Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Cavit

Mideler Patlamak üzere, Ruhlarımız Doymuyor

Recommended Posts

Haşmet Babaoğlu

(04.01.2006)

Mideler patlamak üzere, ruhlarımız doymuyor

 

 

 

 

İddiasız, orta halli bir restorandayız.

 

Hoş sohbet dostlar ortamı güzelleştiriyor. Asıl tat yemeklerde değil, sözlerin nakışlanmasında...

 

Ama o da ne!

 

Masanın üstü doldukça doluyor. Neredeyse 30-40 çeşit meze; başlangıç, ara sıcak, ara soğuk vesaire masada kendine yer bulmaya çalışıyor. Hiç değilse, "ana sıcak" bir çeşit olur sanıyorsanız, yanılıyorsunuz! Onların da biri bitiyor, öteki geliyor.

 

Sanki "göz doyurma" veya "iştah ve israf" konulu bir belgeselin çekimine katılmışız da haberimiz yok!

 

Kısa sürede kendimize gelip birbirimize bakıyoruz.

 

Bazılarımız "ne bu yahu, çoğuna çatalımı bile sürmem, yazık!" diyor.

 

Yine de kimse şefe "dur, ne yapıyorsun" demiyor. Zaten şef kararlı: "Herkes böyle beğeniyor, böyle istiyor" havasında.

 

Düşünüyorum da, gerçekten durum bu artık!

 

 

 

***

 

Zenginlere has seçkin restoranlar tepsi büyüklüğünde tabakların bir köşesine kondurulmuş tenis topu boyutunda yiyeceklere tonla para ödeyen müşterilerini ağırlarken, orta halli mekânlarda "büyük tıkınma" seansları düzenleniyor artık!

 

O seçkin restoranlarda küçücük bir tostun üzerine sürülmüş balık ve karides ezmesini damağında dolaştırıp doymuş gibi yapan hali vakti ve cismi yerinde beyler, mutfağı İtalyan, atmosferi samimi bir restoranda "başlangıçlar"ın ardından hem pizzayı hem de makarnayı mideye indiriveriyorlar.

 

Öylesine yaman bir çelişki hani!

 

O kadar mı?

 

Bir yandan da aklımızı kilolarımızla bozmamız var tabii. (Apartman aidatını, elektrik faturasını, çocuğunun okul taksidini ödemeyi erteleyip zayıflamak için egzersiz kursuna veya diyetisyene para yatıranlar biliyorum.)

 

Hem kilo almaktan ölümüne korkuyoruz hem de sıradan bir kebapçıda bile "başlangıçlar" tepsisi gelince, garsona neredeyse otomatik biçimde "koy, koy, ondan da getir" demeye başlıyoruz. Oysa, üstüne bir de kebaba "yer açmak" gerek!

 

Mideler patlayacak gibi olsa da ruhlar doymuyor!..

 

Normal mi bu halimiz?

 

Bence değil!

 

Yemeğin evlerde yendiği dönemlerde sofradan doymadan kalkmayı erdem sayan bir toplumduk.

 

Sonra dışarda yemeğe çıkmaya, "dışardaki" lezzetlerin tadına varmaya başladık! İyi oldu, güzel oldu, renk geldi hayatımıza!

 

Fakat tam orada dağıttık, sanırım!

 

Tatmak yerini tıkınmaya; muhabbetle paylaşmak yerini ne var ne yoksa tüketmeye bıraktı.

 

 

***

 

Geçenlerde Fatma K. Barbarosoğlu o kendine özgü incelikli üslubuyla tesettürlü mütedeyyin hanımların bir kabul günü sofrasını anlatıyordu. (Yeni Şafak, 13.12.05)

 

Bu yeni ve ortak yeme-tüketme-tıkınma kültürünün varlığını aynı şiddette o ortamlarda da sürdürdüğünü anladım.

 

Barbarosoğlu'nun "sanki en iştahlı, en çok yiyen kadın olma yarışması var masanın etrafında" diyerek resmettiği bu tablonun dışında gümüş renkli saçlı, 70 yaşlarında zarif ve zayıf bir hanımefendi dikkat çekiyormuş.

 

Sonrasını değerli yazarın affına sığınarak özetlemek istiyorum.

 

Masadan kalkıldığı sırada kurabiyeleri, poğaçaları dörder dörder götüren gençler bu hanımın yanına gidip "inceliğiniz genetik mirasınız herhalde" deyip, bir de "sizin yaşınızda insanın iştahı kesiliyor" yorumunu yapmazlar mı!

 

Hanımefendi bunun üzerine mesela patlıcan kızartmasının ne nefis, ne sevilesi bir şey olduğunu, sarmısaklı domatesli sosuna banılan ekmeğin lezzetini anlatmış.

 

İştahlar yine kabarmış ki... "İşte efendim, ben 30 yıl var ki, neredeyse soslu patlıcan kızartması yemedim" demiş yaşlı ve zarif hanımefendi. Eklemiş: "Rahmetli pederim sofraya gelen nimeti küstürmemek için sadece tadına bakardı, bizi de öyle alıştırdı."

 

Fatma K. Barbarosoğlu o anda tablonun nasıl değiştiğini şöyle dile getiriyordu yazısında...

 

"Bol soslu patlıcan kızartmasıyla ince ve dinamik kalmanın yöntemlerini beklerken, 'doymadan sofradan kalkma' ilkesinin hatırlatılması hepsinin canını sıktı.

 

Doymadan kalkmak değil, ölümüne doyup ince kalmak istiyordu hepsi!"

 

 

***

 

Bu yazıya başlamadan önce internete girdim ve Google'a "doymadan sofradan kalkmak" yazıp "ara" komutu verdim. Çıkan verilerin hemen hepsi bedenen sağlıklı olmak üzerineydi.

 

Bu kadarcık mı peki?

 

Hiç sanmam.

 

İnsanlığın büyük geleneklerinin midemizle ruhumuz arasında kurduğu bağ bu kadar mı çabuk unutuldu?

 

Az yemekle "çok insan" olmak arasında dolaysız bir ilişkiden söz ederdi ninelerimiz...

 

Yiyeceğin tadını çıkartıp şükretmekle açgözlü israf arasında uçurum olduğunu anlatırlardı.

 

Yanılıyorlar mıydı?

VATAN

 

http://entellektuel99.myfreebb.com/viewtopic.php?p=1286#1286

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

haşmet babaoğlu enteresan bir yazı kaleme almış. şunu da deseydi bu yazının ve konunun hakkını vermiş olurdu:

 

Peygamber Efendimiz sav İslamı tebliğ için komşu ülkelere elçiler vasıtasıyla İslama davet mektupları göndermiştir. Bunlardan birisi de Mısır meliki Mukavkıstır. Mukavkıs İslama girmemiş ama bu davetten de hoşnut olup elçiyi hediyelerle Medineye gödermiştir. Hediyeler arasında bir de doktor bulunmaktadır. Bu doktor 1 senesini Medinede geçirmiş olmasına rağmen hiçbir müslüman ben hastalandım diye kapısını çalmamıştır. Hal böyle olunca doktor ben burada mesleğimi icra edemiyorum, müsaade ederseniz gitmek istiyorum talebiyle peygamber efendimiz sav e gelince Allah Rasulu sav "sen bizim burada misafirimizsin, dilediğin kadar kalabilirsin ama gitmek istersen de gidebilirsin" demiştir. Bu söz üzerine doktor ben burada 1 sene kaldım ama kimse bana hastalandım diye gelmedi bunun sebebi nedir diye sorunca: Kainaın Efendisi sav "Biz öyle bir kavmiz ki acıkmadan yemeyiz, doymadan da kalkarız, bize hastalık isabet etmez" diyerekten, Tıbbi Nebevinin en önemli ölçülerinden birini ve sağlıklı yaşamın ana reçetesini insanlığa ilan etmiştir. 1400 küsür sene önce söylenen bu kaide şimdi diyetlerin ana maddesidir.

 

İşte görüldüğü üzere biz böyle büyük bir dinin mensuplarıyız. Her sözü engin anlamlar içeren bir Peygamberin sav ümmetiyiz. Bir insana bundan daha büyük bir şeref olabilir mi?

Share this post


Link to post
Share on other sites

5 ay önce yorum yazmışım ama konuya tekrar rast gelince yine yazmadan geçemiyorum,

 

nefse endeksli sürüp giden hayatlarımızda, Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri'nin "nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi" için gerekli 5 şarttan biri olarak beyan ettiği "az yiyip oruca devam etmek" maalesef bizi hayli zorlayan amellerdendir.

 

açlık halbuki nefsin belini büken en etkili silah...

 

Allahu Teala hepimize nefslerimize karşı yaptığımız büyük cihadımızdan zaferle ayrılmayı nasip eylesin inşallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...