Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Muvazene

Lozan'da "telgraf" Sorunu

Recommended Posts

Evvela, İsviçre'nin Lozan kenti Türkiye için olumsuz bir mekândır. Ankara, konferansının İzmir'de toplanmasını istemiş, ama kabul ettirememişti Müttefiklere göre, İzmir Avrupa başkentlerine uzaktı; delegelerle hükümetler arasında haberleşme sorunları yaşanabilirdi. Hâlbuki Ankara da aynı gerekçelerle konferansın İzmir'de toplanmasını istemişti.

 

Lozan'ın seçilmesindeki diğer bir gerekçe; tarihsel olarak İsviçre'nin "tarafsız ülke" olması, yeteri kadar otel, konferans salonu ve telgraf imkânlarının bulunmasıdır. Birçok uluslararası konferans burada yapılmıştı.

 

Ancak Lozan Türkiye için son derece zor bir mekândır! Türk heyetinin İstanbul-Lozan yolculuğu trenle 4 gün alıyordu! Hâlbuki karşımıza oturacak İngiliz, Fransız ve İtalyan heyetleri için bu süre 1 gündü!

 

Lozan'la Ankara arasındaki mesafenin uzak oluşu, sadece yolculuğun uzun olması sonucunu doğurmuyor, aynı zamanda Türk heyetinin Ankara'yla haberleşmesinde de güçlüklerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Fransız, İtalyan ve İngiliz heyetlerinin yolladıkları bir telgraf ya doğrudan ya da en fazla bir ülkeden geçerek başkentlerine ulaşıyor. Türk heyetinin yolladığı telgraflar ise, çok uzun bir mesafe kat ediyor. Lozan'dan Ankara'ya iki tane telgraf hattı var Biri Fransızların işlettiği Romanya üzerinden geçen "Köstence Hattı"dır. Diğeri, Akdeniz üzerinden Ankara'ya ulaşan, İngilizler'in işlettiği "Doğu (Eastern) Hattı"dır. Türkler, Doğu Hattı'nı kullanıyor, ama bazı telgrafların Ankara'ya ulaşmaması ve bazı telgrafların içeriğinin anlaşılamaması gibi teknik sorunlar çıkıyordu. Doğu Hattı'nın kullanılmasındaki bu sorunlar nedeniyle Başbakan Rauf Bey 27 Aralık 1922'de ismet Paşa'dan "Köstence Hattı"nın kullanılmasını istedi. Fakat "Köstence Hattı" da diğeri kadar sorunluydu. Üstelik hem telgraflar diğerine göre 10 saat daha geç geliyor hem de hattı işleten Fransızlar kelime başına İngilizler'e göre daha fazla para istiyordu. Bu yüzden, Ocak 1923 başından itibaren tekrar Doğu Hattı'na dönüldü.

 

Başdelege İsmet Paşa ile Başvekil Rauf Bey arasındaki telgraflaşmalarda bu teknik aksamaların belki de "teknik sabotajların işaretleri görülüyor: Bazen telgraflar gecikiyor, bazı telgraflarda satırlar boş çıkıyor, rakamlar okunamıyor, İsmet Paşa veya Rauf Bey diğerinden telgrafın tekrar çekilmesini, çok kritik durumlarda "mümkünse kurye ile gönderilmesini" istiyorlar.

 

Acele durumlarda İsmet Paşa, Rauf Bey'in cevabının gecikmesinden tedirgin oluyor, hatta zamanla Rauf Bey'den kuşkulanıyor! Rauf Orbay anılarında, Lozan Konferansı'nı "gece ve gündüz, dakikası dakikasına" takip ettiği için İsmet Paşa'nın herhangi bir telgrafına gecikerek cevap vermesinin imkânsız olduğunu anlatıyor.

 

Ancak dünya ile şöyle dursun, memleket içinde şehirden şehre dahi telefon ve telsiz gibi süratle haberleşmeyi sağlayan tesislerin mevcut bulunmadığı günlerde, Avrupa ve bilhassa İsviçre yani Lozan ile tek muhabere hattımız Köstence yolu ile olan telgraf hattı idi. Bu yol da İngilizlerle Fransızların elindeydi.

 

Bu yoldan yaptığımız haberleşmeleri ellerine geçiren İngilizler'in, şifreleri de çözerek günü gününe sabah kahvaltı sofralarında okuduklarını, bizzat o zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Mister Churchill son yıllarda yayınladığı hatıralarında anlatmaktadır

 

Şu halde Lozan'daki Delege Heyeti'nin Başkanı'nın bizden beklediği cevapların gecikme sebebi kendiliğinden meydana çıkmış oluyor. Başdelege ismet Paşa ile Başvekil Rauf Bey'in arasının açılmasında, Lozan'a ilişkin görüş farklarından başka, bu gecikmeler de rol oynamış, hatta ismet Paşa, Rauf'u Mustafa Kemal'e şikâyet etmiştir.

 

Telgraf iletişimindeki sorunlar konferans boyunca devam etti. Bazen Ankara, bazen İsmet Paşa gönderilen telgrafın ulaşmasını günlerce beklediler. Bazen teknik sorunlar yüzünden telgrafların şifreleri çözülemedi, "tekrar gönder" diye yazışmalar yapıldı. Bu sırada İngilizler "üç gün içinde cevabınizı bekliyoruz" gibi tavırlarla Türk heyetini sıkıştırıyordu.

 

Çünkü İngiliz istihbaratı, telgraf hatlarına girerek Lozan'la Ankara arasındaki haberleşmeyi öğreniyor, şifreleri çözüyor, Curzon'a ve Horace Rumbold'a bildiriyordu! Lozan'ın ikinci döneminde Curzon'un yerine İngiliz Başdelegesi olan Horace Rumbold. İngiliz istihbaratının sağladığı bu bilgilerin "paha biçilmez değerde olduğunu" belirtir. Rumbold'a göre, bu istihbari bilgiler sayesinde Lozan'daki İngiliz heyeti, "karşısındakinin elini okuyabilen bir briç oyuncusunun konumunu" kazanmıştı!

 

Bazen son derece kritik oturumların öncesinde İngiliz heyetinin eline geçen bu bilgiler, Türkiye'nin tüm stratejisinin İngilizlerce önceden bilinmesi sonucunu doğuruyordu.

 

Gizli yazışmalardaki bilgilerin İngilizler elinde olduğunu sezen Türk heyetinde bazen "içimizde casus mu var?" diye bir şüphe oluştuğu gibi, Rauf Bey'in, İsmet Paşa'dan telgraf hattını değiştirmesini istemesi de İngiliz istihbaratından şüphelendiği için olabilir.

 

Nüfus mübadelesi ve Batı Trakya'dan kaçan Türklerin iskânı müzakere edilirken ismet Paşa 2 Aralık 1922 günlü telgrafında Başvekil Rauf Bey'e Türkiye'nin ne kadar göçmen kabul edebileceğini soruyor. Rauf Bey aynı gün "gayrimüslimlere ait haneler hesap edilmek suretiyle iki yüz bin nüfus muhacir kabul olunabilir" diye cevap veriyor. Bu bilgi, derhal İngiliz istihbaratı tarafından, Yunanlılara iletiliyor! İsmet Paşa hayretler içindedir, 20 Ocak 1923 tarihli telgrafında Rauf Beye soruyor:

 

Türkiye'ye 200 bin hane göçmen kabul edilebileceği yolundaki bilgi Yunanlıların eline geçmiştir! Bu bilginin kaynağı Yunanlıların ulaşabileceği bir kaynak mıdır? Türkçe gazetelerde yayınlanmış mıdır? Acele bildiriniz!

 

Rauf Bey cevap yazıyor:

 

Yerleştirilecek göçmenler konusundaki bilgiler Sağlık Bakanlığı'ndan alınmıştır, Ankara'dan sızmasına ihtimal verilemez. Boş yerlerin bir bölümüne yerli göçmenler yerleştirildi. Halen göçmen yerleştirilebilecek 100 bin hane bile yoktur.

 

(Taha Akyol - Ama Hangi Atatürk - s.356-358)  

 

 

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gazeteci-yazar Taha Akyol günümüz gazetecileri arasında kalbur üstü kabul edebileceğimiz niteliktedir. Olaylara bakış açısı ve durumu değerlendirme kabiliyeti kıymet belirtecek çaptadır. Kendisinin, aradığımız entellektüel çapı ve işin ruhuna inebilme mevzusunda normal üstü kalitede bir kumaşı taşıdığını fark edebiliyoruz... Lozan ile alakalı olarak yukarıda sayın yöneticimizin alıntılamış olduğu kısım ise belki de kitabı tamamıyla okumamış olduğumuz için beklediğimizin dışında olmuştur.

 

Lozan görüşmelerinden sonra başlayan tartışmalar neredeyse bir asra yaklaşacak. Bir taraf görüşmelerin verimi noktasından diğer taraf ise sonuçlardaki olumsuz kısımları göz önünde bulundurarak hezimet noktasından işe bakıyorlar... Konuyu en olgun çerçevede değerlendirecek bir tarihçimizin hala piyasaya çıkmamış olmasının müspet tesirlerin önündeki handikabını en elim biçimde çekiyoruz. Her iki kutbun savunucuları, romantizm penceresinden işe sarılıyor. İkisinin de gözü hasta. Biri miyop. Diğeri hipermetrop. Biri uzağı diğeri yakını göremiyor. Buna rağmen ikisi de ben en güzel şekilde görüyorum iddiasında... Yazıyı bakış açımıza bağlarsak, yazıda da, yazara dair görüşlerimizin aksine, işin ruhuna ermek gibi bir gayenin güdülmediği, yenilgiyi veya galibiyeti şartların zorluğuna bağlayan bir bakışın olduğunu seziyoruz. (Kitabı okusak belki görüşümüz değişecektir.) Tabii ki döneme ışık tutması zaviyesinden kemmiyet unsurlarının aynen aktarılması şart. Fakat bunu keyfiyet kaidesine bağlarken usta bir ressamın hayalindekini tablosuna bire bir yansıtması gibi yapmak lazım. Aksi takdirde alt düzeydeki tartışmalarda boğulur ve işin hakikatini kavramaya gücümüz yetmez. Bu pencelerden bakarak cumhuriyetin ilk devrelerini daha sağlam gözle de görebiliriz. Aklımız bize ne nefreti ne de sevgiyi perde kılmalı. İzan sahibi olup döneme tarafsızca yaklaşmayı bilmeliyiz... Üstün bakış açısına sahip her dimağ olayları incelerken hekimin neşteri kullanışındaki ahlaka sahip olacak. Hiçbir hekim, hastası düşman, terörist, katil veya dost, yakın, üst düzey yönetici diye neşterini iyi veya kötü kullanmaz. Onun için karşıdaki hastadır. Neşteriyle de onu tedavi eder. Bakış açısı budur... Yinelememiz icap ederse, bugün özellikle Lozan'ı rezillik olarak görenlerin o dönemi incelerken, döneme sanki düşmanmış veya katilmiş gibi baktığını görüyoruz. Aksini savunanlar ise müthiş bir inhisar kabiliyeti, ululama bakışı ile duruma bakış getirdiklerini görüyoruz. İşte bu iki kesmin de hekim olduğunu kabul etseydik ikisi de hekimlik ahlakından yoksun tiplerdi... Yargıyı verip de incelemeyi yargısına göre başlatan ruh bizim karşısında olduğumuz yobaz ruhtur. Bunları kökten kazıyacak berrak dimağ sahibi nesilleri yetiştirebilmemiz için her daim müteyakkız olmalı ve gayret göstermeliyiz...

 

Saygılarımızla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gazeteci-yazar Taha Akyol günümüz gazetecileri arasında kalbur üstü kabul edebileceğimiz niteliktedir. Olaylara bakış açısı ve durumu değerlendirme kabiliyeti kıymet belirtecek çaptadır. Kendisinin, aradığımız entellektüel çapı ve işin ruhuna inebilme mevzusunda normal üstü kalitede bir kumaşı taşıdığını fark edebiliyoruz...

Sayın BDG, Taha Akyol'un aşağıdaki bakış açısını ve durum değerlendirme kabiliyet/sizliğini hatırlayalım:

 

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/2774-libos-taha-akyolda-birilerine-sirin-gorunmenin-yolunu-bulmus

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...