Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Salihbey

Nihat Genç

Recommended Posts

...

Küçük yaşta çok düşünmüş, sıçan yemiş saçlı çocuklar gibi

Önlerinde derme çatma kapkara tahta boya sandıkları gibi

Benim bir sevgilim var

Sabahleyin kapısının önünü yıkayan kadınlar gibi

Kara sürmeli doğmuş bembeyaz kuzular gibi

Benim bir sevgilim var

Çifte minare avlusunda hasır sandalyesine çökmüş, toprak yüzlü ihtiyarların ağzında kıtlama şeker gibi

Benim bir sevgilim var

 

Alnından beyaz akıtmalı lacivert atlar gibi

Han kapılarını demir kelepçelerle tutan kilit taşları gibi

Benim bir sevgilim var

Kümbetleri bekleyen eski yazılı aşklar gibi

Bin yıldır rüzgarlar hâlâ öpememiş, toz toz uçuyor, kil kırmızı dudaklar gibi

 

Benim bir sevgilim var

Mevlamın bir çiçeği

Kakülü yayla çimeni

Ne güzeldir bilseniz

Sabah zamanı güvercin gerdanı gibi

Toprak testide soğuk su gibi durur

O bakar, ben susarım

 

Benim bir sevgilim var

Düşmeyi bekleyen dağ taşları gibi

Çığlıkları boğazında büküp büküp ağıtlara yol verir gibi

Ah ah anamın saçları gibi

Kara tren yolları gibi

Kemik taraklar gibi

Akşam üzerleri bakılan kahve telveleri gibi

 

Benim bir sevgilim var

Akasyaların söğütlerin istiklal marşı gibi

Benim bir sevgilim var

Yaz ortasında nemli soğuk, sırtımda Diyarbekir surları gibi

Benim bir sevgilim var

Makamdan makama canım efendimlerle geçen geceyarısı şarkıları gibi

 

Benim bir sevgilim var

Kıpkırmızı saçları Kızılırmak sazlıkları gibi

Benim bir sevgilim var

Halden hale giren dumanlar gibi

Ağzımda baldan tatlı meyveler gibi

Benim bir sevgilim var

Taşbaskı yemenide eski desenler gibi

Sandıklarda uyumuş eski kokular gibi

Yasla gelen kara bir bayram gibi

Mezarımı bekleyen taze selviler gibi

Kurban kesmiş kanlı bıçaklar gibi

Görenin aklı dağılır

Uzak sularda yüzen çok dargın buzlar gibi

Dağları eritmiş mavi dumanlar gibi

 

Benim bir sevgilim var

Teri kaya renkli

Teni kaynak suları

Memeleri maden renkli

Durmaz gözyaşlarım siyah kuyu gözlerine inince

Benim bir sevgilim var

Elleri çayır çimeni gibi yumuşak

Koynunda incecik ayva tüyleri

Durmaz ellerim nehir boyları gibi baldırlarına inince

Eteklerinin etrafı amanın amaaan!

Sarı da siyah kandil ışığı gibi

Kara da kara yara kabuğu gibi

Benim bir sevgilim var

 

Namaz niyaz gibi, anamın duaları gibi

Düşüp düşüp toprağa, toprakların içmediği yağmurlar gibi

İşte benim sevgilim

Çivisini bu delirmiş dilimle ben çakarım

Alın siz de asın duvarlarınıza

Yatmadan önce okuyup üfleyin, siz de okuyun sevgilinize üç defa

Sizin de uykularınıza yükseklerden bir taş düşsün

Değirmen gibi döne döne yatağınızda düşleriniz delirsin

Zehriyle delirmiş dilim, hayalini yutkuna yutkuna öğütsün

 

Benim bir sevgilim var

Karanlığa okunan ezanlar gibi

Çökmüş mezarlarda kemiklerin içinden kaval üfler gibi geçen rüzgarlar gibi...

 

 

Nihat GENÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bence eşi benzeri olmayan medyada mertlikte bizim zibidi islamcı gazetecilerin yüzde 99unu /edit böceğini ezer gibi ezebilecek tek yazardır. Açık konuşan sağlam adam...

Kendisi çok samimi bir müslümandır; müslüman zannettiğimiz yazarlardan çok ötede...

Ancak bazı fikirlerini kabul etmek mümkün değil. Bu fikirleri iyi niyetinden gelir ve bu adamdan islama karşı tek bir art niyet göremezsiniz. Gene söylemekte yarar var ki hiçbir kalıba girmeyen bir yazar.

Anadolu çocuğu ve büyük Anadolucu...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nihat GENÇ değil Nihat (MERT) Olmalıydı aslında Soyadı Kardeşimizin...Onun gibi Mert ve Dik duruşluları Hazmedemiyor Karakteri bozulmuş olan TC Milleti bu gibi İnsanlarda Mükemmel Potansiyel var ve kullanamıyorlar çok yazık hemde ne yazık...+

Share this post


Link to post
Share on other sites

karakteri bozulmuş TC Milleti demişsin,bu sözünü geri almanı tavsiye ediyorum.

Hakaret ediyorsun düpedüz bütün millete!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Heyecanlı ve akıcı hitabeti ve pervasız uslubü ile dikkat çekici bir yazar...Zaman zaman çok iyi noktalara temas edip takdire değer şeyler söylüyor, bazen yüzeysel ve basit değrlendirmelerle bana göre hatalara düştüğü oluyor...Hemşehrim ama bence bir yekpare bir fikriyata, inanışa ve istikamete sahip değil...En son Ergenekon operasyonuna tenkit edici yaklaşımı ile bunu ispat ediyor...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Demek bu adamı dinledikten sonra ne dediğini anlayabilen zeki arkadaşlarımız varmış. Şaşırdım. Ya da kendime mi şaşmalıyım zira sky türk' te yaklaşık 30 dak. seyrettim nerden girdi nerden çıktı ne demek istedi şimdi bu adam diye soruverdim kendime. Zihnimde sadece el-kol hareketleri, jest ve mimikleri kaldı bir de inişli çıkışlı ses tonu.

Lüzumsuz mübalağa diyebilirim kensi için...

Kendisini haz etmememin en büyük nedeni vefasızlık ettiği A.Turan ağabeyine laf etmiş olması. Ayıplıyorum kensni ve sevmiyorum. Zaman zaman terbiyesizleştiğini ise hiç mevzu etmiyorum bile hele de elini öpüp alnına koyması gereken hocalar(!) hakkında!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

NİHAT GENÇ'İN BARAN DERGİSNE VERDİĞİ RÖPORTAJ:

 

 

 

Biz, Dünyayı Şekillendirmiş

Müslüman Bir Geleneğin Çocuklarıyız.

 

Malûm, Recep Tayip Erdoğan Madrid’te bir açıklama yaptı; “türban siyasî bir simge olsa ne olur!” Biz bu açıklamayı, Amerika’nın varlığını realize etme, meşrulaştırma, Anadolu’daki işgâli görünmez kılma olarak görüyoruz, karşı duruyoruz… Siz ne diyorsunuz?

 

Ben o kadar derinden bir şeye, tahlile girmiyorum. Ancak, türkiye’deki muhafazakâr hareketin; “muhafazakâr demokrat” hareketin, Adnan Menderes’ten bu yana aldığımızda; Süleyman Demirel’lerin, Tansu Çiller’lerin ve sonra Erbakan ve sonra da Tayip Erdoğan hükümetinin –ki, Erbakan’ı dışarıda bırakmamız lâzım- Türkiye’deki İslâmî sıfatlarını Amerika’yla çok rahat masaya yatırdıklarını biliyoruz!

 

Evet!

Biz, tarihimiz, Büyük Selçuklu, Abbasi, Anadolu Selçuklu ve Cumhuriyet Türkiyesi Müslüman bir ülkeyiz. Bu Müslüman ülkenin, “ne kadar müslüman” olacağımız, ne kadar olmayacağımız, “nasıl olacağımız”, nasıl olmayacağımız, bu topraklarda yaşayan insanları ilgilendirir.

Çok tarihî; iliğimizi, omiriliğimizi, beynimizi ve kalbimizi ilgilendiren “müslümanlık” gibi bir sıfatın, siyaset arenasında ve uluslar arası diplomatik ilişkilerde gündeme gelmesi, parti başkanlarının bunu, emperyalistlerle oturup masada konuşması; “ılımlı-ılımsız” diye, bilmem ne diye tanımlar koyması, zaten başından terbiyesizliktir!

 

Ve, Türkiye’nin –biliyorsunuz- daha önce de, 4-5 yıl önce de Irak’a girerken Amerika, “Türkiye’nin bir model olması”, “Ortadoğu’ya bir model olması” ve bu modelleri “Büyük Ortadoğu Projesi”nin bir parçası olması gibi. Başkaları bir “dünya oyunu” oynuyor, size de oynadıkları bu dünya oyununda avcı köpekleri gibi, Tazı rolünü veriyor; yakalaması için, sizin falan “koku alma” duyarlılığınızla oynuyor, sizi “biyolojik bir ırk” diye görüyor. Biyolojik!.. Size diyor ki; “Türk”, “Fars”, “Kürt”! Sonra sizi, mezhep sıfatları veriyor, diyor ki size; “Şiî”, “Sünnî”!.. Ve, bütün bunları Batılı gazeteler, bu kavramları geliştirerek size “rol” veriyor.

Biz, tarihin ilk gününden beri, dünyanın bütün “büyük meydan savaşları”nda varız. Dünyayı şekillendirmiş, büyük ve Müslüman bir geleneğin de çocuklarıyız!

 

Doğu’dan Batı’ya; Fas’tan Kazakistan’a, Fas’tan Endonezya’ya… Bütün bu coğrafyalarda, kültür, bilim, sanat, tarih, devlet, hepsinde varız! Ama şimdi, bizi, Orta Afrika’da 60’lı yıllarda “bağımsızlığına kavuşan” Kenya gibi, Kongo gibi, Zaire gibi, Namibya gibi bir ülke konumuna düşürüyor, sorduğunuz sorudaki “baş rolü oynayan” sayın Recep Tayip Erdoğan!

 

Bizim de itirazımız bu noktadadır… İtirazımız siyasî bir noktadadır… Biz, bugünkü siyasî hükümetin “müslümanlığından” şüphe duymuyoruz. Ancak, siyasete öyle âlet oluyorlar ki, biz de; “bu nasıl müslümanlık, bu nasıl ahlâk” diye, siyasî olarak masaya yatırıyoruz. Bütün kuşkularımızı masaya yatırıyoruz!

Ben, bu topraklarda, yani “misak-ı millî” dediğimiz, işte 70-80 bin kilometrekare olan bu toprakların bize bir emanet olduğunu düşünüyorum. Bu emaneti biz, ölene kadar korumamız gerektiğini düşünüyorum. Emperyalistlerin bu toprakları sömürmesine karşı, bölmesine karşı, kim olursa olsun. Desinler ki; “Türkiye’de eşcinseller iktidar olur” Başımın üstüne! Desinler ki; “Fetullah hoca iktidar oldu” Başımın üstüne! Kim olursa olsun! Toprağımı koruduktan sonra; bu türbeleri, bu camileri, bu sokakları, bu tarihi koruduktan sonra, kim başıma geçerse geçsin! Yani benim siyasî bir muarızlığım yok; toprağımı, insanımı, kim iktidara gelirse gelsin. Ama, masaya oturdukları insanlar -yani uluslar arası siyasette Bush diyelim-, parsalar çizen insanlar. “Buradaki arsaları çizeceğim!” diyor, bu “arsaları” bize gösteriyor! Gidiyor PKK ile işbirliği yapıyor, ya da buna benzer şeyler yapıyor. Ya da, hepsini bir kenara bırak: Bir Milyon Müslüman öldürüyor!

 

Irak’ta!

Bir de tabiî Afganistan’ı var, Sudan’ı var, Orta Afrika’sı var, bilmem neyi var…

 

İslâmî bir kimliği olan Tayip Erdoğan, 3 milyon müslümanın katledilmesine destek çıkıyor! Ve bunu İslâm adına yapıyor ve 1 Mart teskeresine de, “bana ‘hayır’dır!” diyebiliyor… Tam “misak-ı millî”.

Destek çıkmıyor ve susturuluyor. Ciddi bir şekilde susturuluyor ve bu da o anlama geliyor yani. Tabiî dolaylı...

 

Yani, bu dolaylı bir destek… “Misak-ı millî”den bahsettiniz. Sayın Genelkurmay Başkanı Amerika’da bir açıklama yaptı; “1919 şartlarındayız” dedi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabi “misak-ı millî”yi biraz şey yapmamız lâzım; “misak-ı millî”bizim resmi sınırımızdır. Bizim Kırım’da toprağımız var, bizim Bosna’da toprağımız var,

 

Yok, şu ândaki…

Biz, bu “hinderlandımızdaki”, bu, Osmanlı’dan kalan bütün bu Müslümanlar, bizim öz be öz arsamızdır! Bizim “Kalbimizin arsası” diyelim. Ve biz onlarla, ayrım-gayrım demeden, dünyadaki bu büyük siyasî arenada birlikteyiz yani. Ancak şüphesiz ki, “resmi sınırlarımız” budur, dünyaya, Birleşmiş Milletler’e tescil ettirdiğimiz sınırlar budur. Siyasî hükümette resmi sınırlarının ve Lozan’dan gelen haklarıyla konuşurlar. Ama biz “yazarlar”ız. Yazarlar olduğumuz için biz, Fas’daki insanlar, Kuzay Irak’daki insanlar, kardeş gibi, beyin haritamızdadır, yürek haritamızdadır. Biz, bu harita için çalışıyoruz. Bunu da söylememiz lâzım.

 

Evet…

“1919 şartları” lâfını Genelkurmay’ın etmesinden önce; Genelkurmay bir yıl önce, bizim de şaşıracağımız kadar çok sert lâflar etti! Biliyorsunuz, biz, “soğuk savaş” yıllarında Amerika’nın karakolu ya da Amerika’nın köpeği, işte ya da NATO üyesiydik. Ve, askerimiz de “Amerikancı”ydı, askerimizi NATO eğitiyordu. Biz de “soğuk savaş” yıllarında askerimize iyi gözle bakmıyorduk, “bunları Amerika yetiştiriyor” diye… “Soğuk savaş”dan sonra çok büyük dengeler değişti. Bu dengelerin nasıl değiştiğini herkes hemen hemen biliyor. Ancak ülkemizde, Amerika PKK’yla işbirliği yapıp ya da Kuzey Irak’la işbirliği yapıp, burada “tuhaf” oyunlar oynamaya başladı… Bunun neticesinde Genelkurmay Başkanı şöyle bir cümle etti: “PKK örgütünün, ya da PKK eylemlerinin arkasında Amerika vardır!” gibi. Bunu ya bir yıl önce, ya da iki yıl önce etti. Ve bunu defalarca tekrarladı… Bu çok anlamlara geliyor bu lâflar. Sizin de sorduğunuz lâfları yan yana koyduğumuzda, çok anlamlı geliyor. O da şu anlamlara geliyor; “Türk Ordusunun artık…

 

“Kimsesi yoktur”(gülüşmeler)… Tek başına…

Amerika’ya karşı bu kadar sert lâflar edilmesi demek, ya işin zıvanadan çıktığını ya da çok büyük bir yalnızlık yaşadıklarını… Ya da, Dünya’da yeni bir şekil oluşuyor, biz yazar ve çizerlerin, siz gazetecilerin bu şekli anlamamız gerektiğini. Yani, bizim de Ordu’ya karşı tavrımızı bir anda; “nasıl oluyor da, NATO’dan eğitim almış, NATO’yla 50 yıl yan yana müttefik olmuş insanlar, bugün, NATO’nun başındaki Amerika’ya karşı bu kadar sert lâflar edebiliyor”. Bu da gerçekten, Irak Savaşı sürecinde Amerika’nın, Condoleezza Rice’ın, sonra Powell’ın, hepsinin dile getirdikleri, “bu haritalarla oynayacağız!” lâfının arkasındadır. “Haritalarla oynamak” demek, tabiî ki bizim haritamız Lozan’la başlar ve Lozan’ın altına inmek demek. Tabiî ki bunu kastediyorlar!

Bir de şöyle düşünün; Genelkurmay gibi bir yerde oturan insanlar, bir “militan ağzı” kullanamaz ya da hayalî bir dille konuşamaz ya da bizim gibi serzeniş ve hezeyan dile getiremez. Söyledikleri resmî bir söylevdir ve bu çok ciddî bir şeydir bence. Türk aydınları bu kadar ciddi bir şey görsünler istiyoruz. Ordu’yu… Bak, biz dünyada hiçbir yerde… Biz yazar insanlarız. Bütün tarih boyunca ve bütün coğrafyalarda biz, militarizme karşıyız. Her şeyin, siyaseten her şeyin; yazarların, çizerlerin ve aydınların ve politikacıların yapmasından yanayız. Ancak şimdi taşlar karıştı, bu taşların açığa çıkması, netleşmesi -yani sağ-sol kavramları, ileri-geri hepsi, ittifaklar- bir 20-25 yıl uzadı. Biz şimdi, bir 20-25 yıl sağlıklı yol alabilmemiz için, şimdi, Ordu’nun da olduğu yeri iyi anlamamız lâzım. Ancak, biz böyle konuşurken bazen, aklıevveller ya da cahil insanlar, “soğuk savaş”ı çözümlememiş insanlar; “siz ordunun yanındasınız” gibi, belki de tüm konuşmaları boşa götürecek bir cehâlet içerisinde. Onun yüzünden, bunları da çokca parantez açıp belirtmek lâzım.

 

Peki, çelişki yok mu Nihat Bey; “1919 şartları”nı telaffuz etmek, öte yandan da açık istihbarat almak ve bundan övgüyle bahsetmek. İşte, BBG evleri olarak tavsif etmek “devlet ciddiyeti”yle bağdaşır şeyler mi? Bir çelişki görmüyor musunuz?

Yani nasıl meselâ? Şimdi şurda şöyle bir şey var –ha tamam, anladım sorunuzu-, şöyle bir şey var… Bir açık istihbarat verildiği söylendi ve bu açık istihbarat söyleminden sonra medya -özellikle Hürriyet Gazetesi-, Amerika’ya karşı yeniden büyük bir dostluk pekiştirmek için manşetler atmaya başladı. Artık Türkiye’de şunu öğrendi; artık Amerika’ya ve “soğuk savaş” yıllarına asla geri dönmeyeceğiz. Dönmemek için biz mücadele vereceğiz. Ancak diplomatik olarak “Dünya’ya kapanmak” mümkün değil. Biz “suçlular” antlaşmasında, güvenlik antlaşmasında, “hava” antlaşmalarında, uluslar arası antlaşmalara bağlıyız… Bu insanlar, meselâ, ülkede bir Amerikalı’ya tehdit olduğu zaman uluslar arası bilgiyi onlara vermek zorundayız. Onlar da bize vermek zorunda, çünkü onlar ne yaptılar; terörü Dünya’nın birinci sırasına koydular kendi gündemlerinde. Birleşmiş Milletlerin, Amerika’nın siyasal gündeminde “terör” birinci sıraya geldi. O yüzden terör, herkese karşı bir hareket; bize karşı da, onlara karşı da. Bu konuda biz, birbirimize karşılıklı istihbarat ve bilgiler vereceğiz. Ne kadar verildiğini de bilmiyorum işin doğrusu, böyle bir hikâye geziyor. Ancak istihbarat normaldir yani. Şimdi sizinle çay içmemiz çok normaldir. Bu, sizinle evlenmemiz, sizinle kanka olmamız, sizinle dost olmamız anlamına gelmez.

 

Ama, şöyle bir şey yok mu yâni:1000 yıldır bu topraklarda olan bir ülkenin, 3 yıl öncesinde Atlantik ötesinden gelenlerden istihbarat desteği almasında bir…

Tabi! Şimdi buradan şu neticeye çıkacağız; yalnız, şimdi, burada bileceğiz ki, Amerika dün PKK’nın yanındaydı, bugün güyâ açıkistihbarat veriyor, üç ay sonra tekrar karşı tarafta olabilir. Bu hepimizin bilgisinde ve böyle görmemiz lâzım! Yâni, argo bir tabirle “soğuk savaş” yıllarındaki gibi kucağa …. Bizim de dikkat etmemiz gereken budur. Uluslararası haklarımız var. O haklar nedir; işte gümrüklerin kontrolüdür, suçluların alışverişidir. Teröre karşı mücadelede sen de eşek gibi bana yardım edeceksin! İşte adam istiyor, “uçakları şurdan geçirelim!” diyor, “El Kaide’nin listesini ver bana!” diyor. “İç güvenlik antlaşmaları” yapıyorsun, o hâlde, bize dâir de antlaşmalar yap, biz de onlardan bilgilerimizi alacağız.

E, şimdi tabiî Amerika, bu istihbarat konusunda, Avrupa’yı dize getirdi. Bize uyduları koydu, dinleme uydularını koydu, İran’a ayrı bir uydu, Avrupa’ya ayrı bir uydu… Avrupa’ya diyor ki; “bütün istihbarat bilgilerini bana vereceksin!” diyor, “başka kimseye de vermeyeceksin”. İnternet, bilgisayar, cart-curt ne varsa Avrupa bağımsız… Ne bağımsızı! Avrupa Amerika’ya bağlı bir yer, artık bu ortaya çıktı! Amerika dünyadaki savaşı yönetecek, Avrupa Topluluğu da dünyadaki ticarî standartları ve markaları ve onların hukukî şeylerini üretecek.

 

Ahlâk!

Burada, “ekonomik ahlâk” yönetecek diyelim, “evrensel ahlâk”… İşte “İfâde özgürlüğü”, “özgürlükler”, “demokrasi” demek -“seyahat özgürlüğü” de var- aslında, o mallara tüm dünyanın açılması demek ve bunları yöneten büyük kurumlar, Standard kurumları -hani denir ya-, yani bu ahlâkı yöneten kurumlar Avrupa’dan çıkıyor. Amerika savaşı yönetiyor, bunlar da markaları ve standartları yönetiyor! Ve böylelikle, istihbarat bilgisini Avrupalı onlara veriyor, onlar da Avrupa’nın bir çok dediğini yapıyor. Niye yapıyor? Diyor ki; “serbest rekabet esasdır”, piyasalar bunlardır, şu şirket birleşecekse yasaları biz belirleyeceğiz. Hâlbu ki, Amerika bu konularda fazla tereddüt etmiyor. İşte, geçenlerde, “General Electric”in birleşmesine karşı çıktı ve kazandı.

Ben eskiden solcular demişti; “Avrupa birleşirse”, işte “Avrupa yan yana gelirse” Amerika’ya karşı güç olacakmış… Nah güç olacakmış! Aha işte, ikisi yan yana geldi!

 

Peki bu noktada, Amerika’daki ekonomik kriz ile ilişkili, bunun tezahürlerini sorayım… Nasıl değerlendiriyorsunuz?.. Bu çerçevede Irak’daki savaş?.. Kendi lehine bir nizam tesis edebildi mi Amerika?

Şimdi bizim, önce ben size şunu söyleyeyim; bu krizler iner, çıkar, gelir ve gider, ölçekleri konusunda kimse erkenden bir şey diyemez, biz de bizde bir şey diyemeyiz. Bu kriz neden büyük? Bir patlama bekleyen muhalifler var. Ben onlardan değilim. Bizim düşüneceğimiz şey başka bir şeydir. Biz bakış açımızı değiştirmeyiz. Bizim bakış açımız şudur: Topraklarının madenleri vardır, petrolü vardır, doğalgazı vardır, Türkmenistan’ın, İran’ın, bizim, Kazakistan’ın… Bu topraklardaki madenlerin dünya piyasalarında, bire bir ilişkilerinde, namuslu ilişkilerde, sömürge ilişkileri içerisinde daha hakkaniyetli değerlendirilmesini sağlamak. Birinci siyasetimiz budur. İkinci siyasetimiz, buna bağlı olarak tam yanında buna bitişik siyasetimizde topraklarımızı bir Amerikalı firma nasıl Fransızla ticari ilişkide bulunuyorsa bizde de öyle bulunsun. Yine sömürü ilişkisinin dışında. Topraklarımızı babalarının malı gibi kullanma alışkanlıklarından vazgeçirmek. Bunlar Afganistan’ı, Irak’ sildiler, Orta Afrika’da neler yapıyorlar? Daha Afrika’ya giremedik. Ve bu gösteriyor ki bunlar bizle hukukî, serbest piyasanın gerektirdiği küreselleşmenin gerektirdiği bir hukukî alanda mücadele etmiyorlar. Olduğu gibi silahlarıyla, toplarıyla geliyorlar, geldiler. Şimdi biliyorsunuz etik küreselleşme diye bir kavram var. Nedir bu etik küreselleşme? Diyelim ki Fildişi Sahilleri iki yüzyıl mal koymamış, can koymamış, siyaset koymamış. Bu insanların küresel bir dünyaya bağlanmaları mümkün değildir. Böyle bir güçleri yoktur. Onlara gümrüklerde belli bir indirim oranı sağlanması lazım. Onların dünyadaki yasaları bilmeleri için dünyaya entegre olmaları için belli bir bilişime ihtiyaçları var. Yasal, polisiye, güvenlik iç içe bunlara ihtiyaçları var. Bunlara yardımcı olmak lazım. Ama bu arada eski sömürge ilişkisini devam ettiriyorlar. Hatta o ülkelerde siyasi bir iktidarın olmayışı hoşlarına gidiyor. Etik küreselleşme kavramı bire bir ilişkilerle yan yana gelir. Nasıl hani feminizm hareketinde vardır ya kadınlara pozitif ayrımcılık… Bunlara bunu vermemiz lazım. Fransa ekonomisiyle Fildişi ya da Zaire baş edebilir mi? Edemez. O halde karşılıklı olarak onun da malları, kalitesi standartlarında bu anlayışı gündeme getirmek. Bunlar hiç olmadığı gibi, toprağa da bizati geliyor. Ben çok tehlikeli şeyler söylüyorum size. Yani bunları şimdi kendi kafamdan uydurup söylüyorum. Kendi kafamdan, çünkü bunların mantıki bir düzeni de var. O da şudur: Şimdi bakın, General Elektrik bizdeki nükleer santrallere talip oldu. Ve nükleer santraller dünyada sıfırlanırken Türkiye’de bir hıza geçti ve atağa geçti. Şimdi ben burada kendi kafamdan söylüyorum, okumalarımdan söylüyorum. Türkiye’de bir nükleer tesis yapılacak ve bu nükleer tesisin artıkları ortaya çıkacak. Ve bunların, nükleer tesislerden çıkan atıkların gömülmesi Türkiye’nin işi. İşte, Tuz Gölü’ne atıldı, kavgalar, tartışmalar başladı. Ne kavgalar var, işin içine bir girin bakın, atıklar için ayrı, nükleer için ayrı. Şimdi burada General Elektrik’in devreye girmesi benim aklıma şu soruları getiriyor. Amerika’nın bu atıkları General Elektrik vasıtasıyla Türkiye’ye gömdürse, gömülebilir. Şimdi bizim kendi atıklarımızı General Elektrik yükleyecek. Yüklerken gemilerle getirdiği bu atıkları oraya koyarsa, bunu kim görecek, kim anlayacak, kim hesaplayacak? General Elektrik dedi ki “ben motorlarla parça getirdim, iş getirdim, başka bir şey getirdim.” Yani bunlar anlaşılır şey değildir. Burada her türlü kuşkuyu üretmemiz lazım, her türlü şüpheyi de üretmemiz lazım. Mesela, Amerika’da gömemiyorlar, koskoca dağın altına da gömemiyorlar, Amerika ayağa kalktı. Buna benzer batılılarla ticari ilişkilere artık biz normal bakmıyoruz. O kadar kandırılıyoruz ki…

 

Sömürgeci uç unsur olarak…

Tabii, bize bir köle gibi davranıyorlar. İşte, 301’de bunu görüyoruz. Avrupa’nın her tarafında var, bende olmayacak. Ne demek bu? Böyle bir anlayış Türkiye’de özgürlük. Bu köle özgürlüğüdür. Beyefendi puro içer ses yok, beyefendi bacaklarını uzatır ses yok, beyefendi istediği filmi seyreder ses yok ama bu hakları köleler almayacak. Siz uzanamazsınız, siz yürüyemezsiniz, siz konuşamazsınız, siz devlete şunu diyemezsiniz. E, sen diyorsun ve buna özgürlük diyorsun. 301 hepinizde var. O zaman diyor “sizin hâkimlerinizin uygulaması yanlış.” Tam hukuka karşı tecavüz. Ne yapacakmışız? Hâkimlerimiz bunu uygulamayacakmış. Bu yüzden Orhan Pamuk davasında ne yaptılar? Telefon ettiler hâkime, şimdi Yargıtay’dan geri döndü. Ne demek hâkimlere telefon etmek? Bir yasa var ama bunu hâkimler uygulamasın. Yasa olsun diyor ama uygulamayın. Bu saçmalıkları da özgürlük diyen adamlar yapıyor, ikinci cumhuriyetçiler, Avrupacılar, neo-liberaller…

 

Türkiye’de Amerikan düşmanlığı yüzde 87’lerde. Dünyada en çok Amerika’dan nefret eden ülke Türkiye fakat en Amerikancı hükümet yine Türkiye’de, en Amerikancı medya Türkiye’de. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani şunu unutmayalım ki hem İsrail’in hem Amerikan’ın Türkiye’deki deneyimleri, tecrübeleri sizden, bizden fazla. Tayyip hükümetinden de fazla. Benim şahsi düşüncem, okumalarımdan şunu görüyorum ki 60’lı yıllardan itibaren 63-64’ten sonra İsrail istihbaratı Türkiye’ye yerleşiyor. Çünkü 63’ten sonra bizim devletimizin Ortadoğu’ya bakışlarında çok büyük bir değişiklik oluyor. 60’lı yıllarda çıkan Ortadoğu diye bir dergi var, stratejik bir dergi. Bu dergi 1970 yılına kadar falan çıkıyor. Bu dergideki yazıları iyi takip ettiğimde aldığım netice budur. Irak’a, Suriye’ye kardeş diye bakan, Müslüman geçmiş-ortak kültür diye bakan bir devlet birden ters bir tarafa doğru dönüyor ve hatta derginin yönetimine İsrail yanlısı şimdiki İlhan’ın babası, İlhan Çevik’ler geliyor. Ve ondan sonra Türkiye, 67 Arap-İsrail Savaşı oluyor biliyorsunuz ki Arap dünyası orada bitiyor, Arap tarihinde büyük bir nükleer bomba etkisi yaptı, Hiroşima etkisi yaptı ve dağıldı. Çünkü kendine güven parçalandı. Tarihte yetiştirdikleri Cemal Nasır gibi bir adam gitti yani milliyetçilik gitti. O zamanlar İslâmcılarla Amerika’nın arası iyiydi, neyse bunlar uzun hikâye. Amerika’nın ve Türkiye’nin iç güvenlik ve dış güvenlik konularında sarmaş-dolaş Türkiye’yle ilişkileri, NATO düzeyinde ilişkileri, başka türlü ilişkileri. Bütün bunlar bize şu tecrübeyi gösteriyor: Oturduğumuz, kalktığımız her yerde çok ciddi bir Amerikan istihbaratı, İsrail istihbaratı vardır. Biz bu ülkenin çocukları olarak bu gerçeği fazla paranoyaya götürmemiz gerekmiyor ama bu gerçeği de bilmeden hiçbir şey yapmayalım. Bu ciddi bir şey. Her şeyin arkasında sabotaj var geleneğine ben karşıyım. Ancak burada…

 

Bir realite var…

İsrail geleneğinin hem askerimizde hem İçişleri Bakanlığımızda olduğu açıktır. Bunun risklerini şahsen göstermek mümkün değil mesela Sinagog baskınının hemen sonrasında İstanbul sokaklarında teftiş yapan polislerin İsrail’den apar-topar geldiğini görüyorduk yani. İncelemeyi bile onlara yaptırıyoruz. Ya da Papa Türkiye’ye geldi. Türkiye Papa’yı rahat ettirecek büyük bir istihbarat gücüne sahip değil, güvenlik gücüne de sahip değil. Ama Papa Türkiye’ye geldiği zaman tahmin ediyorum, bu da benim mantıki uydurmamdır, Papa’nın güvenliği İsrail istihbaratına verildi. Papa bize güvenerek buraya gelemezdi.

 

Evet… 1967 yılından sonra Arap dünyasının dağıldığını söylediniz, doğru bir tespit. Biz bu noktada Saddam Hüseyin’in şahadetini sormak isteriz. Şahadetinin birinci yıl dönümünde Saddam Hüseyin, Carlos’un ifadesiyle Arap dünyasının “Son Şövalyesi”ydi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 1991’den itibaren gelen süreci değerlendirsek bir bütün içinde Saddam Hüseyin’in konumunu. Anti emperyal bir şekilde Amerika’ya kafa tutuşunu ve şuurlara alternatif vermesini.

Şimdi biz, Ortadoğu’da şeyhlikler, krallıklar, diktatörlükler, bu tür tanımlamaları yaparken çok dikkatli olacağız. Bunlara kahraman, şövalye gibi isim verirken de düşüneceğiz, başka türlü şeytan denirken de düşüneceğiz. Nereden bakarsak bakalım bugün Saddam Hüseyin’den sonra bugün ne yaptılar? Bu lafı ilk ben söyledim, kendi televizyonumda. Irak beş parçaya bölünecek. Şimdi beş parçadan da çıktı. Irak aşiretlere teslim edildi. Artık iflah olmaz bir yere geldi. Yani Ortadoğu’nun feodal günlerine geri dönüyoruz. Aşiretlere silahlı güç de verilmiş, aşiretler kendi korumalarını kendileri yapıyorlar. Bu da Irak gibi kozmopolit, karmaşık mezhepler, kültürlerle, kabilelerle dolu bir yerde iktidarı genç bir Baas rejiminin alması, yönetmesinin zorluğunun ortada olduğunu artık herkes anlıyor ve görüyor. Bakın siz yönetemiyorsunuz. Dünyada demokrasiniz var, parlamentonuz da var, her şeyiniz de var, dünyada büyük konferanslar yapma hakkına sahipsiniz, Birleşmiş Milletler de bu işi çözmeye çalışıyor ama Irak’ta bir huzur, bir düzen yapamıyorsunuz. Buradan şu çıkmasın; bu işi diktatörlükle yaparız anlamı çıkmasın. Ancak Irak ve Saddam sizin dediğiniz kadar iyiydi. O çıkıyor ortaya. Burada Ortadoğu topraklarında Amerikalılar Saddam’la oynadılar. Çok açık oynadılar. İran’a karşı oynadılar. Bu oyunlar bitmeyecektir. Şimdi Arap şeyhleriyle oynuyorlar işte küçük şeyhler… Bir milyon Iraklı insanı öldürmüşsün ve gelmişsin bu şeyhlerle dans ediyorsun. Televizyonlarda bir hafta önce gördük. Iraklı şeyhlerle, Suud şeyhleriyle çok rahat oynayabiliyor. Bence bu oyundan kurtulabilmenin yolu şöyle; bu ülkelerdeki şuur, hepimizin şuuru şöyle olmalıdır; Kardeşim, yabancılar sizin toprağınıza giremez, yabancıları burada konuşturmayın. Yabancıları sadece konuşturmayın, yabancıların tanımlamalarıyla da konuşmayın. Şimdi sizdeki öfke, bana soru sorarken içine koyduğunuz sıfatlardaki öfke, sanıyorum ki öfkenin bu kadar sert olmasının sebebi, herkes yabancıların tanımlamalarıyla konuşuyor. Sünniler diyor, Şiiler diyor, “Saddam zalimdi ve şeytandı” diyor, ona karşı bir öfke. O yüzden yabancıların tanımlarıyla konuşmayalım. Burada İsrail ve batı medyası bizi, dikkat edin son elli yılda bir takım Sünni-Şii, Türk, Fars, Arap gibi konuşturmaya başladı. Ve böylelikle kimliğimizi paramparça etti. Bizi bir Balkan coğrafyasına, bir Kafkas coğrafyasına döndürmeye çalıştı. Bu konuda uyanacağız. Şimdi size küçük bir tarihi not vermek istiyorum. Endülüs’e ilk büyük komutan olan Abdullah geldiği zaman Fransa Paris önlerinde savaştı. Paris önlerinde savaşırken ilk büyük direniş geldi orada Tunus’tan. Bu direniş, Almanya-Fransa-İtalya hiçbir zaman birlik sağlayamadıkları halde Endülüs’te Abdullah’a karşı birlik gösterdiler. Çok sonrada Osmanlı akınları geldiği zaman bunların yine sürekli bitmeyen 30 yıl, 50 yıl, 100 yıl savaşları vardı. Beylikler birbirinin başını kesiyordu. Ama dünya imparatoru olmuş, hem Timur’a hem Cengiz’e, ya da Osmanlı’ya karşı, Endülüs’e karşı bunlar bir birlik sağladılar. Çok zayıftılar bunlar ama dışarıdan gelene karşı Avrupa bir birlik sağladı. Bu birliğin meyvesini de 300-400 yıl sonra gördüler. Yani Belgrad’daki, Viyana’daki ya da Endülüs’e karşı bu birliğin meyvesini 400 yıl sonra gördüler. Ve bana sorarsan bin yıl sonra yediler. Niye? Nihayetinde en zor günlerinde birbirlerine sarıldılar, biz çekildikten sonra tekrar krallıklar, beylikler, Saksonya, Franklar, Galler birbirine girdiler. Kutsal gama, Papa, bitmeyen kavgalar. Fakat dışarıya karşı beraber oldular. Biz de büyük bir emperyal gücün silahları karşısında yalnızız.

 

Amerika ortak düşman.

Amerika, İsrail, Avrupa tezgâhları var. Burada yapacağımız tek şey bunlara karşı birlik olmaktır. Ben, İran’daki şu andaki iktidarı beğenmiyorum ama Avrupa’ya ve Amerika’ya karşı onu tutuyorum. Toprağı tutuyorum, onu söylüyorum ben. Bu çatışma benim iç çatışmamdır. Onlara karşı birlik beraberlik, hepimiz böyle. Şimdi o yüzden Ortadoğu’daki siyaseti de böyle kuruyorum. Kim Amerika ve batıya karşı direniyor, sadece direnmesi demek silahla direnmesi demek değil düşünerek de, ideolojik olarak da, aklı başında olarak da… Bütün bu direnişlerin yanında olacağız. Ama konuşmamın başında da söylediğim gibi batılıların kullandığı tanımları, argümanları, kavramları kullanmayacağız. Bugün en solcuya, sosyalist diyenler bile Türk, Fars, Şii bilmem ne… Tanımdaki bozukluğa bak!.. Kerkük’e geliyor “Türk Kürt” diyor. Bağdat’a geliyor; “Sünnî” diyor, “Şii” diyor. Niye? Burada da Şiiler, Sünnîler Kerkük’te… Çünkü Kerkük’te Şii dese, Türklerde Şii… Buradan bölemiyor. Burada öyle bölüyor, orada öyle bölüyor. Her yerde bölüyor…

 

Mağlubiyet zihinlerde başlıyor.

Tabi, ben size Pakistan haritasını göstereyim. Belucistan, Veziristan’ı, bütün buralardaki madenleri, bütün buralarda nasıl bir kimlik tanımlamaya çalışıyor. Neyse…

 

Tam burada Pakistan’ı telaffuz ettiğiniz noktada, Butto’yu sormak istiyoruz? Butto’nun öldürülmesinin Amerika’nın dengelerini sarsacağını düşünüyor musunuz veya nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bu sorunun altından kimse kalkamaz. Belki Orta Doğu’daki sorunlar bitecek ama oradaki sorunlar bitmeyecek. Sebebi, Pakistan’la Afganistan sınırı –ki bu sınır Türkiye’nin en büyük sınırından daha büyük bir sınır- Pakistan’ın kuruluşunda buralara özerklik gibi bir şey verildi. Sınırı çizemiyorsun. Giriş-çıkış… Yüz binlerce kabile... Peştun, Pencap, mezhebi ayrımlarda ayrılığı, kısmen İranlı da var. Ve burada 20 yıl süren Afgan Savaşı’ndan sonra sınırın inşa edilemeyeceği ortaya çıktı. Ve burada esrara, uyuşturucuya dönük, uluslararası mafyaya dönük bir sürür sistem ortaya çıktı. Ayrıca bunların geleneksel dayanışmaları var. “Kendi kendimi yöneteceğiz” diyorlar. Ayrıca El-Kaide bütün bu boşluğu çok iyi kullandı ve bu boşluktan Amerika’ya kafa tuttu. Suudlar El-Kaide’yi destekledi. Suudlar Pakistan’ı destekledi; Pakistan El-Kaide’yi destekledi. Sonra bu tam tersine döndü. Fakat o arada başka bir şey oldu. Asıl olan ve bizi de ilgilendiren şey, Amerika Pakistan’daki medreselerin kapatılmasını istedi. Niçin? Şimdi bu medresedeki talebelerin El-Kaide ve Taliban’a katılması… Bu benim için çok tehlikeli bir şey… Ben Müslüman okullarını niye kapatayım kardeşim? Kurân-ı Kerim okunan bu yerleri niye kapatayım? Orada başka bir tahrip var. Bu medreseler yaşayacaklar. Bu medreselerin geliştirilmesinden yanayız. Bu medreselerin dünya siyasetini öğrenmesini, sosyoloji öğrenmesinin, felsefe öğrenmesinin, dünya bilimlerini öğrenmesinden yanayız. Mücadelemiz de budur. Ama bir ülke niçin Kur’an okumaktan vazgeçsin? Bu saçma sapan bir şeydir. Çünkü Türkiye’deki cumhuriyet geleneği ordu geleneğidir, kuvay-ı milliyeden çıkmıştır bu. Ama Pakistan’ı kuran düşünce Müslüman düşüncesidir. Niye? “Biz Hindularla ayrı bir din içinde aynı oturamayız” diye kuruldu. Ben mesela Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılmasını istemem. Ben böyle bir şeye taraftar değilim. Şahsi düşüncemi sorarsanız ayrılmasaydı, karışık yaşamaları bir bütün… Çünkü biz dünya diniyiz, herkesle yan yana yaşayacağız kardeşim! Dindar bir devlet kurulması benim çok onayladığım bir şey değildi. Ayrıldıysalar demek ki şimdiki devletin temeli Kur’an, din, İslâm. Nasıl bizde Mustafa Kemal ve cumhuriyet devrimleri esassa orada da Müslümanlık esas… Şimdi sen gelmişsin “bunları kapat” diyorsun. Bu şu demek: Amerika’nın Türkiye’ye gelip “Kara Kuvvetlerini, Hava Kuvvetlerini kapat” demesi gibi bir şeydir. Çünkü kuruluş esası bu. Ve bu tartışmalar da çok sürecektir. Bu tartışmanın altından kimse de kalkamayacaktır. Ancak orada da ne edip edip, şu anda şeyde bekleyen o Belücistan’da, Veziristan’da, o büyük madenler, o büyük bilmem neler, bütün bunlarda toprak parçaları bölünmesin. Pakistan’da birlik, düzen karışmasın. Buna mücadele edeceksiniz. Burada da Pakistan’ın birliğinden kim yanaysa, birliğinden yana olan bu gücün Amerika’ya karşı direnişinde çok stratejik hesaplarımız olacak. Çünkü niye? Aynen Türkiye gibi Pakistan büyük satış yeri. Hindistan’la Çin kavgası vardı, Çin Pakistan’ı tutuyordu. Fakat Pakistan’ın en büyük gücü Amerika’ydı soğuk savaşta. Şimdi Amerika gitti, Hindistan’la milli düşmanla işbirliği içine girdi. Şantaj masası dağıldı. Ben diyorum ki bu şantaj masasının yeniden toparlanması 20-30 yıl sürecek. O yüzden biz bu 20-30 yılda kendi düzenimizi kaybetmeyelim. Müslümanlarla diyalogumuzu, kardeşliğimizi… Hiçbir şekilde ne olursa olsun Amerika tarafında yer almayalım. Ama orada bizatihi Butto’yu kim öldürdü sorusunun cevabı yok. Bunu kimse de bulamaz. Ama burada ciddi bir şey var şimdi. Bir yanda biz faali meçhul siyasi cinayetleri, kontrgerilla, tüm bunları okuduk. Burada yapılmak istenenin ne olduğu da açık. Yani Uğur Mumcu cinayetiyle, Hrant Dink cinayetiyle ne hesaplanıyorsa, orada da o hesaplanıyor. İç karışıklık, büyük bir belirsizlik, kaos nasıl oluşur? Belirsizlikler oluşturarak oluşur. Orada yeniden kurulacak seçim sonrası Navaz Şerif, Butto demokrasinin ayakları olacaktı ve yeniden bir düzen kuracaklardı. Bu nedenle ya da başka türlü bilemeyiz, tabii ki Amerika kendileriyle ama burası karışıklığa girdi. Pakistan’ın yarınları dahi büyük bir karışıklığa girdi.

 

Amerika’nın dengeleri alt-üst oldu diyebilir miyiz?

Tabii, hesapları alt-üst oldu belki de, bilemeyiz.

 

Savaşı bu kadar geniş bir alana yayan Amerika ve aynı zamanda bu kadar ekonomik krizle boğuşan Amerika, gerek Irak’ta, gerek Sudan’da, Afrika’da, Pakistan’da, Afganistan’da kendi lehine şu an için bir nizam tesis edebilir mi?

Şimdi, tahmin ediyorum Amerika kendi seçimlerini beklemeye başladı. Çünkü benim Amerika’ya eleştirim şuydu: Diplomatik olarak baş edebileceğin birçok ülkeye savaş ilan etmen gerekmezdi. Ben büyük, efendi, dünyanın tüm büyük toplarını ve parasını elimde tutuyorsam, mesela Irak’ı yönetebilirdim. Irak’ın elindeki petrolü ucuza getirebilirdim. Ortadoğu’da da gölgemle, petrol gücümle, altın borsamla, uluslar arası diplomatik ağırlığımla ben Ortadoğu’da istediğimi yaptırırdım. Birden istediğini yaptıracak güç bizatihi kendisi geldi ve oraya 400 bin asker soktu. O kadar askerin psikolojisi, Amerika’ya maliyeti, insanlığa maliyeti… Bunları düşünmedi. Niçin düşünmedi? Niçin düşünmediğinin sorusu şu: Ben şöyle düşünüyorum; Amerika’da oluşmuş, Reagan’dan beri son 20-25 yıldır oluşmuş büyük bir manyaklık, Hıristiyan Evanjelistlik devre devre dalgalanarak, Neoconlarla İsrail taraflısı bir güç gaza getirildi. Bir nevi Amerikan derin devleti orada galebe geldi. Şimdi dünyaya gidip, kaşlarını çatarak yapabileceklerini silahlarla yapmaya başladılar ve yanıldılar. Onu düşünüyorum. O yüzden Afganistan’da büyük… Ha, ikinci bir yenilgi var Afganistan’da, nedir? Önce Rusya başaramadı orada, İslâmcılarda başaramadı. Tamam, güzel peki şimdi büyük topların var ama niye Afgan dağlarında Taliban’ı ezemiyorsun? Ezemiyorlar. Irak’ta da yenilgi gün gibi ortada. Bu da sizin sorduğunuz sorunun, evet, bunlar gitti ve buralarda çamura battılar ve bunun büyük bir maliyeti var. Bundan sonra batması önemli değil. Bu kadar maliyet bile yeter. Peki, bunu niye yaptılar sorusuna henüz bu manyaklık dışında başka bir tez ileri sunamıyoruz. Fakat bu Condelizza Rice daha satranççı birine benziyor yani daha elini kana bulamadan bir takım satranç masasında oynamaya çalışıyor. Yani Romanya’ya, Bulgaristan’a, Türkiye’ye üsler koyarak Rusya’yı buradan çevirmek, Çin’i, Pakistan, Hindistan, buralarda dengeler kurmak, Ortadoğu’da yine şeyhlerle, kendisi istihkâm mevkileri, üsler kurarak böyle bir güç yapmak. Bir, Amerika’nın gücü bunlara, bu kadar askere, dünyadaki askere yeter mi? Bu kadar askerin maliyeti, bu kadar ülkeyi uzaktan ve silahlı yönetmenin maliyeti, bunları ne yapacak? Bu ciddi soruları hepimizin konuşması lazım. Birinci konu şu: Kardeşim bu kadar maliyeti ne yapacağız? Evet, Amerika’nın bir trilyon geliri var; iki trilyon gideri var. Peki, bu açığın Amerika’yı yüz kere batırması lazımdı, batırmadı. Niye batırmadı? Bunlarla ticareti yapan, bu bir trilyon açığı veren kimdir? Almanya’dır, Fransa’dır, İngiltere’dir, Çin’dir. Özellikle Çin’dir… Baktıklar ki, bu büyük ekonomiler benim ülkemde yani Amerika’nın içinde ticaret yapıyorlar. Amerika’nın içinde ticaret yaparak açığa sebep olan bu ülkeler yine üretim ve yatırımlarını Amerika’da yapıyorlar. Şimdi burada dünya, bizim klasik eleştirilerimizin ötesinde bir yere gitti. Bir nevi Amerika Merkez Bankası, dünya bankası oldu. Dünyayı yöneten banka oldu. Çin’in parası bile Amerikan Merkez Bankası’nda duruyor. Bütün bu savaşlar, bilmem neler istediğin kadar maliyet olsa da, sanki Amerikan ekonomisinde bir bozulma olmuyor; bir gider olmuyor. Yani burada maddi bir açılım yok. Bunu görüyoruz. Ya da buna benzer tartışmalar var. Fakat manevî bir bozukluk var. Nedir bu? Batı, evrensel insan hakları, demokrasi, sulh, kardeşlik vs… bütün bunlardan çıktı. Batı’da vicdan çıktı.

 

İnsanlıktan çıktı.

Hollywood sineması tahmin ediyorum, Irak’la ilgili filmler çekecek diyorduk. Böylelikle vicdanen oraya yaklaşacağını düşünüyorduk tâ ne zaman… Fakat bunu beceremeyecekler; artık vicdan Batı’dan düşmüştür. Onlar evrensel olarak Afrikalı bir insana, Orta Doğulu bir insana nasıl baktıklarını göstermişlerdir. Artık bu saatten sonra “merhametli” filmler çekip insanlığı kandırmak gibi numaralara gelemeyiz. Bu mümkün değildir. Beni en çok ilgilendiren, Avrupa’nın da onun götüne takılarak manevî olarak düşmesidir.

 

Condaleeza Rice’ın plânlarından bahsettiniz. Ve artık üslerin üzerinden kontrol altına almaya çalışacağını söylediniz.

Çekoslavakya tartışılıyor.

 

Türkiye o anlamda Amerika için çok ciddi bir üs... Kesinlikle Müslüman Anadolu halkını elinden kaybetmek istemeyecek. Kaybetmek istemesinde ciddi bir ideolojik manipülasyon-dezenformasyon görülüyor. Türban ve başörtüsü vb. hadiselerde bu çerçevede beliriyor. Tayyip Erdoğan “başörtüsü meselesi”ni Amerika’yla görüştükten sonra ortaya attı. Amerika’nın işgalini meşrulaştırıcı bir hâle geldi. Tam aynı dönemde İngiltere de, “İslâm ve terör, İslâm ve şehadet, İslâm ve cihad” kelimelerinin yan yana kullanılmasını yasakladı. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Tabî burada İslamî siyaset yapanlar Irak savaşından önce, işe Avrupa’nın, Amerika’nın özgürlüklerden, demokrasiden yana olduklarını, onların daha ileri dünya görüşüne sahip olduklarını ve onların yanında tavır almamız gerektiğini kabul ediyorlardı. Zaten Türkiye’de iktidar olmanın yolu oradan geçtiğini, oradan icazet alarak gerçekleşeceğini düşünüyorlardı. Bir peynir var; fare de buradan yola çıktı ve sıkıştı. Şu anda bunlar sıkışmış durumdalar… Ve bu sıkışmışlıklarında da, Türkiye coğrafyasını elinden çıkarmak istemiyorlar. Müslüman tarafı… Ama sıkışıklıklarla bir sürü taviz vermeye başladılar. Bu tavizleri görüyoruz. Ben mesela sizin dediğiniz gibi değil de, Bush ile Tayyip’in son görüşmesinde Antep’teki El-Kaide operasyonunun, Ergenekon operasyonunun konuşulduğunu düşünüyorum. Tabi uyduruyorum bunları…

 

Baran dergisinde de zaten, “ortak düşmanla ortak operasyon” olarak verdik zaten biz o hadiseyi…

“Biz size şunu verdik; sizde bize şunu verin” gibi… Tabi bir de tam bilemiyoruz.

 

Bu operasyonlar çerçevesinde Fetulahçı yapılanmayı size sormak isteriz. Örtülü bir savaş mı?..

Şimdi Fetullah için şunu söyleyeceğim; bunu herkes kafaya koysun. Bu Fetullah istihbaratı Türkiye’ye büyük bela olmaya başladı. Pol-der şeflerinin Türkiye’ye hâkim olması, kendi başlarına bir takım operasyonlar düzenlemesi, operasyonları ciddi senaryolar üzerine oturtturmaları önümüzdeki günlerde büyük bir fiyaskoyla ortaya çıkacak. Ancak beni rahatsız eden başka bir şey var. Türkiye’de aydınlar, Fetullah’a biat edenler ve etmeyenler diye ikiye ayrıldılar. Biat eden aydınların her ekrana çıkma şansı var, her yerde konuşma şansı var. Ayrıca özgürlük şampiyonu ilan edilme şansı var. Ama biat etmeyenlerin de her yerden yok sayılması, kabul edilmeyişi…

 

Nihat Genç’te bunlar arasında…

Beni ebediyen… Sadece Fetullah Gülen değil, Aydın Doğan da yok sayıyor… Fakat burada Fetullah’a sığınmış aydınların Amerika’yla Türkiye’nin rahat oynamasını, AKP’yle rahat oynamasını hiç görmüyorlar… Böylelikle sizin gibi küçük dergilere, küçük televizyonlara düşüyor bu konuları tartışmak. Tabi biz bunları tartıştığımızda da, Fetullah’ın ardındaki yüzlerce aydın, “paranoya, hezeyan” gibi suçlamalarına maruz kalıyoruz. Biz bunları hiç konuşmayalım. Gerek yok… Bizim bunları konuşacak istihbarî bilgimiz yok. Belgesel gücümüz yok. Araştırmacı gazeteci de değiliz. Siz büyüksünüz, siz söyleyin. Bunu Fetullahçı olmayan yüzlerce televizyon söylesin, yüzlerce gazete söylesin. Ya da partiler söylesin. Onların kimlerle bağlantılı olduğunu, Yasin El Kadı dosyasında bile dosyasında insan şaşırıyor bağlantılara… Ya da “Unakıtan’ın arkasındaki güç nedir?” dediğimizde karışıyor kafamız… Biz konuşmayalım. Biz konuşunca yüzümüze, gözümüze ulaştırıyoruz. Paranoyak oluyoruz, saçmalıyoruz. Siz konuşun… Türkiye’ye büyük bir karartma uyguluyorlar. Yani Fetullah’ın aydınları örtüyor. Ama örtmekle kalmıyor; büyük bir senaryo uydurmaya başladı. Şimdi hem andıç, sonradan da bu hadise bana gösteriyor ki Fetullahçı yazarlar ve Fetullahçı ilişkiye yakın bilgiler –ki bunları da kendi kafamdan uyduruyorum- Sedat Laçiner, Fehmi Koru bu senaryoların içinde bilgi olarak yer alıyorlar. Köşelerinde yazarak… Bir örgüt, örgüte bir isim, ona bir hedef falan gibi film çekiyor bu adamlar… ve bu filmler ileride ne tarafa doğru, nasıl çekilecek? Ancak bütün bunlara rağmen hâlâ bir mağduriyet… Hâlâ mağdurlar… TRT 2’de Fetullah’ın adamları sabahtan akşama kadar televizyon programı yapıyor. Yatıyorlar, kalkıyorlar, yapıyorlar. TRT’nin ve devletin tüm imkânları ellerinde…

 

Yasama, yargı…

Kendilerinin televizyonu da ellerinde… Yüz tane gazeteleri var. İki bin tane dergileri var. Yüz bin tane bilmem neleri var. Yine de mağdurlar… Buradan “helal olsun” diyorum yani…

 

Ergenekon Operasyonu’nda gözaltına alınan bir avukat vardı. Mahkemeden sonra çıkışta, “Abdullah Gül’ü, Tayyip Erdoğan’ı, Fethullah Gülen’i sevmeyen bu ülkede terörist ilan edilir” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Bu Yasin Hayal’in avukatıydı. Söylediklerinize paralellik arzediyor.

Onun ne dediğini bilmiyorum. İzlemedim de… Ben şunu söylüyorum. Türkiye, Fetullah’a biat eden aydınlar ve etmeyen aydınlar olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Fetullah’a biat eden aydınlar, Eser Karataş, Etyen Mahçupyan, Elif Şafak, Mümtazer Türköne, Ahmet Turan Alkan’a kadar susturulmuş, onlar sadece askeri küçük düşürmek, başka bir şeyi küçük düşürüp aşağılamak üzerine kurulu… Bu sistemin ileriki günlerde daha büyük facialara kadar gideceğini düşünüyorum. Türkiye’deki ciddi bir iç sorun olacağını düşünüyorum. Fetullah’a bağlı yüz binlerce masum genç çocuk, bizim öz kardeşimizdir. Biz onlarla aynı camide başımızı secdeye koyacağız ve ülkenin tarihini, bugününü kardeşçe tartışacağız. Ancak herkes işin farkına varması lazım. Bunun tehlike olduğunu söylüyorum.

 

1991 yılında Sayın Salih Mirzabeyoğlu içeriye alındıktan sonra, günlerce işkenceye muhatap kalıyordu ve işkenceye girenler Fetullahçılardı. Ayağı mesli olan… İşkence seanslarında yorulan ve gidip namaz kılan insanlardı. Hakezâ, Salih Mirzabeyoğlu 1998 yılının sonunda gözaltına alındığı vakit ilk olarak, biraz önce bahsettiğiniz polis şefleri Fetullah’ı ve Enver Ören’i sormuştu. Onlar hakkında ne düşündüğünü sormuştu. Aynı şekilde Haber Müdürümüz Fazıl Duygun 301. maddeden yargılandı ve o da cezaevinde. Onun da yaşamış olduğu birçok hadiselerde, sizin söylediğiniz şeyleri destekler mahiyette…

Şimdi bunlardan kurtulmamız için, şu çok esastır; herhangi bir şiddet örgütü veya şiddet örgütü intibaî yaratan bir takım ilişkiler içinde olduğunuz zaman bu insanların kolay avı olursunuz. Ve bu adamlarda zaten sizi, “işte bunlar şiddet ibresi, şiddet üretsin” diye uğraşıyorlar.

 

Terörize ediyorlar.

Tabî, sizin şiddet örgütü kurmanız, şiddete yatkın olmanız için ellerinde geleni yapıyorlar. Bunu başaramayınca, -sanırım böyle yapıyorlar, bu da yine benim uydurmam- polisi kendine yakın bir-iki insanın içine sokarak kendisi bizzat şiddet örgütü kuruyor. Adına işte “Yurtseverler” bilmem neyi diyor.

 

“Kuvayi Milliye” diyor…

Mesela… Benim ağzımdan çıkanları aynen kaydedin. Tamam mı?

 

Peki…

Böyle örgütler kuruyor, onlara iş yaptırıyor. Sonra o yaptırdığı işle, “bunlar böyle, askeri öldürecek; devleti öldürecek; milleti öldürecek” falan gibi şeyler söylüyorlar. Burada o yüzden şiddet ve şiddete yakın örgütlerin gölgesinde kurtulup, şöyle bir şey yapmamız lazım. Bu adamlar ideolojik fareler… Bu ideolojik fareler, hem yazarlar hem de polis şefleri… Bu polis şefleri, Türkiye’yi çok kolay işte bu ideolojik, şiddete yatkın örgütlerin isimlerini kamuoyuna vererek çok büyük haklılık sağlıyorlar. Ama başka da bir haklılıkları yok. Bizim yapacağımız bunların soğuk savaştan edindikleri –hani isim veriyorlar, yakalıyorlar- oyunları bozmak… Mesela bir örnek vereyim size… 12 Eylül öncesinde şöyle mahkemeler vardı. Bunlardan bir tanesine şahit oldum. Adamın bir tanesinin evinde demir çubuk bulunuyor ve bunu adam öldürmekten içeri atıyorlar. Adam hâkime diyor ki, “Niçin?”… “Onunla adam öldürecektin” diyor. Adamın zannına istinaden… Sizin de bahsettiğiniz birçok örgüt, ifadelerinde ve konuşmalarında insanların zannından işkence görüyorlar.

 

Şüphe…

Tabî, bunları yapıyorlar. Korunmanın yolu, onların oyunları ve tezgâhları şiddet örgütü ve onlarla ilişkili olanların kumpasa getirilmesi…

 

Türkiye’de en çok takip edilen yazarlardan birisisiniz. Sizi takip eden birçok gençlerin olduğunu biliyoruz; sizde biliyorsunuz. O gençlere teklif bir dünya görüşü var mı?

Var, bir dünya görüşüm var. O da şudur: Bizim kuşak, bizden sonraki kuşağa büyük bir miras verecek. Bu miras bir pratik, ele geçirilmiş bir miras olmayacak. Düşünce mirasıdır bu… Fas’tan Kazakistan’a, Endonezya’dan Bosna’ya kadar bu topraklarda demokrasi ve hukuktan yana çıkıp tüm Müslüman geleneğimizi sahiplenmek; bu topraklardaki “toprak namusu”nu özellikle bu toprağın Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı noktasında “ruh hastası” derecesinde ülkülerine sahip çıkmalı… Faslılar ülkesine “ruh hastası” derecesinde sahip çıkacak. Bizde, o da aynı şekilde… Bağımsızlık en büyük değerimizdir.

 

Demokratikleşme tezgâhına düşmeyeceğiz.

Bu bağımsızlık mirası, bizim en büyük mirasımızdır. Bu bağımsızlığımızla biz, bu topraklardaki kültürel geçmişimizi, Müslüman kardeşliğimizi, Batı’ya karşı, Avrupa’ya karşı onun ahlaksızlıklarından ve bütün siyasî tehditlerinden koruyacağız.

Bunlar esastır. Ama bütün bu sistemimizle “o şeyhten yana, Suud iyidir, falan diktatör iyidir”. Hayır!.. Bunları tartışmayacağız. Buralarda büyük bir demokrasi kültürünün yerleşmesi…

 

Düşmanı kovup…

Tabi, çünkü dikkat edin Batı senin adına diktatörlerle oynuyor. Şimdi mesela diyelim ki, Saddam’la ya da Suud’la suud halkını yansıtıyor. Ya da bunu Fetullah hocayla yapıyor. Fetullah hocaya diyor ki, “Git!.. Şuna oy ver…” O da veriyor. Fetullah hoca parti pazarlığı yapıyor. Kime oy vereyim diye… Yüz binlerce kişinin oyunu kanalize ediyor. Genel anlamda söylediğimi şu anlamda da söylüyorum. Bizim için bireysel müslümanlık artık çok önemli…

Allah’ı kendi içimizde duyalım. Din bizim içimizde olan bir şeydir. Daha güçlü oluruz, daha sağlam oluruz. Şimdi Allah inancımın yanına Fetullah’ın ağzına bakan bir Allah inancı olursa o beni rahatsız ediyor. Bakın, ben de Fetullah’a güvendim, Fetullah da Bush’a güvendi. Özür dileyerek söylüyorum. “Gidip Bush’un şeyine sarılacağınıza, gidin Allah’ın ipine sarılın” diyorum. Bunu her zaman söylüyorum. Belki pis bir laftır ama bunu bu pislikte söyleyeceğim.

Çok teşekkür ediyorum. Çok sağolun…

 

Biz teşekkür ediyoruz.

Bu toprakların büyük bir heyecanı var. Bize büyük bir miras var. Bunlar basit laflar değil… Irak orada ölüyor kardeşim. Ayrım gayrım demeden, bu toprakların bağımsızlığına karşı dilimiz ve gücümüz yettiğince Allah hepimize güç versin.

 

Amin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nihat Genç'in fikirleri, yine kendisinin asabi duygularına yenik düşen, hiç bir şekilde dünya muhasebe ve murakabesine yanaşamayan hamasi nutuklar gibi geliyor bana... 'İslam'da samimidir' denilebilmesi bile Nihat Genç için bazı şeyleri anlatmaya yeter. Yine de onun dini yönü hakkında hüküm veremeyiz tabiki...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ASYAM'A

 

Seni anlıyorum kardeşim. Ne olursa olsun anlıyorum ve sabrediyorum.

Bizi ve İslam ahlakını kesinlikle yansıtmayan hoca efendilere ve medyalarına karşı durduğu için sevilmemesini anlıyorum.

Üstad tek bir taviz bile vermezken hemde üstadın dizi dibinde yetişmiş tiplerin -nasıl oluyor- bukadar tavizkar olmalarını anlamıyorum.

Kadınlarımıza göz dikenlerin gözünü çıkarmayı bırakın kendi tvlerinde bir tek başarötülü bayan barındırAmamalırını anlayamıyorum. Üstelik din dersi vermelerini anlayamıyorum.

Yasaklı bir konuya girmemek için burda duruyorum. Umarım anlamışsındır ne demek istediğimi.

Hiç olmazsa bu adam dik ve hakkını yedirmek istemeyen bir adam. Sev sevme banane.

Hadi selametle güzel kardeşim.

Allaha emanet ol.

Share this post


Link to post
Share on other sites
ASYAM'A

 

Seni anlıyorum kardeşim. Ne olursa olsun anlıyorum ve sabrediyorum.

Bizi ve İslam ahlakını kesinlikle yansıtmayan hoca efendilere ve medyalarına karşı durduğu için sevilmemesini anlıyorum.

Üstad tek bir taviz bile vermezken hemde üstadın dizi dibinde yetişmiş tiplerin -nasıl oluyor- bukadar tavizkar olmalarını anlamıyorum.

Kadınlarımıza göz dikenlerin gözünü çıkarmayı bırakın kendi tvlerinde bir tek başarötülü bayan barındırAmamalırını anlayamıyorum. Üstelik din dersi vermelerini anlayamıyorum.

Yasaklı bir konuya girmemek için burda duruyorum. Umarım anlamışsındır ne demek istediğimi.

Hiç olmazsa bu adam dik ve hakkını yedirmek istemeyen bir adam. Sev sevme banane.

Hadi selametle güzel kardeşim.

Allaha emanet ol.

Evet sen gerçekten anlamıyorsun güzel genç kardeşim. Yalnız biraz karıştırmışsın olayı. Sevip sevmem zaten seni hiç ilgilendirmez ki!

Ben de -yasaklı olmasa da- bu konuda konuşmayacağım. Sadece kim doğru kim yalnış yapıyor konusuna gelince senin gibi imanlı bir arkadaşa tek cümlem var; boşver cnm takma kafana cennette oturup muhabbet ederiz belki. :)

 

Sana da Allah selamet versin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu lafa ne demeli:Gidip Bush’un şeyine sarılacağınıza, gidin Allah’ın ipine sarılın'' Allah (c.c) mukaddes ismiyle Bush'un cinsel organını utanmadan yan yana dile getiriyor. ''Benim Fethullah'ın laflarına bakan Allah inancım...'' falan diye laflar etmiş. Burada Fethullah Gülen hakkında müspet yada menfi bir yorumda bulunmuyorum. Bir Evliya'ya yani Allah dostuna bağlı olan insanlar o evliyanın nezdinde dinine sımsıkı perçinleşmiştir. Ben öyle olduğumu iddaa etmiyorum. Efendi Hz'ini herşeyden ve herkesten (bazı büyüklerimiz hariç) daha çok seviyorum ve onun bıraktıkları ve ruhaniyeti beni dinime bağladı, onun sevgisi... Nihat Genç 'bireysel müslümanlık çok önemli diyor!'(Röğortajın sonunda) Alimler, evliyalar bir kâmil evliyaya bağlanmanın önemini her zaman dile getirirler. İbn-i Arabi Hz'inin 'Genç Müslüman'a Öğütler' adlı kitabını okuyorum, o da bunlardan bahsediyor. Günümüz de vaziyet farklı olabilir, bir evliya bulup bağlanmak çok zor. Ama, ama onların eserleri var. Onları anlatan eserler var. Eserleri, sanki onların dizlerinde yatıyormuşuz gibi bize yakınlık sağlıyor.

 

Nihat Gencin, azılı din düşmanı olan İlhan Selçuk'a, Cumhuriyet gazetesine olan sevgisi de cabası... Bunların yanında olup sonra bize 'bireysel müslümanlık'tan bahsediyor. Cumhuriyet gazetesinde yazarlar da yeri gelince 'ben müslümanım' 'Allah ile kulun arasına girilmez' derler. Hem dinimizi kötülerler, hem de müslümanım derler. Sanki 'Papazlar' gibi cennette arsa satıp, Allah ile aralarına girdik! Kur'an emirlerine uyarak, mesuliyetimiz yerine getirerek, onların müslümanım dediklerine inanarak, İslâm'a aykırı şeyleri yapmamalarını ve yaptırtmamalarını hatırlattık. Nihat Gencin sözleri de bu adamların hoşuna gidecek tarzda...

 

Nihat Genç, o uzun röportajın içinde müslümanlığa dayanan rejimden yana değilim mealinde laflar ediyor. Bu adamın fikirleri büsbütün sakat, durmadan müslümanlıktan kardeşlikten bahsediyor, sonra bunlara ters şeyler söylüyor. Çeyrek münevver, kuru sıkıcı, sesini yükseltmekten başka bir işe yaramayan, kardeşlik mavalcısı (birliğe karşı değilim) Araplar'ın 'tahrip kolaydır' sözlerinin doğrulayıcısı bu adamın benim gözümde değeri yok.

 

Bakın, Üstad hakkında neler saçmalıyor. Yazının sonunda Üstad'ın şiirlerini güya teroristlere, sapık hiziplere zemin hazırladı diye alçakça iftiralarda bulunmuş. O şiirleri hakkıyla idrak eden hâlis müslümandan başkası değildir ve Nihat Gencin bahsettiği şeylerin yanından, kıyısından, ötesinden, berisinden geçmez.

 

 

“…Bütün şiiri, varlık, yokluk, hiçlik! Hepsi soyut! Gaipler, mavera deyip durdu! Ardında çökmüş, yıkılmış, bedenleri, beyinleri pelteleşmiş milyonlarca genç bıraktı! Tarihin en coşkun ırmaklarının aktığı bu topraklarda sabah, akşam ve seksen yıl aralıksız “hiçlik” şiirleri yazdı! Türk ve İslam edebiyatında onun kadar ölüm yazan, onun kadar karanlıkların, kabristanların içinde gezinen bir başka şair yoktur…

 

17 yaşında bir gencin bütün hayallerini, umutlarını, düşüncelerini eğip bükecek, şekilleyecek kadar derin ve yüksek değerde mısralar kurdu! Ancak Necip Fazıl, çok soyut bir ölüm anlattı! Kupkuru bir ölüm, yani, diyelim Yunus Emre de birçok kez ölümü anlattı, “bir garip öldü diyeler” gibi, ama, ölümü atfettiği “bir garipti” bir yoksul… Necip Fazıl’ın ölümünde yoksul, zengin, yani bu dünyaya dair kimliği yoktur, yalnız ölümdür, sapık bir ölüm! Aşk sahnesi anlatır gibi ölüm anlattı, milyonlarca genci genç yaşta bu yoğun karamsarlığın, hayatın nafile, dünyanın boş olduğunu derin bunaltının içine sokmayı başardı!...

 

Necip Fazıl”ın tüm şiirleri ölümü anlatır, genç insanın ruhunu karartır, göğsünü daraltır, gözlerine uçurumlar koyar, her nesneye suikast gibi ölüm tuzağı düzenler. Kelimelerin arkasına, ötesine ulaşıp, “öte” dilinde resmeder.

 

Her şiirinde ölüm: “İçimde bir mahşer uğultusu var / ruhumdur çağıran tenimi cenge / Gözlerim bir kuyu, dilim kördüğüm / mermer bir kabuğa girip, gördüğüm / Bir görünmez alem olsa gördüğüm…”

Necip Fazıl, bu mısralarla Türkiye’de Müslümanların gözünü, beynini, duruşunu, düşünüşünü topyekün değiştirmiş, bambaşka bir kuyuya sokmuştur.

 

Şairin ölümle hesaplaşması asla kötü değil, ama, aralıksız bütün mısralarını ölümle işlemesi, hayata karşı “dürüstlük” değildir! Ölümü, beyin ve yürek öldürücü zehir haline sokmuş, tabiatın ve inancın coşkusundan hiç ama hiç bahsetmemiş. Necip Fazıl’ın kabir, mezar, iskeletten oluşturduğu bu şiir kitabı hiç ama hiç incelenmemiş, sadece hayranlıkla övülmüştür. Milyonları ölüm tuzağına düşürmüş, ölümü, şantaj, tehdit diye kullanmış. Gece yarıları odasına kapanmış her gencin ateşli coşkusunu, bedenini bu kelimelerle öldürüp, çürütmüştür… Top mermileri, şarapnel parçaları dahi insan beynini bu şiirler gibi dağıtamaz. Bu kadar karanlığı başka hiç kimse başaramaz. Kelimeleri “ağu”ya döndürmüştür.

 

Genç heyecanlar, sanat, edebiyat, budur, sorumluluk, maneviyat, fikir budur diye kutsal addettikleri bu kitaplara koştular. Paylaşmakta, uğrunda ölümlere koşmakta, ölümün yatağına girmekte, örgütlerin manyak liderlerinin kirli hesaplarına kurban olmakta hiç gecikmediler! Sonunda kime, neye yaradı bu şiirler? Enver Ören’in seren Serengil’e helikopterle çikolata taşımasına, Osman Durmuş gibilerin Sağlık Bakanı olmasına…

 

17 yaşında gençliği bu kadar ölçüsüz, bu kadar dengesiz, bu kadar dipsiz, bu kadar manyakça mısralarla baş başa bırakmanın acısını yakın tarihte gördük, yaşadık! Tarihin en büyük cellat örgütleri hem Susurluk, hem Hizbullah buralardan beslendi….”

 

Edebiyat Derslerine Giriş - Bozuk Ölümler - Nihat Genç

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Nihat Genç, o uzun röportajın içinde müslümanlığa dayanan rejimden yana değilim mealinde laflar ediyor. '

 

Vakıf Ahmet kardeşim hakkın var. Bir tv programında neredeyse ergenekoncuları savunmadığı kaldı. Baskıya karşı gibi ama, ABD, İsrail, Orta Doğu, Asya ve Türkiye ile birlikte bizim öz geçmişimizi dengeli bir fikir bağına vardıramadı. Üstad'daki vakıalar yaklaşımın ince ve kıvrak zekası, bu adamda yok. Dünya meselelerine duygularını ön plana alarak yaklaşan, nefsinden taraf olan ve fikir yapısını ötelere bağlayamayan basit bir adamdır.

 

Ölüme dair... Bu da Üstad'dan kapak olsun

'Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber?...

Öleceğiz müjdeler olsun,müjdeler olsun !

Ölümüde öldüren Rabbe secdeler olsun!

 

Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;

Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!

O demdeki,perdeler kalkar,perdeler iner,

Azraile hoşgeldin,diyebilmekte hüner...

 

O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

Toprağın altındaki saklambaçta varmısın?

Ölüm ölene bayram,bayrama sevinmek var;

Oh ne güzel,bayramda tahta ata binmek var.!...

 

Ufka bakarlar;ölüm uzaktamı uzakta...

Ve tabut bekler,suya inmek için kızakta.....

Sultan olmak dilersen,tacı,sorgucu,unut !

Zafer araban senin,gıcırtılı bir tabut! '

Share this post


Link to post
Share on other sites

...Sert üslubuyla tanınan yazar Nihat Genç son Ergenekon operasyonunu değerlendirdi. Skytürk'ün canlı yayınına telefonla bağlanan Genç, konuşması sırasında yine kendinden geçti. Oldukça sert bir üslup kullanan Genç 'Evdeyim, bekliyorum. Savcılar beni de alsınlar. Ne var bundan sonrası ölüm mü? Savcılar darbe yapamaz, bu hakları yok' dedi ve AKP'yi 'Amerika'yla kırıştırıyorlar' diyerek eleştirdi. Program moderatörü Serdar Akinan ve konuklarının bu sert sözler karşısında zor durumda kalıp durumu toparlamaya çalıştıkları gözlerden kaçmadı.

 

Genç sözlerini şöyle sürdürdü: "Bugün Taraf denen gazete yeni Gladio'dur. Kim finanse ediyor bunları! Bunlar hep Soros'un ortaklarıdır. Açıkca söylüyorlar zaten, gizlemiyorlar. Bu adamlardır Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef gösterenler. Bu kadar mı kendilerinden geçtiler. Hurşit Tolon'un Mustafa Balbay'ın ne ilgisi var çetelerle. Hedefleri Türk ordusudur, Cumhuriyetimiz, Atatürk'dür. Bu topraklarda kaç bin yıldır kurulan devlet geleneğimizdir. Ama bu böyle gitmez. B..k çuvallarında boğulacaklar"....

 

Nihat genç'in Ergenekon yorumu... Basından... Ne kadar hamasi, ne kadar boş sözler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuşacak her şeyimiz bitti birtek ETÖ(Ergenekon Terör Ögütü )yü savunan kendini aydın sanan ve öyle geçinen insancıklar kaldı! Heyhat...

 

Belki ağır gelecek ama bilmeden reklam yapıyorsunuz, o insancığın ve kaynağı belli olmayanların fikirlerinin reklamını yapıyorsunuz.Dikkat edelim.Lütfen..

Share this post


Link to post
Share on other sites

E tabiiki Yunus Emre Hazretlerinin ölümle ilgili deyişleriyle Üstad'ın şiirleri arasındaki fark olacak.Yunus Emre hazretleri Aşıklar zümresindendir, o yüzden ölüme Mevlana hazretleri gibi bakar, kaç şiirinde belirtmiştir,Ölen beden imiş Aşıklar Ölmez!(bazen hayvan diyede derler bunu, dünya varlığı manasında)Üstad kalben aldığı feyzlerle ölümün son olmadığını müslüman olan salih biri için güzel birşey olduğunu bellemiştir, Yunus Emre hazretleriyse ulaştığı aşıklık makamıyla Tâ Kalu Bela gününden beri Ruhunun Hakk "Celle Celaluh" aşığı olduğunu manevi olarak bellemiş, o yüzden aslının ölmeyeceğini aşık kalacağını bellemiştir.Aradaki fark buradandır.

Buradaki devletsiz cihad yanlısı selefilerden etkilenmiş(selefi demiyorum bakın) sayıları parmağı geçmeyen bazı arkadaşlar bu adamı savunabilir.Sebebi açıktır, bu adamın çok sert üsluplu olması....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ya hu sen diyorsun ki bu adam sağlam ayakkabı değil. Hadi onu kısmen tanıyoruz. Fakat seni hiç tanımıyoruz. Senin sağlam ayakkabı olup olmadığını nerden bileceğiz? Dolayısıyla senin dediğini kim kaale alacak? Şu sitede birşey söylüyorsanız girizgahını ve mukaddimesini yapın ki anlayalım. Yoksa böyle tek cümleyle hakikati söylediğini sananların rüzgarına kapılırsak eğri yol doğru yola karışır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Veryansıncı kardeşimiz kendini kimseye beğendirme gibi bir hevese kapılmamıştır. Umuyorum ki Birlik ve Beraberliğimizi perçinlememiz için elinden geleni yapıyordur. Rabbim bu yolda ilerleyen emek verenlerden Razı ola inşAllah...

Saygılar

Share this post


Link to post
Share on other sites

Geçen bu adamın bir videosunu izledim. Çok aksiyoner bir ruh, dehşet bir üslup. Beni sarstı şahsen. Dedikleri de tamamen tenasüp içindeydi benimkiyle. Böcek sürüleri, ne teşbih ama. İdeolojik açıdan safı net değil gibi yorumlara bakılırsa. Anadolucu olduğunu sanıyorum, sıkı bir vatansever. Solcu yahut komünist olması bir insanın yurduna bağlı olmadığı anlamın gelmez. Kanımca adam bir yerde değilim her yerdeyim izm'inden. Ama beni asi, aykırı cephemden yakaladı yalan değil. Ayrıca Üstad'la alakalı yorumu tamamen faşist bir ruha mahkum olup demokrasi, özgürlük çığırtkanlığını yapıp işin özünden uzaklığının semeresi. Yazık derine inememiş.

 

Tam anlamıyla Üstad'ı benimseseydi adı gibi ruhu da gençleşecek ve belki daha büyük kitleleri kendine bağlayacaktı. Yahu arkadaşlar bu genci kazanalım bence.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nihat Genç'i yakından tanıyalım. İlk çıktığı dönemlerde dikkatleri üzerine çeken ve takdir edilesi çizgisini muhafaza edemeyerek puruvadan çıkan Genç, çakılmanın eşiğinde irtifa kaybetmeye devam ediyor. Gün geçtikce yada konuşdukça batıyor demek daha doğru olacaktır.

 

Nihat Genç'in Bittii An

 

İnsan kıymet verdiği bir yazarın perişan hallerini görünce içi burkuluyor. Ne yazacağını, hangi kelimeyi nereye koyacağını bilemiyor. Noktayla virgülün yerini bile zihninde iyice oturtmaya çalışıyor. Zihninde iyi bellediği bir kalem erbabının çukurlara düşüşünü kabul etmek kolay olmuyor.

Kimden mi bahsediyorum? Nihat Genç'ten elbette... Savrula savrula nereye gideceğini bilemeyen, kendi özünü yitirmiş bir zavallıya dönüştü Nihat Genç.

Bu görüşümü Nihat Genç'in fikirlerinden ya da yazdıklarından ötürü söylemiyorum. Deli bir adamdır Nihat Genç. Aklına geleni pat diye söyler. Hesap kitap bilmez. Aklı, mantığı, vicdanı ve ruhu vardır. Daha doğrusu varmış. Artık olmadığı net bir şekilde görülüyor.

Akşam yazarı Nagehan Alçı bir programda, "Atatürk diktatördü" dedi diye, aşağıdaki sözleri Türkiye'nin en karanlık sitesinde yazabildi. "Bayramlık kırmızı kız çocuğu ayakkabısına benzeyen suratıyla, Nagehan Alçı denen kadın, her akşam TV’lerde, her akşam. ‘Taze gelinim’ senin evin yok mudur diye sormaz mı kayınvaliden cicibaban. Milletin ağzı torba değil ki büzesin, her Allah’ın akşamı TV’lerdesin, bak buradan söylüyorum yarın bir gün hamile kaldığında, konu komşuyu kesinlikle inandıramazsın bebeğin kocandan olduğunu…"

Bu satırlar cinayet sebebi olabilir. Ve cinayeti işleyen kişi nefs-i müdafaadan yırtar. Nihat Genç'in bittiği an bu andır. Şimdi kendinizi Nagehan Alçı'nın eşinin yerine koyun. Biri eşinize bu lafları dese ne yapardınız? Sakın kalkıp da bana hiçbir şey yapmazdım demeyin, çünkü yapardınız. Televizyonlarda, gazetelerde ahlâk, namus, dürüstlük konusunda herkese ders vereceksin, sonra da bir kadın gazeteciye böyle pervasız sözler söylemekten imtina etmeyeceksin.

Eskiden olsa, "Olmadı Nihat Genç" derdim. Artık oldu, diyorum. Çünkü kendini kaybetmiş bir figüre dönüştü Nihat Genç. Merkez medyada kendine yer bulamayınca çılgına döndü.

Merkezden kopunca marjinal olma hali bu olsa gerek. Vakti zamanında "Yahu bu Yenişafak ve diğer sağ tandanslı gazeteler bir kere bile olsun gel yaz demediler" diye dert yanıyordu. Bir günlük gazetede yazı yazmak için çok yırtındı. Bir ara Akşam'da böyle bir şans buldu da, ama orada da tutunamadı.

Zamanında ben bile kendi kendime, "Nasıl olur da Nihat abiye yazı yazdırmıyorlar" diye sormuştum. Meğer onu benden daha iyi tanıyorlarmış. İyi de etmişler.

İşin bir de Odatv boyutu var. Malum çok yazdık, çizdik. Soner Yalçın bu ülkenin karanlık gazetecisi ve sahibi olduğu odatv kirli tezgâhların üretildiği bir yapı. İnsanlar bu siteden her gün karalandı, aşağılandı. Darbe planları hazırlandı, İsrail'le bile işbirliği yaptılar. Bu kadar gözü dönmüş insanlar bunlar.

Ve Nihat Genç hâlâ anlam veremediğim bir şekilde Soner Yalçın ve şurekasını destekliyor. Yahu bu adamlar her haltı yemiş, o yüzden cezaevinde tutuklular. Kolay kolay da gün yüzü göremeyecekler. Bu kadar mı kendini kaybettin Nihat Genç, bu kadar mı?

Hadi Ergenekon'a yalan dedin, Balyoz darbe planı uydurma dedin, peki hangi akla hizmet Odatv iddianamesine polislerin tezgâhı diyebildin?

Oğuz Atay bu ülkenin en büyük yazarlarından biri. Sağlığında kıymeti bilinmedi. Kitapları değer bulmadı. Oğuz Atay dertlendi buna, ama hep içine attı. Sonunda beyninde çıkan ur yüzünden 43 yaşında hayata gözlerini yumdu. Çünkü o aydındı. Kimseye pislik atmadı, halkı aşağılamadı, kirli oyunların parçası olmadı.

Gerçek entelektüel Atay'dı, ama dönemin entelejansiyası onu yok saydı. Tıpkı Kemal Tahir'i, İdris Küçükömer'i yok saydığı gibi. Ama bugün herkes Atay'ı, Küçükömer'i, Tahir'i büyük bir minnetle anıyor ve kitaplarını yutarcasına okuyor.

Sen bu şansı kaçırdın Nihat Genç. Aklını, duygunu, özünü kaybettin. Sırf Atatürk diktatördür dedi diye, bir kadın gazeteciye ağza alınmayacak laflar ettin. Belki de kasıtlı yaptın. Bilemiyorum.

Ancak birçok sevenin gibi bu satırların yazarını da kaybettin. “Amerikan Köpekleri”, “Karanlığa Okunan Ezanlar” gibi kitapları yazan sen, gittin darbecilerle, cuntacılarla, leş kargalarıyla arkadaşlık ettin. Millete düşman olanlarla dost olunmaz. Her gün ar dersleri veren birinin şimdi ar dersine ihtiyacı olması çok acı.

Hakan Albayrak senin için, "Mahalleye dönmesini bekliyoruz" demişti. Artık dönsen de mahallede sana yer yok. Yazık, çok yazık.

 

Kaynak

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eyvallah kardeşim, hakkında böyle farklı yazılar okudukça görüşümüz kesinlik kazanacak. Önemli olan o tabi çıktığı zirveyi muhafaza edebilmek. Çünkü zirveler piknik yeri değildir. Zirveye çık in çık in olmaz, bu Sisifos işkencesine döner. O yüzden çıkan yerini muhafaza etmesini bilecek, düşenin arkada gözü olmayacak. Anlaşılan Nihat Genç başta işin ruhunu yakalamış fakat idamesini becerememiştir. Biz de yazarımızın dediği gibi yerin yok mahallemizde deriz vesselam.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...