Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Yazı Mazı

Recommended Posts

Ağlatan Komik Adamlar...

 

Bizde, sanattan ve sanatkârdan habersiz olan bir kısım sanatçılar vardır ki; icra ettikleri sanata ve doğrudan kendilerine ancak ve ancak gülünür...

 

Tasına, tabağına su ve ekmek koyana hırlayıp, onu ısırmaya çalışan köpeğin; yemliğine yem bırakana anırıp, çifte atan eşeğin ve karnı doysun diye samanlığa saman desteleyene böğürüp, boynuz atmaya çalışan öküzün yahut ineğin cezası; onun sahibine mahsustur...

 

"Beni siz yarattınız, beni siz var ettiniz!..." nidâları ile yeri göğü inleten mahlukların; sözüm ona yaratıcılarına karşı işledikleri kabahatlere has muamele de aynı şekilde onları var iken var eden yaratıcıya(!) aittir...

 

Bu tatsız-tutsuz hayvan ve mahluk muhabbeti bir yana asıl mevzu şu ki:

 

Yaptıkları; maymunlara şapka çıkartan hareketler, çıkardıkları; kargalara kahkaha attıran sesler ve insanı krize sokan edalar ile memleketimin son otuz kırk yılında vitrinde kalmış ve; saf ve temiz Türk halkının gönlünde; numaradan, film icabı, rol gereği oyunculukları ile yer etmiş bu tipler, haketmedikleri o tahttan indirilmesi gereken tiplerdir...

 

Ne diye gülüyorsun, diye sorulduğunda bir cevap vermekten uzak kalan ve bir yanıt verse de ancak "saflığına, içtenliğine, sözlerine vesaire..." diyecek olan; insanın yüzüne, görünen haline itimat edip, onu öylece kabul eden ve seven bu milletin teveccühlerine layık olmayan herkes hakettiği neticeye ve malum seviyeye; sürülmeli ve çekilmelidir...

 

Neden?...

 

Nedeni açık!... Bu tipler; güya sanatlarını sunduğu bu halka karşı sözde bir saygı ifadesine bürünseler ve başları ile bellerini aynı çizgiye sokacak kadar eğilseler de hatta ihtiramdan ötürü secdeye kapanıp, yerin dibine geçseler de hakikatte büsbütün bir saygısızlık tavrına büründükleri için...

 

Nasıl?...

 

Şöyle... Yıllarca ayakta kalmalarına, hayatta olmalarına vesile olan iltifatların sahibi olan halkın, Türk Halkının; bu halkı halk yapan asli unsuruna, yüzyıllar boyu derdine düştüğü ve bayrağını taşıdığı davasına yani dinine; İslâma dil uzattıkları için ve hatta dil uzatmakla kalmayıp bu aziz dini dolaylı yoldan sözüm ona kaldırmak yahut kaldıranlara omuz vermek ve kaldırmak mümkün olmasa da bu milletin ruhuna aykırı birtakım fikirleri, düşünceleri bir şekilde damarlarına şırınga etmek gafletine düştükleri için...

 

Mason olduğunu ifade ederken bir gurur abidesine dönüşen ama yalnızca namaz kılınması için faaliyete geçecek Emek Sineması hakkında görüşünü aktarırken öfke ve iğrenme heykelciği kesilen yüzün sahibi Zeki Alasya... Süslü püslü uyduruk ifadelerle, güya çocukları korumak bahanesi ve bir kısım Alevi kardeşlerimizin hakkını korumak gayesi ile faşizan bir tavra bürünüp din dersi ve dolayısı ile din düşmanlığı daha doğrusu İslam düşmanlığı yapan İlyas Salman...

 

Ve onlara benzeyen herkes; bu millete ve bu milletin ruhuna terbiyesizlik yapan kim varsa, layık olmadıkları saf gönüllerden mahkum oldukları yere indirilecekler...

 

Bu tip adamlara millet olarak verilmesi icab eden yanıt dün olmadığı ve görülüp duyulmadığı gibi bugün gülmek...

 

Gülmek ve geçmek...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sevgi ve Saygı

 

 

Sevmek ve saymak?...

Kimi ve nasıl?...

Ve neden, ne diye?...

Gönül ve muhataplar...

 

Nefis temelli bir sevgi ve saygıdan öte kalbi bir seviş ve sayışın mihenk noktası; dava!... En kemal ve mutlak noktadaki sevginin ve saygının muhatapları ancak ve ancak, biricik ve hakiki davanın; İslam Davasının, Veli Davasının, Rasul Davasının velhasıl davaların davası Allah Davasının taraftarları...

 

Batını zahirine yansıyan, zahiri batınından fışkıran her adam (erkek yahut kadın) evet her adam sevilmeye ve sayılmaya namzettir... Hatta bu işe muhatap olanlar için (umurlarında olmasa da) herkeste görülmesi gereken bu kalbi davranışın karşı ve asli tarafı olmak; adaylığın ötesinde bir asliyettir... Davaların davasının rengine boyanmış her kimse en has ve öz ifade ve şekliyle sevilmeli ve sayılmalıdır... Bu hal; sevilen ve sayılan için asliyet, seven ve sayan için asalettir...

 

Batıl bir davanın samimi savunucuları; davaları uğrunda her şeyi göze alan ve her bir şeyi terkedenler, nasıl ki davalarının dayanak noktası itibari ile zerre kadar sevgiyi haketmiyorlarsa; derdine düştükleri mesele için gösterdikleri gayret, gizledikleri emel ve hayatlarının sonuna dek yere düşmesin, hep dalgalansın ve selamlansın diye başları üzerinde taşıdıkları bayrakları için en nihayet göz kırpmadan verdikleri canları yani samimiyet ve sadakatleri hasebiyle saygıyı haketmektedirler... Bu yüzden Deniz Gezmişden nefret edilse de kendisine saygı duyulması icab eder... Hitlere küfürler edilse de yine denizler misali saygı da gösterilmelidir... Ebu Cehile lanetler okunsa bile; o da, bürünülmesi icab eden saygı halinin muhataplarındandır...

 

Hak olan bir davanın batında taraftarı amma zahirde zaman zaman aleyhtarı olan bir kısım insanlar için ise durum tam tersidir... Yani bu insanlar kalbi bir sevgi ile sevilmeyi hakediyorlarsa da kalbi bir saygının muhatapları değillerdir... Kalbindeki derdini haline, hayatına, ameline kimi zamanlar yansıtamayan insanlar için saygı göstermeye lüzum yoktur... Kalbi, derdi yani davası ile sevilmesi gereken bu insanlar hal ve hareketleri sebebi ile de sayılmamayı haketmektedirler... Bu yüzden Mustafa Aksoyu sevsem de saymam... Hakeza aynı şekilde Mair Aliyi... Ve yine görünür ve görünmez şekilleri ile adı geçenlere benzeyen herkesi...

 

Kalbi bir sevgi batına saygı ise zahire hükmeder...

Her iki hali ile hakikati temsil edenler en güzel sevginin ve saygının; ve yine her iki hali ile hakikat olmayanın mümessilleri kalpten de ziyade nefis noktasında bile sevgisizliğin ve saygısızlığın muhataplarıdır vesselam..

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Günahkar, Tövbekar) Günahkar(...) Bir Genc'in Hikayesi...

 

 

Bir sabah sohbeti...

 

Ankara...

Sincan...

Malum ilçede bir mahalle, mahallede bir sokak, sokakta bir mescid ve mescidde bir imam...

 

Güzel yüzlü, hoş sakallı ve davudi sesli makbul bir imam Abdullah Efendi... Andiçen Mahallesinin Güzelgah Sokağında bulunan bir apartmanın, dükkan yahut daireden müteşekkil zemin katının devşirilmesi ile ibadete evvelce bir zaman açılmış olan ve ümmete hizmet veren mescidin; Hacı Bahr-i Durukan Mescidinin kırk yaşlarındaki güzel imamı... Bir kaç cümle ve sohbet ile alim bir zat olduğu sezilen Abdullah Efendi anlatıyor, bir cuma sabahı, bir sabah namazı çıkışı:

 

Ne hoş ve ne güzel bir hava, dediği dopdolu bir boşluğun; boş olmayan bir havanın şahitliğinde ve ayaküstü Gavs-ı Hizani (Seyyid Sıbgatullah el-Arvasi) Hazretlerinin kısacık " Cuma günü ölüm için güzel bir gündür. Fakat Peygamberimiz (aleyhisselam) Hazretleri pazartesi günü vefat etmiştir. Şeyhim Seyyid Taha (kaddesallahu sirrahu) ise cumartesi günü vefat ettiler. "Cumartesi günü" sözünü bir kaç kere tekrar ettiler. Kendilerinin de cumartesi günü vefat edeceğini tahmin ediyordu. Nitekim de öyle oldu...." sohbetinin ardından yine ayaküstü devam ediyor...

 

Etkili bir belagatı olan Abdullah Efendinin iki kişilik sohbet halkasında pür dikkat!... Hoca Efendinin çevresinden bulunan az ama kalabalık olan iki kişi: Acaba "evvelce bir zaman" diye başlayan sohbetten kendi payıma ne alırım, ruhuma ne katar ve nefsimden ne azaltırım düşünceleri içinde yürürken "hazır ol" vaziyetindeler... İki kişilik kalabalık görünmeyen bir hazır ol hali; kalbi bir dikkat ve uyanıklık tarafından kuşatılmış bir haldeler!...

 

Abdullah Efendi hoş havanın, güzel atmosferin, parlak gökyüzününün, rahmet üfleyen kerahet vaktinin, muhabbetin, merhametin ve halkadakiler gibi selama duran güneşin şahitliğinde anlatıyor:

 

Evvelce bir zaman falanca bir yerde filanca bir vakit imamlık yapar iken tanıdığım bir genç vardı... Kimi zaman gördüğümüz kimi zaman duyduğumuz onca günaha batmış olan ve kötü arkadaşları kendine yoldaş edinen bu genç gün geldi ve bir gün geldi, işlediği büsbütün günahlarına, geçmişine tövbe etti ve mescid ehli oldu.... Öyle ki evvelce günahkar ahvalini bildiğimiz için yolu mescide düşmez dediğimiz ve haline üzüldüğümüz bu tövbekar genç artık adeta bir "mescid kuşu" olmuş, her sabah soluğu camide alarak, huşu ile eda ettiği namazları eşliğinde, samimiyetle yaptığı tövbenin şahidi bizzat kendi oluvermişti. Epeyce bir zaman bu hali devam etse ve bizi, bizden de ziyade ümmeti olduğu Allahın Rasulünü ve kulu olduğu biricik Rabbini sevindirse de bir zaman sonra bu hali kesiliverdi... Sanki bıçakla kesilmişcesine... Bir kaç gün gözlerimiz o güzel genci mescidde arasa da gördüğümüz ancak onun bir kenarda kıyam eden, bir başka kenarda rukuya varan, diğer bir kenarda secdeye kapanan, selamlar veren ve dualar için Allaha ellerini açan hayalinden ibaretti... Ne yazık ki genç adam artık hayaldi ve her hali hayalden ibaretti...

 

Gözler tövbekar genci arar iken ve gönül nedenler ve niçinler ile meşgul olup, sebebini anlamaya, hissetmeye çalışırken kulağımıza vesileler çalındı... Meğer ailesi, karakol komutanı, eski arkadaşları adeta elele vermişler ve gencin yolunu kesmişlerdi...

 

Bir koldan anne-baba, çocuklarındaki değişikliği gören anne-baba atılmış ciğerparelerinin önüne: Aman, demişler yavrum aman... KAFAYI ÜŞÜTECEKSİN!!!...

 

Diğer koldan eski arkadaşları!... Arkadaş bildiği ve kendisini bildiği ve bilmediği nice günaha davet eden arkadaşları çıkmışlar yoluna: Kardeşim, bu hal de ne?!... Bu şekilde hayat nereye kadar devam eder... Özledik seni ya hu!... Hem kaç defa şu dünyaya geleceğiz kiİ?!... Yoksa bizi mi beğenmiyorsun?... Yapma öyle, gel... Gel, bizi bırakma!... Seviyoruz seni... SEVİYOR, SEVİYOOOR!!!...

 

Ve öte yandan karakol komutanı çekmiş genci bir kenara: Bak, demiş... Biz de müslümanız ama (her vakit mescide gidip gelerek, her namazı cemaatle kılarak, Allahın dinine fazlaca gönül verip, Peygamberinin yolunda dosdoğru giderek) fazla abartma!!!... Neden diyeceksin tabi... Nedeni şu ki yarın bir gün çoluk-çocuk sahibi olursun, onlar asker olmak ister, memur olmak ister ama senin yüzünden olamazlar... Buna sebep olma... GÜNAHTIR!!!...

 

Abdullah Efendi hayal ve ümitlerini kıran bunca hadiseyi işitince, mescitte göremediği için üzüldüğü gence daha ziyade üzülmüş... (Söylemedi ama belki de kaç gece ağlamış...)

 

Teessürünü dile getiren Abdullah Hoca: Sonra, dedi bir zaman sonra... Bir telefon geldi... Arayan, mescidde, cemaat içinde artık uzun zamandır göremediğimiz (günahkar) tövbekar (günahkar) genç... Telefondaki ses: Hocam, dedi diyor Abdullah Efendi, hal-hatır muhabbeti ve dillendirilen kimi özlemlerden sonra:

 

Hocam her şey bir yana da hani sabah namazından sonra ciğerimize; ne ciğeri, ta ruhumuza dek çektiğimiz o güzel hava var ya!... İşte, işte en çok o güzel havayı özledim!...

 

Ankara, Mayıs 2011

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...