Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  

Recommended Posts

Gündem – Necip Fazıl Kısakürek / Hasan İhsan KIRÇİÇEK

 

 

Şair...

 

Fikir ve dava adamı...

 

Üstad...

 

1905 yılında İstanbul’da doğdu...İstanbul Edebiyat fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Yurt dışında tahsil gördü. Üniversite hocalığı ve müfettişlik yaptı...

 

Şiir yazmaya küçük yaşta başladı.

 

Bunu kendisi hatıratında şu şekilde aktarır:

 

 

“şairliğim on iki yaşımda başladı.

 

Bahanesi tühaftır:

 

Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim...Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Haberi veren annem, bir an gözlerimin içine bakıp:

 

-senin dedi; şair olmanı ne kadar isterdim!

 

Annemin dileği bana, içimde besleyip de on iki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü... Gözlerim, hastahane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı içimden kararımı verdim:

 

- Şair olacağım!

 

Ve oldum...”

 

 

12 yaşında şiir yazmaya başlayan -veya kendi ifadesiyle 12 yaşında şair olan- Necip Fazıl, 23 yaşına geldiğinde, yazdığı “kaldırımlar” isimli şiiriyle, sanat çevrelerinin takdirini toplamış ve bundan sonra adı bu şiirle anılmıştır: “kaldırımlar şairi”

 

Kimsesiz, yalnız bir insanın ruh halinin anlatıldığı bu şiirin ilk dört kıtasını buraya alıyoruz:

 

Sokaktayım, kimsesiz, bir sokak ortasında;

 

Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.

 

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

 

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

 

 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;

 

Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.

 

İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;

 

Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

 

 

İçimde damla damla bir korku birikiyor;

 

Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...

 

Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor

 

Gözüne mil çekilmiş bir âma gibi evler.

 

 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,

 

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

 

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

 

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. (Çile)

 

 

Necip Fazıl, şairliği; tiyatro, hikaye, roman yazarlığının yanısıra, çıkardığı dergilerdeki düşünce ve fikir yazılarıyla düşünce hayatımıza büyük katkıda bulunmuş, zenginlik katmıştır.

 

Şairin, 1934 yılında (29 yaşında), Şeyh Abdulhakim Arvasi ile tanışması, fikir hayatında ve yaşantısında büyük değişikliklere sebep olmuştur. Bu tesir, bir zamanlar karşısında olduğu bir dâvayı savunmasına, bu dâvanın bayraktarlığını yapmasına sebep olacak kadar etkili olmuştur. (Necip Fazıl’ın fikir hayatındaki değişim herkes tarafından kabul edildiği halde, özel yaşantısında tam manası ile bir değişimin olup olmadığı nedense tartışmalı kalmıştır)

 

Necip Fazıl, İsmet Paşa ve tek parti yönetimine karşı şiddetli bir muhalefet sürdürmüş, bu partiye karşı ezilen, horlanan, sıkıntıya maruz bırakılan ülke insanının yanında yer almış, bunun sonucunda defalarca cezalandırılmış, mahkum olmuş ve hapis yatmıştır.

 

Şairin, tutuklu bulunduğu cezaevinden oğlu Mehmet’e mektüp olarak gönderdiği; Zindan iki hece Mehmed’im lafta!..

 

Baba katili ile baban bir safta!..

 

Şeklinde başlayıp;

 

Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!

 

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!...

 

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

 

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

 

Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir!...

 

Mısraları ile son bulan “Zindandan Mehmed’e Mektüp’ isimli, hapishane hayatını anlattığı uzunca bir şiiri vardır...

 

Necip Fazıl hayatında o kadar fazla mahkemelik olmuştur ki, artık kendisinden bıkan hâkim, bir gün Necip Fazıl’a ;

 

-“Bak, seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim!..” der.

 

Necip Fazıl, hâkimin bu uyarısını anlamamış gibi sorar:

 

-“Hâkim bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?..

 

 

İsmet Paşa ve zihniyetiyle hiçbir zaman barışık olmayan N. Fazıl, sonraları kurulan hemen her sağ partiye, zaman zaman yakınlık duymuş ve yakınlık duyduğu her partiyle de bir vesile bulup yollarını ayırmıştır. Fikir ve düşüncelerini ülke insanına aktarmak maksadıyla kurduğu dergilerin, yayın hayatına devam etmesi için maddi ihtiyaçları olan Necip Fazıl, kendisinin bu ihtiyacını karşılayan kişiyi, övüp göklere çıkarmış; buna mukabil, her ne sebeple olursa olsun ödeneği kesen kişilerin karşısında yer almaktan çekinmemiştir. Bir gün; “muhteşem adam” , “beklenen kurtarıcı sensin” dediği kişiye, bir başka gün; “sen gül diyarının yapma gülüsün” , “davuldan ziyade gümbürtülüsün” , “Türk’e Amerikan püskürtülüsün” , “sen o belaların son püskülüsün” şeklinde hitabetmiş, “dâva adamı” diye hitabettiği bir başkasına, bir başka gün; “sen ey din lüpçüsü, rezil ettin dâvayı” diye seslenmiştir. Bu mesele için, “zamanın şartları öyle gerektirmiştir” deyip geçmek veya olayı ahlaki açıdan tahlil etmektense, “bu başka bir konu” demeyi daha uygun buluyoruz.

 

 

Necip Fazıl Kısakürek; daha çok hiciv şiirleri (taşlamaları) ile tanınan bir şairdir. Yaşadığı dönemdeki kötü gidişata karşı çıkan, buna engel olmaya çalışan Necip fazıl, bu kötü gidişatın faillerine karşı mücadele vermiş, bu yolda tutuklanmış, mahküm olmuş, ızdırap ve sıkıntı çekmiş ama yine de doğru bildiği yoldan geri dönmemiştir...Onun bu yönüne “Edebiyatımızda Hiciv Şiirleri ve Hiciv Ustaları” isimli yazı dizimizde yer vermiştik. Yine de yeri gelmişken onun hiciv şiirlerinden örnek vermeden geçmeyelim:

 

 

Necip Fazıl, hayat pahalılığını şöyle anlatıyor;

 

Ölsen kefen pahalı,

 

Bilmem kaça patiska?

 

Yaşasan kaça pişer,

 

Bir tencere kapuska? (Öfke ve Hiciv)

 

 

İslam’a irtica, Müslüman’a mürteci diyenlerin, hayatı yaşanmaz hale getirdiklerini, onların ilerleme ile gerileme, yükselme ile alçalma arasındaki farkı anlamaktan dahi âciz olduklarını, şu beyitle dile getiriyor;

 

 

Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana,

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana... (Öfke ve Hiciv)

 

 

Milletin lüzumsuz işlerle oyalandığını, “Olacak” , “yapılacak” , “düzelecek” şeklindeki boş laflarla aldatıldığını şu mısralarıyla ifade ediyor;

 

Ya baş derdi konuşun yahut hiç toplanmayın,

 

Kurultay kapısında tokaları neyleyim?

 

Bahsetme sayın bayım, beş yıllık planlardan,

 

İki ucu kavuşmaz yakaları neyleyim? (Öfke ve Hiciv)

 

 

Adaletsizliğin çirkinliğini şu beyitle ortaya koyuyor;

 

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul,

 

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul!.. (Öfke ve Hiciv)

 

 

 

Necip Fazıl’ın şiirlerinde “ölüm” konusu, işlenen konuların başında gelir. “ÇİLE” isimli şiir kitabında, ölüm konulu şiirlerin bulunduğu ayrı bir bölüm vardır.

 

Şair, insanların ecelleri belli olduğu halde, ölüme çare aramalarındaki gülünçlüğü şöyle anlatıyor;

 

Gökte zamansızlık hangi noktada?

 

Elindeyse yıldız yıldız hecele!

 

Hüküm yazılıyken kara tahtada

 

İnsan yine çare arar ecele!

 

 

İnsanlar bir bir öldüğü halde, yaşayanlar, nedense ölüme bir türlü inanamamaktadırlar;

 

Minarede “ölü var” diye bir acı selâ...

 

Er kişi niyetine saf saf namaz...Ne âlâ!

 

Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!

 

Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...

 

 

Şair, tabutu şöyle tarif ediyor;

 

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:

 

Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.

 

Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,

 

Yarın kendileri dolduracaklar...

 

......

 

Cılız vücuduma tam görünse de,

 

İçim bu dar yere sığılmaz diyor.

 

Geride kalanlar hep dövünse de,

 

İnsan birer birer yine giriyor.

 

......

 

 

Kişi öldükten sonra, parası pulu hiçbir değer ifade etmeyecektir. Mesele; “orada” geçerli olan akçeyi biriktirmektir;

 

Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!

 

Mezarda geçer akçe neyse onu biriktir!

 

 

Hüner;

 

O dem ki, perdeler kalkar, perdeler iner,

 

Azrail’e “hoş geldin” diyebilmektir hüner...

 

 

...Ve ölüm şiirlerinde son söz;

 

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

 

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?...

 

 

Necip Fazıl’ın şiirlerinde Allah ve Peygamber konusu da, sıkça işlenen konulardandır:

 

Her şeyin yaratıcısı Allah’tır;

 

Kursa da boşluğa asma köprü, fen,

 

Allah derim, başka hiçbir şey demem!

 

 

Her şeyin sahibi O’dur, O her şeye kadirdir;

 

Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse; O var!

 

Bütün sevdiklerin elden gittiyse; O var!

 

Sana daha yakın şahdamarından; O var!

 

Arama, ilaç yok eczahanede; O var!

 

Gayede, sebepte ve bahanede; O var!

 

Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!

 

Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var!

 

 

Necip Fazıl’a göre sanat, Allah’ı aramaktır;

 

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

 

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...

 

 

Allah’ı seven kişi, her türlü hürmete layıktır;

 

Ellerime uzanan dudakları tepeyim,

 

“Allah” diyen, gel, seni ayağından öpeyim!

 

 

Peygamber (s.a.v)’ in getirip bildirdiği her şeye iman etmek gerekir;

 

Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;

 

Ne getirdin, götürdün, bildirdinse; âmennâ!

 

 

Ona göre, ölçü peygamber ölçüsü olmalıdır, Peygamber’in ölçülerine ters olan her şey, sonunda ölüm dahi olsa, reddedilmelidir;

 

Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;

 

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!

 

 

Necip Fazıl’ın Meşhur şiirlerinden biri de “Sakarya Türküsü” isimli şiiridir:

 

Şair, bu şiirde, Anadolu’nun ortasından akan Sakarya Nehri ile, bu vatanın inanan insanları arasında bir benzerlik kuruyor; Sakarya Nehri, nasıl ki bu vatanın içinden doğan ve bu vatanın içinde akan bir nehirdir, nasıl ki bu vatanın bir parçasıdır, bizler de bu vatanda doğan, bu vatanda yaşayan insanlar olarak bu vatanın bir parçasıyız. Fakat, nedense, Sakarya Nehri de, bu vatanın öz evlatları da, bu vatanda yabancı gibi, garip kalmıştır:

 

“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

 

Şair, bu uzun şiirini, çile ve ızdırap çeken, horlanan, ‘sürünen’ bu vatanın, ‘kaderleri aynı’ olan bu evlatlarına şu çağrıyı yaparak bitiriyor:

 

“Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”

 

 

 

Necip Fazıl, lisan ve tarih bozguncularının yaptıkları ifsat çalışmalarıyla ilgili olarak;

 

Bülbüllere emir var, lisan öğren vakvaktan,

 

Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!..

 

 

Şair, çektiği bütün sıkıntı ve işkencelere rağmen ümitli olmayı becerebilmiştir;

 

Kırılır da bir gün bütün dişliler,

 

Döner, şanlı şanlı çarkımız bizim.

 

Gökten bir el, yaşlı gözleri siler,

 

Şenlenir evimiz, barkımız bizim.

 

 

Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,

 

Kavuşuruz, sonu gelmez gündüze,

 

Sapan taşlarının yanında füze,

 

Başka âlemlerden farkımız bizim.

 

Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;

 

Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!

 

Yer ve gök su vermem dediği zaman,

 

Her tarlayı sular, arkımız bizim...

 

......

 

 

...Ve son sözü o söylüyor:

 

“Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,

 

Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!..”

 

 

 

 

Necip Fazıl’ın Kalem ve Söz Kavgaları

 

 

Dinsiz

(Türkçe Kur’an Meselesi Hakkında...)

 

 

“1943 yılında, Ankara’ya gitmiştim. Ankara’da beklenmedik bir haberle karşılaştım:

 

-‘Diyanet İşleri Başkanı, Kur’anı türkçeye çevirip, hakiki Kur’anı ortadan kaldırmak için bir kanun çıkartmak istemektedir.’

 

Diyanet Reisi’yle bir iki kez görüşmüşlüğümüz vardı, fakat, Allah’ın kitabını türkçeye çevirip onu Kur’an ismiyle resmi ibadete sokmak gayreti derecesinde açık ve muazzam bir küfründen haberim yoktu.

 

Bu haberi duyduktan birkaç gün sonra, bir toplantıda, Diyanet Reisiyle karşılaştık, kendisine:

 

--‘Duyduğuma göre, Kur’anı türkçeye çevirmek ve bunu resmen ibadet dili haline getirmek şeklinde bir düşünceniz varmış...Sapıklık ve hüsranların en büyüğü olan böyle bir hadiseyi, bizzat sizin ağzınızdan duymadan inanılır şey telakki edemiyorum. Lütfen hakikati bildirir misiniz?..’

 

Uçuk benzi bir kat daha uçarak ve soluk dudakları bir kat daha solarak bana şu cevabı verdi:

 

--‘Evet Necip Fazıl Beyefendi!..Sizin dini bakımdan imkansız gördüğünüz bu işi, Mezhep İmamlarının kabul ettiğini bilmiyor musunuz?..Mezhep İmamları Kur’anın başka bir dille okunabileceği ve bununla ibadet edilebileceği hakkında görüş belirtmişlerdir...’

 

Bu cevabı alır almaz, bütün kanımın, beynime dolduğunu hissettim. Bu adam, sade Allah kelamının yok edilmesinden doğan küfürle iktifa etmiyor, dinin büyük şahsiyetlerine, mezhep sahiplerine, resmen ve açıkça iftira atıyordu.

 

Kendisine şu cevabı verdim:

 

--‘Sadece küfürle kalmıyor, bir de küfrünüze ortak arıyorsunuz!..Kur’anın Allah kelamı olduğuna inanan her fert, Allah kelamının, nazil olduğu lisan kalıbından ayrılmayacağını, ayrılacak olursa, artık onun Allah kelamı olmayacağını bir hamlede kavrayacak bir anlayışa sahiptir. Bakın, Diyanet İşleri Reisi Efendi, Ben, Necip Fazıl, sizin elinizdeki icra vasıtalarına karşı, bir kamyonu durdurtmak isteyen bir piliç kadar zayıf bir ferdim; fakat size açıkça haber veriyorum, eğer sapıklığınızın büyüsü altında şuurunu körletip sizi destekleyecek bazı fertler bulacak ve bu niyetinizi tatbik mevkiine çıkaracak olursanız, bir piliçten hiç farkı olmayan bu zayıf cüssemi, kamyonun tekerlekleri altına atmakta tereddüt göstermeyeceğim!..’

 

Evet bütün İslam düşmanlarına parmak ısırtacak bu imansıza bunları söyledim ve çıkıp gittim...” (Hücüm ve Polemik)

 

 

İlk ve Son Hitap

 

(Nazım Hikmet’e)

 

 

Nazım Hikmet!..

 

Nafile çabalıyorsun.

 

Sana kızmıyorum, kızmayacağım.

 

Hiç bir operatör, ameliyat masasında kendisini yumruklayan kanserliye, hiçbir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.

 

Artık sen benim gözümde hiçbir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmasını, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklam açıkgözlülüğünü...Senin neyine karşılık vereyim. Sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer...Ölü diriltmekten ve iflas edeni kurtarmaktan âcizim... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

 

 

Bizzat sen

(İrtica çığırtkanlarına cevap)

 

 

Bize mürteci diyen!.. Sen, zaman kadar mücerret bir şeyi kokutmuş ve kainatı hareket noktasına kadar geriletmiş bir bedbahtsın...

 

Bizi, “kızıl ve kara irticacılar” tasnifi altında, artık bu memlekette hiçbir şeyi zıddından ayıklanamaz hale getirici bir karanlığa boğmak isteyen!..Sen...Allahsız, milliyetsiz, dönme mason ve komünistten biri, yahut bunlardan hepsi birdensin!...

 

Bize gerici diyen, karanlık hokkası ve bataklık deliği ağız!..Bizzat sen, zamanı çürütmüş, kokutmuş ve dünyayı taş devrine kadar itmiş, atmış bir küfür gericisi değilsin de nesin?..Senin secde ettiğin putlar önünde, öküze tapanlar bile özür beyan edebilirler.

 

Hakikatte sen, soldaki sıfır gibi, bir yokluk işareti olduğun ve her sayının gerisinde bulunduğun halde, zamanın kemiyet cilveleri üzünden öne geçip on misli kuvvet iddiasına kalkışan bir hokkabazsın!...Ve bilfiil geri ve bizzat gericisin!..

 

Vatanı benzersiz bir zulmete boğup, çocuklarımızın babası diye ocağımıza yaklaştırdığın can düşmanımıza; ve can düşmanı diye gösterdiğiniz çocuklarımızın babasına karşılık, bu oyunu sezecek ve sizi fert fert ve topluluk topluluk teşhis edebilecek nur kıvılcımı pek yakında parlayacaktır. Telaşınız bundan kaynaklanıyor.

 

Korktuğunuz günlerin gelmesi yakındır!...

 

 

 

Zamanı kokutan, zift ruhlu küfür yobazı ve inkar mürtecii...siz...

 

Bir gün, Allah’ın gazabına uğrayacak ve küf yuvası yüreğinizi, ağzınıza getirecek bir tecelliye kavuşacaksınız!!!... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

 

Kurmaylar Münezzeh ve Başımızın Tacıdır;

Tahrikçi İse, Alçak Bir ....

 

 

(Dünya Gazetesi Yazarı Bedii Faik’a cevap)

 

(B. Faik, Necip Fazıl’ın yazdığı bir yazıyla ilgili, suç duyurusunda bulunmuş ve bunun üzerine şu cevabı almıştır:)

 

 

Dökük kıllarının her kökünde uyuz kabartıları zıpzıplaşan ve ruhundaki cerahat ağzından dökülen ve hokkasını dolduran bu âdi , kalemini işte her gün bu hokkaya daldırıp ulvî manalara mikrop aşılar. Fikir adına, hiçbir alçağın tenezzül etmeyeceği küfürlere kadar düşer ve devamlı bir can çekişme içinde ulvîliklere karşı ulur...

 

Üstüme söverek gel, sevinirim; yeter ki sövmen bir fikir öfkesine, bir fikir düşüncesine bağlı olsun. Böyle gelebiliyor musun?

 

Sen yalnız külhanbeyi lügatine göre sövüyorsun!

 

Sen yalnız, ateş olmayan yerden duman tüttürmeye bakıyorsun!

 

Bilgiyle gel köle olurum; Elverir ki bu bilgi, hak ve hakikat çilesi yolunda yanlışlarla dolu olsa da, yine bir bilgiçlik olsun.

 

Böyle gelebiliyor musun?

 

Sen yalnız kendine oyuncak edindiğin ‘dünya’ içinde sahte gerçekler imal edip, bunları insanlara yutturmaktan anlıyorsun.

 

Fikrin yok, hakikatin yok, bilgin yok, ihlâsın yok... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

 

Düşmanlarımıza!..

 

 

Çatlıyorsun, patlıyorsun!.. Çünkü bizim şahsiyetimiz var senin yok! Onun içindir ki, bize ne yapacağınızı, hangi lekeyi ve çamuru atacağınızı bilemiyorsunuz!

 

Şahsiyet bir kubbe midir; şahsiyetsizlik bir örümcek olur, gelir, onu körletmeye çalışır. Şahsiyet bir tarla mıdır; şahsiyetsizliğe tarla faresi olmak düşer...Şahsiyet, en nadir ağaçtan bin bir emekle yontulmuş bir tahttır. Şahsiyetsizlik küçülür küçülür nokta kadar bir kurt olur ve en nadir ağacın en mahrem emeklerle yontulu nakışlarını yer.

 

Çatla, patla!.. Sen bugünü kazansan bile biz yarını mutlaka fethedeceğiz.... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

Cevap

 

 

Kendisini ‘Vatan’ diye isimlendirmiş ufunet bezinin başındaki insanlık lekesi bu adam güya bir başmuharrirdir, yılan vücutlu bir gazetenin tepesinde baykuş kafasıdır, son derece hain ve gizli bir metodun sahibidir, içtimai bir suikast eserinin seri müelliflerinden birisidir. Bu adamla hesaplaşacak yer mahkeme değil âmme huzurudur, kalem ve kelam kürsüsüdür, dâva meydanıdır.

 

Gel beru, iman ve ahlak kayıtlarının “K” harfini bile rüyasında bir kere görmemiş olan sefil!

 

Dönmelere başkanlık, Masonlara çığırtkanlık vazifesiyle mükellef olan, vaktiyle Türk vatanını Amerikan sömürgesinin esareti altına koymak isteyen, Anadolu’nun mıntıka mıntıka ayrılıp orada müstakil bir Ermenistan’a yer verilmesi fikrini müdafaa eden, din, mukaddesat ve birlik düşmanı!...

 

Sen, ‘alçak’ sıfatına yükseklik verecek kadar alçaksın...

 

Sana Neyzen Tevfik’in şu kıtasıyla cevap veriyorum:

 

Şu bizim dönme dolaş Ahmet Emin

 

Din ve imanımıza çatmadadır...

 

Başımız ağrımaz etsek de yemin:

 

Vatanı on kuruşa satmadadır... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

İğreniyorum!..

 

 

Bir hadise oldu mu, o hadisede kurban gidenlerin ailelerine hep aynı şahıslar ve makamlarca çekilen beylik telgraflardan ve üzüntü laflarından iğreniyorum!..

 

Olanlar ortadayken, hep bugünü yarına erteleyici ve gelmeyecek bir istikbale ısmarlayıcı “cek” ve “cak” edatlarından iğreniyorum!..

 

Dil ile kalpler arasındaki mesafeden, her akşam başına yorganı çekerçekmez uyuyuveren nefs muhasebesi yoksunu politikacıdan, tecrit kampı ve iman zindanı haline getirdikleri camilere hissizce girip çıkan marka müslümanından.......

 

Çile çekmeden olmaya bakan ezberci medeniyetçiden, hayat ağacını devirmeyi ve nurlu meyveleriyle ateşe atmayı değişim sayan devrimbazdan ve bunlara inananlardan, kapılanlardan iğreniyorum!..

 

Ağlayamayan, anlayamayan, yumruğunu sıkamayan insandan iğreniyorum!... (Hücüm ve Polemik)

 

 

 

 

Sendika, patronun zulmüne karşı kurulmuş

 

ikinci bir zulüm müessesesidir!..

 

 

Necip Fazıl’ı, bir işçi sendikasının düzenlediği yemekli bir toplantıya davet etmişler...

 

Yemekten sonra sendikacılardan biri, Necip Fazıl’a:

 

--“Üstadım, sendika hakkında bir konuşma yapın da...Millet bilgi sahibi olsun” demiş.

 

Bunun üzerine Necip Fazıl, ayağa kalkmış, mikrofonu eline almış ve:

 

--“Zannetmeyin ki yemeğinizi yedim diye gönlünüze göre konuşacağım!..Sendika,

 

patronun zulmüne karşı kurulmuş ikinci bir zulüm müessesesidir!..” demiş...

 

 

 

Ne diye vapura bindin ki,

 

yüzerek geçseydin ya karşıya

 

 

Necip Fazıl, bir gün vapurla Kadıköy’e geçerken, yanına biri yaklaşarak;

 

--“Üstad! Peygambere neden gerek duyuldu? Biz insanlar kendi yolumuzu bulabilirdik” der.

 

Necip Fazıl, ona şu cevabı verir:

 

--“Ne diye vapura bindin ki, yüzerek geçseydin ya karşıya

 

ALINTIDIR...

 

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir gün büyük şair Necip Fazıl Kısakürek'e sahilde rastlayan bir hayranı;

''Üstad, senin bütün mücadelelerin güzel, hizmetlerin eşsiz ama şu tarafın olmasa diye tenkit eder Bunun üzerine Necip Fazıl tebessüm ederek:

''şu boğaz'dan geçen lüks ve güzel gemiyi görüyor musun? Bak ne kadar lüks ve konforlu değil mi? İşte böylesine lüks geminin tuvaleti de vardır'' der

 

*********************************************

Bir gün Necip Fazıl, bir üniversitede konferansa katılmış

Çıkıp herzamanki gibi Din ve Allah kavramı hakkında konuşmuş

Konuşması bittikten sonra, onunla karşıt görüşlü olan bir Profesör, Necip Fazıl'a 'Siz önceden çıkıp farklı şeyler söylerdiniz, şimdi ise o sözlerinize çelişen şeyler söylüyorsunuz Yazdığınız şiirler hala ezberimdedir bu ne demek oluyor? '

Necip Fazıl'ın cevabı meleklere parmak ısırtacak bir cevap olur 'Benim geçmişim bir çöplüktür ve çöplükleri sadece köpekler kurcalar'

 

************************************************

Nur Harmanı'nın pırıltılı kalemi Necip Fazıl'ın da içinde bulunduğu uçak, Yeşilköy Havaalanından kalktıktan kısa bir zaman sonra arızalanır ve geri döner Havaalanındakiler merakla, "Ne oldu, nasıl oldu?" diye sorarlar mübareğin cevabı hem teslimiyetçi hem de hikmetli:

"Ahirete kabul etmediler, geri döndük"

 

*************************************************

Mahkemede hakim, Necip Fazıl'a:

- Bak, der Seni bundan böyle bir daha huzurumda görmeyeceğim, öyle değil mi?

Necip Fazıl sorar:

- Hakim Bey, yoksa istifa mı ediyorsunuz?

 

*************************************************

Rahmetli Ustad bir yerde konferans verirken, Ustadi sevemeyen biri konusmayi biraz

dinledikten sonra salondan cikar gibi yapip ustadin onunden gecerken muz kabugunu

Ustadin on tarafina yere atar

Ustad umursamaz bir tavir;

-Burada bir kimlik bulunmustur kayib eden varsa gelip alsin der

 

*********************************

1960’lı yıllar, Üstad’ın “Sahte Kahramanlar” konferansı ile Türkiye’yi salladığı yıllar İşte bu “Sahte Kahramanlar” dolayısıyla Ankara’ya gittiği zaman, devrin başbakanı bir adamını göndermiş Üstad’a adamın getirdiği mesaj şu:

—Muhterem Üstadım, sayın başbakanımızın size çok selamları var

-Aleyküm Selam ,ne diyor?

—Sahte kahramanlar konferansında kendilerinden söz edilmemesini istiyorlar

Başbakanın adamının sözü bitince şöyle gürlemiş Üstad:

—Var git söyle ona, sahte kahraman olmak da bir seviye işidir Onda bu seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim

 

*********************************

Kayseri'deydik, bir adam getirdiler, "şununla iki kelime konuş!" dediler bana Adam geldi Elinde sigara, Ramazan günü Anladım ne tip

olduğunu

 

Hitap ettim:

 

"- Sigaranı at da öyle gel karşıma!"

 

Gayet ucuz bir formülü vardır bu işin Günün hemen bütün formülleri gibi

 

O da aynı şekilde cevap verdi:

 

"- Allah'ın bildiğini kuldan niye saklıyayım?"

 

Bu umumî formül

 

Devam ettim:

 

"- Allah senin tenasül aletin olduğunu da biliyor Niye saklıyorsun?"

 

Bozuldu, kala kaldı, hiçbir şeye aklı eremedi "- Senin bu susman mağlûp olman

değildir Şimdi seni mağlûp edeyim dedim; Allah'ın bilmediği bir şey olabilir mi? O her şeyi biliyor Yalnız senin, Allah'ın bildiğini, yalnız ondan af dileyerek ona tahsis etmen ve onun bildiği şeyi ortaya açıkça, hayâsızca dökmemeni gerektiren bir fakülteye malik olman lâzım Sen bundan da mahrum bir bedbahtsın!"

 

*********************************

Üstad Yenilgi ve mağlubiyeti kabul etmezdi Bir gün bir tren istasyonunda onun sinirli sinirli gezdiğini gören bir hayranı (bazı rivayetlere göre onu sevmeyen biri) sorar:

- Ne oldu Üstad, treni mi kaçırdınız?

Üstad böyle bir ithamı kabul eder mi? Treni kaçırmak bir eksiklik, bir yenilgidir

- Kovdum gitti, der

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

alıntı yaptığınız yazıda hatalar var sevgili kardeşim..Üstad 1904 doğumludur..zamanı kokutanlar mürteci diyor bana yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana muhasebe şiirinin bir beytidir ve çilede yer alır..aynı şekilde biraz altındaki destan şiirinin beyitleri de çile de dir..şöyle bir göz gezdirirken gözüme çarpanlar bunlar...selametle..

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

alıntı yaptığınız yazıda hatalar var sevgili kardeşim..Üstad 1904 doğumludur..zamanı kokutanlar mürteci diyor bana yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana muhasebe şiirinin bir beytidir ve çilede yer alır..aynı şekilde biraz altındaki destan şiirinin beyitleri de çile de dir..şöyle bir göz gezdirirken gözüme çarpanlar bunlar...selametle..

 

 

Sağolun yorumunuz için teşekkürler.

 

Selametle kalın;

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...