe ışıtarak geldim buraya

 

 

 

Ey şehir şimdi soruyorum sana!

 

Burada…

 

“Sen benim neyim oluyorsun”

 

Sana dokundukça rüyada

 

Ufalanıyor aşkın mirası gömlek

 

Açılıp kapanıyor kanatlarım havada

 

 

 

(Yitirişler’den)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Anneyi Yitiriş

 

 

 

Cevdet Karal’a

 

 

 

‘Oğul

 

Erkek ve eskisin

 

Suların zarı gerilmeden yosunlarda

 

Zamansız bir çağrı gibi bekledim seni

 

Sonra…

 

Sana indin ağır

 

Taşların ve camların terlemesinde

 

Vınlayan bir yokluk olmasın adın.

 

Gözlerimi gönderdim aşkın ağzında çözülme diye

 

Oğul bir kelimedir dünya

 

Çalkalanır özsuyunda nabzı toprağın

 

Sen erkek ve eskisin

 

Unutma!’

 

 

 

bu ses derimden mi sızıyor şehre

 

tartılan eksik ekmeklerden mi duyuyorum

 

sabah tıraşlarında ayna buğularının ardında

 

bağladığım ayakkabılar değil ellerim

 

anne ben erkek ve eksik miyim

 

 

 

çoğaldık pencerelerimiz var yağmurdan

 

portakalı cazibemiz soyuyor dalında kışın

 

beraberiz suda haberliyiz olanlardan

 

çocuklarımızla parklarda yürüyoruz

 

inanıyoruz eskidiğine elmaların da

 

 

 

‘Oğul

 

Kasıklarımda sarmaladım seni alnımda ay

 

Aşerdim ve düştüm diline yazın

 

Yol gözledim kumaş biçtim

 

Gecenin atına binerek geldi adın

 

Beni dilinle şaşkınlık diye sakla

 

Oğul bir ateştir dünya’

 

 

 

bu ses saatimden mi düşüyor şehre

 

perdelerin hışırtısı mı örten beni

 

öyle ince kesiliyor ki lifleri iplerin

 

su içsem dolanıyor bana

 

gün bir ip çektikçe çoğalıyor

 

 

 

burada soğan kabuğuna mı inanalım

 

gömlekliyiz ve anlıyoruz ya renginden arabaların

 

yol kimin çocuğuna bakıyor böyle

 

vitaminler ve resimli bir üveylik

 

sızıyor dansından kızların

 

şimdi beraberiz suda

 

bakıyoruz birbirimize singin

 

çünki

 

inanıyoruz artık eskidiğine merhametin

 

 

 

‘Oğul bir dişidir dünya’

 

lekeli

 

yeni doğmuş bebeğin dudağında

 

annemi “yitirdim”…

 

“oğul” bir kelimeymiş bu dünya

 

 

 

(Yitirişler’den)

Share this post


Link to post
Share on other sites

evvel

 

söylenecekler daha söylenmeden evvel

sen gelmeden ve ben gitmeden evvel

taşları kaldıracak kaslar gelişmeden evvel

toprak ve sudan ve tüf ve lavdan evvel

damladan evvel ve baldan ve kanattan evvel

bilinen ve bilinmeyen ne varsa onlardan evvel

tutamıyorum dilimi yerimde duramıyorum öyle evvel

ormanların gölgelerinde ışıklar kaybolmadan evvel

böcek yankıları kalplerden göçmeden evvel

nehirlerden evvel meşenin şarkısından evvel

balığın dişinden evvel ateşin külünden evvel

gitmiştik her şeyden öteye bir gölün dibinden evvel

mercanlardan evvel steplerden evvel

kuş cama çarpmadan yumurta ve salyadan evvel

önünde yattığımız taşın resimlerinden evvel

boynuzdan evvel ve yosunun nazından evvel

basmadığımız yoldan evvel ve koparmadığımız elmadan evvel

gazozlardan evvel ve yaz sinemalarından evvel

kirpikler ok olmadan evvel ve gözler tuzak kurmadan evvel

petrol köpüğünden evvel ve motor çalımından evvel

kulağa gelen ilk sesten evvel ve düşen ilk yapraktan evvel

daha mezar yokken ve yusuf rüyayı bilmeden evvel

tüyden evvel ve köpeğin kuyruğundan evvel

naldan evvel atın şahından inmeden evvel

verilen sözden evvel ve sözden dönmeden evvel

terazide toz ve saatte akıl çınlamadan evvel

yüz kreminden evvel aynadan ve köprüden evvel

dize derman küsmeden evvel ve bel bükülmeden evvel

yunustan evvel ve miryakefalondan evvel

kılıç vınlamasından evvel tekbir ağacından evvel

ekmek bulanmadan evvel buğday çoğalmadan evvel

şiir Allahın dilinden düşmeden evvel

kamış dağlanmadan evvel kumaş biçilmeden evvel

narh konulmadan evvel taht çakılmadan evvel

töreden evvel ve buzul banyosundan evvel

kerpiçten evvel ve çamurun okulunda samandan evvel

nar çiçeğe patlamadan evvel burçlar düşmeden evvel

yay gerilmeden evvel ve ok ateşlenmeden evvel

kum panayırlarından evvel ve kan kızarmadan evvel

davul vurulmadan evvel duman şişelere sığmazdan evvel

mey damlamadan evvel söz testiden sızmadan evvel

ay vurulmadan evvel demir erimeden evvel

pamuk lif lif atılıp ak beyaz olmadan evvel

el el üstünden kaydırılıp sırta hançer vurulmadan evvel

şimdi neredeyiz diye soruyorsun ondan evvel

yaşanacak başka gümüşler olmalı bundan evvel

kitaptan evvel ve mağaradaki örümcekten evvel

davet gelmeden evvel ve O dağdan inmeden evvel

biz orada olmadan oradayken orada olanlardan evvel

üzümün ve incirin ve hurmanın çapağından evvel

dönüp durup kendi kepeğimizden elenmeden evvel

moğol çığlığından evvel ana karalardan evvel

rüzgarda kabaran gemilerden evvel kırbadan evvel

baharat ambarından evvel zenci zincirinden evvel

altın külünden evvel borsa sütünden evvel

çandan evvel ve çobansız sürüden evvel

yerin altından ve göğün kulelerinden evvel

şimşeğin kalayından evvel ve depremin kanadından evvel

yastıklardan evvel ve çiçek zehrinden evvel

biz ordaydık ve bunu bilmeden bildirilmeden evvel

çıplaklıktan evvel ve doymaktan ve açlıktan evvel

biz ordaydık ve bunu bilmeden bildirilmeden evvel

biz ordaydık ve burayı bilmeden buraya düşmeden evvel

 

 

Ömer ERDEM |

Share this post


Link to post
Share on other sites

sesle

 

bayat silgilerden sesle beni ters dönmüş gül şemsiyelerinden sesle

patlamış balonlardan balkon içlerinden sesle

iğneyle kuyu kazan bekârlardan sesle kayıp eşya bürolarından

küflü oda bekçilerinden sesle tuzlu ve hızlı köpüren sulardan sesle

kırk uçlu kalemlerden sesle bileğiyle alnını silen ustalardan sesle

ilk düşen ak telden sesle külün odunundan sesle

aynalardan değil tuğlalardan sesle

keçiboynuzu çekirdeklerinden sesle son köprü cambazlarından sesle

uykusuz gazetecilerden sesle gözlük kemiklerinden bile

çıkmaz sokaklardan sesle henüz tekerleği piste değen uçaktan sesle

bitmez kış iğnelerinden sesle iğde yastıklarından belki

sesle işte cilt tutkallarından kumaş biçen ellerden bile sesle

çok okunan roman kahramanından sesle kaplıca killerinden sesle

çevrilmeyen dillerle sesle tıraş jiletlerinin ışıltısıyla sesle

oltadaki balık gözüyle sesle okuyucusuz kütüphanelerle sesle

lügatlerden sesle çilek dikenlerinden iki ileri bir geri yürüyüşlerden sesle

daha sütten başka bir tat bilmeyen ağızlardan sesle beni

camlara tünemiş el izlerinden de sesle

kömür karalarından sesle kurşun sisinden sesle

kapalı masalardan gizli zarf makaslarından sesle

peynir sularından, köşelerden, alman mürekkebinden sesle

soyulmuş domates yeşilinden sesle

aşk dememek için her şeyi söyleyen kem gözlerden sesle

mart kedisinden sesle tünel esintisinden sesle

etek içlerinden sesle kulak incilerinden bile sesle

pantolon kırışığından sesle elektrik voltajından sesle

yumurta zarında titreyen cıvıltıdan sesle yangın merdiveninden sesle

kuyucu murat medresesinden sesle patrona bıyığından sesle

yukarıdan sesle bulut kuyruğundan yağmur şamatasından sesle

cengizhan nallarından sesle boru çiçeklerinden sesle

fuzuli bağdadından sesle kükürt yarasından sesle

araba yağlarından sesle kol büküklerinden sesle güreşin

nerdeyim oradan sesle bilmemenin aydınlığından sesle

vurulmadan girilmez kapılardan sesle yalı kuşlarından sesle

ikinci mehmedin su yolundan sesle vezir küheylanından sesle

mapushane tozlarından sesle ranza çarklarından sesle

şimdi değil takvim şansından sesle tren lokomotifinden sesle

içanadoludan sesle kum obruğundan sesle güneş şapkasından

niğde elmalarından sesle çerçi lokumundan sesle

esnaf lokantalarından sesle beni çuvaldız sayaçlarından sesle

beni sen sesle benden sesle sana sesle seni senle sesle

türkçe sesle uyur gibi sesle kavuşur gibi sesle koşar gibi sesle

 

 

Ömer ERDEM |

Share this post


Link to post
Share on other sites

eski zarf

eski bir zarftan çıktı bunlar

dün gece gezmedeydim sınırda

bir sigara külü tutuyordu bir askeri

yel oldum savruldum gözüne

asker değil maketmiş meğer

vatan dedim sınırda başlamıyor şimdi

kalmadı kıymeti ne silahın ne neferin

bak bana güle batmış güneş gibi bak

kaç kaşlıyım üstelik kaç gözlü

bir ölünün uykusundan uyandım

kalktım sana rastladım

ufff benimkisi de iş mi

bir maket bu sözleri duyabilir mi

 

beyaz bina parlıyor siste

kışla mı bir eski ne

kaç yaşında böyle genç böyle dolgun

kıyısında geniş parkın

bir adam elinde ayna bıyıklarını düzeltiyor

aldırmadan

kollarını balonlar gibi yukarı kaldırmış

öyle koşarken karşılıklı bir çocukla bir kadın

 

arada bir çaycı gelir

çay lekesi üstünde zarfın

çayıma bakar her gelişte üşüyor mu diye

çaycının dili yanmış çay

ağrıda askerken

 

aslında japonyadan gelmiş bu zarf

içinde çiçekli takvim nippon japonya

takvim

her yıl fotoğrafı basılan

en yaşlı asker dünya

 

bu zarfa sığsaydım

kendimi kime postalardım

belki de bu soru yüzünden eskidim

masalarda kaldım

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kağıt Yorganlarla Örttük Üstümüzü

 

Tanrım

Kağıt yorganlarla örttük üstümüzü

Karanlığın rüzgarından koru bizi

Ellerimiz küçük ve tenhadır

Yalnızlığın yağmurundan ırak tut bizi

 

Tanrım

Libaslara güvenerek solmayalım

Öykümüz sade olsun bizim

Paçalarından kirlenenlerden eyleme bizi

 

Gün sırtımızda ışıktan bir kırbaç

Kemiklerimiz yaşarken sızlar bizim

Saçımızın bir telinde bin yol var

‘Tenini saçının teline asanlar’dan koru bizi

 

Tanrım

Bugünlerde bir köşede yığılabiliriz

Bize şiir ver dua ver bize

Hem kağıttan yorganlarla örttük üstümüzü

Ne olur Tanrım

Yalnızlığın yağmurundan ırak tut bizi

 

 

Şair : Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çapraz

 

Çaprazdı o, doğuştan avcı ve türlü kötülükler etti

gündüz sakladığı saçlarını kollamak için

tuttu hukuk kitaplarını masaların altına itti

 

çaprazdı o, koynuma sığmadı, dilimin altında hiç durmadı

alnıma çizik attım, elime ip bağladım bellek taşları dizdim yollara

 

çaprazdı o, doğuştan avcı ve türlü kötülükler etti

eğilir gibi bir dal söğütün söylemesi gibi suya

ben buralarda kalayım sen ak git dedi

 

Şair : Ömer Erdem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...