Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
M-B-U

Bir Çocuğun Namaz Kılma Öyküsü..

Recommended Posts

Türkan Hanım dindar bir ailede büyümüştü. Annesi her fırsatta ona ve kardeşlerine namaz kılmalarını söyler, hatta kızarak onları uyarırdı. Türkan Hanım namazın kılınması gerektiğine inanır, ama yine de kılmazdı, çünkü kılmak nefsine zor geliyordu. Bazen başlar, sonra terk ederdi.

 

Evlendi ve çocukları oldu. Annesi her geldiğinde aynı şekilde namaz kılmaları için ikaz etmeyi sürdürüyor, o da ısrarla kılmamaya devam ediyordu. Çok istemesine rağmen bir türlü nefsine galip gelemiyordu. Bir gün arkadaşları ona oturmaya geldi. İçlerinden biri annesini de yanında getirmişti. Teyze çok mübarekti. Öyle tatlı konuşuyordu ki, onu dinleyen saatler geçse usanmazdı. Teyze bir ara namaz konusuna değindi. O anlatırken, Türkan Hanım annesini hatırlamış ve annesinin eski günlerdeki namaz ikazlarını düşünüyordu. Misafirler de teyzeyi zevkle dinliyordu.

 

Türkan Hanımın küçük oğlu Zekeriya, dört yaşındaydı. Oynadığı oyunu bırakmış, teyzenin koltuğu dibinde iki elini yumruk yapıp yüzüne dayamış bir şekilde, kıpırdamadan dinliyordu. Annesi ikram için mutfakla salon arasında koşturup dururken mevzu değişmişti. O da onların yanına oturup sohbetin güzelliğine kapılarak çayını yudumlamaya başladı.

 

“Anne, senin yerine ben namaza başlayacağım”

 

Tam bu sırada mutfaktan bir gürültü geldi. Arkasından da oğlunun çığlığı duyuldu. Telâşla mutfağa koştu Türkan Hanım. Misafirler de korkuyla peşinden gittiler. Oğlu bir sandalye koyarak lavaboya çıkmıştı. Bir ayağı lavabonun içinde, diğeri ise dışarıdaydı. Sandalye devrilmiş yerde dururken, oğlu da lavabonun kenarında korkmuş bir şekilde asılı duruyordu. Koşup kucağına aldı. Su içeceğini zannederek:

 

“İsteseydin ben verirdim yavrum, ya düşüp bir yerine zarar verseydin” diye çıkıştı.

 

Türkan Hanım oğlunun verdiği cevabı, uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ unutamaz; çünkü şöyle demişti çocuğu:

 

“Anne, ben abdest alacaktım. Teyze dedi ya, namaz kılmayanlara Allah ceza verecekmiş diye. Ben de, sen ceza almayasın diye senin yerine namaza başlayacaktım.”

 

O an Türkan Hanım, tepeden tırnağa titrediğini hissetti. Allah, yıllarca namaz kılmayan Türkan Hanıma oğlunun davranışıyla müthiş bir ders vermişti. Yavrusuna sarılıp dakikalarca ağladı.

 

Bu hikâye birçok bakımdan ders verici. Aslında çocuklar büyüklere değil, anne babalar evlâtlarına namazı öğretmeli. Çünkü, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çocuklarımıza yedi yaşına geldiklerinde namaz kıldırmamızı ve on yaşına geldiklerinde ise ciddi bir şekilde üzerinde durmamızı emreder.

 

Çocuklarımıza -küçük yaşlarda gerek camilere götürerek, gerek ise evde cemaat yaparak- namazı sevdirmeli ve onlara örnek olmalıyız. Namaz çocuklara tatlı bir üslûpla, sevdirilerek anlatıldığı takdirde çocukların namaza karşı ilgi ve sevgileri kaçınılmaz olur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dini eğitimin küçük yaşta başlaması çok önemli,ağaç yaşken eğilir derler çok da doğru derler .İnsan büyüdükçe kişiliği oturuyor,fikirleri sabitleşiyor.Kişiliği İslam ile şekillenmesi çok önemli.Yazı buna güzel bir öernek.Anne alışamadığı için namaz kılamazken ,çocuk niyetleniyor o yaşta namaza ....

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Çocuklukta verilen İslamî eğitimin bilinçli bir biçimde verilmesinde çok büyük önem görüyorum.

 

Çünkü bilinçli verilmeyen bir eğitim, Turan dursun gibi karakterlerin doğmasına neden olabiliyor. Sonradan Müslüman olan Y. İslam'lar, Malcolm X'ler..., çok daha iyi yaşayabiliyor dinlerini.

 

Ağaç yaşken eğilir, doğrudur. Bu yüzden bireylere dini eğitim çocuklukta verilmeli. Fakat çocukların dini eğitime nasıl tabi tutulacağı konusunda ebeveynlerin de eğitimli olması gerekiyor. Bizim toplumumuzda buna pek dikkat edilmiyor ne yazık ki...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.a, bende konuya ek olarak şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim...

 

Yazı snoforum.org dan alıntıdır.

 

Eğitimci Gözü İle Din Eğitimi

 

Bazı eğitimciler çocuklara küçük yaşlarda din eğitimi vermenin laikliğe aykırı olduğunu, ancak ergenlik çağına geldiğinde hür iradesi ile buna kendisinin karar vermesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu görüş, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ateist bir anne veya baba din eğitimine karşı olsa bile çocuğunu içinde yaşadığı toplumdan soyutlayamaz. Zira çocuk, yetişkinler gibi peşin yargılara sahip değildir. Çevresinde gördüğü herşeyle ilgilenir, öğrenme isteğiyle doludur, tarafsız bir gözlemcidir. İlk defa duyduğu ezan sesini yahut ilk defa gördüğü caminin ne olduğunu sorup öğrenmek isteyecektir.

 

Psikolog Antonie Vergote, Din Psikolojisi isimli eserinde, çocukların doğuştan din duygusuna sahip olduklarını söyler. İnsan sadece etten, kemikten ve kandan ibaret maddî bir varlık değildir. Onu diğer canlılardan ayıran doğuştan sahip olduğu ruh ve duygu zenginliğidir. İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek, sevilmek, bir inanca sahip olmak, kendisini değerli ve güçlü hissetmek ister. Bu da ancak bir aileye, bir topluma, bir vatana ve bir dine bağlı olmakla mümkündür.

Kuralsız toplum yoktur. Bir toplumu ayakta tutan kurallar bütününe hukuk diyoruz. Hukukun olmadığı yerde anarşi, kargaşa ve kaba güç vardır. Hırsızlığı, haksız kazancı, zayıfı ezmeyi, adam öldürmeyi, kısacası cana-mala-namusa tecavüzü yasaklayan hukuk maddeleri kaynağını dinden almaktadır. Allah’ın elçisi bütün peygamberler bu kuralları insanlara bildirmek ve toplum düzenini sağlamak için gönderilmiştir. Helâl-haram, sevap-günah kavramlarını kullanmadan, yani dinî kaynaklara başvurmadan çocuklara ahlâkî davranışlar kazandırmamız çok zordur.

 

Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatacağız?

 

Çocuklar hikaye ile anlatılan konuları daha kolay ve daha istekli öğrenirler. Allah’ı ve sıfatlarını öğretirken Lokman(a.s.) ile oğlu arasında geçen konuşmaları hikaye şeklinde anlatabiliriz. Ben çocuklarıma Peygamberimizi anlatırken çocukları ne kadar çok sevdiğini torunları Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizden ve kızı Fatıma anamızdan örnekler vererek hikaye şeklinde anlatmıştım. Keza gösterdiği mucizeleri anlatırken de hikaye yolunu seçmiştim. Meselâ, sevgili Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir hicret için Sevr mağarasına gizlendiklerinde yaşanan örümcek ve güvercin mucizesini hikaye suretinde anlattığımda, oğlum dört yaşındaydı. O kadar hoşuna gitmişti ki, “Babacığım, bir daha anlat” demişti.

Lokman’ın(a.s.) oğluna yaptığı öğütlere baktığımızda ilk sırada “Allah’tan başka ilâh yoktur” inancının geldiğini görüyoruz. “Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum, dedi, Allah’a ortak koşma, çünkü bu büyük bir haksızlıktır” (bkz. Kur’ân, 31:13). Biz de, bu âyetten hareketle, çocuklarımıza Allah’ın büyüklüğünü anlatacağız. “Kâinatı, güneşi, yıldızları, ayı, dünyayı ve üzerindeki bütün canlıları yaratan O’dur. Dünyanın en güçlü kralına da, küçücük sineğe de can veren O’dur. Allah’tan başka ilâh yoktur. İbadete ve duaya lâyık ancak O’dur. Ancak Allah’ın önünde eğilir (namaz kılar) ve gücümüzün yetmediği şeyleri O’ndan isteriz. Eğer Allah’ı unutur, mal, para ve makam elde etmek için başkalarının önünde eğilirsek Allah’a ortak koşmuş, büyük bir haksızlık yapmış oluruz.”

Lokman(a.s.) öğüdüne devamla, “Yavrucuğum, dedi, yaptığın en küçük bir iş (iyilik veya kötülük) bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde olsa dahi Allah onu görür. Doğrusu Allah’ın her şeyden haberi vardır.” (bkz. Kur’ân, 31:16). Biz de Lokman(a.s.) gibi, çocuklarımıza Allah’ın yaptığımız herşeyi gördüğünü, aklımızdan ve kalbimizden geçen en gizli duyguları bildiğini, O’ndan hiçbir şeyi gizleyemeyeceğimizi, iyi şeyler yaptığımızda çok hoşuna gideceğini ve bizi seveceğini anlatmalıyız.

Sonraki âyetlerde, Lokman (a.s.): “Yavrucuğum,” der, “namazı kıl, (insanlara) iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Konuşurken sesini yükseltme, unutma ki seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. Doğrusu bunlar üzerinde durulmaya değer şeylerdir” (bkz. Kur’ân, 31:17-19). Bu âyetlerde hem Allah’a, hem de O’nun yarattığı insanlara karşı görevlerimiz sıralanmakta; adab-ı muaşeret kurallarının bir özeti verilmektedir. Bunları çocuklarımıza anlatırken kelime ve açıklamalarımızı onların yaşına ve anlayışına göre seçmemiz gerekir.

 

Sorulara Çocuk Mantığı ile Yaklaşmalıyız

 

Çocukların her konudaki sorularına cevap verirken yetişkin mantığı ile değil, çocuk mantığı ile düşünmeliyiz. Yapacağımız küçük bir hata onların zihinlerini karıştırmaya yetecektir. Çocuklar dört yaşına kadar ben-merkezci bir düşünceye sahiptir. Canlı cansız ayırımı yapamazlar; onlara göre herşey canlıdır. Bu sebeple masallarda geçen olayların tamamına inanırlar, uydurma olduğunu düşünmezler.

Okul öncesi eğitimde masalların ve dinî hikayelerin rolü büyüktür. Masal kahramanlarının şahsında doğru davranışları öğretmek kolaylaşır. Çocuk kendisini kahramanın yerine koyar, onunla özdeşleşir.

Çocuklar yaptığımız basit açıklamalarla yetinir, fazlasını merak etmezler. Bir anne anlatmıştı: “Dört yaşındaki çocuğum bana, ‘Anne, dedi, neden Allah’ı göremiyoruz?’ Ben de, ‘gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı göremeyiz,’ dedim. Kendi kendine mırıldandı: ‘Evet, gözlerimiz küçük olduğu için Allah’ı göremeyiz.’ Bu cevap ona yetti, başka soru sormadı.” Büyük çocuklara bu açıklama yeterli olmayabilir. “Niçin Allah’ı göremiyoruz, Allah nerededir, ne kadar büyüktür?” gibi soruların cevabını vermemiz ve onların şüphelerini ve zihinlerindeki yanlış imajları düzeltmemiz gerekir. Ben, on yaşında bu soruları soran oğluma karşılıklı diyalog yoluyla cevap vermiştim. Önümüzde duran masayı göstererek sordum:

— Bu masa kendi kendine olur mu?

— Olmaz.

— Yani bunu yapan biri var, diyorsun.

— Evet.

— Şu giydiğimiz terlikler ve ayakkabılar da kendi kendine olmaz, değil mi?

— Olmaz.

— Onları kim yapıyor?

— Adamlar.

— Evet, adamlar yapıyor. Biz onlara ayakkabıcı diyoruz.

— Ayakkabı kendisini yapan ayakkabıcıya hiç benziyor mu? Ayakkabıcının ağzı, gözü, kulağı, ayağı, kolu var, yürüyor ve konuşuyor. Ayakkabıya bakıyoruz, kendisini yapan ustaya hiç benzemiyor, ne gözü var ne de kulağı, ne yürüyebiliyor ne de konuşabiliyor, değil mi?

— Evet.

— Basit bir masa ve ayakkabı kendi kendine olmazken, gökyüzünde gördüğümüz güneş, ay, yıldızlar ve üzerinde yaşadığımız şu dünya kendi kendine olur mu?

— Olmaz.

— Demek onları yapan, yani yaratan biri var. Kimdir O?

— Allah.

— Evet, dünyayı ve üzerinde yaşayan canlıları yaratan yüksek bilgi ve güç sahibi Biri var ve biz O’na Allah diyoruz. Nasıl ayakkabıcı yaptığı ayakkabıya hiç benzemiyorsa, Allah da yarattığı varlıklardan hiçbirine benzemez. Yemek, içmek, uyumak, bir evde oturmak bize mahsus şeylerdir. Allah, bize benzemediği için bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur. Allah’ın varlığını biliyoruz, ama O’nu göremiyoruz. Duyularımız, aklımız ve bilgimiz sınırlı olduğu için herşeyi göremez, herşeyi duyamaz ve herşeyi bilemeyiz. Allah melekleri nurdan yarattığı için onları da göremiyoruz.

 

Çocuklarımızı İbadete ve Duaya Nasıl Alıştırabiliriz?

 

Sembollerle düşünme, yani soyut düşünce tam gelişmediği için çocuklar yedi yaşına kadar herşeye inanırlar. Dört yaşındaki bir çocuk için imkânsız diye birşey yoktur, her şey mümkündür. “Dün gece, sen uyurken, gökten bir yıldız indi; seni öpüp gitti” deseniz hemen inanır, bunun mümkün olamayacağını düşünmez.

Dört yaşındaki çocuklara ibadetler ve dua çok ilginç gelir, bizi taklit etmeye çalışırlar. Bizimle birlikte namaz kılmak, dua etmek, oruç tutmak, camiye gitmek çok hoşlarına gider. Yemeklerden önce ve sonra Allah’a verdiği nimetlerden dolayı sesli olarak şükretmek, namazlardan sonra yine sesli olarak dua etmek; kendimiz, eşimiz, aile büyüklerimiz ve çocuklarımız için iyi dileklerde bulunmak yavrularımız üzerinde büyük tesir bırakır ve onları Allah’a yaklaştırır.

Küçük çocukların dil ve zihin gelişimi henüz yeterince olgunlaşmadığı için soruların amacını tam olarak ifade edemezler. Bir gün çarşıda dolaşıyordum. Annesinin kucağında, iki-üç yaşlarında bir erkek çocuğu parmağıyla camiyi göstererek sordu: “Bu ne?” Annesi, “O bir cami,” dedi. Çocuk tekrar sordu: “Bu ne?” Annesi yine aynı cevabı verdi: “O bir cami.” Çocuk istediği cevabı alamadığını anlatmak için yine sordu: “Bu ne?” Anne sesini yükselterek ve kelimelerin üzerine basarak, “O bir cami,” dedi. Anneye yaklaştım, “Hanımefendi,” dedim, “çocuk caminin adını sormuyor; eve benzemediği için ne işe yaradığını soruyor.”

Eğitimci yazar Cezmi Tahir Berktin, Okul Öncesi Eğitim isimli kitabında kendi başından geçen bir olayı anlatıyor:

“Dört yaşındaki kızım, açlık grevine başlamış gibi, birdenbire yemek yememeye başladı. Bizimle sofraya oturmuyor, ağzına bir lokma koymuyordu. Bütün çabalarımıza rağmen sebebini öğrenemedik. Gece olmuş, yatma saati gelmişti. Kucağıma alıp yatağına götürdüm. Başını okşayarak, ‘Seni seviyorum, yemek yemeyişin beni üzüyor,’ dedim. Ağlayarak boynuma sarıldı: ‘Babacığım, ne olur sen de yeme!’ dedi ve çocuk diliyle sebebini anlatmaya başladı. Meğer eşim, farkında olmadan, bir eğitim hatası yapmış. Her anne gibi, bizim hanım da çocuğun beslenmesini aşırı önemsediği için kızım soruyor:

— Anne, neden yemek yiyoruz?

— Büyümek için.

— Büyüyünce ne olacak?

— Yaşlanacağız.

— Yaşlanınca ne olacak.

— Her yaşlı gibi bir gün biz de öleceğiz.

Kızım, o küçük mantığı ile, ölümden kurtulmanın çaresini yemek yememekte buluyor. ‘Yemek yemesem büyümem, büyümezsem yaşlanmam, yaşlanmazsam ölmem’ gibi basit bir mantık geliştiriyor.”

Berktin hocanın da ifade ettiği gibi, biz ne kadar saklasak da çocuk er veya geç ölüm gerçeği ile yüzleşecektir. Çok sevdiği büyükannesi, büyükbabası veya arkadaşı öldüğünde bize sormayacak mı: “Büyükannem (veya arkadaşım) nereye gitti?” Vereceğiniz cevapta ahiret (cennet) inancı yoksa, ayrılık acısıyla dolu o küçük yüreği nasıl teselli edeceksiniz? Omuzlar üzerinde taşınan bir tabutu görüp sorduğunda ne cevap vereceksiniz?

 

Korkutarak Değil, Sevdirerek Eğitmeliyiz

 

Çocuklar dört-beş yaşına kadar rüya ile gerçeği birbirinden ayıramaz, düşüncelerin ve hayallerin gerçekleşebileceğine inanırlar. Kardeşini kıskandığı ve içinden ölmesini arzuladığı zaman, bunun gerçekleşeceğini düşünerek korkar, suçluluk duygusuna kapılır.

Çocuğun yaramazlığından bıkan bir anne, “Beni çok üzüyorsun, bir gün üzüntüden öleceğim” diye yakınsa veya “Allah annelerini üzen çocukları sevmez, cehenneminde yakar” diye korkutsa çocuk bunun gerçekleşeceğini zannederek paniğe kapılır.

Çocuklara din eğitimi verirken çoğu aileler farkında olmadan korku objesini kullanırlar. Salzman tarafından kaleme alınan ve Yengeç Kitap olarak bilinen bir eğitim klasiğini Çocukları Kötü Eğitmenin Yolları adıyla çevirmiştim. “Çocukları Dinsiz Yapmanın Yolları” başlığı altında şu tavsiyeler yer alıyordu:

• Zorla dua ezberletin, ezberleyemediği zaman cezalandırın.

• Yaramazlık yaptığı zaman Allah’ın onu cehennemde yakacağını söyleyerek korkutun.

• Din adamlarını, dindar akrabalarınızı ve komşularınızı çekiştirin, yaptıkları hataları sayarak gözden düşürün.

Salzman, çocuklarına söz geçiremeyen beceriksiz bir annenin hikayesini anlatırken de şöyle der: Bu ahmak kadın çocuklarını üç şeyle korkutarak sindirmeye çalışırdı: öcü, baba ve Allah. Çocukları yatmaya zorlamak için, “Yatın çabuk, kapatın gözlerinizi, yoksa öcüler gelir sizi yer,” derdi. Yaramazlık yaptıkları zaman, “Allah annesini üzen çocukları cehenneminde yakar,” diye korkuturdu. Bir suç işleyen veya yalan söyleyen çocuğu tehdit eder, “Baban akşam gelsin görürsün sen, temiz bir dayak ye de aklın başına gelsin,” derdi.

Çocuk eğitiminde davranışlarımız sözlerimizden daha etkilidir. Namaz kılacağı zaman çocukları odadan dışarı çıkaran anne babalar var. Camide çocuk azarlayan ve dışarıya kovalayan yaşlılar görürsünüz. Sebebini sorduğunuzda, “Yaramazlık yapıp namazımızı bozuyor,” derler. Davranışlarıyla çocukları dinden soğuttuklarının farkında değildirler.

Bir gün ailece yaşlı bir akrabamızı ziyarete gitmiştik. Hoş beş ve çay faslından sonra sıra namaz kılmaya geldi. Biz namazda iken dört yaşındaki oğlum gelip sırtıma çıktı, kollarıyla boynuma tutundu. İkimiz de buna alışığız. Peygamberimizin çocuk sevgisini anlatırken Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin dedeleri namazda iken sırtına tırmandıklarını, Peygamberimizin buna ses çıkarmadığını, böyle birlikte namaz kıldıklarını anlatmıştım. O günden sonra, kimbilir belki de kendisini Hz. Hasan veya Hüseyin yerine koyarak, ben namazda iken gelip sırtıma tırmanır, elleriyle boynuma tutunur, böylece birlikte secdeye varırız. “Ne yapıyorsun?” diyenlere de “Babamla namaz kılıyorum” der. Biz oğlumla son rekatta iken, namazını bitiren yaşlı akrabamız hışımla çocuğu sırtımdan alıp odadan dışarı çıkardı ve kapıyı kapattı. Bana, “Bu namaz olmadı, yeniden kılacaksın!” dedi. Güldüm. “Yapma Hacı Amca, dedim, Peygamberimizin namazını bozmayan birşey neden benim namazımı bozsun.” Ne demek istediğimi anlamadı tabiî. “Neymiş Peygamberimizin namazını bozmayan şey?” dedi kızarak. Ben de anlattım, ama aklı yatmadı. “Olmaz öyle şey, nereden uyduruyorsun bunları!” dedi.

 

Çocuklara Cenneti Olan Allah’ı Anlatmalıyız

 

Bir akşam bir komşumuz telefon etti. “Ali bey, bizim çocuğa bir haller oldu, nazara geldi herhalde, şeytan ağza alınmayacak şeyler söylettiriyor” dedi. “Hayırdır, hele anlat bakayım” dedim. Anlatmaya başladı: “Ah sormayın, benimle birlikte namaz kılan, camiye giden bu güzel çocuğa neler oldu anlamıyorum. Gerçi yaşı daha küçük, dört yaşında, ama söylediği şeyler aklımı başımdan aldı, ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım. ‘Ben namaz kılmayacağım!’ diye tutturdu. ‘Olur mu, Allah namaz kılmayanları cehenneminde yakar’ dedim. ‘Ben de onu yakarım!’ demez mi? Şaşırdım kaldım. Aklıma bir hocaya götürüp okutmak geldi, ama gitmeden önce size bir danışayım dedim.”

Komşuyu dinledikten sonra güldüm.

— Hocaya filan götürmenize gerek yok, dedim, çocuk haklı.

Böyle bir cevap beklememiş olacak ki, tepkisi sert oldu.

— Ne diyorsunuz siz, Ali bey?

— Küçük çocukları cehenneminde yakan Allah’ı hangi çocuk sever ve içinden gelerek namaz kılar? Çocuğu cehennemle korkutmaya ve Allah’tan soğutmaya ne hakkınız var? Çocuklara cehennemin kapalı olduğunu bilmiyor musunuz? Peygamberimiz buyuruyor ki: ‘Buluğa erinceye kadar çocuktan ve akıl hastasından kalem kaldırılmıştır.’ Çocuğu cehennemle korkutarak hem Allah’a, hem çocuğa haksızlık ediyorsun. Çocuğun tepkisi gerçek Allah’a değil, senin uydurduğun Allah’a. Bu vebalin altından nasıl kalkacaksın?”

Çocuk adına çok üzüldüğüm için sözlerim sert olmuştu, bunun farkındaydım, ama kendimi tutamamıştım. Adam bir müddet sustuktan sonra:

— Ali bey, kusura bakmayın, aklım iyice karıştı... dedi. Ben hocalardan Peygamberimizin “Çocuklarınızı yedi yaşından itibaren namaza alıştırın,” dediğini duydum.

— İyi de kardeşim, cehennemle korkutarak alıştırın dememiş ki!..

— Haklısınız galiba... Peki, ne olacak şimdi? Hatamı nasıl tamir edeceğim?

— Çocuğunuzun terapiye ihtiyacı var, gelin de bunu nasıl yapacağımızı konuşalım.

Baba iyiniyetli ve söz dinleyen biri olduğu için verdiğim tavsiyeleri yerine getirdi ve çocuğun bozulan itikadı kısa zamanda düzeldi.

 

Çocuklarda Ölüm Korkusu

 

Araştırmalar, okul öncesi çocuklarda ölüm korkusunun çok baskın olduğunu göstermektedir. Öncelikle anne babasının, daha sonra kendisinin öleceğinden korkar. Ölüm korkusunun tek çaresi ahiret inancıdır. Ölümü öldürüp kabir kapısını kapatamadığımıza göre, “Nereden geldik, nereye gideceğiz?” sorusuna cevap bulmak zorundayız. Bu sorunun cevabı da İslâm inancında vardır.

Bir gün bir hanım okuyucum telefonla beni aradı. Ağlamaklı bir sesle,

— Ali bey, annemi kaybettik, dedi.

Başsağlığı ve sabır diledim.

Konuşmaya devam etti:

— Annemin öldüğüne fazla üzülmüyorum, iyice yaşlanmıştı, kendini zor taşıyordu. Namazında, niyazında, iyi bir insandı. Çok defa, ‘Allahım beni çocuklarıma yük etme, yatağa düşürmeden emanetini al, beni Hasanıma kavuştur’ diye dua ettiğini duydum. Hasan derken ölen babamı kastediyordu. Babamı üç sene önce kaybettik. Sözü fazla uzatıp başınızı ağrıtmak istemiyorum. Dört yaşındaki kızım için arıyorum. Büyükannesini çok severdi. Annem ölünce, kızımı hemen götürüp teyzesine bıraktım. Annemin hasta olduğunu söyledik, öldüğünü bilmiyor. Uzun süre saklamamız imkânsız, bir şekilde bir yerlerden duyacak veya nereye gittiğini soracak. Ne cevap vereceğimi, nasıl anlatacağımı bilemiyorum; bana yardımcı olun lütfen.

Tekrar başsağlığı ve sabır diledim.

— Siz inançlı bir insansınız, dedim. Bir-iki gün sonra acınız hafifleyince çocuğunuzu yanınıza alın. Ona büyükannesinin öldüğünü, fakat cennete gittiğini, orada daha güzel bir hayat yaşayacağını anlatın.

Anne biraz tereddüt geçirdikten sonra:

— Ben de buna benzer şeyler anlatmayı düşünmüştüm, dedi. Ancak, “Büyük annemi bir daha göremeyecek miyim?” derse ne cevap vereceğim?

— Çocukların sorularına cevap verirken dürüst olacağız. Detaylara girmeden, kısaca, anlayacağı kelimelerle cevap vereceğiz. Nasıl inanıyorsak öyle anlatacağız. İnancımıza göre, ahirette yine biraraya geleceğiz, akrabalık ve dostluk ilişkilerimiz devam edecek. Siz de çocuğunuza bunları anlatın. Büyükannesiyle cennette buluşacağını, yine kendisini seveceğini söyleyin.

 

Yararlı olabilecek bir yazı..

Selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Tebrikler cile54, muhteşem bir yazı. Benim yaptığım durum tespitini tamamlayan bir unsur oldu, Ellerine, emeğine sağlık, teşekkürler...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamün aleyküm

Sonradan Müslüman olan Y. İslam'lar, Malcolm X'ler..., çok daha iyi yaşayabiliyor dinlerini.

 

Buna katılıyorum.

Biz Allah' çok şükür şimdiye kadar müslüman olan bir çevrede yetiştik.

Ama Sonradan müslüman olanlar bizden daha iyi yaşıyor İslamı.

Niye???

Bu da ayrı bir konu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu da ilginç bir şey ;

 

Yusuf İslam şöyle diyor;

 

Allah (c.c) bana Müslümanları göstermeden önce İslam'ı tanıttı. Eğer müslümanları tanısaydım İslamiyeti seçmem zor olurdu.

 

Biz müslümanlar islamiyet'i mi yaşıyoruz?

 

Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri sokakta yürürken yanına biri yanaşır ve şöyle der;

Efendim, Ümmet-i Muhammed için dua ediniz, halimiz kötüdür

Bunun üzerine Efendi Hazretleri şöyle buyurur;

 

Bana O Ümmeti göster, dua edeyim...

 

İşte cevap yukarıda...

 

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm

Değerli Arkadaşlar, namaz hakkında yazmış olduğunuz bu yazılara mest oldum. Bazen olur işte, İnsanlara takdirlerinizi belirtmek istersiniz de kelime bulamazsınız. Kısaca Allah Teala'nın İlmi, İrfanı, Rahmeti üzerinize olsun.... Allah Razı Olsun..Vesselam

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu konu hakkında bana kadar yazmış olan arkadaşlardan Allahbinlerce defa razı olsun.Bütün arkadaşların son derece faydalanacağına emin oldığum bir konu.Hayatımızın seyrinde mutlaka bu durumlarla karşı karşıya geleceğiz.İşte bir gün çocuğumuz "Allah 'ı neden göremiyoruz "gibi bir soryla karşımıza çıkabilir.O gün geldiğinde çocuğun o körpe dimağına güzellik tohumları ekeyim derken yanlış bir adımla telefisi zor sonuçlar doğurmamak için hazırlıklı olmalıyız.

 

Ben bu konuyu gördüğüm için son derece mutlu oldum.Çünkü ben bir eğitimciyim ve öğrencilerime karşı sorumluyum.Öğrencilerime en güzel şekilde bu tür bilgileri aşılamak istiyorum.Çünkü ben zamanında vermezsem yerine yanlş olanları ile dolacaktır.Ama 4 yıllık üniversite hayatımda bu konuda nasıl bir yol izlemem konusunda bir bilgi almadım.Onun için bu konda bilgi eksikliğm çoktu ve yanlış bir şey yapmamak için tereddütlerim vardı.Tamamen olmasa da bu konu bana yardımcı oldu.Tekrar teşekkürlerimi sunarım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...