Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Yusuf�un zindandaki bahtı

Müslümanların Ayrılığa Düşmesi Haramdır

Recommended Posts

Dersimiz ile alakalı olarak Sure-i Bakara’da şöyle buyrulmuştur: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra, o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 213)

 

İnsanlar iman üzere tek bir ümmet idiler. Allah-u Teâlâ onlara kitap inzal etti ve: “İşte bu kitabı okuyun, hepiniz aynı kitaba iman edin, aynı amelleri yapın.” Buyurdu. Fakat onlar birbirlerine üstün gelme hırsları, riyaset sevgileri sebebi ile ayrılığa düştüler.

 

Ayrılığa düşmenin haram olduğunu bilmiyorlar mıydı? Tabi ki biliyorlardı. Fakat onlar bilip bilmemeyi düşünmüyor. Onların davası riyaset, üstünlük… Onlardan biri; “Ben büyük olayım” diyor. Biri: “Ben doğru yoldayım” diyor, bir başkası: “Ben doğru yoldayım” diyor.

 

Niye Allah’ın Şeraitini bozuyorsunuz? İnsan cahil olursa ihtilaf eder. Fakat siz cahil değilsiniz, niye ihtilaf ediyorsunuz?

 

Türkiye aynen böyle işte. Herkes ayrı ayrı: “Ben doğruyum!” diyor. Biri diğerine uymuyor. Türkiye’de bu durum devam ettiği müddetçe, Türklerden Yunan korkmayacak. Bulgar korkmayacak. Hatta kediler dahi korkmayacaktır.

 

Sure-i Enfal’de şöyle buyrulmuştur: “İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz, bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur.” (Enfal, 73)

 

Bize deniliyor ki: “Ey Müslümanlar, ey uyuşmuş adamlar! Kâfirler kâfir oldukları halde birbirini tutuyor, fakat siz Müslüman olduğunuz halde birbirinizi tutmazsanız İslam zayıflar, küfür galip olur.” Böyle oldu mu olmadı mı?

 

Mevla Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı. Rabbinin, ‘And olsun ki cehennemi hem cinlerden hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım’ sözü kesinleşti.” (Hud; 118-119)

 

Dünyada iken aralarında riyaset hırsı sebebi ile ayrılığa düşen kimselere, Allah-u Teâlâ ahirette şöyle buyuracak: “Girin Cehenneme! Orada istediğiniz kadar ihtilaf edin, kiminiz amir olsun, kiminiz memur.” Fakat Mevla Teâlâ’nın rahmet ettiği kimse, o ayrılığa düşmez. Ayrılmamaya dikkat edelim. Hak birdir, ondan katiyen ayrılmayalım.

 

Okuyalım ki aldanmayalım

 

Müctehidler çalışa çalışa ictihad etme derecesine ulaştılar, mezhepler kurdular. Ama mezhepler olsun, tarikatlar olsun esaslarda birdir, aynıdır. İhtilaf onların haricinde olanlardadır.

 

Millet kaval (dinler) gibi televizyonda konuşuyorlar, ona inanıyorlar. Radyoda konuşuyorlar, ona inanıyorlar. Şu halde okuyalım, kimse aldatmasın bizi. Bir beyitte şöyle denilir:

 

Kolu paçayı sıva, din işlerinde müçtehid ol!

Çekilip de çekilmekliği kabul eden deve gibi olma!

 

Müçtehidlerin farklı görünüşleri vardır. Fakat onların farklı içtihadlarda bulunmaları, birbirlerine üstünlük taslamalarından veya zıtlıklardan değildir. Onlarda bu durum yoktur.

 

Dinde ihtilafa düşen kimseler, dinde ihtilafa düşmenin haram olduğunu bildikleri halde, inatlarından bunu yaptılar.

 

Hakka teslim olalım. Cennet bize yeter. Tüm Cennetlikler Cennete girdiği halde, Cennet yine boş kalacak. Allah-u Teâlâ onu doldurmak için yeniden insan yaratacak. Peki, insanlar nerede? Onlar bildikleri ile amel etmediler, ihtilaf ettiler, Cehenneme girdiler.

 

Hanımların şahitliği

 

Allah-u Teâlâ, Sure-i Bakara’da şöyle buyurur: “Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erken bulunmazsa, o halde doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir. Böylece o iki kadından biri unutursa diğerine şahitliğini hatırlatır.” (Bakara, 282)

 

Ayet-i celilede buyrulduğu üzere, iki hanım bir şahit sayılıyor. Mevla Teâlâ bizleri imtihan ediyor. Allah-u Teâlâ aslında erkeğe de hanıma da aynı aklı verdiği halde, şahitlik mevzuunda bu böyledir.

 

Diyorlar ki: “Eskiden hanımlar kültürsüzdü, onun için şahitlik hususunda bir erkeğe karşı iki hanımın şahitliği kabul ediliyordu. Zamanımızda ise kadınlar son derece kültürlüdürler, onun için onlar da erkekler gibidirler.” Kardeşim, sen Allah’ın hükmünü niye bozuyorsun, bunu böyle Mevla buyurdu. Yoksa bizim hanımlar, ilimde erkelerden önde gidiyor.

 

Fıkıh okumazlar, kalkar İslam adına yanlış konuşurlar. Fıkıh okuyacaklarına, şimdi felsefe okuyorlar.

 

Allah-u Teâlâ, dinde ihtilaf edenler hakkında şöyle buyuruyor: “Hayır! Onların asıl mev’ideleri kıyamettir. O kıyamet ise daha dehşetlidir (ve daha acıdır).” (Kamer, 46)

 

İslami Tiyatro (?)

 

Mevla Teâlâ böyle karar vermeseydi, hepsini şimdi dünyada ezerdi. Ancak aklı olmayana bunu bilmek ne faide verir. Piyesçiler illa piyes (tiyatro) yapacak, bu iyi değil. Meşayih: “Piyes, medreselerin yıkılmasına sebep olabilir.” Buyuruyorlar.

 

“Kardeşlerimize İslam’ı, piyes yolu ile daha güzel aktarabiliyoruz”, diyorlar. Onlara soruyorum: “Dinen tehlikeli bir işi yaparken, değil onlara İslam’ı tebliğde bulunmak, acaba kendiniz Müslüman kalabilecek misiniz?”

 

İhtilaftan sakının!

 

İhtilaftan sakınmak lazım… Allah’ın dostları nereden gitmişlerse oradan gitmelidir. Aferin bizim talebelere! Dünyanın ayakta durmasına sebep oluyorlar. Her gece dua ediyorum, bir gece etmedin diyemezsiniz. Allah için siz de benim gönlümü alın, sözlerimi dinleyin.

 

“Ya Rabbi! Kötülük yapanları görmüyor musun?” diyen kimselere, Allah-u Teâlâ cevaben buyuruyor: “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları, ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim, 42)

 

Ders (olan) ayet-i celilemizde, Allahu Teâlâ kendilerine indirilen Tevrat yahut Kur’an-ı Kerim hakkında şüphe edenleri zem etti. Niçin? Biz de onlar gibi olmayalım diye. Kur’an-ı Kerim’in hangi ayetlerinden şüphe edilir? Bir tane bulun ki o şüphe edilecek gibi olsun... Bulamazsınız.

 

Ders ayetlerimize devam edelim: “(Ey Rasulüm!) Onun için Sen onları (Tevhid’e) davet et ve emrolunduğun gibi (sebat üzere) dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: ‘Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim. Aranızda adaleti yerine getirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Aramızda delil getirmeye lüzum yok. (Her şey açık, Kur’an’ın hak olduğu açık.) Allah hepimizi (kıyamette bir araya) toplayacak ve dönüş de ancak O’nadır.”

 

İlahiyat fakültesinde okuyanlardan bazıları, gidip papazlardan ders alıyorlar. Sonra da buraya gelip, “Haydi (bakın, şu iş İslam’da) yoktur” vs. diyor, milleti şaşırtıyorlar. Zaten millet zayıf, sararmış solmuş yapraklar nasıl ufak bir rüzgârla yerinden ayrılırsa bu millet de ufak bir dalalet rüzgârı ile bir anda uçuyorlar.

 

Türkiye, Avrupalıların hevasına uyduğu için şimdi helak durumunda. Aşağı da aşağı...

 

Sultan Fatih, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan Selim gibi zatlar, bilmeyenlerin hevalarına uymadıkları için şereflerini muhafaza ettiler.

 

Kaynak: Mahmud Ustaosmanoğlu; “Sohbetler”, Ahıska Yayınevi, İstanbul, 2011, ss. 371-376.

MAHMUD USTAOSMANOĞLU (KS)

 

gulistandergisi.com

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben hep diyorum mezhep savaşı yapacağımıza,ayrılacağımıza,bölüneceğimize gidelim kafirlere yüklenelim ama sonra beni eleştiriyorlar.Tamam diğer mezhepdeki kardeşlerimiz sapıtmış olabilirler ama bu devirde gidip de onlarla uğraşacak olursak helak oluruz.Neden ? Ortalık fitneci dolu yahudiler bir sürü oyun uyguluyor ! Yok illüminatiymiş yok illüminati kartlarıymış yok ufolarmış daha bilmem neler... Böyle karışıklığiın içinde biz gidip de alevi-sünni kavgası yapmaya devam edeceksek ohooo yakında kafirler bize galip gelir de yaptıklarımıza pişman olursunuz.Açıkçası ben de aleviliği sevmiyorum ama biraz ileri görüşlü olmak gerek. NOT: Alevi kardeşlerimiz yanlış anlamasın...

 

İlk kafirleri durduralım da ondan sonra içteki meseleleri çözelim. Merak etmeyin kafirlerle savaşmak müslüman kardeşlerinle savaşmaktan daha rahattır... Çünkü bu ayrımcılıklar bizim hayrımıza gitmiyor kesinlikle fitne ! Bazı arkadaşlarımız mezhep savaşlarını savunuyor. Ya tamam her zaman doğrunun yanında olmak gerekir onlar yanlış açıktır ama böyle de olmuyor kardeşler.Biraz gönlünüze sorun ! Ve birşey de değişmiyor. Emin olun mezhep savaşı çıksın bizim zayıf anımızı yakalasınlar kafirler direk saldırır. Onların amacı bizi birbirimize düşürmek. Bu yıl Adana'da yapılan kutlu doğum haftasında Bektaşı ve Mevlevi tarikatları yan yana zikir yaptılar.Ve kardeşlik mesajı verildi.Biriz, bir deniz , hepimiz kardeşiz ! Gerçekten de duygulandırıcıydı... Tarihler boyu birbirini düşman bellemiş iki Müslüman mezhebin birleşmesi...

 

Ve kardeşler son olarak sizlerin diyeceğini tahmin ettiğim bir şeye daha cevap vermek isterim.Diyeceksiniz ki ama Hz.Ali(k.v) Efendimiz Bizans'a sefere çıkacağı zaman haricilerin isyan ettiğini öğrenince ilk gidip onlarla ilgilenmiştir.Tamam ne güzel yapmış. Eline koluna sağlık.Ama şunu ayırt edelim ki o zamanlar dinin temeli atılırken şimdi Allah korusun temelimiz sağlamdır ve şimdi Hz.Ali(k.v) gibi cesur,yiğit korkmadan gidip de savaşacak olanınız var mı ? Daha geçen uçağımızı düşürdüler ki bence İsrail düşürdü Suriye'ye iftira attı bizim ülke hiçbirşey yaptı mı ? Mavi Marmara'da kaç insan öldü hiç tık yok ! Yeter artık zülme dur diyemeyiz! Kafirlere ölüm! .O zamanlar bu fitnenin tehlike oranı ön plandayken şimdi ön planda olan fitne mezhep fitnesi değil de kafir fitnesidir.Ben düşüncelerimi İslami temel çerçevesinde sundum kardeşler.Yanlışsam düzeltiniz...

 

 

 

Selam ve dua ile; Saygılarımla.

 

Vesselam.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kerbela Olayı ve Hz. Hüseyin

 

28 Aralık 2011 Çarşamba

 

Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Bazı kaynaklarda Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammed’in kulağına “ O cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)dir.” diye seslendiği yazılıdır.

 

Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çok severdi.

 

“Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.” dediği birçok kaynakta yazılıdır. İmam Hüseyin’in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed’i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır. Daha çocukken bir gün İkinci halife Ömer minberde hutbe okurken Hz. Hüseyin’in Ömer’in yanına giderek “Babamın minberinden in ve babanın minberine git.” diye çıkıştığı da kaynaklarda yazılıdır.

 

Üçüncü halife Osman’a karşı gerçekleşen isyanda Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasan’ı halifenin evine göndererek eve kimseyi sokmamalarını emretti (656). İsyancılar buradan içeri giremediler, ancak başka bir evden geçerek Osman’ı öldürmeyi başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe’ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Ali’nin şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasan’a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek şehit edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.

 

Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezid’e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid’e yolladığı mektupta “her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini” istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler’in yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyt’e zulüm etmeye kararlıydı.

 

Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amcaoğlu Müslim b. Akıyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe’ye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe’deki çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktı. Hz. Hüseyin kendisini Kûfe’ye gitmekten alıkoymaya yönelik girişimlere “Rüyasında dedesi Hz. Muhammed’i gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine olsun, dönmeyeceğini” söylüyordu.

 

Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca, Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah’ın Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin’i davet eden on binler korku ve tehditle sindirildi.

 

Hz. Hüseyin, Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığında amcaoğlu Müslim, Yezid’in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kûfe’deki durumu sorunca, Ferezdak, “Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.” dedi. Hz. Hüseyin de “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur.” dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim’in Yezid’in adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim’e oynanan oyun her şeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için baş koyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakâr dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanlar “hayatlarını kurtarmak için onu terk etmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, Müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehit olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela’ya, her neye mal olursa olsun gidecekti.

 

Burada ana hatlarıyla ele alacağımız bu olay, sadece İslam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehit edildiği bu olayı Emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görüyoruz.

 

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin’i şehit etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu.

 

Şimdi sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve onun ailesine saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu. Hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.

 

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak onlara hitap etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri vardır. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere salattan sonra şöyle diyordu: “Peygamberimizin kızının oğlu, vasisinin oğlu, amcasının oğlu ben değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza babamın amcası değil midir; şehit Cafer Tayyar amcam değil midir? Tanrı elçisinin benim için ve kardeşim için, cennet halkı çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir, sürurlarıdır, dediğini duymadınız mı?” “İmdi benim soyumu araştırınız ve benim kim olduğumu görünüz. Sonra kendi vicdanlarınıza eğiliniz, onları ayıplayınız ve beni öldürmenin haram ve yasaklanmış olan kanımı dökmenin sizin için helal olup olmadığını düşününüz.” Bu konuşma bir başka kaynakta ise şöyle nakledilir: “ Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: “Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için “Siz ehlibeytin seyyitlerisiniz” diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikâfa çekilmeme müsaade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstahak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasp ettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekârlıktır...”

 

Hz. Hüseyin’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: “Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkâra kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların önüne koyup böylece inkâra mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sa’d gelip: - Ey Hüseyin! Dedi, bu hikâyelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın. Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alıp: - Ey Kûfe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum. Bunları söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e doğru fırlattı. Hz. Hüseyin sakalını eline alarak: - Ey kavim Allah’ın gazabı Yahudilere “Aziz Allah’ın oğludur!” dedikleri zaman son şiddetini bulmuştu. Ve yine Tanrı’nın kahrı, Hıristiyan kavmine “Mesih, Allah’ın oğludur” dedikleri zaman, indi. Allah’ın gazabı bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kastettiğiniz için erişmektedir. Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa “Allah sabırlıları sever...” emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı bana kastetmek için kin tutan askerlerden olsanız, “Allah sabırlıları sever!” buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri İbni Sa’d’ın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyin’i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp yanındakilere şunları söyledi: - Ey vefakâr arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır. ”

 

Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehit edildi. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in vücudunda otuz üç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680). Hz. Hüseyin’in şehadetini Kastamonulu Şazi eserinde şöyle dile getiriyor:

 

Yüzü üstüne bıraktı Seyidi Kesti başını hemandem o lain. Kanı yere çün döküldü ol zaman. Zelzele düştü yere-ü darügir. Gulgula kıldı melayik ağladı. Yer gök oldu karagû ol zaman. Çaldı pıçağı işit kim neyledi. Hem şehit oldu Hüseyn-ü pâk din. Düştü kavga âleme oldu figan. Göğe değin çıktı feryad-ü nefir. Ay güneş nurunu ol dem bağladı. Yaradılmış cümlesi kıldı figan.

 

Bir başka Maktel yazarı Kâzım Paşa’nın ise ünlü beyiti şöyledir: Düştü Hüseyn atından Sahrayı Kerbelâ’ya, Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya. Hz. Hüseyin’in şehadeti ardından kadınlar feryada başladılar. Aczî’nin ifadesiyle: Bir taraftan ahü feryadü figan-ı Ehli Beyt Bir taraftan nara vü cuş ü huruş-ı eşkıya.

 

Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr “Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?” diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardılar. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin’in yanındakilerden şehit olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah’a gönderdi. Hz. Hüseyin’in kızları, kız kardeşleri ve çocuklar da Kûfe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel Abidin’in ellerini bağlatıp, Kerbela’da öldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu Şam’a Halife Yezid’in yanına yolladı. Şam’a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.

 

Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezid’in huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin’in kesik başını Yezid’in önünde görünce feryat ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli beyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü. Yezid’in kadınları da Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt’e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu: “Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi İlahi böyleymiş ne yapalım!”

 

Ne Allah’tan korkuları vardı, ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da bilmek lazımdır ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran Hz. Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır. Öyle ki yabancı araştırmacı Gibbon “Yıllar sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyin’in bu trajik ölümü en soğukkanlı okuyucuyu bile üzecektir...” demektedir.

 

İmam Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbela’da böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar etkiledi ki, adeta Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve Hicaz'’a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezid’in paralı kulları büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kerbela Olayı ve Hz. Hüseyin

 

28 Aralık 2011 Çarşamba

 

Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ikinci çocuğu idi. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı ona Hz. Muhammed vermiş idi. Bazı kaynaklarda Hüseyin doğduğu zaman Hz. Muhammed’in kulağına “ O cennet çocuklarının efendisi (Seyyid)dir.” diye seslendiği yazılıdır.

 

Peygamber Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i çok severdi.

 

“Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev.” dediği birçok kaynakta yazılıdır. İmam Hüseyin’in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini yani Hz. Muhammed’i ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetti. Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır. Daha çocukken bir gün İkinci halife Ömer minberde hutbe okurken Hz. Hüseyin’in Ömer’in yanına giderek “Babamın minberinden in ve babanın minberine git.” diye çıkıştığı da kaynaklarda yazılıdır.

 

Üçüncü halife Osman’a karşı gerçekleşen isyanda Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasan’ı halifenin evine göndererek eve kimseyi sokmamalarını emretti (656). İsyancılar buradan içeri giremediler, ancak başka bir evden geçerek Osman’ı öldürmeyi başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir şekilde azarladı. Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe’ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Ali’nin şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasan’a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin Muaviye’nin hileleriyle zehirletilerek şehit edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman kadarki durumunu değiştirdi. Yezid’e biat etmemekteki kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.

 

Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile ve tehditlerle halkı oğlu Yezid’e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere, Velid’e yolladığı mektupta “her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer’in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini” istiyordu. İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler’in yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye’nin izinden giden Yezid, gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye, Ehli Beyt’e zulüm etmeye kararlıydı.

 

Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmedi ve Velid’in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte Mekke’ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de amcaoğlu Müslim b. Akıyl’i oradaki durumu yerinde görmek ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe’ye gönderdi. Önceleri Müslim Kûfe’deki çalışmalarında başarılı oldu ve Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktı. Hz. Hüseyin kendisini Kûfe’ye gitmekten alıkoymaya yönelik girişimlere “Rüyasında dedesi Hz. Muhammed’i gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister aleyhine olsun, dönmeyeceğini” söylüyordu.

 

Bu arada Müslim’in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca, Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi. Ubeydullah’ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı. Çünkü o Muaviye’nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih’in oğluydu. Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah’ın Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin’i davet eden on binler korku ve tehditle sindirildi.

 

Hz. Hüseyin, Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığında amcaoğlu Müslim, Yezid’in adamlarınca öldürülmüştü. Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda, ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı. Hz. Hüseyin ondan Kûfe’deki durumu sorunca, Ferezdak, “Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye(Emeviler) iledir; kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.” dedi. Hz. Hüseyin de “Doğru söyledin, Allah’ın dediği olur.” dedi ve yola devam edildi. Hz. Hüseyin Müslim’in Yezid’in adamlarınca acımasızca öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü. Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu, Müslim’e oynanan oyun her şeyi gösterdiği halde, hatta kendisi için baş koyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o, Mekke’den yola çıkan ailesi ve fedakâr dostlarıyla, yola devam etmekten çekinmedi. Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade ettiyse de, yanında bulunanlar “hayatlarını kurtarmak için onu terk etmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler. Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, Müslümanları eşitlik, kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak, Yezid’in saltanatına son verecek ya da bu yolda boyun eğmeden şehit olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak adım adım Kerbela’ya, her neye mal olursa olsun gidecekti.

 

Burada ana hatlarıyla ele alacağımız bu olay, sadece İslam tarihinin değil insanlık tarihinin de en kara ve acıklı sayfalarını oluşturur. Peygamberin cennetin efendileri olduklarını söylediği iki sevgili torunundan Hz. Hüseyin’in acımasızca şehit edildiği bu olayı Emevi yandaşı zavallıların açıklarken nasıl kılıktan kılığa büründüklerini ibret ve hayretle görüyoruz.

 

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin’i şehit etmekti. Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu.

 

Şimdi sözde Müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu, kendi dinini kuran Hz. Muhammed’in her yönden üstün yaratılış ve niteliğine sahip torununa ve onun ailesine saldırıyor, öldürmeye çabalıyordu. Karşılarındaki bir avuç insan ise günlerdir susuzdu. Hararetten insanların dudakları çatlamış, dilleri kurumuş, bağırları yanmıştı. Fakat karşılarındaki paralı askerlerde insaf yoktu, acıma bilmiyorlardı, kana susamışlardı, şan ve şöhretin esiriydiler. Meğer insanoğlu, servet, şöhret ve makam için sırasında ne kadar küçülüp, alçalabiliyordu.

 

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak onlara hitap etmek istedi. Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin’in bu sözlerinin edebi bakımdan da ayrı bir değeri vardır. Allah’a hamd ve sena, Hz. Muhammed’e, meleklere ve nebilere salattan sonra şöyle diyordu: “Peygamberimizin kızının oğlu, vasisinin oğlu, amcasının oğlu ben değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza babamın amcası değil midir; şehit Cafer Tayyar amcam değil midir? Tanrı elçisinin benim için ve kardeşim için, cennet halkı çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir, sürurlarıdır, dediğini duymadınız mı?” “İmdi benim soyumu araştırınız ve benim kim olduğumu görünüz. Sonra kendi vicdanlarınıza eğiliniz, onları ayıplayınız ve beni öldürmenin haram ve yasaklanmış olan kanımı dökmenin sizin için helal olup olmadığını düşününüz.” Bu konuşma bir başka kaynakta ise şöyle nakledilir: “ Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında bir yerde durdu ve Yezid’in ordusuna hitaben: “Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz. Ben Peygamberin torunu değil miyim? Benim katlim size helal olur mu? Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz. O, bizler için “Siz ehlibeytin seyyitlerisiniz” diye buyurmuştu. Bunu bilmiyor musunuz? Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu, vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim? Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır. Benden ne istiyorsunuz? Medine’de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız. Mekke’de itikâfa çekilmeme müsaade etmediniz. Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak beni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz. Bu akıbete müstahak olabilmek için ben sizlere ne yaptım? İçinizden birisini mi öldürdüm? Yoksa birinizin malını mı gasp ettim? Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim. Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekârlıktır...”

 

Hz. Hüseyin’in bu hitabı sonrasındaki gelişmeleri Fuzuli şöyle nakleder: “Cemaat bir ağızdan yaptıklarını inkâra kalkıştılar. Hazreti İmam, mektupları onların önüne koyup böylece inkâra mecal bırakmadıktan sonra mektupları ateşte yaktırdı. O zaman Ömer b. Sa’d gelip: - Ey Hüseyin! Dedi, bu hikâyelerden bir sonuç çıkmaz. Ya Yezid’e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın. Bu sözleri söyledikten sonra eline bir ok alıp: - Ey Kûfe halkı, şahit olun ve Ubeydullah b. Ziyad huzurunda da şahitlik edin ki, Hz. Hüseyin’le savaşa tutuşan ilk defa ben oldum. Bunları söyleyerek o oku Hz. Hüseyin’e doğru fırlattı. Hz. Hüseyin sakalını eline alarak: - Ey kavim Allah’ın gazabı Yahudilere “Aziz Allah’ın oğludur!” dedikleri zaman son şiddetini bulmuştu. Ve yine Tanrı’nın kahrı, Hıristiyan kavmine “Mesih, Allah’ın oğludur” dedikleri zaman, indi. Allah’ın gazabı bugün de size Al-i Resule (Ehli Beyt’e) kastettiğiniz için erişmektedir. Bedeninizdeki her kıl, demirine su verilmiş bir hançer olsa “Allah sabırlıları sever...” emrinden dışarı çıkmam. Ve her biriniz ayrı ayrı bana kastetmek için kin tutan askerlerden olsanız, “Allah sabırlıları sever!” buyruğunu bırakmam. Rivayet ederler ki, Yezid’in askerleri İbni Sa’d’ın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyin’i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında süvarilerine dönüp yanındakilere şunları söyledi: - Ey vefakâr arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır. ”

 

Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehit edildi. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in vücudunda otuz üç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680). Hz. Hüseyin’in şehadetini Kastamonulu Şazi eserinde şöyle dile getiriyor:

 

Yüzü üstüne bıraktı Seyidi Kesti başını hemandem o lain. Kanı yere çün döküldü ol zaman. Zelzele düştü yere-ü darügir. Gulgula kıldı melayik ağladı. Yer gök oldu karagû ol zaman. Çaldı pıçağı işit kim neyledi. Hem şehit oldu Hüseyn-ü pâk din. Düştü kavga âleme oldu figan. Göğe değin çıktı feryad-ü nefir. Ay güneş nurunu ol dem bağladı. Yaradılmış cümlesi kıldı figan.

 

Bir başka Maktel yazarı Kâzım Paşa’nın ise ünlü beyiti şöyledir: Düştü Hüseyn atından Sahrayı Kerbelâ’ya, Cibril var haber ver Sultanı Enbiyaya. Hz. Hüseyin’in şehadeti ardından kadınlar feryada başladılar. Aczî’nin ifadesiyle: Bir taraftan ahü feryadü figan-ı Ehli Beyt Bir taraftan nara vü cuş ü huruş-ı eşkıya.

 

Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi. Bu kanlı savaşın bitiminde İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi sonrasında çadıra koşan Şimr “Hüseyin’in bir oğlu daha olacak o nerede?” diye aramaya başladı. Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu. Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr’e hücum ederek Zeynel Abidin’i bu caninin elinden kurtardılar. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hz. Hüseyin’in yanındakilerden şehit olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı, bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah’a gönderdi. Hz. Hüseyin’in kızları, kız kardeşleri ve çocuklar da Kûfe’ye Ubeydullah’ın huzuruna getirildiler. Ubeydullah’ın Peygamberin soyuna karşı davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin’i öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra İmam Zeynel Abidin’in ellerini bağlatıp, Kerbela’da öldürülenlerin kesilmiş başlarını, çoluk çocuğu Şam’a Halife Yezid’in yanına yolladı. Şam’a vardıklarında onları götüren Züheyr, Halife Yezid’in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.

 

Hz. Hüseyin’in ailesini getiren kafile Yezid’in sarayına getirilmişti. Kısa süre sonra ehlibeyt kadınlarını Yezid’in huzuruna çıkardılar. Kadınlar İmam Hüseyin’in kesik başını Yezid’in önünde görünce feryat ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde İmam Zeynel Abidin de Yezid’in huzuruna getirilmişti. Manzaranın dehşetinden Yezid’in yanında bulunanlar bile dehşete kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi. Yezid Hz. Hüseyin’i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı. Şimdi Ehli beyte yalandan da olsa saygılı davranabilirdi. Derhal Zeynel Abidin’in zincirlerini çözdürdü. Yezid’in kadınları da Ehli beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı. Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için Ehli Beyt’e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor, her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu. Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine’ye kadar götürdü. Yezid, Zeynel Abidin’i uğurlarken şu yalanı bile uydurabiliyordu: “Allah, İbni Mercame’ye lanet eylesin. Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kaderi İlahi böyleymiş ne yapalım!”

 

Ne Allah’tan korkuları vardı, ne de Peygamberden çekinmeleri vardı, ne de utanma biliyorlardı. Şu da muhakkak ki, yeryüzünde Yezid gibi ahlak yönünden düşük insana az rastlanabilir. Onun bu işleri yapan eli Ubeydullah ise kötülük ve ahlaksızlıkta, zalimlikte efendisi ile yarış halindeydi. Şunu da bilmek lazımdır ki, Kerbela’da hak yolunda kendisinin yüz katı bir orduya karşı duran Hz. Hüseyin’in bu kahramanlığına da rastlamak imkânsızdır. Sonuç olarak Kerbela Olayı yüzyıllara damgasını vurmuş hüzünlü bir destandır. Öyle ki yabancı araştırmacı Gibbon “Yıllar sonra bile insanlar nerede olurlarsa olsunlar Hüseyin’in bu trajik ölümü en soğukkanlı okuyucuyu bile üzecektir...” demektedir.

 

İmam Hüseyin’in ve yanındakilerin Kerbela’da böyle feci şekilde katledilmeleri ve Peygamber sülalesinin akla gelmedik şekilde ihanete cüretleri halkı o kadar etkiledi ki, adeta Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Olay İran ve Hicaz'’a duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin ve ayaklanma istekleri başladı. Bu durum karşısında da Yezid’in paralı kulları büsbütün kudurdu. Zulüm yolunda hiç çekinmez oldular.

 

Kardeşim sen Kerbela olayını anlatmışsın.Tamam böyle çok kötü bir olay gerçekleşti tarihimizde ama olayın iç yüzü tam öyle değil.Yezid pisliktir suçludur.Ama Muaviye(r.a) öyle değildir o Hazretidir.Ve biz şimdiden bahsediyoruz.Niye sünniler Hz.Ali'yi sevmiyor mu kardeşim ?Biz Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin'i sevmiyor muyuz ? Eğer onları gerçekten seven varsa işte biz sünnileriz.Aleviler onları İlahlaştıracak kadar çok seviyorlar.Asıl seven biziz.Ölçü Allah'ın dinidir kardeşim.Sevgi ölçüsüz olmaz.Niye biz Yezid pisliğini çok mu seviyoruz ? Ama biz diyoruz ki lanet okumak yanlıştır. Hatta ne der Bediüzzaman : Şeytana bile lanet okumayınız.Neden böyle diyoruz biz ? Çünkü lanet vallahi yanlış bir olaydır.Aleviler lanet okuyorlar.Ve Hz.Hüseyin Hz.Ömere öyle birşey dediğinde mutlaka küçük yaşındadır sen de bilirsin ki küçük yaştakiler böyle şeyler derler .Eminim ki Hz.Ömer orada O güzel Hz.Hüseyin'i sevmiştir,sarmıştır ve öpmüştür.4 Halife de haktır.Ben tekrar birleşmekten bahsederken siz halen ayrılıklardan bahsediyorsunuz bu pis kerbela olayının kime ne yararı var. Vallahi bizde yezidden nefret ederiz.Onun imanı bile şüphelidir alimler böyle der.

 

alın ayrıntılı olarak burada

 

http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/7452/hz-muaviye-nin-ra-oglu-yezid-hakkinda-nasil-dusunmeliyiz.html

 

http://www.sorularlaislamiyet.com/article/16947/hz-muaviye-hakkinda-genis-bilgi-verir-misiniz-hz-muaviye-ye-ehl-i-sunnet-alimlerinin-ve-bilhassa-imami-azam-hazretlerinin-bakisi-nasildir-hakem-olayi-hz-muaviye-nin-haksiz-oldugunu-kanitlar-mi.html

 

http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/9959/dort-halife-ve-mezhep-imamlarinin-hayati.html

 

 

 

Hz.Osman’ın (r.a.) şehid edilmesiyle başlayan ve İslâm tarihinde "el-fitnetü’l-kübrâ" (en büyük fitne) diye adlandırılan hareketten sonra, halife seçilmiş olup, hilâfetini tanımayanlarla savaşmak üzere Basra'ya gitmiş olan Hz. Ali’ye (r.a.), İbnu'l-Kevva' ve Kays b. İbâd (r.anhuma), Basra'ya gidişinin sebebini sorup şöyle dediler:

 

- "Müslümanların karşı karşıya gelip birbirlerini öldürecekleri bu gelişin, Rasûlullah’ın (s.a.v.) sana olan bir ahdi/sözü veya emriyle midir?"

 

Hz. Ali (r.a.) onlara şu cevabı verdi:

 

"Bu mevzuda Rasûlullah’ın (s.a.v.) bana bir ahdi olup olmadığını soruyorsunuz. Bana verilmiş böyle bir ahid yoktur. Vallahi ona ilk inanan ben olduğum gibi, ona ilk defa yalan isnâd eden ben olmayacağım. Şayet bu mevzuda Rasûlullah’ın (s.a.v.) bana bir ahdi olsaydı, Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer’in (r.a.) onun minberine çıkmalarına müsaade etmezdim, elimle onlarla savaşırdım [Rasûlullah’ın (s.a.v.) emri olduğu için]... Fakat Rasûlullah (s.a.v.) ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastalığı bir kaç gün ve gece devam etti…

 

Müezzin ona namaz vaktini bildirmek içín geldiğinde, O Müslümanlara namaz kıldırtmak için Ebû Bekir’e (r.a.) emrederdi… Kaldı ki, benim orada olduğumu da görüyordu. Hanımlarından birisi (Hz. Ebû Bekir'in kizi Hz. Aişe validemiz) Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v.), bu vazifeyi Ebû Bekir'den almasını söyleyince kızdı ve;

 

"Siz kadınlar, Hz. Yusuf'un başını derde sokanlarsınız; Ebû Bekir'i geçirin Müslümanlara namazı kıldırsın!" buyurdu.

 

Allah (c.c.), Peygamberinin (s.a.v.) ruhunu alınca, işimize baktık… Ve Rasûlullah’ın (s.a.v.) dinimiz için lâyık gördüğünü dünyamız için de seçtik.

 

Namaz, İslâm'ın aslıdır; o dinin emri ve dinin direğidir! Biz (bunun için) Ebû Bekir’e (r.a.) bîat ettik ve o bu işin ehliydi. İçimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Ebû Bekir'e hakkını edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

 

Ölünce, yerine Ömer (r.a.) geldi ve arkadaşının (yâni Ebû Bekir'in) yolunu takip etti, onun gibi hareket etti. Böylece Ömer'e bîat ettik ve içimizden iki kişi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de başkasını ona tercih etmedik. Ömer'e hakkını edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihad ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

 

Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.) ölünce, Rasûlullah’a (s.a.v.) olan akrabalığımı, İslâm'da /önceliğimi ve bu işe liyâkatimi düşünerek bu hususta başkasının bana tercih edilmeyeceğini sandım. Öldükten sonra, onun yüzünden halifenin bir günah islememesi ve kendini mes’uliyetten kurtarmak için Ömer (r.a.) hilâfeti çocuğuna yasakladı… Ve yeni halifeyi seçmek üzere altı kişilik bir heyet seçti ki, ben onlardan biriyim. O isteseydi oğlunu seçebilirdi; yapmadı. Heyet toplanınca, kimsenin bana tercih edilmeyeceğini sandım. Abdurrahman b. Avf (r.a.), kimi halîfe tayin ederse (Abdurrahman b. Avf kendisi adaylıktan çekildiği için, ona halîfeyi seçme yetkisini heyet yani şûra vermişti) ona kesinlikle itaat edileceğine dair bizden söz aldıktan sonra, Osman b. Affan'ın (r.a.) elini tutarak, eline vurdu ve bîat etti... Ben de işime baktım. Ona itaatim ise, bîatimden önce oldu. Böylece Osman'a (r.a.) bîat ettik. Ona hakkını edâ ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdiğini aldım, savaşa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarını kendi kamçımla yerine getirdim.

 

Osman (r.a.) vurulunca, kendi işime baktım. Rasûlullah’ın (s.a.v.) iki halifesi gitmiş, birisi de vurulmuştu!.. Haremeyn'deki (Mekke ve Medine'deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana bîat ettiler. Bunun üzerine birisi ortaya atıldı ki, dengim değil; ne Rasûlullah’a (s.a.v.) olan akrabalığı benimki kadar yakın, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de İslâm'daki önceliği benimki gibi eskiydi. Dolayısıyla ben bu işe ondan (yâni Muaviye'den r.a.) daha lâyıktım!" [suyûti, Tarîhu'l-Hulefâ, el-Kahire, 1964, s. 177-178]

Share this post


Link to post
Share on other sites

sanırım yanlış bir örnek verdim ben sadece geçmişten bir örnek verip önümüzdeki gelecekte böyle yanlışlara düşmeyelim demek istemekti tek niyetim buydu...yunus emrenin :"Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü" sözünü yol edinmişimdir.özür dlierim kırdıysam eğer sizi.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

sanırım yanlış bir örnek verdim ben sadece geçmişten bir örnek verip önümüzdeki gelecekte böyle yanlışlara düşmeyelim demek istemekti tek niyetim buydu...yunus emrenin :"Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü" sözünü yol edinmişimdir.özür dlierim kırdıysam eğer sizi.

 

Çok özür dilerim efendim ben yanlış anladım.Peki siz verdiğiniz kaynağı okudunuz mu ? Sanırım alevi kaynaklı.Tabi amacım ayrımcılık değil yanlış anlamayın ben zaten sünni-alevi kardeştir derim.Sizin inancınızı bilemem de soramam da haddime düşmez efendim.Hayır beni kırmadınız Estağfurullah asıl ben sizi kırdıysam çok özür dilerim. Evet örneğinizden ders almamız gerekiyor ama o olay o kadar üzücü ve bölücü bir olay oldu ki İslam tarihinde belki de sırf o olay yüzünden alevi ve sünni birbirine düşman oldu.İşte olayın asıl yüzü bilinmiyor ki.Aleviler o olayı Sünnilerin desteklediğini sanarak çok yanlış düşünüyorlar.Benim de niyetim buydu efendim tekrar özür dilerim yanlış anlamamdan ötürü...Evet Yunus Emre'nin o sözü çok güzel ve doğrudur...

 

Selam ve dua ile; Saygılarımla.

 

Vesselam.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...