Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Çilekeş

Çepçevre Sosyalizm, Komünizm Ve İnsanlık

Recommended Posts

s.a

 

arkadaşlar bu kitabı dün gece hiç elimden bırakmadan bitirdim..zaten çok ince bir kitap 100 sayfa falan..üstadın bu eserini hepinize tavsiye ederim..sosyalizm ve komünizmin en ince detaylarına kadar bu kadsar güzel tasvir edildiği başka bir eser daha görmedim..özellikle şöyle bir ifade vardı;paylaşmak isterim: "sosyalizmin elindeson iffetine dokunulmadan mıncıklanan bir kız vardır ki,komünizm onun en vahşi tarzda ırzına geçerek işi tamamlamıştır.bu kızın ismi hak ve hakikat bakiresidir." mükemmel bir tasvir..

 

bu vesileyle sosyalizm ve komünizmle ilgili fikirlerimizi paylaşalım..

 

selam ve dua ile

Share this post


Link to post
Share on other sites

geçenlerde öğrendiğim bir öyküyü sizinle paylaşmak istiyorum..fiyakalı takım elbiseli,zengin ve inançsız bir adam birgün yolda gidiyormuş..karşısına fakirin biri çıkmış ve kendisinden sadaka istemiş..o da vermemiş..daha sonra hep düşünmüş Allah varsa eğer niye bu insanları fakir olarak yarattı..Allah olsaydı eğer O bunların bu durumda olmasına izin vermezdi gibilerinden düşünceler eşliğinde evine gelmiş..bütün gün bunu düşünmüş..gece yatağına yatmış,yine aynı şeyi düşünmüş.."Allah,eğer varsan niye bunları yarattın??" demiş..ve gaipten bir ses duymuş: "seni yarattım."..adam irkilmiş ve imana gelmiş..

 

dinimiz o kadar yüce ve herşeyi gediğine oturtmuş bir din ki..dinimize göre sadaka gizli verilir,fakat zekat açıktan verilir çünkü zekat,fakirin zengin üzerindeki hakkıdır ve zengin o zekatını vermezse,fakir zenginden ahiret günü davacı olabilir..ne kadar muhteşem bir din..Allah ıma şükürler olsun bu dinle şereflendiğimiz için..

komünizmi tamamen çökerten uygulamaların hepsi İslam da..hepsi şeriatta...

 

Allah a şükürler olsun..

 

selam ve dua ile....

Share this post


Link to post
Share on other sites

İNSAN VE TABİAT

(kitabın girişi)

 

 

Şu, çok ucuza kullanılan kelime; tabiat... Sanki kendi içinde, kendi kendisiyle, kendi kendisini izah ve takdim ehliyetinde bir yekûn ifadesi... Birçok şeyi nefsinde toplayan, böylece onları bir köke bağladığı, izahlandırdığı duygusunu aşılayan, sadece kemiyette ve zahirde kuşatıcı çerçeve... Sayısız rakamların toplamını "ne ederse o" diye belirtircesine sığındıkları teselli mefhumu...

 

Ve insan...

 

Tabiat çerçevesinin orta yerinde ve her şeyin düğümü kendinde, biricik idrak merkezi... Eski Yunan hâkimi (Solon)un "bir arızadan ibaret" dediği, maddesiyle tabiattan bir parça gibi porsuyup, mânasıyle de pörsümeyeceği, gitmeyeceği hissini veren esrarlı yaratık... Acaba bu yaratık, (So-lon)un yalnız fânilik cephesiyle görebildiği, suda dalgacık, iplikte büklüm gibi bir anlık bir mevcudiyet mi, yoksa bu dış ve kabuk hüviyetinin içi ve özüyle zaman ve mekân üstü ebedî bir varlık mı?

 

(Şekspir)i hatırlayabiliriz:

 

"- Olmak mı, olmamak mı?... İşte bütün mesele!"

 

Büyük İslâm şairi Sadi ise insanı şöyle tarif ediyor: "Yek katra-i hûnest ve hezar endişe" "-Tek damla kan ve bin kaygı..."

 

Yarım olmakla beraber hârika tarif... Radyo lâmbası gibi pırıltılı bir damla içinde bin kaygı, bin fikir, yani bütün meseleleriyle bütün kâinat...

 

Henüz yeri tam mânasıyle gelmiş olmasa da söyleyelim ki bizim bütün dâvamız, insanın ebediliği, onun silinip giden bir pıhtı, bir leke değil, mekânı deşici ve zamanı delici bir nur olduğu temeline dayalıdır.

 

İnsanı bir enerji, tabiat dairesinin ortasında bir kudret merkezi olarak ele alalım... Tabiatı da onun karşısına, bu enerjinin semere sahası, istihsal planı, tasarruf çerçevesi, iş zemini olarak koyalım...

 

İnsanla tabiat arasındaki bu münasebeti, Allah, kitabında tâyin ediyor:

 

"- Ben insanı, eşya ve hadiseleri teshir etmesi için, kendime halife olarak yarattım!"

 

İşte, iman vecd ve aşkını kaybedip kendimizi hâlâ müslüman farzettiğimiz günlerden yakın tarihimize kadar bu ilâhî emirdeki hikmet ve şuuru benimseyebilseydik, bâtıl inançlardan hiç birinin hayat, hattâ zuhur imkânı bulamayacağı şekilde vazife anlayışı ve dünya bizimdi!

 

İlk hüküm: İnsan, fânilik kadrosu tabiatın merkezinde ebedîlik hamlesine memur, büyük varlık...

Share this post


Link to post
Share on other sites

CEMİYET VE İŞ

 

(giriş-2. kısım)

 

Tabiat plânı karşısında insanı tek ferd olarak tasavvur ve muhakeme etmek, akıl ve (realite)ye aykırıdır. İnsan için cemiyet, topluluk bir zaruret... Nasıl ki, tabiatta, cins ifade eden her şey aynı kanuna bağlı... Keyfiyette "tek"e, kemiyette "çok"a doğru gidiş... Bu inceliği, ağaç o harikulade mimarisiyle ne güzel abideleştirir! Köke doğru tekte toplanış, dallara doğru da çokta dağılışın sembolü ağaç... O halde kâinatta her tek, yani her keyfiyet, ifadesini çoklukta, yani kemiyette buluyor. İnsan dediğimiz en büyük keyfiyet de, eserini, memuriyetini, işini cemiyette gösterecektir.

 

İnsan için cemiyetin zarurî olması bu noktadan...

 

İnsan cemiyette çoğalınca, aynı nispette iş ve emek vahitleri de çeşit çeşit olduğuna göre, aralarında muazzam bir kargaşalık, nispetsizlik, uygunsuzluk başlar. Bu da, yaratılıştan, doğrudan doğruya hilkatten gelen bir zaruret...

 

Bu nokta, dâvamızın, her şeyden önce teşhis ve tespiti gereken başlıca düğüm noktalarından biri...

 

Şöyle ki:

 

İş ve emek vahitleri arasında tam bir adalet ölçüsü, tevazün, eşitlik, denkleşme, insanda, gaye mefhumu gibi, varılması değil, ancak yaklaşılması mümkün bir ufuk çizgisidir ve önümüze bu aşılmaz barajı koyan bizzat hilkattir.

 

İş ve emek vahitleri arasındaki tevazün dâvası, insanda ancak bir emel, bir hasret, bir ideâl olabilir; fakat visali imkânsız bir sevgili gibi, erişmesi muhal ve erişme iddiasındaki doktrinleri abes bilmek şaıtiyle...

 

Bu hükmü, bütün bir tahlil ve terkip örgüsünden sonra laboratuar bedahatiyle sağlamlaştırmayı ileriye bırakarak, şimdi iş ve emek vahitlerini nihaî bir tesviyeye tabi tutmanın imkânsızlığı üzerinde bir misal verelim:

 

Cemiyeti, hayalimizde, bütün emek ve ferd kadrosuyla küçültelim, basitleştirelim ve olanca faaliyeti, yalnız 10 çöpçünün günde birer somun ekmek karşılığı görecekleri iş protoplazmasına kadar indirelim... Bu 10 çöpçü, sabahın belli başlı saatinde kalkıp akşamın belli başlı saatinde yatmak üzere, her türlü adalet hesabı yerinde olarak aynı işi görseler ve 10 ekmeği gramı gramına paylaşsalar, bu kadar basite irca edilmiş bir misal içinde bile denkleşme gerçekleşebilecek midir? Hayır! Çünkü bahtına yokuşaşağı süpürmek düşen fertle, düpedüz veya yokuş yukarı süpürmek düşen insan arasında yine bir nispetsizlik doğacak ve ideal tevazünü bulmak, bu basit misalde bile, sunî altın yapıcılığı gibi imkânsızlığını ilân edecektir. Kâinatı tırnak törpüsüyle eğeleyip dümdüz hale getirmenin imkânı yoktur.

 

Ya, tek tek ve sınıf sınıf, her biri ayrı cinsten iş ve emek temsil eden milyonlar ve milyarlar arasındaki vaziyet?..

 

Görülüyor ki, denkleşme imkânını aramaya doğru gittikçe cemiyet küçülüyor, basitleşiyor, mücerret iş verimini kaybediyor, ablaklaşıyor, yavanlaşıyor, posalaşıyor.

 

Burada da bir sır var...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın bu kitabına dün akşam başladım süper çözümler getiriyor komünizm belasına. Gayet doyurucu, tatmin edici açıklamalar, mükemmel örnekler var. Herkeze öneririm.

Mutlaka okuyun.

 

NOT: Diyeceksiniz bir kitap Üstad'ın olurda okunmaz mı? Olsun :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

''DİN AFYONDUR!''

 

Bütün dinler ve her nevi manevi alaka, kominizmin gözünde, hastalıkların sapıklıkların en zavallısı... Kendilerince, bu illetleri tedavi edilmeden, fertlerle hiçbir işbirliği yapılamaz, hiçbir münasebet kurulamaz.

 

Sosyalizmi kominizmden ayıran baş hususiyet, birinin bu noktayı boş bırakmasına mukabil, öbürünün, her şeyi Allah ve ruhu inkar esasına bağlaması, böylece iş ve emeği manevi faktör hakimiyetinden koparıp alması olduğuna göre, dindar bir kominizm muhal bir hayaldir.

 

Yahudi (Marks)ın:

 

''--Din afyondur!'' sözünü, bir Fransız mütefekkirinin tabiriyle, ayet gibi her tarafa yazdılar. Kızıl meydanın duvarlarına ve her yere... Gelip geçen memurlar da -Rusya'da herkes memurdur- kasketlerini çıkarıp, (Giyyom Tel) efsanesinin meşhur şapkası gibi, bu dövizi selamlamaya zorlandılar.

 

Daha inkilabın başında bütçelerinden bütün din tahsisatını kaldırdılar. Sonra sonra, görmemezlikten gelmeğe mecbur oldukları kliselerden vergi almaya kadar gittiler. Para cezasına tabi din... (Rostof) şehrinin bir klisesinde 1925 yılı için konulan vergi 70 bin (çervonets), yani o zamanki Türk parasıyle 1 milyon liraya yakın bir kıymet... Bugünün en aşağı 30 milyon lirası...

 

İnkilabın başında o kadar papaz öldürdüler ki, her sokak başında bir kaç papaz leşine tesadüf etmek adet oldu. Yine inkilap içinde, hayallerince, peygamberlerin tahtadan ve mukavvadan heykellerini yapıp sokaklarda meydan yerlerinde törenlerle yaktılar. Manevi kıtal karnavalı...

 

Bolşevik şairi:

''Müjik!.. Senin yeni Vatikan'ın Kremlin'dir!..''

 

Diye gülünç mısralar döküyor; Sovyet rejimi, aklınca Tevrat, İncil ve Kur'an'a açtığı mücadelede fasılasız devam ediyordu.

 

Bazı zulümlerden müteessir olan ve yazdığı teessür mektubuna cevap isteyen Papa (9.Pi)nin isteğine verilen cevap, topladıkları bir iadenin tahsis yerini değiştirip bir uçak filosu almak ve filoya şu ismi takmak oldu:

 

''--Papa'ya cevabımız!''

Share this post


Link to post
Share on other sites

AİLE VE HER ŞEY

 

Kaynakların kaynağı dinden başka, bütün ruhçu kıymetler, milliyetçilik, ahlakçılık, ailecilik, komünizmin gözünde en adi hakaret hedefleri bilindi.

 

Komünizmin saf doktrinler aleminde ve esasında aileye yer yoktur. Çocuk cemiyetin malıdır. Üç yaşından sonra çocuk sitelerine gönderilecek ve orada köpek yavrusu sürüleri halinde büyütülecektir. Böylece bunların anneleri de çalışabilecek ve cemiyete verimli olacaktır. Kadın, kocasına, hiçbir murakebe ve inhisar hakkı tanımaz. Bir kelimeyle evlenir, bir kelimeyle boşanır. Miras, ana baba hakkı, nereye gittiğini bilmeğe bile lüzum olmayan içtimai gasp malı...Onlarca, kadının erkek ve aile esaretinden kurtulması tam manasiyle sağlanmadıkça inkilap olamaz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İNSAN VE HAKİKAT

 

 

Evet, bahsimiz hep o; insan... Garip mahlûk!... Bir adalet fikri etrafında gezerken hilkatin kendisine biçtiği hükmü nefsine yediremez ve onu birtakım kuru akıl muhasebelerine uydurmaya kalkar. Halbuki bir "doğru", zatiyle doğru olduğu için değil, hilkat hükmü olduğu için doğrudur. Zatiyle doğru olmak da bu yüzden...

 

Daha ileri gidelim:

 

Tasavvuf hikmetlerinden anlayanlar bilir ki, hakikat, Allahın muradından başka bir şey değildir. Mücerret, kendi kendisine, kendi kendisiyle kaim hakikat diye bir şey olamaz. "Allah var mıdır, yok mudur, yani hakikat midir, değil midir" diye münakaşa edenler, derin bir müminin gözünde sadece gülünçtür. Zira hakikat de, insandaki tecellisiyle, Allahın bir mahlûkudur ve Hâlik'i mahlûkuna tasdik ettirmek, bu ölçüye göre, saçmadır. Sadece inananlara mahsus olan bu ölçü, inanmayanlarca da, farkında olmadıkları bir irca yoluyla aynı noktaya çıkar. Allaha inanmayanlar, "İlâhî murat" yerine "tabiat kanunu" tabirini kullanırlar ve tabiat tecellileri dışında bir hakikat ve ona aykırı bir dünya aramazlar. Tabiattaki her şeyi "tabiî", tab'a uygun, asl'a mutabık, olması gerektiği gibi bulurlar. Fakat insan iradesinin müdahalesi olmayan yerlerde böyle bilirler ve tam bir teslimiyet gösterirler de, insan iradesinin rol sahibi olduğu noktalarda aynı hikmete hiç bir pay vermezler. Nitekim ayna karşısına geçen bir insan, suratının güzel veya çirkin olmasından pek o kadar hayıflanmaz. Hattâ çirkinse bu halin acısını da pek fazla duymaz ve bu vaziyette tabiata ait bir adaletsizlik ithamında bulunmayı düşünmez. Fakat dâva, cepteki paraya gelince iş değişir:

 

- Niçin onda var da bende yok?

 

Ve bu bahiste herhangi bir hilkat seyrine, kâinat mimarisine akıl erdirmeyi kabul etmez. Sanki insanlar, hayvanların yalaktan su içişi gibi, aynı hizada ve suya aynı mesafede ve aynı içiş kabiliyet ve istihkakında bir takım kemiyet kalıplarıdır.

 

İnsanda nefs ve hırs dediğimiz kör ve bencil faktörün her şeyden evvel inkâra can attığı hakikat, işte, bu hilkat sırrı ve kâinat mimarisidir.

 

Dâvaya metafizik plânda girişimizi, tabiat, insan, cemiyet, iş ve kıymet denkleşmesi bakımlarından ana ölçülere kavuşturduktan, böylece ana dayanak zeminimizi kurduktan sonra mevzua girebiliriz.

 

 

......

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamun aleyküm..

 

üstadın kitaplarının bazılarını aradım ama bulamadım.özellikle bu kitabını da çok okumak isterim.yardımcı olabilecek bir kardeşim varsa memnun olurum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...