Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
sark

Çağdaş Müslümanın Kimlik Krizi

Recommended Posts

Şüphesiz her tarihsel dönemde farklı “İslam”lar olmuştur ama tüm o “İslam” lar İslami corpus’un ve İslam dünyasının kendi iç-dinamiklerinin çatışma ve çelişkilerinin sonucu idiler ve varlıkları asla bir kimlik krizine işaret etmiyordu. Bugünün dünyasında ise “İslam” dendiğinde en azından dört ayrı veçheyi birbirinden ayırt etmemiz gerekmektedir. Bunlar: 1) Kuran’a ve Hadislere dayanan inanç dogma ve ayin olarak İslam dini 2) Yaşam tarzları kültürleri duyarlılık ve görüş farklarıyla Müslümanlar 3) Her tarihsel dönemde daima var olmuş olan İslami buyrukların katı olarak uygulanmasını öğütleyen kendini zamandan bağımsız kabul eden edebiyatı müziği şiiri reddeden ama devleti ele geçirmeyi asla düşünmediği gibi politikadan uzak durulması gerektiğini vurgulayan köktendinci akım 4) İslam’ın yalnızca bir din değil aynı zamanda bir ideoloji ve yönetim sistemi olduğunu söyleyen modern zamanlarda ortaya çıkan ve çoğu kere terör ile karakterize veya terörle bağdaşık olan siyasal İslam…Çağdaş Müslüman’ın kimlik krizinin hem en açık işareti hem de asıl sorumlusu bir yandan kökene duyulan siyasal arzu diğer yandan buna eşlik eden terör ile karakterize olan ve diğer Müslüman varoluşları açıkça Müslüman olmamakla suçlayan siyasal İslam’dır.

 

İslam bir din dünya görüşü ve yaşama tarzı olarak ortaya çıkışından itibaren tarihteki en şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı bir olgu olarak zamanı ve coğrafyayı hem yeni bir renge boyamış hem de gündelik hayatı yeni baştan estetize edebilen bir uygarlığın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Ama modernlikle birlikte bu kez şaşırma sırası İslam dünyasındadır. Modernlik bir din olmasa da tıpkı İslam gibi yeni bir dünya görüşü ve yeni bir yaşama tarzıdır ve üstelik karşılaştığı tüm dünyaları cezbetmekte kendisine çağırmaktadır. Yeni İslami ideolojinin kökenlere böylesine vurgu yapmasına neden olan sıkıntı Hakikat ile Yasa Hakikat ile dil ve öznellik arasındaki geleneksel dayanışmanın bozulmasının da bir semptomudur.

 

Kimlik, kriz, kimlik krizi

 

Bugünün dünyasında “kimlik” en büyüleyici kavramdır; kimlik araştırmaları ve kimlik söylemi her şeyden önce gelir. Toplumsal analize konu olan yerleşik sorunlar artık kimlik ekseni etrafında yeni baştan ele alınmakta “insan hakları” dendiğinde daha çok kimlik hakkı; “hayat siyasetleri” dendiğinde kimlik oluşturmak için yapılacaklar anlaşılmaktadır.

Şimdiki zamanların “kimlik”in yanı sıra öne çıkan yanlarından birisi de bir “kriz” dönemi olarak nitelenmesidir. Birçok farklı değerlendirmeler olsa da içinde yaşadığımız “Postmodern durum”un modernliğin yaşadığı bir kriz dönemi olduğu ağırlıklı olarak kabul edilmektedir. Modernlik Batı kaynaklı yani o bilinen Helenistik akıl ve estetik Roma hukuku ve Judeo-Hıristiyan saç ayağına oturan yeni bir uygarlaşma projesiydi. Rönesans ve Reformasyon’la uç verdi; Aydınlanma ve izleyen “Ulus Devletler Çağı” ile doruğa çıktı. Sonuçta tüm insanlığı diğer tüm uygarlık kalıntıları üzerinde yaşayan toplumları da cazibe halesi içine alarak ve etkileyerek “dünya uygarlığı” haline gelmeyi başardı. Bu başarı onu bizatihi bir “insanlık hali” konumuna yükseltti. Her toplum geç kaldığı modernleşme vagonuna bir biçimde atlayabilmenin kendine özgü modernleşmenin yollarını aramaya başladı ve yönünü modernleşme tarafına çevirdi.

 

Ancak bu başarılar yalnızca madalyonun bir yüzüydü. Modernleşmenin diğer yüzü skandallar ve sıkıntılarla doluydu. Bilimsel ve teknolojik devrimler iyiydi iyi olmasına ama dünyanı derin bir ekolojik krizle ve dehşetengiz bir silahlanma yarışıyla yüz yüze getirdi; bir “bilim dini” yaratarak modernliğin Batı kökenli olmasının zaten yol açacağı teolojik krize çanak tuttu. Bireye ve onun rasyonalitesine dayalı yeni bir inanç sistemi oluşturulamıyor irrasyonel spritüalistik akımlar modernlik gemisinin zeminini kemiriyor su almasına yol açıyordu. Modernliğin büyük filozofu Kant “Bilime yol açmak için inancı araladım” demişti ama kendi teolojisinin gereği olarak akılla inancı bir arada barındıramayan Batılı zihin modern çağlar boyunca binbir zahmetle oluşturduğu ve gerçeği bunlar sayesinde temellük ettiğine inandığı “büyük anlatı”lardan birer birer vazgeçti. Önce dil ile gerçek arasında bir ilişki olmadığı gösterildi; dil metaforik bir yapıydı; hakikat Nietzsche’nin söylediği gibi “seyyar metaforlar ordusu”ndan başka bir şey değildi. Yorumsama gerçekliği aramaktan vazgeçmiş beşeri bilimlerin ve hatta tüm beşeri söylemlerin ortak yolu haline geldi. Dil hakikati vermiyorsa her hakikat iddiası yapıçözümüyle bozguna uğratılabilecek kof bir damara sahipti. Dostoyevski “Tanrı yoksa her şey mubahtır” demiş ve insanları ikna edebilmişti; şimdi “Tanrı varsa her şey mubahtır” diyenler de insanları ikna edebiliyordu artık hem de aynı insanları…

 

Ve sonuçta geldik bugüne: İnsanlar büyük anlatılara inanmıyorlar ama tuhaf bir biçimde inançlara saygı göstermenin gereğine inanıyorlar. İnançlara neden saygı gösterileceğinin ise gerçekte hiçbir rasyoneli yok. “İnanç çoğulluğu” “dinlerin kardeşliği” gibi fikirler aslında kazananın inançsızlık olduğunun ya da en azından derin maneviyat krizinin üstünü örtmeye yarıyor. “Da Vinci’nin Şifresi” kitabı pagan inançlarını ululayarak insanları büyülüyor; insanlarda hepimizde tuhaf bir köken merakı ortaya çıkmış durumda. Tüm bunlar bir krizin açık işaretleridir.

 

“Kimlik krizi” kavramı halen klinik psikiyatride kullanımda olan bir tanı; ilk kez İkinci Dünya Savaşı yıllarında psikiyatrist Erik H. Erikson tarafından ergenlik dönemindeki kargaşa halini tanımlamak için kullanılmış bir kavramdır. Ergenlik döneminde “kişisel aynılık ve tarihsel süreklilik duygusu” henüz tam kazanılmamış olabilir ve kimlik krizi beklenen bir durumdur. Ama bu hal ergenlik sonrası yetişkin hayatta da sürerse kimlik krizi artık tıbbi müdahaleyi gerektiren patolojik bir duruma dönüşür. Sağlıklı bir kimliğe sahip olan kimse kendisini öznel bir canlandırıcı aynılık ve süreklilik duygusu içinde hisseder. Yaşadığımız postmodern zamanlarda kimlik sürekli inşa edilecek bir şey gibi görüldüğünden hayat kullanılıp atılabilecek nesnelerle dolu konteynır gibi algılandığından Erikson’un sözünü ettiği aynılık ve süreklilik duygusu adeta ender olarak ortaya çıkması mümkün olan bir hale gelmiştir. Zaten aynılık ve süreklilik pek de istenen bir duygu değildir. Bunun yerine insanlar bir giysi gibi benimsenebilen ve çıkarılıp atılabilen kimlikleri tercih etmektedirler. Kimse bağlayıcı bir seçim yapmamakta iğretilik zamanımızı karakterize etmektedir. Çılgınca bir kimlik arayışı bu zamanların ve küreselleşmenin meşru çocuğu ve doğal ortağı konumundadır (Kimlik konusundaki ayrıntılı değerlendirmeler için Zygmunt Bauman’ın Ayrıntı Yayınları’ndan çıkmış olan “Bireyselleşmiş Toplum” kitabına bakılmalıdır.) Yani yaşadığımız zamanlarda “kimlik”in bu kadar öne çıkmasının nedeni aslında ciddi bir “kimlik krizi” yaşıyor olmamızın tezahüründen başka bir şey değildir.

İşte böyle bir genel kriz zamanında tüm kimliklerin zaten krizde olduğu çağdaş dünyada Müslüman’ın kimlik krizinden söz edeceğiz.

 

Müslüman’ın kimlik krizi

 

Şüphesiz her tarihsel dönemde farklı “İslam”lar olmuştur ama yaşadığımızdan önceki zamanlarda tüm o “İslam” lar İslami corpus’un ve İslam dünyasının kendi iç-dinamiklerinin çatışma çelişkilerinin sonucu idiler ve varlıkları asla bir kimlik krizine işaret etmiyordu. “İlahi takdir”in hayat projesiyle “kader”in yapılan işle kişinin içine doğduğu “insan doğası”nın kişinin kendine biçip uyduracağı kimlikle yer değiştirdiği işte böyle bir dünyada farklı İslam’lar da artık doğrudan doğruya bir Müslüman kimlikte bir “kriz” anlamı taşımaktadır. Bugünün dünyasında “İslam” dendiğinde en azından dört ayrı veçheyi birbirinden ayırt etmemiz gerekmektedir. Bunlar: 1) Kuran’a ve Hadislere dayanan inanç dogma ve ayin olarak İslam dini 2) Yaşam tarzları kültürleri duyarlılık ve görüş farklarıyla Müslümanlar 3) Her tarihsel dönemde daima var olmuş olan İslami buyrukların katı olarak uygulanmasını öğütleyen kendini zamandan bağımsız kabul eden edebiyatı müziği şiiri reddeden ama devleti ele geçirmeyi asla düşünmediği gibi politikadan uzak durulması gerektiğini vurgulayan köktendinci akım 4) İslam’ın yalnızca bir din değil aynı zamanda bir ideoloji ve yönetim sistemi olduğunu söyleyen modern zamanlarda ortaya çıkan ve çoğu kere terör ile karakterize veya terörle bağdaşık olan siyasal İslam…

 

Bu dörde bölünmüşlüğün kendisi bizatihi bir krizdir ama “çağdaş Müslüman’ın kimlik krizi”nden bahsedecek olmamızın nedeni özellikle bu dördüncü sırada ele aldığımız ve İslam tarihinde yepyeni bir oluşum olarak gündeme gelmiş olan siyasal İslam’dır. Şüphesiz onun kadar olmamakla birlikte siyasal İslam’ın yanı sıra çağdaş Müslüman’ın kimlik krizi görüntüsüne katkıda bulunan bir diğer yeni olgu da modernlikle uyumlu laikliği tamamen kendine özgü bir tarzda anlayan ve benimseyen bir Müslüman tipolojisidir. Ancak her dönemde tarihsel dönemin özelliklerine bağlı olarak böyle yenilikler gündeme gelmiş olduğundan doğrudan doğruya tarihsel koşullarla ilgili modern-laik Müslüman tipini “Müslümanlar arasındaki yaşam tarzları kültür duyarlılık ve görüş farklılıkları” bölümü içinde incelemek daha uygun olacaktır. Çağdaş Müslüman’ın kimlik krizinin en açık işareti ve asıl sorumlusu bir yandan kökene duyulan siyasal arzu diğer yandan buna eşlik eden terör ile karakterize olan ve diğer Müslüman varoluşları açıkça Müslüman olmamakla suçlayan siyasal İslam’dır.

 

Krizin sorumlusu siyasal İslam

 

Bu yüzyılın başında Mısır’da ve Pakistan’da siyasal İslamcılığın temelleri atıldığında ortaya çıkan şey İslam tarihinde yepyeni bir olaydı. Siyasal İslam (ya da İslami Hareket) iddia edildiği gibi dinin basitçe geri dönüşünün değil yeni bir ideolojinin tezahürüydü. Zira İslami Hareket İslam tarihini adeta bir “köken feshi”ne yol açacak biçimde yeni baştan yazıyor bir Asrı Saadet modeli kurgulayarak tekrar cahiliye dönemini yaşamaya başlayan sözde Müslümanları (!) yeniden Müslümanlaştırmayı hedefliyordu. İslami ideolojinin köken feshi ilk bakışta benziyor görünse de 1164’te Alamut’ta olanlarla ilgisizdi. Alamut’taki köken feshi girişimi kapsamı küçük bir harekettir; beklenti ufkunu artık Yasa’ya yer olmayan bir Mesihçilikle kurar. Oysa tersine dönmüş bir Mesihçilik olan İslami Hareket’in Mesihçilik karşıtlığının temelinde gelecekten duyulan büyük umutsuzluk vardır; Mesihçilik’in yerine ölçüsüz bir biçimde kökenlere başvurur. Kökenlere geri dönüş bir geri çekilme değildir; hayali işlevin çözüldüğü kökeni bir beden kolektif bir organ dipsiz bir politik iç sıkıntısına açılan ağız gibi görünür kılan şekilsizleşmeye doğru giden bir büzülmedir. Kökenlere dönme merakı bir yandan modern yaşamın içine batmış biçimde yaşanırken bir yandan da temiz saf ve özsel olanın geçmişte yattığına dair bir inançtır. Tarihteki yepyeni bir oluşum olan İslami ideolojinin kazanında değişik oranlarda teoloji bilimcilik ve popülizm kaynar; ortaya modern totaliter bir mit çıkar. Demek ki “bilimin olduğu yerde din geriler” şeklindeki kaba pozitivist açıklama doğru değildir. (Siyasal İslam’ın psikolojik analizinin ayrıntısı için Fethi Benslama’nın İletişim Yayınları arasından çıkmış olan “İslam’ın Psikanalizi” kitabına bakınız.)

 

Yeni İslami ideolojinin kökenlere böylesine vurgu yapmasına neden olan sıkıntı tıpkı daha önce sözünü ettiğimiz modernliğin şimdiki postmodern zamanlarda yaşadığı sıkıntıya benzemektedir: Hakikat ile Yasa Hakikat ile dil ve öznellik arasındaki geleneksel dayanışma bozulmuştur. Postmodern zamanlarda ortaya çıkan kimlikler ve kimlik siyasetleri nasıl modernlikteki Hakikat-dil-düzen arasındaki dayanışmanın bozulmasının işaretleriyse İslam tarihinde ilk kez ortaya çıkan İslami hareket de geleneksel dayanışmanın bozulmasının bir semptomudur.

 

İslam bir din dünya görüşü ve yaşama tarzı olarak ortaya çıkışından itibaren tarihteki en şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı bir olgu olarak zamanı ve coğrafyayı hem yeni bir renge boyamış hem de gündelik hayatı yeni baştan estetize edebilen bir uygarlığın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Ama modernlikle birlikte bu kez şaşırma sırası İslam dünyasındadır. Modernlik bir din olmasa da tıpkı İslam gibi yeni bir dünya görüşü ve yeni bir yaşama tarzıdır ve üstelik karşılaştığı tüm dünyaları cezbetmekte kendisine çağırmaktadır.

 

Bir uygarlık dönüşümü olabilmesi için zaman haz başkalık ölüm ve hakikat alanlarında değişiklik olması ve bu değişikliklerin bir kültür aracılığıyla bireysel psikolojiye içselleştirilmesi gereklidir. İslami dünyanın dönüşümün karakteristikleri ise modernliğin başlangıcında anavatanı Avrupa’da yaşananlardan özellikle üç alanda tamamen farklıdır: a) İslam dünyasını modernliğe çağıranlar aynı zamanda ona dayatılan sömürgeci şiddetin sahipleridir. B) İslam dünyasında değişim süreçleri kendiliğinden değil zorlamalıdır; modernliğe geç kalmış olmanın açığını kapayabilmek için baş döndürücü bir hızla seyretmektedir. Değişim süreçleri ekonomik kalkınma ideolojisinin egemenliği altındadır. c) İslam dünyasında ilk modern olmaya karar verenler yöneticiler ve aydınlardır. Halka da modernleşmesi söylenmekte ama nedeni açıklanamamaktadır. Modernleşmeyle birlikte olup bitenleri aydınlatan ve geleceği öngören eserler çok azdır…

 

Bunların sonucu olarak hızla geleneksel ortamlarından şehrin varoşlarına doğru sürülen kitleler hem şehir mekanlarının umutsuz sefaletine düşmüşler hem de kendilerine yeni dayatılan insani durumların karşısında yoksul ve yetersiz halde kalmışlardır. Büyük kentlere savrulan kır kökenli yoksullar yaşamın sertliğine ve egemen beyaz güçlerin duygusal iteklemelerine karşı çareyi kutsallarına sarılmakta bulmuşlardır. Ekonomik modernleşmeyle her şeyin hallolacağını sanan yöneticiler sağlıklı bir dinsel yaşam için gerekli bir ortamın oluşturulması yerine halkın pek doğal olarak koruduğu geleneksel inançlarına savaş açmayı yeğlemektedirler. Arap dünyasında ise egemen iki yüz aile modernliği teknoloji kılığında yalnızca kendilerine sunulmuş Allah’ın yeni bir lütfu olarak görmekte kitlelerin modernleşmesi sorunuyla ve sonuçlarıyla hiçbir şekilde ilgilenmemektedirler.

 

İslami hareketi yaşadığımız kitlesel ümitsizlik çağının en güçlü tanığı olarak kavramak gerekir. Böyle bir ümitsizlik ortamında nasipsiz kitlelerin yaşam alanlarındaki sefalet ve yıkım giderek öznel bir cayma sürecine yol açacak bunun ardından kolektif bir tamir çağrısı ve ötekinin yüzünü silmeye yönelik saldırganlık ortaya çıkacaktır. Bu kadar hakarete aşağılanmaya uğrayan kolektif ruha hıncın ezeli değirmeninde dönmekten başka yol kalmamıştır. Kaldı ki Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte İslam dünyasında bir teolojik-politik boşluk belirmiştir. Artık merkezi ve politik bir hükümranlığı kalmayan İslam’ın tek bağdaşıklığını teolojik ve ritüel bir çekirdek oluşturmaktadır. İslam Birliği ortadan kalkınca Papası olmayan bu dinin Papası olmayı düşleyen şefler zuhur edecek; başlangıçta modern meydan okumaya karşı bir direniş odağı olan dinsel yapılar giderek ekonomik aklın ve spritüel tatmin arzusunun egemenliği altına gireceklerdir. Nasipsiz kitlelere modernlik yöneticiler beyaz güçler yabancılaşmış aydınlardan sonra bir de bu din şefleriyle uğraşmak görevi düşmüştür. Ama görevi yapamayacak kadar yorgundurlar ve üstelik onların güzel sözlerine ihtiyaçları vardır.

 

İslam dünyasındaki bu genel kimlik krizi manzarasının ülkemizdeki görüntülerine odaklanacak olursak: Anadolu’ya gelerek kurduğumuz devletlere ve imparatorluklara İslam güçlü bir ruh üflüyor toplumumuz büyük ölçüde barış ve refah içinde yaşıyordu. Ama modern Batı’nın meydan okumasıyla birlikte hem İslam hem Türk tarihinden kaynaklanan fay hatları açılmaya Türk ve Müslüman çekirdek kimliğin içindeki birleştirici unsurlar bile bizzat merkezkaç güçleri haline gelmeye başladı. İslami kimlik mezhep farklılıklarının yanı sıra bir de gerici-ilerici farklılığıyla en temeldeki birleşme noktasından değişik yönlere doğru gerdirilirken Türk tarihi boyunca sergilediğimiz grup davranışlarının olumsuz yanları da belirginleşerek gerginliğin ciddi bir kimlik krizine dönüşmesini hızlandırdı. Bazı semboller etrafında bir araya gelen topluluk segmentlerinin kardeş kavgasına tutuştuğu; bu segmentasyonun hizmetinde din-toplum ve siyasetin ve bunların epistemolojideki karşılığı olarak felsefi-dini-ideolojik ve bilimsel düşüncenin iç içe geçerek yekpare bir bütün arz ettiği tuhaf bir durum ortaya çıktı. Hemşericilik cemaatçilik adam kayırma ve iltimasa dayalı hukukun hiçe sayıldığı mafiyöz yapıya bir de Türk grup davranışının hiyerarşi itaat ve lidere bağımlılıkla karakterize özellikleri gösterişe ve şatafata düşkünlüğü de eklenince kimlik krizi gün geçtikçe derinleşti.

 

Krizin ötesinde

 

Bugün dünyada modernlik de ve İslam dünyası da bir kriz yaşıyorlar. Bu krizler birbirlerinden tamamen farklı niteliktedirler. Birisi çok modernleşmenin diğeri ise gecikmiş ve hızlı modernleşmeye çalışmanın sonucunda ortaya çıkmışlardır. Dünyayı ve İslam dünyasını birleştiren tek nokta kriz yaşantısı değildir. Yaşadığımız postmodern krizden çıkmak yeni büyük anlatılar oluşturabilmek için dinler önemli bir alternatif olma imkanı sağlamaktadır. Tüm insanlık “yeniden ve doğru Aydınlanma”nın yollarını aramaktadır. Yeni ve doğru Aydınlanma’nın esaslarından birisinin de din düşmanlığı yapmamak din ve bilimi yarıştırmamak olduğu ortaya çıkmıştır. Postmodern krizden çıkışta alternatif gösterme imkanına haiz olan söylemlerden birisi de İslam’ınkidir.

 

Şüphesiz İslam uygarlığının günümüzde artık “kalıntı uygarlık”lardan bir tanesi olduğunu modernliğin krizinin İslam dünyası için modernleşememenin sancılarıyla birleşerek birkaç misli ıstıraba yol açtığını kabul etmeliyiz. Nostaljik böbürlenmelerin kimseye faydası yoktur. Büyük anlatıların sona ermesini yeni bir büyük anlatı arayışı olarak okumak gerekir. İslam taşıdığı inanılmaz muhteşemlikte manevi cevher ile Kuranı sanki bugün vahy edilmiş gibi anlamaya çalışan aydınlara yeni büyük anlatı inşasında yol gösterici olabilir. İnsan haklarının bilimin aklın ve bireyin olduğu kadar insanlığın manevi mirasının inanç özgürlüğünün kadın haklarının ve hatta laikliğin de güvence altına alındığı üstelik bunu hiçbir ruhbanlık makamına ve “ilk günah” suçlamasına bel bağlamadan yapabilecek bir “özgürlükçü İslam teolojisi” mümkündür. Bu o kadar mümkündür ki “Devrimci İslam” lafzı şimdiden gündeme girmeye başlamıştır. Elbette bu yeni devrimcilik İran İslam Devrimi’nde bir örneğini gördüğümüz siyasal İslam tipinde değildir insanlığın manevi krizinin aşılmasına getirdiği imkan sayesinde hak edilecek bir sıfattır.

 

Bakın dikkatle bakın entelektüellerin dünyasında olan sözüm ona tartışmaların gerçek niteliklerini görmeye çalışın. Bu tartışmalarda asıl konu hep Hıristiyanlık-Yahudilik teolojilerinden hangisinin haklı olduğudur. Dünyayı sallayıp duran İmanuel Levinas Zygmunt Bauman Jacques Derrida Yahudi teolojisinin üstünlüğünü neredeyse kanıtlamış durumda. Levinas Hıristiyan dünyasında Teslis inancı nedeniyle gerçek bir Aydınlanma ve laiklik olamayacağını yaşanan krizin nedeninin bu olduğunu söylüyor. Oysa ona göre Eski Ahid’te Tanrı ve insan apayrı varlık alanlarına sahipmiş. Gerçekten de öyle o kadar ayrı varlık alanlarına sahipler ki Yehova gelip kullarından biriyle güreş bile tutabiliyor! Bunların çok daha alasını bir gün Müslüman düşünürler niye daha tutarlı bir biçimde söylemesinler ki!...

 

Evet “Özgürlükçü bir İslam teolojisi” mümkündür. Bu özgürlükçü İslam teolojisi de büyük ihtimalle tarihteki misyonları bugüne kadar uygarlık oluşturmaktan ziyade uygarlıklar arasında iletici arabulucu ve sentezleyici olmak şeklinde tecelli etmiş olan Türklerin coğrafyasından zuhur edecektir.

 

Bugün toplum ve bireyler olarak ciddi bir kimlik krizinin bilinç yaralanmasının zihin yarılmasının ortasında yaşıyoruz. Ama toplumumuza şöyle bir baktığımızda da bir krizin yandığına dair bariz emareler de göremiyoruz. Bu sükunet büyük olasılıkla Türklerin uygarlıkları kolay benimseme özellikleriyle ilgilidir. Yöneticilerimiz ve aydınlarımız kimliğimizin Türk ve İslam çekirdeğine uygun kendine özgü modernleşme imkanlarının araştırılmasından ne kadar çok ve çabuk vazgeçmişlerse toplumumuz kendiliğinden bir biçimde bu temel kimlik sorununu çözmeye Türk-İslam çekirdek kimliğine uygun modern insanlık hali unsurlarını içselleştirmeye çalışıyor. Şimdi tam orta yerdeyiz. Eğer kimlik krizimiz ve bundan medet umanlar bizi parçalamayı yok etmeyi başaramazlarsa uygarlık sentezcileri olarak bilinen Türkler belki bu krizden dünyaya verecek yeni bir müjdeyle çıkabileceklerdir.

Yarın Dergisi Sayı 41 Eylül 2005

 

Doç. Dr. Erol GÖKA

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu krizden çıkılabileceğini düşünüyorum.

 

Lütfen aşağıdaki konuya bakınız:

 

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/13071-seyyid-abdulhakim-arvasi-ve-onun-soyu/page__pid__65252#entry65252

 

Yardımcı olduysam ne mutlu...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...