Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Bir Maneviyat Başkenti: Semerkand

Recommended Posts

BİR MANEVİYAT BAŞKENTİ: SEMERKAND

 

 

 

Asyayla ilgilenen sosyal bilimciler, yolculuklarında uğradıkları Semerkand için, dünyanın başkenti ifadesinin kullanıldğını yazarlar. Ve şöyle derler: Orta Asyanın diğer şehirleri arasında Semerkand, eski yapıları, pırıl pırıl camileri ve fevkalâde türbeleriyle mümtaz bir şehirdir.

 

Anadolu için İstanbul ne ise, Asya için de Semerkand aynıdır. Coğrafi konumu, verimli toprakları ve ticaret yollarının kavşağında yer alması sebebiyle, tarih boyunca büyük orduların hedefi olmuş bir şehirdir.

 

Bu mümtaz şehrin tarihine baktığımızda, Orta Asyanın en eski şehirlerinden biri olduğunu görüyoruz. Kuruluşu Milattan önce 400 yıllarına kadar gidiyor. O zamanlarda adı Marakan.

 

 

Büyük Orduların Büyük Hedefi

 

Milattan önce 329da Büyük İskenderin eline geçen Semerkand, Milattan sonra 6. yüzyılda Orta Asya Türklerinin, 8. yüzylda ise müslümanların egemenliğine girmiş ve en parlak dönemini yaşamıştır. Semerkandı daha sonra Sâmânoğulları, Karahanlılar, Selçuklular ve Harzemşahların egemenliğinde görüyoruz. Bu devletlerin sultanlar ve devlet adamları tarafından yaptırılan abide eserlerle ilim, irfan ve ekonomi merkezi olmuş, Doğu Türkistanın en büyük yerleşim birimi haline gelmiştir. Kaynaklar, Cengiz Hanın istilasından önce şehrin nüfusunun 500 ilâ 600 bin kişi arasında olduğunu bildiriyor. Bu sayı günümüz şehirleri için mütevazi sayılabilir belki, ama o devirler için olağanüstüdür.

 

Moğol istilasıyla ateşe verilip, tahrip edilen Semerkandın yeniden hayat bulması, Timur zamanına rastlar. Timur, bu şehri 1365te devletinin başkenti yaparak, imar eder.

 

1499da Özbeklerin, 1868de de Çarlık Rusyasının eline geçen Semerkand, komünist ihtilalden 1930a kadar Özbekistanın başkentidir. Bugün, Özbekistanın başkentini Taşkente taşımasına rağmen, Semerkand öneminden bir şey kaybetmiş değil.

 

Bir Kültür Merkezi

 

Semerkand, medrese, türbe ve külliyeleriyle İslâm medeniyetinin açık hava müzesi görünümündedir. 1980de yapılan kazılarda, 1437de Ulu Bey tarafından yapılan uzay gözlem evinin kalıntılarının ortaya çkarılması, bu şehrin tarihte çok önemli bir ilim ve irfan şehri olduğunun büyük kanıtlarından biri sayılmakta.

 

Semerkandı anlatırken kısaca Uluğ Beyden de söz etmek gerekir. 1394-1449 yılları arasında yaşamış büyük bir Türk devlet adamı olan Uluğ Bey, bilimle de yakından ilgilidir. Otuzsekiz yıl saltanat sürmüş, zamanında çevresine topladığı alimlerle Semerkandı tam bir bilim merkezi yapmıştır. Astronomi ile ilgili çalmalarını topladığı Ziyc adlı eseri onyedinci yüzyılda Avrupada basılarak, üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.

 

Müsbet bilimlerde böylesine önemli yeri olan Semerkandı, bizim için çok önemli kılan başka yönleri de var: Bu belde maneviyat erleri ve Allah dostlarının da güzergâhı ve tasavvufun önemli merkezlerinden biridir. İmam Buharî, Ahmet Semerkandî, Hace Ubeydullah Ahrar, Yakub-u Çerhî ve Timurlenk gibi tanınmış birçok büyüğün kabirlerini bünyesinde barındırıyor.

 

Hâce Yusuf, Ahmed Yesevî, Baba Semmasî, Hace Bahaeddin Nakşibend, Alaeddin Attar, Abdülhalık Gücdevanî ve Mevlâna Cami gibi (Allah onlardan razı olsun) yüzlerce gönül sultanı, Semerkandı da içine alan bölgenin insanlarıydılar. Ehl-i sünnet inancı ve Ehl-i Beyt sevgisininin sarsılmaz bekçileri ve takipçileri, İslâm tasavvufunun mimarları, Nakşiliğin nakkaşları, maneviyat kutupları, Semerkand ve çevresinden bütün dünyaya aktı.

 

Mevlânayı, Yunus Emreyi, Hacı Bektaşı, Hacı Bayram Veliyi, Şeyh Edebaliyi, Ak Şemseddini, kısaca Anadoluyu İslâm toprağı olarak yoğuran irşad erlerini, pirleri, dervişleri, alperenleri, altın silsile olarak anılan Allah dostlarını Anadolu topraklarına salan, onların elleri ve nefesleriydi. Bu sebeple Semerkand ve çevresinin maneviyat hayatımızda unutulmaz yeri, büyük bir hatırası var.

 

 

Timur Diye Bir Hükümdar

 

Her ne kadar tarihimiz Timuru, Yıldırım Bayezid ile yaptığı Ankara Savaşının acı hatırasıyla ansa da, bu savaş o zamanların şartları içinde değerlendirilmesi gereken siyasi bir olaydı. Timur da en az Osmanl Padişahları kadar Ehl-i Sünnet yoluna bağlı, İslâm büyüklerine saygılı bir devlet adamıydı. Bunun en güzel örneği hayatını anlattığı ve oğullarına öütler verdiği Tüzükâta koydurduğu vasiyetidir. Orada şöyle diyordu:

 

Kim ki, Peygamberimizin yakınıdır, başımın üzerinde yeri vardır. Onlardan kim benim idaremdeki yerlere gelirse maaş bağlarım, ikram ederim, baş tacı yaparım. Vasiyet ederim ki, evliyaların mezarlarını koruyun. Peygamberimizin yakınlarının ve ona hizmet edenlerin kabirlerini imar edin, saygı gösterin.

Timur ve soyundan gelenler, Asya tarihinde, Osmanlıların Avrupada bıraktıkları izler kadar derin izler bıraktılar. Semerkandın önemli eserlerinden Gur-i Mir, Bibi Hatun, Ulubey camileri ve bölgenin en muhteşem yapısı Ahmed Yesevî türbesi Timur döneminin yadigârlarıdır. Semerkand onun zamanında çinicilikte, dokumacılıkta, resimde ve ciltçilikte de altın çağını yaşamıştır.

 

Timurun soyundan gelenlerden Şahruk, tarihe meraklı; Baykara şair; Babür Şah ise hem şair, hem de doğunun en büyük hatıra yazarıydı. Afganistan, Pakistan ve Hindistan topraklarına İslâmın girişi ve yayılışı, bu topraklarda Babür Şahın, Büyük Babür İmparatorluğunu kurması sayesinde olmuştur.

 

İstanbula gelerek Osmanlı sarayında dersler veren Ali Kuşçu da, Ulu Beyin talebelerindendi.

 

 

Feyz Ordusunun Otağı

 

Esaslar, Hz. Ebu Bekr R.A. ve Hz. Ali R.A. vastasyla, Hz. Peygamber A.S. Efendimize ulaşan sufiliğin, Semerkand bölgesinde yayılması ve kuvvet bulması, bölge hükümdarlarının ve devlet adamlarının, büyük mürşidlere tabi olmasıyla gerçekleşti. Bölgede yayılma istidadı gösteren çeşitli sapık düşünceler, Türkler arasında geleneksel olarak yaşayan şamanizmin kalıntıları ve Hindistan kökenli mistik hareketlerin yayılışı, başta Nakşibendiyye ve Yeseviyye tarikatlarına mensup irfan ordusunun gayretleriyle etkisiz hale getirildi.

 

Hacegân yolunun, yani nakşiliğin prensiplerini, esas ve usüllerini, adab ve erkânını ortaya koyan irfan ordusu bu topraklarda yetişti. Yusuf Hemedanî, AbdülhaIık Gucdevanî, Mahmud İnciriyyil Fanevî, Ubeydullah Ahrar, Baba Semmasî, Bahaeddin Nakşibend, Muhammed Semerkandî K.S. gibi Silsile-i Aliyyenin başbuğ velileri ve onların yetiştirdiği irfan orduları, bu bölgedeki dalâlet ve bidatlarla mücadele edip, insanlara tebliğ ve irşad hizmeti götürdüler.

 

Semerkand, bu nur deryası insanların bereketlendirdiği topraklardı. Onların feyzleri buradan tüm dünyaya yayıldı. Mekke ve Medineden sonra, İslâmın bütün güzelliğiyle, tadıyla yaşandığı bir merkez oldu. İlim, fikir, zikir, feyz, dua, bereket ve rahmet kaynağı, cennet bahçelerinden bir bahçeydi Semerkand.

 

Evet, Semerkand bir toprak parçası olarak değil, ama damarlarımızda dolaşan ilâhi sevgiye menba olmuş büyüklerimizi bağrında yaşatan bir şehir olarak, hâlâ bizim için sevgili ve önemli. Ve hep öyle olacak...

 

(Muzaffer TAŞYÜREK, Tarihten Sayfalar, sayfa; 59-63)

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR İKİNDİ GÜNEŞİ YAVUZ SULTAN SELİM HAN

 

 

 

I. Selim (yani Yavuz Sultan Selim) tahta oturduğunda her yerden kaynayan Anadolu bir patlamanın eşiğindedir. Şah İsmail siyasi ihtirasla Anadoluda isyanlar ve karışıklıklar çıkartmaktadır.

 

Osmanlıyla aynı dine ve ırka mensup olan Safevîler kendilerini farklı gösterebilmek için mezhep olgusunu öne çıkarmışlardır. Şiiliği o zamana kadar olandan farklı yorumlayarak bir devlet mezhebi haline getirmişlerdir.

 

Safevîlerin yaptığı Şia mutaassıplığının çok ötesindedir. Çünkü Safeviler köken olarak şii değildirler. Safevi ekolünün kurucusu Şeyh Safiyüddin, Halvetî tarikatı mensubudur.

 

Safevîler ve Şah İsmail, ümmetin şiî kesiminin bastırılmış duygularını harekete geçirirler. Ehl-i Sünnetin saygı duyduğu Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi sahabilere sövme hareketini yaygınlaştırıp, Anadolu ve Ortadoğuda Emevilerden sonra uyumaya yüz tutmuş fitne hareketini yeniden alevlendirmeye başlarlar. Politize olmuş Safevîler şiî halka şirin görünmek ve samimiyetlerini ispat etmek için, hiç biri de Kerbelâ ve Sıffînde bulunmamış olan masum sivil sünni halkı Kerbelâ ve Sıffîn aşkına boğazlamaya, Şahkulu gibi eşkiya liderlerinin başkanlığında Anadoluda terör estirmeye başlarlar.

 

Şiiliği İran topraklarında kendilerini ayakta tutacak bir meşruiyyet zemini olarak gören Safevîler, Osmanlıyla aralarındaki siyasi rekabeti Şiî-Sünnî savaşına dönüştürerek, işi sanki inançla ilgili bir meseleymiş gibi göstermeye çalıştılar. Bartholdun tesbitiyle Şiiliği devlet dini olarak ilan eden Safeviler, batıdaki komşusu Osmanlılara ve doğudaki komşusu Özbeklere karşı yaptığı savaşları bir din savaşı gibi gösterme imkânı buldu. (İslam Medeniyeti Tarihi, s. 77)

 

İşte Yavuz Sultan Selim, bu tehlikeli gidişe dur demek için kendinden sonra geleceklerin İslam bayrağını ta Viyana önlerine kadar güvenle taşımalarını sağlayacak olan adımı atarak, Çaldıran Seferine çıktı.

 

Osmanlı düşmanlığı yapanların büyük ekseriyeti, günümüzde bile olaya Şah İsmailin perspektifinden bakmaktadır. Anadoluyu kana ve ateşe bulayan Safevî terörünü, bir direniş hareketi olarak lanse etmeye çalışanlar Fuat Köprülü gibi tarihçilerin tesbitlerini görmezlikten gelmektedirler. Bu konuda Fuat Köprülünün tesbiti şöyledir: Osmanlı-Safevî kapışmasının temeli inanç farklılığından değil siyasi rekabettendir. Din boyası altında şahlanan bu hareketler hakikatte siyasi menfaatlere dayanan tarihi zaruretlerden başka bir şey değildir. İranda da Türkiyede de saray, idare ve menfaati bunlara sıkı sıkıya bağlı olan ruhanî sınıf, bu taassubu imkan mertebesinde körüklemeye çalışmıştır. (Fuat Köprülü-W. Barthold. İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 245-246)

 

Çaldıran zaferiyle Anadoluya hakim olan Yavuza bağlılıklarını bildiren Kürt Beyleri bir dilekte bulunurlar. Bu dileği, Akkoyunlu divan katiplerinden büyük âlim ve tarihçi Bitlisli İdris şöyle aktarıyor:

 

Can-u gönülden İslam Sultanına biat eyledik. İlhadları zâhir olan âsilerden teberri eyledik. Âsilerin neşrettiği dalâlet ve bidatleri kaldırdık ve Ehl-i Sünnet mezhebi ve Şafiî mezhebini icra eyledik. İslâm Sultanının nâmı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâd etmeye başladık. Cihada gayret gösterdik Bâki ferman yüce dergâhındır.

 

 

Hedef: Hicaz-Kudüs-Kahire

 

Anadoludaki mezhebî görünümlü âsi terörünü ortadan kaldıran Yavuz Sultan Selim, İslâm âleminin kalbi sayılan Hicaz-Kudüs-Kahire üçgeninde yerleşmiş bulunan Memlûkler üzerine yöneldi.

 

Şeyhülislam Ali Cemalî Efendinin sefer fetvası ile Sefer-i Hümâyun başladı.

 

Tarihler 24 Ağustos 1516yı gösterirken Merc-i Dâbıkta Sultan Kansu Gavrinin ordusu sekiz saatte imha edilmişti. Halife III. Mütevekkil esirler arasındadır.

 

Yavuzun Merc-i Dâbık zaferinin yankıları Avrupaya aksettiğinde Papa telaşa kapılarak Fransa Kralına şu mektubu yazar:

 

Eğer Selimin ebedi düşmanları olan Mısır Memlûklerini yendiği doğru ise, uyku esnasında yok edilmememiz için uyanmamızın zamanı geldiği de o kadar doğrudur. Yok, eğer Selim Mısırlılara galip gelmedi ise, o taktirde biz Tanrı tarafından verilmiş olan bu fırsatı niçin kaçıralım? Sıkışık duruma düşmüş olan Osmanlıya neden hücum etmeyelim? Onlara karşı mukaddes Haçın sancağını neden açmayalım?

 

Şanlı Sultan, sırayla Hama, Humus ve Şam şehirlerini ele geçirir. Selahaddin Eyyûbinin türbesini ziyaret eder. Büyük velî Muhyiddin-i Arabînin türbesini ortaya çıkartarak tamir ettirir. Mısır seferinin son hazırlıklarını yaparak Sina yarımadasındaki korkunç Tih çölü yolunu hedef alır. Bu çölü tarihte geçebilen iki hükümdar vardı. Pers İmparatoru Kambiz ve Makedonyalı İskender Her şeyi göze alan Yavuz, ordusunu Tih çölüne vurur ve Kansu Gavrinin yerine Memlûk tahtına oturmuş olan Tumanbayı Ridaniyede arkadan vurur. 25 bin kayıp veren Tumanbay hazinesini bırakarak kaçar.

 

Büyük İslam âlimi İbn-i Haldunun daha Yıldırım Bayezid devrinde söylediği Mısır için Osmanoğlundan başka büyük tehlike yoktur. sözü tecelli eder.

 

Yavuz Sultan Selim Mısırı alınca, şu kıtayı söyler:

 

El-mülkü lillahi men biz aferin yenîlü metâ

Yerdâ kahren yehyâ nefsuhu derekâ

Levkâne lî ligayr-i kadrü ümmiletün

Fevkat-tûrâbü lakâel-emrü müşterekâ.

 

Bugünkü anlatımla: Mülk Allahındır. Bir kimse zafere ulaştığı zaman gururlanarak zulmü arttırıyorsa, Allah onu çok aşağı mertebelere indirir. O kimse neye gururlanır ki? Şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde bir parmak ucu kadar toprağı olsa bu Allahla ortaklık değil midir?

 

 

Hadim-ül Haremeyniş Şerifeyn

 

Yavuz 20 Şubatta Kahirede Melik Müeyyed Camiinde ilk cuma namazını kılar. Hatibin minberden, namına hutbe okurken kendisini, Hakim-ül Harameyniş Şerifeyn (Mekke ve Medinenin hâkimi) diye tavsif etmesine karşı ruhunda fışkıran kulluk şuuruyla ve Resulûllah (A.S.) aşkıyla, hatibe müdahale ederek: Hayır biz Hakim-ül Harameyniş-Şerifeyn değil, Hadim-ül Harameyniş-Şerifeyniz der. Bu muhteşem cevap Mısır halkının kalplerinin fethine vesile olur.

 

Memlûk Sultanlığının ortadan kalkması Avrupayı alt üst etti. Dünya dengeleri değişmeye başlamıştı. Artık Baharat Yolu da Osmanlının eline geçmişti. Yavuzun emriyle kuvvetlendirilmesi istenen Osmanlı Filosu, Akdenizde de egemen gücün Osmanlı olacağını gösteriyordu.

 

Çaldıran zaferi ile Harput, Bitlis, Hasankeyf, Urfa, Mardin gibi eyaletleri ele geçiren Yavuz, Suriye ve Mısırı da fethederek İslam birliğini sağlamış, Kuzey Afrikaya doğru yayılarak İslam İmparatorluğunun sahibi olduğunu göstermiş oluyordu.

 

Yavuzun izlediği politika, önceki padişahların Doğu-Batı politikası yanında Kuzey-Güney politikasına da el atıldığının, Osmanlının Mısır ve Akdeniz üzerinden kuzey-güney eksenli olarak yeni bir stratejiye yöneldiğinin göstergesiydi. Ancak 20. yüzyılda SSCBnin ve ABDnin ele geçirebildiği bu bölge, daha o günlerde Türkün siyasi ve stratejik başarısını gösteren bu fetihler ile bölgeye huzur ve barış getirirken, SSCB, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri İngiltere ve Fransa bölgeye ancak sömürü, kan, gözyaşı, zulüm ve çatışma taşımışlardı.

 

Yavuz Sultan Selimin Mısırı ele geçirmekle elde ettiği avantajlar Osmanlı Devleti açısından en az İstanbulun fethi kadar önemliydi.

 

Mısırın ele geçmesiyle Osmanlı Devleti yeni tarım alanlarına sahip olurken, gümrüklerden ve vergilerden de hazinesine yeni kazançlar elde etmiş oluyordu. İstanbul İpek Yolunun nasıl son merkezi idiyse, Süveyş de Baharat Yolunun son merkeziydi. Kızıldeniz yoluyla Hind Okyanusuna inme fırsatı yakalayan Osmanlı, Akdeniz ticaretini de tamamen ele geçirmenin avantajına sahip olmuştu.

 

Stratejik açıdan da önemli bir üs olan Süveyş limanının ele geçirilmesi, Hristiyan aleminin Şarka ve Ortadoğuya taarruzlarının da önünü kesmiş oluyordu.

 

Mısırın ele geçirilmesiyle Hicaz, Bingazi, Nubya ve Cezayir savaşsız ve kansız Osmanlı hâkimiyetine girdi.

 

Mekke şerifi Şeyh Berakat kendi oğlu Ebu Numayyyı, Yavuzu tebrik ve itaatini arz eylemek için Mekke ile Medinenin anahtarları ve Emanet-i Mukaddese denilen Hz. Peygamberin (A.S.) Uhuddaki kırılan dişleri, Kadem-i Şerif, Naleyn-i Saadet, Peygamberin kılıçları, asâsı, yayı, seccadesi, gasl-ı nebevi suyu, Hz. Fatımanın gömleği, Hz. İmam Hüseyinin gömleği, 4 halifenin kılıçları, Hz. Osmanın üzerinde şehid edildiği Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamberin Hırka-i Şerifi ve Sancak-ı Şerifi gibi kıymetli eşyalarıyla birlikte Sultana gönderdi.

 

Yavuz Sultan Selim büyük bir şan ve şerefle İstanbula döndü

 

1520 yılında vefat ederken, kendinden sonrakilerin Batıya yönelmeleri sırasında arkalarında güvenli bir Anadolu ve Ortadoğu bırakmıştı.

 

Saltanatı kısa sürdü. 8 yıllık saltanatı içerisinde Osmanlı Devletine yeni politikalar ve stratejiler çizmişti. Büyük âlim Kemal Paşazade onun için yazdığı mersiyesinde şöyle demişti:

 

Şems-i asr idi, asrda şemsün

Zilli memdûd olur zamanı kasîr

 

(İkindi güneşi gibiydi; nitekim ikindi vakti güneşin gölgesi uzun olmakla birlikte, zamanı kısadır, çabucak geçiverir.)

 

Allah rahmet eylesin.

 

(Muzaffer TAŞYÜREK, Tarihten Sayfalar, sayfa; 137-142)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Horasan bölgesi gerçekten maneviyat başkanti. nice büyük veliler, Allah dostları, İslam alimleri bu iklimden çıkmıştır. semerkand, buhara, taşkent, belh, vs... tarihe mal olmuş şehirlerdir. bir endülüse bir de horasana yanarım ki zalimler taş üstünde taş bırakmamışlardır...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...