Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Cihandar

Selahaddin Alparslan

Recommended Posts

Murdar Batı Kültürün Yerli Taklidi Hezimet Kültürü

 

İngiltere Müstemlekeler Bakanı Gladstone 1880′lerde Lordlar kamarasında ayağa kalkar, elinde bir kitap vardır ve aynen şöyle der:

 

-Şu elimdeki kitabı görüyor musunuz? Bu, Müslümanların kitabı Kurandır. Bu kitabı Müslümanların elinden, dilinden ve gönlünden almadıkça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeli, Kuranı ortadan kaldırmalıyız. Veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.

 

Nihayetinde yerli uşaklarıyla işbirliği yaparak bu hedeflerine ulaştılar ve tarihin en aziz milletini ruh cephesinden vurdular.

 

Emperyalistlere karşı madde cephesindeki Millî Mücadelemizi, mana cephemizin büyük kuvveti sayesinde kazanmıştık. Ama ne hazindir ki, tarihin bu en bahtsız milleti, madde cephesinde mağlup ettiği emperyalistlere, çok büyük bir şeytanî plân sonucunda, mana cephesinde mağlup olmuştu.

 

Maddî zaferin manevî mükâfatı(!); bir İsviçreli gibi doğmak, evlenmek ve boşanmak ve miras hakkına sahip olmak, bir İtalyan gibi yargılanmak, bir Alman gibi ticaret yapmak idi.

 

Mana plânındaki bu mukallidliğimize rağmen, madde plânında ne bir Almanya olabiliyorduk, ne bir İsviçre, ne de bir İtalya.

 

Bu mümkün de değildi zaten, zira bir ucube, bir mankurt olup çıkmıştık. Adeta, kilisede hem haçı kirleten, hem de şarap içen şaşkın kargaya dönmüştük.

 

Ortaçağ zifiri karanlığından kurtulan Haçlı dünyası ise, bizim çöpe attığımız değerleri, adeta Peygamber buyruğuna uyan bir mümin edasıyla, nerede bulduysa almış ve bir hazine titizliğiyle koruyarak benimsemiş ve bu sayede bugünkü maddî kalkınmayı yakalayabilmişti.

 

Avrupa seyahati dönüşünde Avrupayı nasıl buldunuz? sorusuna şu ilginç cevabı verir Mehmet Akif merhum: Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.

 

Ziya Paşa da bunu başka bir biçimde dile getirmiştir:

 

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm.

 

Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm.

 

 

 

Akifin ve Ziya Paşanın tasvir ettiği ağlanası manzara eşyanın tabiatına aykırı bir durum değildir. Zira Allah, müslüman kâfir ayırt etmeksizin, ilme değer verip ona talip olanı madde plânında yüceltir. Hatta ilme kıymet veren kâfiri dilerse iman mükafatıyla izzetli kılar. Bugün batılıların her türlü kara propagandaya rağmen fevc fevc İslama koşması bu Sünnetullahın tecellisi değil midir?

 

İlmi zorbalığına engel görüp, üstelik hurda kâğıt fiyatına elden çıkaran slogan ehlini ise, belhüm adal çukur seviyesinde zelil eder.

 

Ve öyle bir gün gelir ki, esasında Allah katında necasetten öte bir ma'na ifâde etmeyen kâfir topluluklar, kıymet verdikleri ilim sayesinde, güya Allahın en güzide kulları olan Müslümanların gözünde, bir dev gibi büyür büyür de, alçalmışlık kompleksinin en çukurunu dile getiren bir hâl ile Aah! O Haçlı Birliğine bir girebilsek! diye süflî hayaller seslendirilir.

 

Vaziyet o kadar vahim bir hâl alır ki, Allahın seçkin kulları olması gereken Müslümanlar, Allahın murdar sıfatını (bkz. Tevbe: 28, Yunus: 100, Furkan: 44, Furkan: 176, Enfal: 55) lâyık gördüğü kâfir milletlerin necis küfür diyarlarında yaşamayı çağın en büyük şerefi addederler de, onlardan vize almak için konsoloslukları önünde metrelerce kuyruk oluştururlar. Oturma izni alıp bu şerefe nail olmak için şeytanın bile aklına gelmeyecek hilelere müracaat ederler.

 

Sözün burasında Ulu Hakan Abdulhamidden bir hatırayı nakletmek istiyorum. Zannedersem merhum Üstad Necip Fazılın bir kitabında okumuştum ve hatırladığım kadarıyla sizlerle paylaşmak istiyorum:

 

Zamanın şeyhülislamının oğlu ciddi derecede hastadır ve tedavisi o zamanda ancak Avrupada mümkündür. Ama o devirde öyle her önüne gelen, yok gâvurun helâlarını temizleyeceğim, yok domuz ahırında çalışacağım, yok ahlâksızlık merkezlerini dolaşacağım diye Avrupaya gidemez. Yani İslâm topraklarını terk edip küfür diyarına gitmek izne tabi idi ve bu izni almak çok zor idi.

 

Şeyhülislamın oğlu da izin için müracaat eder, lâkin uzun zaman geçmesine rağmen bir türlü izin çıkmaz. En nihayetinde huzura çıkar ve Cennetmekân Sultana neden izin verilmediğini sorar. Aldığı cevap, yirmi birinci asrın bir Müslüman ferdi olarak, beni bugünkü hâlimize ağlatacak derecededir:

 

- Evlâdım! der, o asrın en siyasî padişahı. Gitme Avrupaya. Hastalığın ne ise, doktorunu bulalım, o gelsin İstanbula.

 

Mehmet Akif merhum, yirminci asrın evlâdına çokça sitem ediyor şiirlerinde. Acaba Sultan Abdulhamidin yukarıdaki sözünde ifâdesini bulan takva derecesindeki hassasiyetini, yirminci asrın evlâdı ne kadar anladı? Ve yirmi birinci asrın evlâdı olan bizler! Bizde o cennetmekân ecdadımızın iman hassasiyetinin ne kadarı var?

 

Dün Ulu Hakan, murdar bir kültüre karşı, tertemiz İslâm kültürünü muhafaza etmek için diyar-ı küfre adım bile atılmasına izin vermezken

 

Ondan daha önceki gün Kanunî Sultan Süleyman, bugün mekteplerde çağdaşlık diye öğretilen dans adlı rezilliğin, müslümanlara da bulaşır endişesiyle, Fransaya gönderdiği bir ültimatom ile yüz sene yapılamamasını sağlamışken

 

Bugün içte ve dışta o ecdadın torunları, necis kültürün şirk pisliğine fazlasıyla bulaştılar.

 

Abdulhamidin torunları bugün Avrupada milyonlarla ifâde ediliyor. Aslında bu milyonlar, mana plânındaki helak oluşun meydana getirdiği, madde plânındaki hezimetten başka bir şey değildi.

 

Devran tersine dönmüş, bir zamanlar İslâm beldelerine sevinç gösterileriyle çalışmaya gönderilen Hıristiyan işçilerin yerini, küfür beldelerine davul zurnayla gönderilen Müslüman işçiler almıştı.

 

Esasında bu vaziyet, tarih boyunca belki milyon kere tecelli eden, değişmez, pörsümez Sünnetullahın, bir kere daha ibretlik tekerrüründen başka bir şey değildi. Ama keşke ibret alabilsek ve artık bir daha tekerrür etmese.

 

Tarihte olduğu gibi, Müslüman Türkler Avrupa kapılarına yeniden akın akın dayanıyordu. Ama dedeleri gibi, medeniyet ve adalet götürmek için değil! Bilâkis, dedelerinin üzengisini öpmeyi şeref sayan Avrupalılara hizmet için gidiyorlardı.

 

İçeride, murdar batı kültürünün yerli temsilcisi hezimet ideolojisi, asil millete Avrupanın kopkoyu Ortaçağını dayatırken, dışarıda da milletin milyonlarca evlâdı, necis ve murdar kültür tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. İçeride öldürücü küfür, dışarıda asimilasyon

 

Ve tarihe altın harflerle yazılan Osmanlı medeniyetinin yıkıntıları üzerine yepyeni bir mukallid kültür bina ediliyordu. Belhum Adal Kültürü

 

Bu kültür öyle alçaltıcı, öyle tahkir edici bir dereceye vardı ki, tabiatıyla şöhreti bütün yeryüzüne ulaştı. Belki de aşağılama ve komedi dalında dünyanın en meşhur kültürü oldu.

 

Ve tabiî olarak, yerkürenin neresinde ahlâka, medeniyete, haysiyete, fazilete, adalete, itimada, sadakate, nezakete mugayyir bir hâdise yaşandıysa, hemen Türk İşi diye yaftalandı. Bunun en son örneği, Japonyadaki depremde camdan atlayan tek ferdin, çizgili pijaması ve kıllı göğsünü gösteren beyaz atletiyle bir Türkün karikatürize edilmesiydi.

 

Dün insanlığın sığındığı son liman olan bir necib milletin torunları, bugün alay ve istihza dünyasının baş kahramanları yapılmıştı.

 

Şimdi 21. asır ve tarihin bu en bedbaht milleti, belhum adal kültürünün alçaltıcılığından kurtulmak için, yeniden doğumun sancılarını yaşıyor.

 

Memleketin çehresi madde plânında müsbet istikamette hızla değişiyor ve fakat bu değişime ruh plânında ayak uyduramadığımız için, medenî ve bedevî kültür çatışması yaşıyoruz.

 

Bu acıklı tenakuzu gözler önüne sermeyi kendime bir vecibe addediyorum. Çünkü asil ve mazlum milletimi ve cennet vatanımı candan, canandan ziyade seviyorum. Çünkü bu manzara beni her hakikî Türk evlâdı gibi yürekten yaralıyor.

 

İlk yazımda da ifâde ettiğim üzere, bütün Türkiyeye şamil olması dileğiyle, Samsunumuzun şirin ilçesi Termenin madde ve mana plânındaki manzarasını tasvir etmeye çalışacağım. Terme Türkiyeden bir cüzdür.

 

Termedeki malûm manzaranın ilânı, tüm Türkiye manzarasının yansıması olacaktır.

 

Ve bu ilân, vatan ve milletim adına bir çok hayra vesile olacak inşaallah.

 

Dert bir değil, elvan elvan.

 

Haftaya Türkiye için, Termede buluşalım, hep beraber Termenin cadde ve sokaklarını arşınlayalım. Çarşambaya, Samsuna; Ünyeye, Fatsaya uzanalım ve nerede kanayan bir yara görürsek, insanımızı ve dolayısıyla devletimizi yaşatma adına, neşter vurmaya çalışalım inşaallah.

 

Fi eman-illah

 

Bu abiyi yeni keşfettim. Zaten kendisi de yeni başladı yazmaya habervaktim.com'da. İlk yazısında üstaddan alıntı yaparak ''Beşinci Devrenin Kapısı Önünde Dimdik Bekleyen Bir Gençlik!'' yazmıştı. Bu yazıda da dikkat edilecek olursa üstad'ın kullanmış olduğu terimlere aşina bir kişilik görülebilir. Tespitleri çok yeni değil ama olsun yine de bizdendir inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...