Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
trradomir

Yolculuk Hatıralarınız

Recommended Posts

Bugün 'bi facebook grubu aç da içimiz bayılsın' deseler, ismini 'Ankara'nın en ziyade İstanbul'a dönüşünü sevdiğini söyleyen Yahya Kemal'e katılan milyarlarca İstanbullu bulabilirim' koyardım. Bu grupları açıp da iddiasını ispatlayabilen hiçkimse çıkmadığı için gönül huzurumdan zerre kaybetmeyeceğim halde,, bu grup gerçekten iddiasını ispatlama ihtimali olan yegane topluluk olabilirdi.

Geçende kapsamlı bir proje görüşmesi için Ankara'ya gittim. Ne yaptığımızı pek anlatmayacağım. Benim Ankara'ya dair anlatabileceğim yegâne hatıra İstanbul'a dönüş esnasında yaşanmış olabilir. Öyle de oldu.

Efendim, gerçekleştirmemiz gereken iş görüşmelerini tamamladık ve havaalanına doğru, şoför dahil 4 kişi olarak, taksinin içinde yola çıktık. Yolculuk esnasında düşünecek çok şeyim vardı, fakat hiç şüphesiz bunlardan en mühimi hangi Kızılderili (biz eskiden onların Kızıldere mevkiinden geldiğini düşünürdük) psikolojinin insanlara bir hava alanı için Esenboğa ismini tercih ettirmiş olabileceğiydi. Ne esmesi, ne boğası? Aklıma Hürriyet'in internet sitesine 'Uçan İnsan Evladı' gibi akıllı uslu bir isim dururken, Esenboğa'yı seçen mantıksız zihniyetle Avrupa Birliği'ne giremeyeceğimizi müdafa eden bir kullanıcı yorumu yapmak geldi. Modernizmin beteri varsa o da postmodernizm olmalı.

Bu gibi hislerin içinde tam boğulacaktım ki beni bu düşüncelerden uyandıran bir tesir zuhur etti. 'Deli deliyi dakkada bulur' derler, hakikat yalan değildir. Bindiğimiz taksinin şoförü bize gerçekten unutulmaz dakikalar yaşattı, Allah selamet versin.

Şoförün yanında oturan arkadaşın navigasyonlu cep telefonunu çıkarması herşeyin başlangıcıydı. Soksana kardeşim onu cebine, neyin varsa göstermek zorunda mısın beş yaşındaki çocuk gibi? Her neyse, oldu bir kere. Bu hadise taksici abinin çene seddini yıkan fitil oldu. Taksi frenleri Ömer abinin çenesinin frenleri gibi olsaydı şimdi sizlere Çekmeköy mezarlığından sesleniyor olacaktım. Navigasyonlu cep telefonuna duyduğu derin ihtiyaçtan girdi, Abdullah İbn-i Ubey dolayısıyla Abdullah ismini çocuklara koymanın Dost FM tarafından doğru bulunmadığı bilgisiyle bizi tenvir edip çıktı. Yetmedi, ülkeye hizmet getirebilecek olan MHP'nin sadece bir kere iktidar olması ve bugün itibarıyla yumurta topuklu serserilerin uğrak mekanı haline gelerek bitmesinden devam etti. Ben bu kadar konuşkan bir taksi şoförü görmemiştim, ilk şok bu oldu. Benim bildiğim taksi şoförü konuşmasının mecburi olduğu durumlarda bozuk aksanıyla homurtu halinde sesler çıkarır, arada sırada telsizi 'dilulululit Fatih Çarşamba'ya yolcu aldım tamam dilululit' diye öter, istisnasız her yolculukta askari 1 adet ani fren organizasyonuna girilir ve bu hadiseden sonra frene sebep olan şahsın sevdiceği, validesi ve kız kardeşleri tespih tanesi gibi şoförün ağzına homurtu taneleri halinde sıradan dizilirdi. Fakat bu adam konuşuyordu. Konuşan şofördü!

Adam tutturdu, 'sizi camiye götüreyim'. 'Yahu abi dur hele, uçak kaçacak, İstanbul'da kılarız, vakit sabahın köründe çıkıyor' dedik ve ikna ettik. 'Tamam' dedi. Ama bir yandan da arabayı yolun ortasında durdurup, arabanın önüne geçerek farzı kılma hususunda şeytanın dürtükleyip durduğunu söylemekten de geri durmadı. 'Şeytandır abi o, sakın yapma' dedik. Bize Ankara simiti almamızı tavsiye eden şoföre ukalalık edip İstanbul'da da güzel simitler olduğunu söyledik. Adam da pek çoğumuzun yapacağı gibi 'Ben hiç yemedim ama Ankara simidi gibi olmasının imkanı yok' diye bir hüküm yuvarladı ağzından. 'Tabii abi, öyledir' dedik.

Hani çocuklarla konuşan adamlar, 'Töle bakalım Alidaaan' kalıbına uyan birtakım sorular sorar. Biz de baktık ki muhabbet eğlenceli geliyor, lafı buraya çevirdik. Muhabbetin, 'Yaş kaçtı abi?' sorusundan hemen sonra 'Bil bakalım biz kaç yaşındayız?' noktasına geldiğini söyleyeyim de anlayın seviyenin hangi deliğe kaçtığını. İşin ilginci, adam hem yaşından genç gösteren arkadaşımın, hem de yaşından 4 yaş ihtiyar gösterdiği iddia edilen şahsımın yaşlarını tam isabetle tahmin etti. Tam içimden 'bu adam meczub olmalı!' diyordum ki...

Bir mırıltı duydum.

'Niyet ettim Allah rızası için yatsı namazının farzını kılmaya, arkamdaki cemaate imam olmaya'

Ne ne ne? Nasıl yani? Üstüne birşeyler okumaya da başladı. Eşhedü ella ilahe illallah... Bir an beynimin kilitlendiğini hissettim. İşin ilginci, adam arada mırıltısını bölüp 'soldan gitmeye devam edecez, inşallah 7'de orada oluruz, bizim de iki çocuk var ellerinizden öper, Allah cümlemize iki cihan saadeti versin, maliki yevmi'd-din' gibi cümlelerle muhabbete muntazaman devam ediyor. Bu hadise birkaç dakika devam etti, sonunda dedi ki 'ben arabada giderken dayanamam, namazımı direksiyon başında kılarım'. 'Bir rekat kaç dakika sürüyor abi' diye bir soru sormak durumunda hissettik kendimizi, o da 1 dakika sürdüğünü söyledi. Adama namazın geçme tehlikesi varsa kenara çekip bir camiye girerek kılmasını, ya da en azından durdurup kılmasını söyledik ama pek ikna olmuşa da benzememişti. Neyse efendim, Esenboğa'ya doğru esmeye devam ederken birkaç dakika sonra adam aniden zatırt diye elfrenini çekiverdi. Korkmayın, hala yaşıyorum. 'Şuradaki camide bir farzını kılayım da öyle gidelim abi haa, olur mu?' dedi ve cevabımızı da pek takmadan indi aşağı. Hasbinallah, al sana ikinci şok. Hayır birader, işin enteresan yanı yanımda iki kişi olmasa 'abi sen şu parayı al, ben bi Samsun'a bakıp geleyim napıyomuş kerata' der ve otostoptu, tabanvaydı; hızla uzaklaşırdım. Ama yanımda 2 kişi daha varken erkekliğe şey sürdürmemek için hamle de yapamıyorum ki anasını satiim. Filmlerdeki gerginlik müzikleri kafamda oynamaya başlarken, 'eh biz de bi seferi olarak kılalım şunları bari, kaçarı yok' dedik ve indik aşağı.

Eski bir camiye girdik Ömer Abi'nin ardından. Cami desen iğrenç kokuyor. Daha da mühimi öyle soğuk, öyle soğuk ki boy boy süt ürünü dizilmiş bi soğutucuya girsen vallah daha rahat kılarsın. Dikkatimi çeken bir hadise de, direksiyon başında bize imamlık eden Ömer abi 'abdest alma yeri nerede?' diye bi soru sordu. Demek ki bize imamlık ederken abdesti de yokmuş. Günahı boynuna! Neyse, o aşağı indi, beni aldı bir korku. Şimdi bu ıssız, köhne binada bu adam biz namaz kılarken her birimizin vücuduna birer tornavida entegre etmeye kalkmasın?.. Ya bizim organlar serbest piyasaya düşerse?..

Her neyse, seferi olarak 2 rekat namazı kıldım, selamı verdim. Sağa selam verirken Ömer abi de mekana girmişti. Sola da selamı verdik. Yanımıza doğru yürüyen şoför abi Allahümme entesselamu... diye lafı ağzımıza tıkadı, bizim yerimize duayı okudu. Bildiğin korku filmi, aha dedim şehadet bana koşuyor! Arkamdaki takriben beş metrelik boşluğu kullanma gereği hissetmeden, arkamdan geçerken de, sırtımın arkasına taşan ayağımın üstüne de sağlam bi basıverdi. İlk kurban ben miydim? Hemen ayağa kalktım, diğerleri de az sonra kalktılar ama namaza durdular. Benim kaçma planım yeniden suya düştü. Hayatımın en hızlı vitirlerinden birini kıldığım gibi dışarı attım kendimi. Arkadaşlardan biri de benimle çıktı. Kahkahalara boğulmuş halde, Ankara simidi alalım bari diye yakındaki bir pastahaneye girdik, simit bitmiş. 4 ayrı paket halinde birkaç kurumuş kurabiye aldık, dışarı çıktık, aradan 15 dakika kadar geçmiş olmasına rağmen Ömer abi yoktu. Bekle Allah bekle, Ömer abi gelmez. Uçak kaçacak endişesi bizi bastırmaya başladığında 'şu Dîvâne Ömer Efendi hazretlerine bi bakalım, tesbih namazını bitirmeden semalara mı yükseldi acaba' diye camiye yaklaştık, tam o sırada o da çıktı, arabaya bindik, yedik içtik ve kazasız belasız Esenboğa'ya ulaştık çok şükür. Toslaştık, vedalaştık, dualaştık ve ayrıldık. Allah selamet versin deyip cart diye kesiyorum.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Enteresan olaylarla gelişen bir anı olmuş bu. Neyse ki Türkiye'de "seri katil" potansiyelinde bir taksici henüz anasının karnına zühur etmedi. İmamlık meselesi de bir hayli garip duruyor. Allah Allah.

 

Madem ki böyle bir başlık açılmış üstad Trra paşa tarafından, ufacık bir hikayede anlatmak bize düşer.

 

Uçak tecrübem bir elin parmaklarını geçmez. Şehirlerarası seyahatlerimi genellikle şehirlerarası terminal işletmelerinin değnekçilerinin şahsımı yönlendirdiği firmalara ait otobüslerle yaparım. Yine böyle bir yolculuk esnasında daha önceden dizüstü bilgisayarıma yüklediğim "Beyaz Piramitler"i inceleyen çeşitli fotoğraflara, yazılara bakayım dedim. Yanımda oturan orta yaşını henüz geçmiş bir amca "Yeğenim hele şu iddaa sonuçlarına bir baksana" diye buyruk verdi. Mobil modeme sahip olmadığımı, bu otobüsün de wi-fi desteğine sahip olmadığından bakamayacağımı anlatmaya çalışırken şöyle bir tepki verdi: " Senin bilgisayar bozuk tamire yollat". Olabilir beyamca diyip olayı geçiştirdim.

 

Bir süre sonra otobüs yine bir terminale girdi yolcu indirip bindirmek için. Kısmet bu ya, binen hiç yok inen çok. Yanımdaki Hightower'ımsı moloztaş amca pek rahat edemediğinden kalkıp başka bir koltuğa oturdu ki bu çok isabetli bir karar oldu. Benim de boyum uzun olduğundan pek bir rahatladım.

 

Beyaz Piramitler hakkındaki yazıları okuduktan bir müddet sonra yorulmaya başladım tabi. "Yeni aldığım şu kulaklığı bir deneyeyim" dedim kendi kendime. Taktım kulaklığı. O an her ne kadar da Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk moduna girmemi sağlayacak müzikler dinlemeyi geçirdiysem de içimden, ani bir kararla bu isteğimden vazgeçtim. Pek te adedim olmadığı üzere hard rock dinlemeyi tercih ettim. Böylece kulaklığa verdiğim 35 TL'nin boşa gidip gitmeyeceğini anlayacaktım.

 

Zıngırtı başladığı anda bende büyük bir hayal kırıklığı meydana geldi gece yarısını geçen o melankoni saatlerde. Moralim pek bir bozuldu. 3.5 TL bile edemeyecek bir kulaklığa nasıl oldu da 10 katı bir para verdiğimi anlamaya çalışıyordum. Kendimi bir de teknolojik ürünlerinden anlayan biri olarak tanırdım. Ses çok uzaktan geliyordu çünkü. Hem bilgisayarda hem de kulaklıkta son ses açmıştım.

 

Kısa bir süre sonra etrafımdakilerin bana baktıklarını gördüm fakat anlam veremedim. Çünkü müziğin sesini ben pek fazla duymuyordum ki o insanların duymalarına imkân yoktu. Eee, Ne diye bakıyorlardı bana? Nur yüzüme mi? Hiç te öyle bir sıfata sahip değildim. Host efendi di yanımdan bir kaç defa geçerken gözlerimin taa içine baktı. Ben ise hem moral bozukluğuyla hem de sinirle içimden birkaç küfür savurdum denyolara(!)

 

Az sonra tekrardan kulaklığın, kulaklıktaki ses ayarlarıyla oynama ihtiyacı duydum. Çevirdim bir tarafa. İşte o anda soğuk bir ter dökmeye başladım. Ses ayarlarıyla oynamama rağmen seste herhangi bir değişiklik yoktu. Pardon! Girişlerini takmamışım bilgisayara kulaklığın. Ses direk o hayvani bir ses sistemine sahip olan dizüstü bilgisayarımdan çıkıyormuş da 35 TL verdiğim kaliteli kulaklığım dış sesi olabildiğince engelliyormuş. Ani bir hamle ile kapattıp bilgisayarımı da gözlerimi de renkten renge girerken. İşte o otobüs firmasıyla bir daha yolculuk etmeye gönlüm razı olmadı aynı host ile karşılaşırım diye. Bir postmodern darbeye de ben maruz kalmıştım. Bütün hayıflanmamda bundan ötürüdür.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yolculuk hususunda gerçekten bahstsız bedevinin biriyimdir.

 

Hiç unutamadığım, bir tanesi var ki, gerçekten bir yıl boyunca arkadaşlarla hep bir araya gelmemizde dilimizden düşmedi ve de alay konusu oldum.

 

3 yıl önceydi, ilk yurt dışı seyahatim, ilk uçak tecrübem, ilk uzun boylu ailemden uzak kalmam. Dile kolay tam bir yıl. Anneme, resmen askerlik yaptım derim zaman zaman anınca o günleri. Neyse cemaat bünyesinde mülakat derken, pasaport derken bütün işlemler halloldu. Önceki kafileyi kaçırmıştım. Üç kişi olarak bir hafta sonra gerçekleşecekti bizim gidişimiz. Tuhaftı, garipti, bir yandan vatan, bir yandan ana hasreti. Zayıfız neticede tamam ilim de her şey demek ama.. Neyse atladık eniştemin arabasına ailecek ver elini, Atatürk havaalanı. O vedalaşma fasıllarını geçiyorum. Geldim bekleyen arkadaşlarla tanıştım. Her zamanki gibi en son giden bendim. Tanıştık, biri Adana biri Nevşehirli’ydi. Sıcak, samimi insanlar. Biraz sonra telefonla sık sık kendisiyle konuştuğum, yüzünü hiç görmediğim adı Mustafa olan abi geldi. (Bu abi lafını yazımın akışında duyacaksınız yer yer, bu Nur cemaatinde verilen rütbeyi işaret eder) Neyse geldi, ağır, oturaklı, elinde siyah küçük bir çanta, dosyalar falan bayağı resmi bir profil çiziyordu. Yaklaştı, şimdi dedi içinizden birine vazife vermeliyim. Biraz girişimci ruhum dışarıdan da belli mi oluyor ne, bana söyledi direk. Cümleler aynen şu şekil.

 

_Uçakta abileriniz de olacak. Onlar sizin varlığınızdan haberdarlar, sizi tanıyorlar. Bir ihtiyacınız olduğunda size yardımcı olacaklar. Siz sakın onlara yaklaşmayın onlar sizi bulacaklar..

 

Gözlerim büyümeye başladı. Kendimi Matrix filmindne fırlamış Tiriniti gibi hissettim. Kulağımda gizli bir çip falan olabilirdi, el atacak biraz sonra anlaşıldı bir ki bir ki diyecektim. Bu kesin Jemis Bond’un havaalanı sahnesi falandı. Ne demek ya onlar sizden haberdar, sizi görecekler, yabancılara sakın yaklaşmayın. Korktuk, tırstık, kızların yüzündeki ifade beni güldürmesin diye kendimi zor tuttum ama. Afacanlığı da sevdim ben. Neyse saydı saydı, iyiden iyiye ajan rolune büründük, tamam meydey meydey..

 

Elimizde bavullar ilerlemeye başladık. Prosedür işledi, yerlerimizi aldık. Üç arkadaş yan yana dizildik. Mürettabat habire yanımızdan geliyor geçiyor. Beyaz giyinen adamlar. Tuhaf tuhaf bakınıyoruz. İçimden sesleniyorum, sen kesin “Onlar”dansın de mi? Septik oldum çıktım, beni bırakın kızlara da korku saldım. Biraz gırgır biraz hakikat az ürkmedik ama. Şehirlerarası yolculuğa dahi tek başına çıkmamış birileri olarak, hem dahi yaşımız kaçtı ki bizim? Saat gitgide ilerliyor, şehir ışıkları artık nokta kadar kalıyordu gökyüzünden baktığımızda. Gariptim, İstanbul’um hiç bu kadar uzak kalmamıştı bana.

 

Saatler ilerledi. Biz sohbeti koyulaştırdık, aramızda kıkırdamalar.. Host geldi ellerimize belgeler vardı. Resimli hoş bir kitapçık. Kahire’nin, piramitlerin, Nil’in resimleri falan var. Gösterdik birbirimize, konuştuk, gülüştük. İngilizce yazıyordu çoğu şey. E biz anlamadık ki. İçeçek isterken orange juice diyebilmiştik şükür. Ötesini diyemeyeceğim bay yabancı.. Hakikaten öyle oldu ama. Bir saat kadar geçti. Millet elindeki kitapçıklara bir şeyler yazmaya başladı. Biz mi?Ne münasabet baktık, çantalarımıza koyduk bir güzel. Biri gelmeye başladı bize doğru. Ya da vehimdi bendeki. Yok yok, gerçekten bize doğru geliyordu. Geldi başımızda durdu. Selam verdi aldık. Dedi “bitâka”ları doldurdunuz mu? Ne –ka? Bitaka. Ha o kitapçık mı, evet aldık çantamıza koyduk. Hayır ona dolduracaksınız. Neresini? Siz verin ben halledeyim dedi. Allah Allah kızlarla birbirimize bakıyoruz. Ben Türk olduğumuzu anladı ve de yardım etmek istedi diye düşünüyorum.

 

Verdik bitakaları(Arapça bir ülkeye giderken doldurman gereken, vesike, kart demek) İlk benimkini aldı. Bakıyorum kuşkulu kuşkulu. Ana, o da nesi, adres yazan yeri dolduruyor, adam akıllı yazdı. Sonra mahalle falan. Pasaportlarımızı da aldı bir güzel, onlardan da yazdı Döndüm, kızlar resmen adres yerini dolduruyor bu. O anda hemen durumu kavradım, gayri ihtiyari dönüp,

 

Haa, siz abi olmalısınız!?

 

Kızlar yandan kıkırdamaya başladı. Abi alttan alttan gülüyor. Estağfurullah diyebildi. Ben de sonra bir mahçup oldum ki sormayın. Bu lafım bir yıl Mısır’da Türklerin ağzında pelesenk oldu. Eğlencesine tabi.

 

Neyse hepimizin işlemi halloldu. Abi gitti. İlerde birkaç dakika sonra bir adet kahkaha repliği geldi. Tamam artık tescillenmiştim.

 

Sonra ne zaman evlerimizde toplandıksa, Haa siz abi olmalısınız, lafı kesin geçti muhabbette. N’apalım, acemiydik, tecrübesizdik, gençtik. Yabancıdan hiçbir şey almamayı öğretmişti anamız bize.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...