Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Horanta

Vatan Sağ Mı?

Recommended Posts

Vatan Sağ mı?

17 Eylül 2012, 11:08

pen2_1_2_1.jpg

Ahmet Tevfik Dayan

İSLÂM’DA VATAN

Evvelâ vatan kavramının sözlük mânasına bakalım: Bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası ve onun havası ile karasularına denir. Lügat mânasını da kapsayan ıstılahi bir tanım yaparsak; Vatan, fikrin coğrafyasıdır, fikrin hakim olduğu toprağa vatan denir, fikir olmadı mı vatan dedikleri sade bir toprak parçası.

İslâm’da vatan ise iki türlüdür. Darül İslâm ve darül Harp ; Darül İslâm yani İslâm vatanı, İslâm’ın hakim olduğu coğrafyaya verilen isim, darül harp, küfrün hakim olduğu beldelere verilen isim.

 

Ehl-i Sünnetin amelde mezhep imamları, Vatan bahsinde bir kısım ihtilaf etmişlerdir. Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre, bir belde İslâm’ın hakimiyetine geçerse darül İslâm olur, hakimiyet Müslümanların elinden giderse darül harp olur, Şafii mezhebine göre ise, bir belde bir defa olsun İslâm’ın hakimiyetine girerse, daha sonra Müslümanların hakimiyeti kaybolursa orası yine darül İslâm’dır.Yalnız Şafii mezhebine göre orası darül İslâm olsa dahi, bütün mezheplerin ittifak ettiği görüş şudur ki;

Bir belde evvelinden İslâm hakimiyetinde idare edilmiş, daha sonra da küfrün hakimiyetine geçmiş olsa bile küfrün hakimiyetindeki bütün diyarların İslâm’ın hakimiyetine geçirilmesi, Müslümanların mükellefiyetidir. Vatan hususundaki içtihatlarda ihtilaf olsa da, hakimiyetin mahiyeti konusunda ittifak vardır.

Bugün Müslümanların yaşadığı yerlere topyekûn İslâm coğrafyası diyoruz, ama hemen hiçbir yerde İslâmiyet’in kaideleri hakim değil. Mükellefiyetimiz icma ile sabit olarak bu beldelerde İslâm kaidelerinin hakim olması. Hakimiyet hususunda değil de keyfiyet esası itibariyle anlattığımız üzere Hanefi, Maliki ve Hanbeli fıkhından farklı olarak Şafii fıkhına göre, bütün bu diyarlar da İslâm beldesidirler.

Bir de Türk vatanı, Arab vatanı gibi tabirler var, vatanın fikrin coğrafyası oluşu önünde fikrin bütün kavimlere hitap eden yönünü değerlendirdiğimizde yine lügat mânasının kapsanışı göze çarpıyor, arapların yaşadığı toprak üzerinde İslâm ahkamı hakimse, orası İslâm’ın vatan hudutları içerisinde, insanlığa muhatab olan İslâm’ın dairesinde bulunan arabın da vatanıdır ayrıca.

İnsan ve ahali unsurlarının ancak fikrin hakimiyetiyle sahici soydan vatana sahip olabilmeleri mümkündür. Öte türlü herhangi bir topluluk unsurunun, ahalinin vatanı kıymet belirtmez..

 

USÛLLER,HADLER, NİSBETLER..

İslâm’da vatan bahsine değinince İslâm’da bir takım usûl ve hadlere de değinmemiz gerekiyor, bu usûl ve hadler; Kâinatın Mefahiri’ne ve O’nun Sahabi kadrosuna nisbet bahsi altında tek yekûn halindedir. Öyle ki, O ki o yüzden varız, Allah’ın sen olmasaydın alemleri yaratmazdım buyurduğu Sevgilisi, İnsan’dan gaye olma makamını ve fert hakikatini ferdin hakikatini temsil ederken O’nun kadrosu Sahabeler ise, “O değil O’ndan dolayısıyla O” terkibi üzere Resûl değil, Resûl’dendirler, dolayısıyla O’nun kadrosu olarak O’nu temsil etmektedirler..

 

Bu noktada Allah’ın Resûlü Gaye İnsan- Ufuk Peygamber ve Sahabeleri İdeal kadro-örnek Ümmet, hayatın mânasını kavrayabilmenin ve hayat hakikat ve gerçekliğinin dünya ve ahrete dair bütünlüğüne verimleri, insanlığın varılamaz ufku olan Asr-ı Saadet medeniyetini yeryüzüne inkılâp ettirmişlerdir. Bu perspektiften Allah Resûlü ezelden ebede değin, eşine rastlanmayacak olan Mutlak İslâm inkılabının mimarıdır ve yeryüzüne gönderiliş memuriyeti budur..

 

İslâm’da vatan bahsinin de mihenk noktası burasıdır, İnsan bilerek ya da bilmeyerek Allah’ı aramaktadır, iyi, doğru ve güzel ne varsa kaynağı Allah’tır. O’nun yeryüzündeki Mutlak Halifesi ise İyiden doğrudan güzelden ibaret Mutlak Fikir-İslâmiyet’in bildiricisi ve tatbikcisi. İmam Rabbani Hazretlerinden Allah’ı nisbet ederek söylediği “Hiçbir şey O değil, her şey O’ndan” hikmetinin tedai ettirdiği bir bahse de vatan bahsi üzerinde değineceğiz; Vatan fikrin coğrafyası demiştik, Sahabi’ye nisbet davası etrafında, İslâm’ın künhüne nüfuzun ve külli tatbikinin Asr-ı Saadet olması hesabıyla Mutlak Fikir keyfiyetli İslâm, Asr-ı Saadet’ten sonra mutlak mânada temsil liyâkatini bulamayacaktır,

O hâlde İslâm’ın mukaddes ölçülerini gerçekten anlayan ve tatbik eden Sahabilerden başka bir zümre yoktur. Bu da usûl ve hadler meselesi, insanların Mukaddes Ölçüler nazariyesi etrafında “Hiç birşey O değil, her şey O’ndan “ hikmetine sımsıkı sarılarak dolaşılması gerektiğini anlayana anlatır.

 

İslâm’ı yeryüzüne hakim kılma mükellefiyetimizden bahsetmiştik, esas olarak bu mükellefiyetimiz de usûl ve nisbet işinden ibaret..

Darül İslâm’da yaşayan Müslümanların, bu mükellefiyeti yerine getirmeleri için, evvelâ kendilerine bir emir seçmeleri, bu harp emiri etrafında bir ordu olarak Allah’ın şeriatını kendi yaşadıkları diyarda hakim kılmak için cihad etmeleri gerekmektedir. Bu bütün Müslümanların üzerine farzdır. Hanefi mezhebine göre, Şeriat’ın memleket idaresinde hükümran olmadığı bir yerde Müslümanlara farz olan namazlar, cihad mükellefiyetlerinden dolayı nafile hükmündedir, ta ki, o memlekette Şer’i hükümler her alanda olduğu gibi idare alanında da tatbik edilene kadar.

İSLÂM’A MUHATAP DÜNYA GÖRÜŞÜ

Allah’ın KURAN’ında “Yaş ve kuru ne varsa bu kitapta” buyurması, bir hadisin hikmetine erenlerin bütün hadislerin hikmetine ermiş gibi olmaları, KURAN’ın külli mânasının ancak Allah tarafından bilinmesi ve Allah’tan sonra bildirdiği kadar Resûlüllah tarafından bilinebilmesi, Kuran’ı kendi aklıma tefsir ederim demenin küfür olması gibi bir çok ince usûl,nisbet ve edep çizgilerine konuşurken, düşünürken, amel ederken, kısaca hayatın her anında bağlılığımızı muhafa etmek yükümlülüğümüz olmasına nazaran;

“Kişinin ağzına Ayeti, Hadisi pelesenk etmesi , onun dilinden düşürmediği ölçülere lâyık olduğunu değil, bilhassa lâyık olmadığını, nisbet sahibi olma, usûl bilme, hadlere riayet gibi hassas yekûnlardan yoksun olduğunu belli eder. “ O zaman ne yapacağız?

Mutlak ve İlahi sistem olan İslâmiyet’ten anladıklarımızı sistemleştirecek, onlarla yürüyeceğiz, ki o anladıklarımızın cümlesi de, bizim anlayışımız çapınca İslâmiyet’ten bir cüz-parça hüviyetindedirler.

Biz ahir zamanda İslâmiyet’ten anladıklarının sistem çapında ortaya koyulmuş örneği olan Büyük Doğu- İBDA fikirler manzumesine usûl sahibi olmanın ve hadlere riayetin gereği olarak İslâm’a muhatap anlayış diyoruz ki, aslında bir İmam Gazali’nin de bir çobanın da İslâm’a muhatap anlayışları var. Bu noktada, İslâm’a muhatap bir anlayış cümlesinden Büyük Doğu- İBDA fikirler manzumesine muhatab olmaktan ötürü, bu fikrin bağlıları da fert fert İslâm’a muhatap anlayışa muhatab anlayışları temsil etmektedirler. Bu kısa izahlardan sonra mevzuun vatan bahsiyle alâkasını gösterelim: Vatan İslâm’ın hakim olduğu diyara denir, lâkin İslâm’ın ulvi münezzeh keyfiyeti ancak Asr-ı Saadet döneminde kemâliyle tatbik olunmuştur, her Müslüman ferdin İslâm’dan anladıkları kendi İslâm’a muhatap anlayışı temsil ediyorsa, bu mânada Mezhep imamlarından bu yana, sistem çapında, itikad ve amel plânında İslâm’a muhatap anlayış ortaya koymanın önem ve kıymeti anlaşıldıktan ve bu işin kimlere mahsus olduğu hissedildikten sonra şu; İslâm’da vatan, hayatın her alanında insan ve toplum meselelerine getirilmiş birer çözümler manzumesi ve sistemi olan bir İslâm’a muhatap anlayışın – dünya görüşünün hakim olduğu diyara denir.

“DÜNYA GÖRÜŞÜ-ANLAYIŞ SİSTEMİ” ETRAFINDA

[/center]

Kâinatın Efendisi bir hadisleri: “Vatan sevgisi imandandır” Bu hadisten imansız kimselerin vatan sevgisinin olmadığı mânası çıkmaz, çünkü insanda nefs ve ruhtan meydana gelmiş bir varlık olarak, Allah’ı aramakta, O’na özlem duymaktadır, ister mümin ister kâfir olsun bu böyle. Allah’ı arayan ruhtur, buna engel olmaya çalışan da nefs. Netice itibariyle Allah’ı arayan Ruh’un vatanı Allah yurdu olan emr Alemidir, bu münasebetle, öteki alemdeki bir şeyin bu alemde de bir benzeri var olmasından, insandaki bu vatan sevgisi zahir ve batın olmak üzere iki yönlüdür, zikrettiğimiz hadisten anladığımız; Söz konusu ölçü, Zahiren her insanın üzerinde yaşadığı toprağı sevmesi batın olarak da ruhunun Allah yurduna özleminin ifadecisi olmasıdır. Nefse ağır gelen şeyler Ruhu şad eder, nefsi şad eden şeyler ruha azap verir, bu noktada Allah’ın insan için Kuran’ında: Ben insanı eşya ve hadiselere tesir etmesi için kendime halife olarak yarattım” buyurmasından bizim anladığımız; Bağlısı olduğumuz fikirden öğrendiğimiz, bütün dünyadaki insan verimlerinin kişinin kendi öz nefsiyle mücadelesinin bir neticesi olarak görüşümüzle birlikte ele alırsak;

“Eşya ve Hadiseler “ Mutlak Fikir mümessili KUR-AN’ın zaman ve mekân üstü diyalektiğinin, [hiçbir nefse kaldırabileceğinden fazla yük yüklemeyen] Allah’ın insana verdiği memuriyeti ifade ediş biçimidir. Eşya ve hadiselerden ne anlıyoruz? Anlamak dedik ya, İslâm’a muhatab bir anlayış mihrakı olan Büyük Doğu- İBDA’da eşya ve hadiselerden ne anlaşıldığını ve anlayışa muhatab anlayışımızla bizim de ondan ne anladığımızı aktaralım:” İnsanın, kendisi, çevresi ve tabiat hakkındaki düşünceleri, etkileri, bu etkilerin kendisi üzerindeki tesirleri; eşya ve hadiseleri tasarruf memuriyeti, bu memuriyet üzerindeki düşünceleri, nereden gelip nereye gittiğinin araştırılması, kısaca; İnsana kendini empoze eden her mesele, << insan ve toplum meseleleri>> ifadesinin içinde “[bkz: Salih Mirzabeyoğlu’nun İslâm’a muhatab anlayış isimli eseri]

Bir dünya görüşü, fikir, ideoloji kendisine ait bir dile sahiptir, kendi terminolojisine ve diyalektiğine.Büyük Doğu – İbda terminolojisinde İnsan ve toplum meseleleri eşya ve hadiseleri kuşatırken, aslında bir dünya görüşüne ait olan bu ifade ve terim yine eşya ve hadiselere tasarruf memuriyeti üzerine düşünülerek, eşya ve hadiselere tasarruf için ortaya konulmuştur, iç içeliği fark edenler beri gelsin.

İnsanı ilgilendiren, insana ait her şeyin insan ve toplum meseleleri altında ifade edilmesi bir yana, eşya ve hadiseler karşısındaki insan memuriyetinin bunun içinde olması bir yana, insan ve toplum meseleleri adı altında bir terminoloji ortaya koyan dünya görüşü bir yana, bu dünya görüşünün eşya ve hadiseleri tasarruf etmek maksatlı örgüleştirilmesi bir yana, eşya ve hadiselerin de insana ait ve insanı ilgilendiren her şeyi kapsayışı bir yana, bu durumun İslâm’a muhatap bir dünya görüşü ve İslâm’ın mutlak terminoloji ve diyalektiği arasındaki alâkayı, münasebeti gösteren bir somut örnek olması bir yana..

İnsan benliğini oluşturan unsurlar, ruh ve nefsin ikiliğinde, insanın halifeliği, Allahın yarattığı alemi Allah’ın dininin esas, usûl ve kaideleriyle – o esas, usûl ve kaidelerden anladıklarıyla - tesir ve tasarrufu altına almak. Dünya üzerinde bunun tecelli edeceği diyarların İslâm vatanı keyfiyeti, Bu memuriyetin de Peygamberlerin alem-i emrden alıp yeryüzünde tebliğ, telkin ve tatbik ettiği iyi,doğru ve güzelin kaynağı İslâm’ın dünya yurdunda insan ruhunu Allah’a yaklaştırma misyonu..

SEVİYESİZLİK ÇUKURU

[/center]

Mevzûuları istedikleri seviyeden ele almak gerekliliği , o meselenin seviyesini değil, meseleyi ele alacak şuurun ihtiyacıdır. Bu da aslında bir usûl ve hâdlere riayet meselesi..

Şimdilerde ise memleket sathının bu yönden bir seviyesizlik çukuruyla dolu olduğunu görüyoruz, öyle ki, müslümanın mükellefiyetleri, dar’ül hârp şartları ortadayken güya İslâm adına ne cinayetler, tecavüzler, edepsizlikler, cinnet derecesinde refleksler ortaya konuyor..

Ve hainlerle ahmaklar el ele hesabı, birbirine yol verenler kervanının her köşe başında karşımıza çıktığı günümüzde bu sürüngen sümüğü cinsi söz ve hareketlerle tertemiz, pir-u pak şeriat çarşafının ağızlarda mundar edildiği ortamlardan birkaç rezalet tablosunu hakikati yerli yerine oturtmak mesabesinde bir iş olarak mevzuu müşahhasa dökerek gösterelim:

VATAN SAĞ MI?

[/center]

“Vatan sağ olsun”, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” ve daha neler neler..

Vatan?.. Şehit? ..

Vatan, İslâm’ın hakim olduğu her yer..

Şehit, Allah yolunda, cihad ederken öldürülen kimse..

Vatan? .. Şehit?.. vatan, gerçek mânada sağ mıdır? Ölenler gerçekten şehit mi?

1400 yıllık hilafet müessesi ilga edilmiş, lâik rejime geçilmiş, vatan İşgalciye peşkeş çekilmiş, İslâm alfabesi, Arap alfabesi diye kaldırılmış, halkının alfabesiyle birlikte dili, diliyle birlikte idraki uçmuş, yerine Türk alfabesi diye lâtin harfleri, Türkçe diye uydurukça yutturulmuş, düşünce yerine de şeriat düşmanlığı ve batıcılık hastalığı yerleştirilmiş…

Lâik rejim batının çanak yalayıcısı üç bin aile ve onların çanak yalayıcıları dışında her ırka, her kesime, her topluluğa zulmetmiş, katletmiş, işkencelerden geçirmiş, asimilasyon politikalarına tabii tutmuş..

İşin ilginci, kendi değerlerini kendi varlığı için istismar eden İslâm düşmanı rejim, dağlara kendisi çıkarttığı insanlarla müslümanların savaşmasını, onlarla savaşırken Müslümanların telef olmasını istemekte, batıl bir rejimi korumak için telef olan müslümanlara şehit demektedir, yalnız istismar sadece bu boyutta değildir, o günden bugüne bu memlekette herkes şehit olur, ama sadece Allah yolunca cihad eden Müslümanlar terörist olur…

Müslümanlar İslâm fıkhına göre, yaşadıkları toprağın üzerinde İslâm ahkâmını hakim kılıncaya değin, laik düzenle savaşmaları gerekirken, bu her müslümanın üzerine farz-ı ayn iken.. lâik düzenin kendisinin müsebbibi olduğu bir meselede, lâik düzenin müdafiliğini yapıyor, laik düzen için ölüyor, öldürüyorlar..

Ve bu rejim kırkbeş saniye boyunca TV’lerde aferin ey müslümanlar, benim için öldünüz, alın size benim pek de hazzetmediğim şehitlik makamı deyiveriyor..

Bir hiçlik rejimi için ya da herhangi bir İslâm dışı gaye için ölen herhangi bir insan mundar gitmiştir. Şimdi böyle denince, ortada sıhhatli bir vatan varmış gibi, “vatanı korumak için kâfirlerle savaşırken şehit oldular”, lâik rejim Allah rızası için hareket ediyormuş gibi“ne herhangi bir gayesi, ne İslâm dışılığı, onlar dini devleti korumak için mücadele ettiler?”, ortada bir İslâm devleti varmış gibi “İslâm’da devlete itaat farzdır” gibisinden ağız ishalinden de öte, ağzından dışkı çıkartan tiplerin de yerini seviyesizlik çukurundaki hain ya da ahmaklardan diye yaftalamıştık, boşuna gevezelik edilmemesi için..

“Balın iyiyse müşterisi, Bağdat’tan gelir” ve “Kıymetli malı olan, bağırmaz”hikmetleri çerçevesinde noktalayalım;

 

NOT:Saf fikir, sahici soydan altun gibi az bulunur ve bir iç çamaşırcı malını satmak için bas bas bağırırken, bir kuyumcu altının satmak için sesini bile yükseltmez, fikir dediğimizin de muhatabı kitleler değildir, muhatabı fikri bulur fikir muhatabını değil.. Bu noktada,sahici fikrin bağlısı olarak, fikrin muhatabı olmayanlarla bizim hiç muhatab olmayacağımız tabiidir… Bu sözlerimin bir kısmı fikre muhatab olacaklara bir kısmı da, resmi ideoloji sözlüğünü ezberlemiş ve türlü yaftaları boynumuza asmaya yeltenen şen sıpa tipleridir, yani “bölücü, vatan haini, cumhuriyet düşmanı v.s” gibi alçaklıkların muhatabı olmadığımı evvelinden ilân ediyorum…

 

Ahmet Tevfik Dayan / Büyük Doğu Haber

[/left]

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...