Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mumin

Tasavvuf Ve Hamidullah

Recommended Posts

Tasavvuf ve Muhammed Hamidullah

 

Medet Bala

2012 - Temmuz, Sayı: 317, Sayfa: 048

 

İsmail Hakkı Akın tarafından Fransızcadan dilimize kazandırılan M. Aziz Lahbabi’nin “İslam Şahsiyetçiliği” adlı eserinde tasavvufun İslam dışı bir kaynaktan geldiği gibi bir iddia mevcuttur. Çevirmen bu iddiaya cevaben, ilmî üslupla güzel bir dipnot ilave etmiştir. Bu cevabına da şöyle başlamaktadır: “Yazarın derinliğine bir inceleme ve mukayese yapmadan, sadece Louis Gardet’nin fikrine dayanarak, tasavvufun İslam dışı bir kaynaktan geldiğini, her türlü ilerlemeye engel olduğunu, Kur’an ve Hadisin verdiği emirlere karşı çıktığını söylemesi bizi tereddüde sevkettiği için bu konuda salahiyetli kişilerin görüşlerini belirtmek istiyoruz.”

Mütercim, tasavvufun kaynağı ile ilgili değerlendirmelerde bulunup, bazı İslam alimlerinin görüşlerini sunarak başladığı yazısında, kendisinin yakinen tanıdığı1 Muhammed Hamidullah Hocadan da görüş talep eder.

“...İslâm’da tasavvuf konusunda fikrini sorduğumuz, büyük hukukçu Sayın Profesör Muhammed Hamidullah’ın bize Paris’ten yazdığı 15 Receb 1389 (27 Eylül 1969) tarihli Fransızca mektubundaki fikirlerini de burada belirtmek istiyoruz.

“...Gerçek şu ki, tasavvuf hakkında bilgim olmadığı halde ben şahsen tasavvufa karşı hörmet duymaktayım. Bu konuda derin bilgim olmadığı için hata etmekten çekiniyorum. Bu sebeble size sadece niçin bu ilime hörmet duyduğumu izah edeceğim.

Benim yetişme tarzım rasyonalisttir. Hukukî çalışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekilde tarif ve isbat edilemeyen herşeyi reddettirmiştir. Muhakkak ki, ben namaz, oruç vesaire gibi İslâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, hukukî sebeplerle ifa ediyorum. Kendi kendime diyorum ki, Allah benim Rabbimdir, Sahibimdir. O bana bunları yapmamı emretmiştir, şu halde ben O’na şükretmekle vazifeliyim.

Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamağa başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, Hıristiyanların İslâmiyet’i kabulü İslâm’ı akıl yolu ile izahla değil, tasavvufî izahla olmaktadır. Onları İslâmiyet’i kabule sevk eden ne Ebu Hanife, ne de İmam Matüridî’dir, fakat Muhyiddin-i Arabî’dir. Bu konuda benim de şahsî, müşahedelerim olmuştur. İslâmî bir konuda benden bir izah istendiği zaman benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu, fakat tasavvufî izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, Hülâgu’nun yakıp yıkan istilâlarından sonra Gazan Han zamanında olduğu gibi, bugün en azından Avrupa ve Afrika’da İslâm’a hizmet edecek olan ne kılıç, ne de akıldır, fakat kalb ve tasavvuftur.

Bu müşahededen sonra tasavvuf konusunda yazılmış bazı eserleri incelemeğe başladım. Bu, benim gözlerimi açtı. Anladım ki, Hz. Peygamber zamanındaki tasavvuf ve büyük İslâm mutasavvıflarının tavrı, ne kelimeler üzerinde uğraşmak, ne de manasız şeylerle meşgul olmaktır, fakat insan ile Allah arasındaki en kısa yolda yürümektir, şahsiyetin (insanı diğer hayvanlardan ayıran manada karakter, ahlâk ve insanlık) geliştirilmesi yolunu aramaktır.

İnsan kendisine yükletilen vazifelerin sebeplerini arıyor. Manevî sahada maddî izahlar bizi pek uzağa götürmemektedir, ancak manevî izahlardır ki, insanı tatmin etmektedir. Size bir misâl vereyim; kıldığımız namaz üç safhayı ihtiva eder: kıyam, yani ayakta durma, rükû, eğilme ve secde. Peki, niye bu hareketleri yapıyoruz? Ayakta durmak veya hürmet hali ile oturmak yetmiyor mu?

Eski hukukçularımız dediler ki, rükû ve secde hali aşırı bir hörmet alâmetidir, benliğin Allah huzurunda inkârıdır, bu sebeple yalnız Allah huzurunda rükû ve secde edilir.

Geçenlerde Paris gazeteleri, her ne suretle olursa olsun İslâmiyet’ten bahsetmeden, tıbbın yeni bir keşfini haber verdiler; habere göre, daktilo yazan sekreterler gibi oturarak çalışan kadınlar bazı ciddî kadın hastalıklarına tutuluyorlardı. Şimdi, doktorlar bu hastalıklardan kurtulmaları için onlara, eğilerek ve secde ederek jimnastik yapmalarını tavsiye etmektedirler. O halde bizim kıldığımız namaz sıhhat için faydalıdır.

Amerika’da herşeyin otomatikleştiği fabrikalarda, monoton bir şekilde çalışan işçiler zihin yorgunluğu hissetmeğe başladıkları için istihsal düşmüştür. Bu sebeple her iki saatte bir işçilere, şarkı söylemeleri ve dans etmeleri için on beş dakika işi durdurmalarına izin verilmiştir. Zihinleri dinlenmiş olarak tekrar işbaşı yapınca, on beş dakika kaybetmelerine rağmen işçiler çok iyi randıman vermektedirler. Bu duruma göre de, her gün kıldığımız namazlar bize fizikî dinlenme sağlamaktadır. Fakat daktilo yazanlar veya işçiler gibi aynı ihtiyacı duymayan kimseler namazdan muaf mı tutulacaklardır? Bu mümkün olmıyacağına göre, onlara daha iyi ve daha inandırıcı bir izah vermek lâzımdır.

İşte namaz hakkında bir İslâm mutasavvıfının izahı: Âlem üç unsuru ihtiva etmektedir; cemadat (cansız şeyler), hayvanat ve nebatat. Cemadatı temsil eden dağlar Yaratıcısına karşı namazını daima ayakta durarak, kıyam halinde ifa etmektedir. Hayvanların devamlı yere doğru eğilmiş hali namazdaki rükû hali gibidir. Kökleri toprağın altında bulunan bitkiler de devamlı olarak toprak üzerinde secde eder gibi durmaktadırlar. İnsanın namazı ise bu üç unsurun ibadetinin bir sentezidir. Biz dağlar, hayvanlar ve bitkiler gibi ibadet etmekteyiz.

Bundan başka, hiç bir mahlûkatın sahip olmadığı, ancak insana has birşey vardır ki, o da teşehhüd veya Allah huzuruna kabuldür. Gerçekten, bir insanla karşılaştığımız zaman selâmlaşırız. Peygamber efendimiz miraca çıktıklarında Allah huzuruna kabul edildikleri zaman Allah ile selâmlaşmıştır. Peygamberimiz bir hâdisinde: “Namaz müminin miracıdır” buyurmaktadır. Şu halde her müslüman namaz kılarken teşehhüd (k-a-de, Allah huzuruna kabul, ilâhi huzurda oturma) miktarı oturmaktadır.

Namazın bu tasavvufî izahını, yukarıda bahsettiğimiz daktilo yazanlara ve işçilere yapılan tıbbî tavsiyelerden daha geniş, daha tatmin edici bulacağınızı tahmin ediyorum.

Hıristiyanlar ile müslümanlar arasındaki bir fark daha vardır: Hıristiyan kilise kanunları ile Devletin kanunlarının menşei aynı değildir. Çünkü Hz. İsa “Allah’ınkini Allah’a, Sezar’ınkini Sezar’a verin” demiştir. Kur’an-ı Kerim çok geniş, şumullü hükümler vazetmektedir. Şu halde, tasavvuf ile şeriat arasında ihtilâf yok, ayrılık ise hiç yok, sadece hususîleşmiş bir iş bölümü vardır.”

 

M. Aziz Lahbabi, İslam Şahsiyetçiliği, çev. İsmail Hakkı Akın, Yağmur Yay., İstanbul, 1972, s. 114-116

Dipnot: 1) Mehmet Niyazi, Bir Garip Yolcu, Zaman, 18 Aralık 2006

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hamidullah ismi malumunuzdur ki bizim için "din tahripçileri" kategorisinde bulunmaktadır. Hatta Üstad kendisi için "Baidullah" tabirini uygun görmüştür. Yazıyı okudum ve okuyup anladığım kadarıyla yazıda bir falso göremedim. Güzel izahatlar da var ancak bu Hamidullahın "Baidullah" olduğu gerçeğini değiştirmez. Günümüzün popüler reformistleri de televizyonlarda çoğu zaman doğruları söylüyorlar ancak ara ara zehirli düşüncelerini takipçilerine sinsi sinsi zerketmektedirler.

 

Şeytan bile yeri gelmiş doğruyu söylemiştir. Hz. Ebu Hureyre ra zekat mallarının başında beklerken şeytanı, insan kılığında bir kaç kere yakalamış ve serbest bırakmıştır. En son 3. yakalayışında artık seni Rasulullah sav e götüreceğim deyince şeytan beni bırakırsan sana çok önemli bir bilgi veririm demiş ve "Ayetel Kürsi" nin faziletlerini Ebu Hureyre ra a anlatmıştır. Mevzuyu merak eden araştırabilir.

 

Netice olarak Hamidullahın bu yazısı fena değil ama resmin tamamına baktığımızda karşımıza çıkan "Baidullah" manzarasını gördüğümüz gerçeğini de belirtmek boynumuzun borcudur.

 

Hamidullah hakkında detaylı bilgi için;

 

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?/topic/1361-hamidullah-baidullah/

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fikirlerimde değişme yok yani din tahripçileri olarak nitelenen isimlere karşı. Yalnız miraaç hadisesi müzakere edilirken hocamın görüşünü beyan üstüne üstlük yine büyük allamedir sözünü zkretmesi garibime gitti. Hocam dedim bu hamidullah oryatalistlerin ekmeğine yağ sürmüş, onlardan nemalanmış falan filan.

 

Bana yaptıklarından bahsetti, günde 3 zeytinle yaşarmış, 45 kilo gibi bir rakamla dünyaya göm yummuş.İslam tarihi adına rüştünü ispatlayan, yığınlarla islama girilmesine vesile falan..Bir eserini okudum mesela bu yaşıma geldim hiç dinlemediğim bilgiler.. Yani tekniğini, bilimciliğini iyi konuşturmuş. Ha anlışlarını biliyorum ve kesinlikle kabul etmiyorum.

 

Misal-i diğer Teymiyye Marmara İlahiyat'ta fıkıh profesörü bir hoca. Geldi okulumuzda gayet güzel bir takdim yaptı. İbni Teymiyye'den bahsetti. "Bizim öğrencilik zamanında sövülecek adamda ama şimdi biliyoruz ki şeyhul islamdır" dedi. Güzellemeler dizdi. Bittikten sonra milroffunu aldım ve sual yönelttim. "Başlangıçya (sizin tabirinizle) sövülecek adamken ne oldu da öldükten sonra övülecek adam oldu? Ki ölmüş fikirlerinin tahvile uğrama ihtimali yoksa değişen ne oldu?"

 

Kişinin hakkında beyanda bulunmadı yalnız derinlik ve ufuk kavramları üzrinde durdu. Okumak gerektiği, bilimsellik, irfan, hikmet kazanma. Bunu onları da okuyarak kazanabilirmişiz. Derinlik kazanın, kuyu gibi aşağıya doğru değil, dünyaya bir boru deliğinden bakmayın, derinlik kazanın ama ufka doğru yükselerek dedi.

 

Sizce de haklı değil mi?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bence değil;

 

İbni Teymiye gibi son derece tartışmalı birisi için ve hakkında Abdülhakim arvasi hazretleri gibi büyük zatların küfr üzere öldüğü beyanı varken ben ne olursa olsun tutup da İbni Teymiye kuyusuna dalış yapmam. Bunun adı ister dar görüşlülük olsun, ister peşin hükümlülük olsun,vs,... farketmez. Çünkü hüküm ehli sünnet yolunun yolcuları tarafından verilmiş gerisi çok da mühim değil.

 

Ben sizin yerinizde olsam "niye ibni teymiye?" sorusunu sorardım. İslam tarihinde o kadar abidevi şahıs varken neden ibni teymiye? Derinlik kazanılacaksa o zaman İmamı Azamı araştıralım, beyninin her zerresi bir güneş olan müceddidi elfi sani İmamı Rabbaniyi araştıralım, hayatı boyunca yazmış olduğu sayfa sayısı yaşadığı güne bölününce günlük 18 sayfa kitap yazma ortalamasına sahip huccetül İslam İmam Gazaliyi araştıralım, Şeyhi ekber Muhyiddini arabi (k.s.) u araştıralım, gönüller sultanı muhammed bahaeddin nakşibend hazretlerini araştıralım, cüneydi bağdadileri, süfyanı sevrileri, hasan basrileri, ibrahim ethemleri, ubeydullah ahrarları, mazharu canı cananları, yakup çerhileri, mevlanaları,sadreddini konevileri,vs,...... araştıralım. Bunları araştıralım da o zaman görelim dünyanın kaç buudunun olduğunu...

 

Şu da var ibni teymiye okunsun ondan da öğreneceklerimiz var fikri ne kadar sakat bir fikirdir. Bu adamla haşır neşir olunca doğruyu yanlışı ayırt edebilecek seviyede ilme sahip miyiz? Ya bu adamın zehirli düşüncelerinden biri kalbimize saplanır da Allah muhafaza itikadımızı zedelerse. Ya o kadar da olur mu, biz bilmez miyiz doğruyu yanlışı deme cesaretini insan kendinde nasıl bulacak? Ne adamlar ne mertebelerden dönüp imansız son nefeslerini verdiler. İşte Salebe işte Belam bin Baura, işte Bersüse neyimize güvenip dibi görünmeyen kör kuyuya ineceğiz? deli cesareti bence...

 

Mustafa Kazankaya da cemaleddin efganiden bahsederken; evi olmadı,eşi olmadı,aşı olmadı,çocuğu olmadı,ne sıcak bir çorba içti vs tabirinden ajitasyon yaparak sözde efganiyi şirin gösterme çabasına girmekte. hamidullah nasıl yaşadı zerrece umrumda değil ki kendisinin tescilli din tahripçisi olması bunların hepsini "0" la çarpar. Bir insan alnını secdeye çivilesin lakin itikadı bozuksa kıymeti var mı?

 

O yüzden bu yaklaşımlar bence hiç doğru değil ve son derece tehlikeli. Konuşmayı yapan marmaralı hoca vazifesinin hakkını iyi veriyor anlaşılan.

 

Allah şerlerinden emin eylesin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Peygamber efendimiz miraca çıktıklarında Allah huzuruna kabul edildikleri zaman Allah ile selâmlaşmıştır. Peygamberimiz bir hâdisinde: “Namaz müminin miracıdır” buyurmaktadır.''

 

Bu ifadeyi yukarıdaki yazıdan aldım... Doğrusu Hamidullah'ın bu mevzuu hakında yani mirac hakkındaki görüşlerini öğrenmek isterim... Bir de Hamidullah'ın Vahdeti Vücut hakkındaki görüşlerini de merak ediyorum doğrusu...

 

Hamidullah pek Tasavvufu savundu gibi gelmedi bana... Biraz Tasavvufun toplumsal faydasından söz etmiş. Yani namazla alakasız bir adamın namazın sağlık yönünden, faydalarından bahs ederken, işin ibadet yönünü es geçmesi gibi bir şey...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...