Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Salihbey

Erkek Ve Kadın Hakkında Mizaçname

Recommended Posts

ERKEK VE KADIN HAKKINDA MİZAÇNÂME

 

Derleyen: Gülçin Şenel

 

SANATKÂR MİZACI HAKKINDA: “ÂŞIK”

 

· Jungçular çoğunlukla Yunan ilâhı Eros'u, Âşık enerjisi yerine kullanırlar. Latince "libido" tâbirini de kullanırlar. Bu tâbirlerle, sadece cinsî zevkleri değil, genel bir yaşama zevkini kastederler.

 

Adı ne olursa olsun, Âşık enerjisinin, neşe, canlılık ve tutkunun temel enerji biçimi olduğuna inanıyoruz. Bu enerji, türümüzün cinsellik, yiyecek, sağlık, hayatın zorluklarına aktif bir şekilde uyum ihtiyaçları ve en önemlisi "anlam açlığı" vasıtasıyla (ki bunlar olmadan insanlar hayatlarını devam ettiremez) yaşar. Âşık'ın temel güdüsü, bu ihtiyaçları gidermektir.

 

Âşık arketipi, ruh için de temeldir. Çünkü dış çevreye duyarlı olmayı sağlayan enerjidir. Jungçuların "hassevî-duyusal fonksiyon" dediği şeyin ifâdesidir. Bu "hassevî-duyusal" tecrübenin tüm teferruatından sorumlu olmanın yanında renkleri, biçimleri, sesleri, dokunma, koklamayla ilgili duyuları da belirler. Âşık, iç psikolojik dünyadaki değişimleri gözler ve aldığı hassevî intibâlara karşılık verir.

 

· Bütünlüklü Âşık: Âşık oyun ve "gösteri" arketipidir; sağlıklı hayatın, duyulara seslenen zevklerin dünyasında, utançsız bir şekilde bedenine sahib olmanın arketipidir. Yani, Âşık fazlasıyla hassevîdir, tüm ihtişâmıyla fizikî dünyanın farkındadır ve duyularıyla bunu hisseder. Bu duyarlılığıyla tüm varlıklarla ilişki içindedir, onlara bağlıdır. Şefkatle ve hissî bir anlayışlılıkla onlarla bir bütün olur. Âşık'ı kullanan bir erkek için, tüm varlıklar sırrî biçimlerde birbirine bağlanmıştır. "Bir kum tanesindeki dünya"yı görebilir ve hissedebilir. İnsiyâkî olarak etrafındaki şeylerle "empati" (başkalarının hürriyetiyle bağ) kuruyordur.

 

Âşık'ı kullanan erkeğin, belki Jung'un öngördüğünden daha da geniş bir "kollektif şuurdışı"na açık olduğuna inanıyoruz. Jung'un kollektif şuurdışı tüm insanoğullarının şuurdışıdır ve Jung'un dediği gibi, bugüne kadar yaşamış tüm insanların hayatında olup biten herşeyin hatırasını muhafaza eder. Belki tüm canlıların duyumlarını kapsayacak kadar da geniştir. Doğu bilgeleri, kocaman denizin sathındaki dalgalar gibi olduğumuzu söylerler. Âşık enerjisinin bu "okyanus" bağlantılarıyla birebir ve çok yakın ilişkisi vardır.

 

İç ve dış şeylere karşı duyarlılık, tutkuyla elele gider. Âşık'ın bağlılığı temel olarak entellektüel değildir. Hissetmeye dayalıdır. Temel ihtiyaçlarımız hepimizce en azından sathın hemen altında tutkuyla hissedilir. Fakat Âşık, bunun derin bilgisine sahibtir. Şuurdışına yakın olmak, "ateş"e, hayatın ateşlerine, biyolojik seviyedeki hayatî metabolik süreçlerin ateşlerine yakın olmak demektir. Sevgi, hepimizin bildiği gibi, "sıcak", çoğu zaman "el yakacak" kadar sıcaktır.

 

Âşık'ın tesirindeki erkek, dokunmak ve dokunulmak ister. Herşeye fizikî ve hissî olarak dokunmak ister ve herşeyin ona dokunulmasını ister. Hiçbir sınır tanımaz. İçindeki güçlü hisler vasıtasıyla iç dünyasında (ve başkalarıyla ilişkileri çerçevesinde haricî olarak) hissettiği bağlılık duygusunu yaşamak ister. Algılanan dünyayı bir bütün hâlinde yaşamak ister.

 

Estetik idrak olarak bilinen şeye de sahibtir. Ne olduğu önemli olmaksızın herşeyi estetik açıdan yaşamak ister. Onun için tüm hayat sanattır ve çok değişik duygular uyandırır.

 

· Âşık'a ulaşmış erkek, hayattaki herşeyi bu şekilde yaşar. Dünyadaki acı ve kötülükleri hissederken bile aynı zamanda büyük bir sevinç hisseder. Sevinç ve hazzı tüm duyu tecrübeleriyle yaşar. Meselâ, sigara paketini açıp, tütünün egzotik aromalarını koklama sevincini bilir. Müziğe karşı duyarlıdır. Hint sitarının ürpertici nağmelerini, büyük bir senfoninin yükselen temposunu veya bir Arab darbukasının çileci vuruşlarını derinden hissedebilir.

 

Yazmak, onun için, hasselerinin de katıldığı duyulur bir tecrübeye dönüşebilir. Yazarlara niye çoğu yazarın masa başına oturunca sigara içtiklerini sorduğumuzda, sigara içmenin; tüm duyularını intibâlara, teessürlere, kelime farklarına karşı açık bir hâle getirerek rahatlık verdiğini söylediler. Bunu yaptıklarında "yeryüzü" yahut "dünya" ile derinden bağlantı kurduklarını hissediyorlar. İçerisi ve dışarısı sürekli bir bütüne dönüşüyor ve böylece onlar da ibdâ edebiliyorlar.

 

Diller (farklı sesler ve ince anlam farkları), Âşık'ın hissî beğenisi vasıtasıyla birbirine yakınlaşır. Başkaları yabancı dilleri mekanik bir şekilde öğrenirken, Âşık'a ulaşmış erkekler hissederek öğrenir.

 

Felsefe, ilâhiyat veya ilim gibi yüksek mücerred düşünceler bile duyular vasıtasıyla hissedilir.

 

Âşık enerjisiyle yoğun ilişkisi olan erkek, işini ve birlikte olduğu insanları bu estetik idrakla yaşar. İnsanları bir kitab gibi "okuyabilir". Çoğunlukla, onlardaki ruhî değişimlere acı verecek ölçüde duyarlıdır ve saklı güdülerini bile hissedebilir. Bu gerçekten de acı verici bir tecrübedir.

 

Âşık sadece yaşama sevincinin arketipi değildir. Dünyayı ve diğer insanları hissetme kapasitesinin yanısıra, acılarını da hisseder. Diğerleri acıdan kaçabilir, ama Âşık ile ilişkide olan erkek onlara dayanmayı bilmelidir. Hem kendisi için hem başkaları için yaşıyor olmanın verdiği acıyı hisseder.

 

Âşık'ın tesirindeki erkek, içtimaî sınırlarda durmak istemez. Böyle şeylerin sunîliğine karşı gelir. Hayatı (sanatçının stüdyosu, ibdâ edici bilgi çalışmaları) çoğunlukla sıradışıdır ve karmakarışıktır.

 

Netice olarak, "yasa"ya karşı çıktığı için, duyular ve ahlâk, aşk ve vazife arasındaki o eski ve bildik gerilimi, karşı çıkışlarla dolu hayatı görürüz. Joseph Campbell bunu manzum bir biçimde "amor ve Roma" arasındaki gerilim olarak dile getirmiştir. "Amor", tutkulu hayatlar; "Roma" ise, yasa ve düzene karşı sorumluluk ve vazife anlamına gelmektedir.

 

Bu yüzden Âşık enerjisi, diğer olgun erkeklik enerjilerine -en azından ilk bakışta- tamamen zıddır. Onun ilgileri, Savaşçı, Büyücü ve Kral'ın sınırlar, tesirsizleştirmeler, düzen ve disiplinle ilgili görüşlerinin zıddıdır. Bir erkeğin ruhu için doğru olan, tabiî ki tarih ve kültürel panoramada da doğrudur.

 

Sanatçı Âşık'ların şahsî hayatları "tipik" olarak fırtınalı, karmaşık ve labirent gibidir; iniş-çıkışlarla, kötü evliliklerle ve çoğunlukla da uyuşturucu bağımlılığıyla doludur. İbdâcı şuurdışının ateşli gücüne çok yakın bir yerde yaşarlar.

 

Benzer bir şekilde, hakiki ruhçu Âşık'lar da derinden hissettikleri sezgilerin "titreşimi" ve duyumlarıyla dolu bir dünyada yaşarlar. Onların şuurları da sanatçılarınki gibi, başkalarının duygu ve düşüncelerinin ve kollektif şuurdışının karanlık dünyasının saldırılarına fazlasıyla açıktır. Gündelik umumî kanaatler dünyasının ardında veya altında duran bir dünyada yaşıyor gibidirler. Bu gizli dünya, onlara sesli kelimeler, şiddetli duygular, başkalarının anlamadığı sıcak ve soğuk duyumları, farkedilemeyen kokular, büyük korku ve güzellik imajları, insanların gerçekte neler yaşadığına dair duyumlar verir. Hatta gelecek hakkında intibâlar bile alabilirler.

 

İnsanlar, durumlar veya geleceğimiz hakkında sezgilerimiz ve önbilgilerimiz olduğunda bizler de Âşık'a erişmiş oluruz. Böyle ânlarda varlıkların temel birliğini müşahhas olarak bile hissedebiliriz ve normalde farkında olmadığımız gerçekliklerle bağlantı kurmamızı sağlayan Âşık enerjisiyle dolarız.

 

Çiftçilikten borsacılığa, boyacılıktan bilgisayar yazılımı hazırlamaya kadar, neredeyse her meslek her çeşit sanatçı ve üretici, ibdâcı çaba, olduruculuk için Âşık enerjisini kullanır. Meraklılar, fanatikler, tutkulular, bir cereyanın bağlıları, antikacılar, uzmanlar da böyledir.

 

Âşık'ın gölge yönlerini tartışmaya başlamadan önce, yıllardır süren "tekeşlilik-çokeşlilik" ve "rastgele ilişki" zıdlığı mevzuunda bir not düşmek istiyoruz. Tekeşlilik, bir kadın ve erkeğin kendilerini yalnızca birine -beden ve ruh olarak- adadığı, aşkın "amor" biçiminden doğar. Tekeşlilik, en azından Batıda hâlen idealimiz olmayı sürdürüyor. Fakat Âşık, kendini çokeşlilik, değişik tekeşlilikler veya rastgele ilişkiler vasıtasıyla da dışa vurur. Mitolojide, bu, Hindu Krishna'nın "gopi"lere (kadın çobanlara) olan aşkı olarak gösterilir. Her birini, sonsuz aşk gücüyle tam olarak sever, böylece her bir gopi, kendini tamamen hususî ve değerli hisseder. Muhtelif ülkelerdeki çokeşlilik tatbikatlarında, tüm bu içtimaî düzenlemeler içinde, Âşık kendini açığa vurur. (Çocukluktan Erkekliğe: Kral, Savaşçı, Büyücü Aşık)

 

· Sartre: Doğru, öteden beri çok severim kadınları. Hep başköşeyi tuttular kafamda... Gerek küçükken, gerek büyüdükten sonra, gerek yaşlandığımda üzerinde en çok düşündüğüm şey kadınlar oldu. Doğrudan doğruya onlarla ilgisi olmayan konuları düşünürken bile kadınları düşünürüm... (J. Paul Sartre, Yazınsal Denemeler, s. 123)

 

-Sık sık “kadınlar” diyorsunuz. Çoğul sözediyorsunuz onlardan. Çocukluk ve gençliğinizde, ilerde “hayatınızın” kadını olabilecek birini düşlememiş miydiniz?

 

· - Hayır, çünkü zaten başından beri çokkadınlı yaşadım. Kendimi bildim bileli cinsi yaşamımın çokeşli olacağını düşündüm. “Haremci” oluşum da bundandır; hiçbir zaman ömrümün kadını olacak bir kız düşünmedim. (J. Paul Sartre, Yazınsal Denemeler, s. 126)

 

D.edecek...

Share this post


Link to post
Share on other sites

"ÇOK EŞLİLİK” ÜZERİNE BİR OKUYUCU KATKISI

 

Gülçin Şenel

 

 

 

"Erkek ve Kadın Hakkında Mizaçnâme” başlıklı son yazımızdan (derleme) sonra bir okuyucumuzdan çok değerli bulduğumuz bir mesaj aldık. Bahsi açıcı ve bizce son haddiyle aydınlatıcı bu değerlendirmeyi hiç yorum yapma gereği hissetmeksizin ve üstelik altına imzamızı da gönül rahatlığıyla atarak sizinle paylaşmak istedik. Buyrun:

 

"Muhterem Gülçin Hanımefendi,

 

Makalelerinizin en başta gelen takibçilerinden olarak, sizi nasıl tebrik edeyim, camiamız adına minnettarlığımızı nasıl ifade edeyim kestiremiyorum. Son derlemeniz de, bugüne kadar yazdıklarınızın sağlaması mahiyetinde çok çarpıcı tesbitler ihtiva ediyordu ki, tek kelimeyle bayıldım. Eğer müsaade ederseniz, bu derlemede yeralan «SANATKÂR MİZACI HAKKINDA: “ÂŞIK”» başlıklı iktibasın muhtevası üzerinde naçizane bir katkı yapmak istiyorum.

 

Dilerseniz kısaca orada yazılan bu nevî “erkek mizacı”nı (Âşık!) bir nebze hatırlayalım (ki Robert Moore ve Douglas Gillette’nin ortaklaşa hazırladıkları “Kral, Savaşçı, Büyücü, Âşık” kitabında yeralan bellibaşlı dört erkek mizacının sadece birisi veya bir yönüdür bu! Yoksa, “Kral”, “Savaşçı”, “Büyücü” arketiplerinin baskın olduğu mizaçlar, kuşkusuz “Âşık”ın hususiyetleriyle onun kadar hemhâl değildirler, demek ki onun daha ziyade yaşadığı ıstırablarla da onun kadar ilgili değildirler.) Ne deniyordu “Âşık” için:

 

"ÂŞIK SADECE YAŞAMA SEVİNCİNİN ARKETİPİ DEĞİLDİR. DÜNYAYI VE DİĞER İNSANLARI HİSSETME KAPASİTESİNİN YANISIRA, ACILARINI DA HİSSEDER. DİĞERLERİ ACIDAN KAÇABİLİR, AMA ÂŞIK İLE İLİŞKİDE OLAN ERKEK ONLARA DAYANMAYI BİLMELİDİR. HEM KENDİSİ İÇİN HEM BAŞKALARI İÇİN YAŞIYOR OLMANIN VERDİĞİ ACIYI HİSSEDER.

 

Âşık'ın tesirindeki erkek, içtimaî sınırlarda durmak istemez. Böyle şeylerin sunîliğine karşı gelir. Hayatı (sanatçının stüdyosu, ibdâ edici bilgi çalışmaları) çoğunlukla sıradışıdır ve karmakarışıktır.

 

NETİCE OLARAK, "YASA"YA KARŞI ÇIKTIĞI İÇİN, DUYULAR VE AHLÂK, AŞK VE VAZİFE ARASINDAKİ O ESKİ VE BİLDİK GERİLİMİ, KARŞI ÇIKIŞLARLA DOLU HAYATI GÖRÜRÜZ. JOSEPH CAMPBELL BUNU MANZUM BİR BİÇİMDE "AMOR VE ROMA" ARASINDAKİ GERİLİM OLARAK DİLE GETİRMİŞTİR. "AMOR", TUTKULU HAYATLAR; "ROMA" İSE, YASA VE DÜZENE KARŞI SORUMLULUK VE VAZİFE ANLAMINA GELMEKTEDİR.

 

Bu yüzden Âşık enerjisi, diğer olgun erkeklik enerjilerine -en azından ilk bakışta- tamamen zıddır. Onun ilgileri, Savaşçı, Büyücü ve Kral'ın sınırlar, tesirsizleştirmeler, düzen ve disiplinle ilgili görüşlerinin zıddıdır. Bir erkeğin ruhu için doğru olan, tabiî ki tarih ve kültürel panoramada da doğrudur.

 

SANATÇI ÂŞIK'LARIN ŞAHSÎ HAYATLARI "TİPİK" OLARAK FIRTINALI, KARMAŞIK VE LABİRENT GİBİDİR; İNİŞ-ÇIKIŞLARLA, KÖTÜ EVLİLİKLERLE VE ÇOĞUNLUKLA DA UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞIYLA DOLUDUR. İbdâcı şuurdışının ateşli gücüne çok yakın bir yerde yaşarlar. (...)

 

ÂŞIK'IN GÖLGE YÖNLERİNİ TARTIŞMAYA BAŞLAMADAN ÖNCE, YILLARDIR SÜREN "TEKEŞLİLİK-ÇOKEŞLİLİK" VE "RASTGELE İLİŞKİ" ZIDLIĞI MEVZUUNDA BİR NOT DÜŞMEK İSTİYORUZ. TEKEŞLİLİK, BİR KADIN VE ERKEĞİN KENDİLERİNİ YALNIZCA BİRİNE -BEDEN VE RUH OLARAK- ADADIĞI, AŞKIN "AMOR" BİÇİMİNDEN DOĞAR. TEKEŞLİLİK, EN AZINDAN BATIDA HÂLEN İDEALİMİZ OLMAYI SÜRDÜRÜYOR. FAKAT ÂŞIK, KENDİNİ ÇOKEŞLİLİK, DEĞİŞİK TEKEŞLİLİKLER VEYA RASTGELE İLİŞKİLER VASITASIYLA DA DIŞA VURUR. MİTOLOJİDE, BU, HİNDU KRİSHNA'NIN "GOPİ"LERE (KADIN ÇOBANLARA) OLAN AŞKI OLARAK GÖSTERİLİR. HER BİRİNİ, SONSUZ AŞK GÜCÜYLE TAM OLARAK SEVER, BÖYLECE HER BİR GOPİ, KENDİNİ TAMAMEN HUSUSÎ VE DEĞERLİ HİSSEDER. MUHTELİF ÜLKELERDEKİ ÇOKEŞLİLİK TATBİKATLARINDA, TÜM BU İÇTİMAÎ DÜZENLEMELER İÇİNDE, ÂŞIK KENDİNİ AÇIĞA VURUR.”

 

Hemen dikkatinizi çekmiştir muhakkak, “Âşık” karakterinin yanıbaşında bir “çok eşlilik” temayülü âşikârdır ki, işte tam da burada bir tavzih gerektiği kanaatindeyim. Şu yüzden ki, “Davulun sesi uzaktan hoş gelir!” minvalinde yanlış anlamalar ve tehlikeli teşebbüslere çanak açılmasın. Çünkü, bazıları bu noktaya “iştiyakla” dikkat kesilirken, hemen yukarıda yeralan “SANATÇI ÂŞIK'LARIN ŞAHSÎ HAYATLARI "TİPİK" OLARAK FIRTINALI, KARMAŞIK VE LABİRENT GİBİDİR; İNİŞ-ÇIKIŞLARLA, KÖTÜ EVLİLİKLERLE VE ÇOĞUNLUKLA DA UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞIYLA DOLUDUR.” ihtarını es geçebilirler ve sonra çok üzülebilirler. Bir ilacı, “yan tesirler”ini okumadan ve reçetesiz kullanıp da komalık olmak tehlikesiyle yüzyüze gelebilirler. Ayrıca, bazı şeyler vardır ki, arabayı ters yola soktuğunuzu farkedince, kolayca geri vitese takıp kurtulmak mümkün olmaz, bir noktada ister ileri isterse geri gidin, daima canınız yanar, daima can yakarsınız! Hiç uzatmadan hükmü basmak zaruridir: Bu iş ne tatlı bir fantezi ne de bir oyuncaktır!.. Hani, tellerle çevrili ve girişinde ölüm tehlikesini gösteren “kuru kafa” tabelasının bulunduğu bölgeler vardır, bu bahis de, zerre abartmaksızın “aynen” böyle!.. O hâlde, sözkonusu “kuru kafa”yı EN BAŞTAN daha bir belirginleştirmek en doğru tutum olsa gerektir ki, bu yazıyı yazmamın sâiki sadece budur.

 

Pascal’ın sözünü bilirsiniz, yaklaşık olarak şöyledir:

 

"Bir işteki yanlışı, genelde ancak o işe giriştikten ve herşeyi elimize yüzümüze bulaştırdıktan sonra farkederiz!”

 

Madem böyledir, ben de hasbelkader az çok farkında olduğuma inandığım birtakım noktaları, şayet uygun bulursanız, sizin vesilenizle ŞİMDİDEN dostların istifadesine sunmak, BAŞTAN aydınlatıcı olmak istiyor, bunu nasıl takdim edeceğinizi takdirinize bırakıyorum.

 

Mesele benim açımdan sarih, fakat mevzu şümûllü, lâkin fazla dallandırmak da istemem. Neticede, ehli feraset, lâfın azından dahi çok şeyi anlayacaktır ki, gerisi, dilediğiniz kadar konuşun, yine bildiğini okuyacaktır; anlaşılacağı üzere muhatabımız onlar olmayacaktır.

 

İslâm kaynakları bu mesele üzerinde, gerekeni gerektiği mikyas ve güzellikte pek güzel serdetmişlerdir. Arzu eden araştırır, çok kısaca söyleyeceklerimizi tahkik ve tahkim eder. Ne var ki, meselenin bir de “bugün”ü ilgilendiren vechesi, belki bize en lâzım olan husustur. Takdir edersiniz ki, İslâmî hükümler bu devir ve bu topraklarda tatbikattan kaldırılmıştır, ahlâkî ve hukukî yapı da neredeyse tamamen İslâm dışı mihrakların tesir veya hâkimiyeti altındadır. Bunun tabiî, ama acı neticesi olarak, mânevî dünyamız da korkunç bir kirlenme ve dejenerasyona uğramış, neyin doğru neyin yanlış, neyin güzel neyin çirkin, neyin yerli neyin yersiz olduğu, tüm bu iç ve dış şartların toplam çerçevesi içinde birbirine karışmıştır.

 

Öncelikle, "çok eşlilik”, kötü bir davranış mıdır? Ne münasebet!.. Aslıyla elbette böyle değildir, üstelik bunu “kalbden” iddia, iddiacısını küfre kadar götürebilecek bir tehlikeyi bağrında taşımaktadır. “Nimet-i İslâm” İlmihâlinin müellifi Elhac Mehmed Zihni Efendi’nin deyişiyle:

 

"İslâm şerîatınde, gerek talâk ve gerek zevcenin teaddüdü meseleleri, hafifletici sebepler cümlesinden olarak (zorluk ve umumî külfet) ahkâmındandır. Eşbahın kavaidi fenninde, «güçlük kolaylığı getirir» aslına ferî olarak, denilmiştir ki; zevcenin teaadüdü, erkekler için kolaylık olduğu gibi, kadınlar için dahi, -çoklukları hasebiyle- kolaylıktır. Dörtten ziyade olmaması kasmde, kadınlar arasında adl ve müsavatta, güçlük olmamak içindir. Talâkın meşruiyyeti dahi, hiffet (sikletten kurtulmak)tır. Çünkü münaferet husulünde, zevciyyet üzere, bekada meşakkat vardır.

 

İzdivaç, tabiat iktizası olduğu gibi, bu bapta, teaddüt ve tenevvua meyl etmek dahi, yine tabiat muktezasıdır (Bundan, kadınlar dahi, kendilerince ahkâm çıkarmak istemesinler. Çünkü, erkeklerdeki, kuvvei gariziyye onlarda yoktur. Kadın erkeğe, yakin olmadıkça, kadınlığını bilemez.)”

 

Ancak mesele bundan ibaret de değildir; devam ediyor M. Zihni Efendi:

 

"Bununla beraber, talâk olsun, zevcenin teaddüdü olsun, dini İslâma, vâcip olmadığı gibi, mendup dahi değildir. Belki, ihtiyacı olan için sadece bir müsaadeden ibarettir.” (...)

 

"Dini İslâmda erkekler, müteaddit zevce ittihazına memur olmadıkları gibi, kadınlar dahi, iştirak ortak kabulüne, mecbur değillerdir. Bundan dolayı, karı koca arasında ayrılık vukua geldiği de olur. Bundan da kadınların, ehli İslâm şeriatinde –sanıldığı veçhile- esir gibi olmadıkları anlaşılır ki, kadınlar kocalarından, talâk isteyebilmek hakkını da, hâiz bulunuyorlar demektir.”

 

İmam-ı Gazalî Hazretleri, çok eşliliği erkeğin “teskin” şartına bağlamaktadır ki, bizce meseleyi en güzel sarahate kavuşturan nokta burasıdır. Teskin olduktan sonra, gayrimeşrû münasebetler ve zinâya dûçar olmadıktan sonra, bu mânâda kendini zabtedebildikten sonra, aklı başında hangi “sağduyulu” erkek, daha bir kadını dilediğince idâre edemezken bir ikincisini başına sarar?.. Kuşkusuz, aklı başında olmayanları bunun haricinde tutmak durumundayız, onlar ki kendi ettiklerini bulanlar!..

 

Meselâ, Osmanlı toplumu üzerine yapılan araştırmalar bu bakımdan dikkat çekicidir. Şöyle ki, “çok eşlilik” meşrû olmasına rağmen, cemiyetin ya en alt tabakaları yahut en üst tabakaları (zavallı kalem erbâbı, çilekeş “âşık” taifesi!) buna diğerlerinden fazla itibar etmiş, kâhir ekseriyet, “tek eşli” olmanın sulh ve sükûn iklimi içinde işine ve keyfine bakmıştır. “Keyfine bakmıştır”, çünkü “çok eşli” olanların yaşadıkları ıstırabların belki binde biriyle dahi karşılaşmamışlardır. Bu meyânda bizce en vecîz söz, hiç şübhesiz, Zemahşerî’nin zikrettiğidir, yine yaklaşık olarak:

 

"Bir okyanusta fırtınaya yakalanmış ve dalgalarla boğuşan bir adam mı daha bedbahttır, yoksa iki eşi olan mı? Bence, ikincisi, daha bedbahttır!”

 

Hâlâ "niçin acaba?" diye saf saf soranlar kalmışsa, onlara biraz daha anlaşılır cevabı “Itırlı Bahçe”sinde Nefzavî versin:

 

 

 

"Cehaletim sebep oldu, iki karı nikâhladım

 

Şikâyetin anlamı ne, ey iki karılı adam?

 

Demiştim ki, ikisinin arasında kuzu gibi yaşarım;

 

İki koyunumun koynunda ben zevkime bakarım,

 

Oysa iki dişi çakal arasında, bir koç misali,

 

Kaldım, günlerce gecelerce, öyle kısılı.

 

Vurdukları boyunduruk çökertti durdu beni.

 

Birine az yanaşsam, öteki çılgınlaşır.

 

İstiyorsa esen kalmak, yüreğini ferah tutmak,

 

Kalmalıdır fersah fersah, insan evlilikten uzak.

 

Almalısın bir tek karı, evleneyim dersen ille:

 

Bir tanesi, inan, yeter iki orduya bile."

 

 

 

Tüm bu yukarıdaki iktibaslar, İslâm ahkâmının tatbik edildiği “oturmuş” İslâm toplumlarına dairdir. Ya bugün?..

 

Dünkü "çok eşlilik” tatbikatını, bir erkek için nasıl başına sardığı “kamburlaştırıcı” bir yük olarak görmüşsek, bugün için böyle bir teşebbüsü, “püsküllü belâ” kelimesinin dahi çok hafif kalacağı, diri diri mezara gömülmenin belki ancak tattırabileceği acıları davet eden bir “ölümcül” işgüzarlık telakki ederiz.

 

Herşeyden önce en büyük yanılgı, kadına bunu “İslâmî tatbikat” diye dayatmaktaki “safça” ama “nafile” yaklaşım olacaktır ki, “kadın”ın fıtratı icabı “statükocu” olduğu anlaşıldığında ve yaşadığı yerdeki örfü yahut “Başkası ne der?”leri, neredeyse dinî ölçülerden daha muteber bildiği farkedildiğinde, yetmiyormuş gibi istisnâsız tüm bir “çevre” bunu akıl almaz bir ahlâksızlık veya mesuliyetsizlik olarak damgalamakta hiç gecikmediğinde, tabiri caizse “kıyamet perdesi” açılmış demektir. İster geriye dönmeye isterse ileri gitmeye meyletsin, birbirinden bunaltıcı, can yakıcı ve çözümsüz dertler sağanak gibi yağmaya başlamış demektir. Ah keşke bir “geçmiş” olsa!.. Biri bitmeden diğeri başlayan kavgalar, gürültüler, aile faciaları, depresyonlar, şunlar, bunlar, daha niceleri...

 

"Daha iyi"si olsun isterken, evdekinin elden gittiği farkedilecektir acı acı!..

 

Bir Fransız atasözü şöyle der:

 

"Daha iyi, iyinin düşmanıdır!”

 

Goethe, galiba daha güzelini söylemiş:

 

"Bir belâdan kurtulmak isteyen, ne istediğini her zaman biliyordur; elindekinden daha iyisini isteyen ise, tamamen bakar kördür!”

 

Kuşkusuz burada yazılanlar kadınları pek memnun edecek cinstendir, erkeğin yaptığı sayısız kabalıktan, eşinin “egosunu aşağılaması”ndan ve türlü mesuliyetsizliğinden de dem vurup, bu sevinci elbette katlayabilirdik. Ama henüz sözümüzü bitirmedik. Âdil olmak bakımından, zât-ı âlîlerine de bir çift söz beyân edeceğiz. O da şu:

 

Bir erkek niçin "başka kadın” ihtiyacı duyar sizce?.. Cevab genel itibariyle şudur: Bir yönü “hissî”, diğer yönü “cinsî” sâikle!..

 

"Hissî sâik", erkeğin “sevildiğini” hissetmemesi, kendisini ve çabalarını “takdir” edecek bir ayna görememesidir ki, dünyada her kulun istediği başka nedir? Hepimiz, bizi “olduğumuz gibi” sevecek, kabul edecek, takdir edecek bir insan, bir can dost, bir ayna ihtiyacıyla yanıp tutuşmaz mıyız?.. Ya bu yoksa, diyelim ki bir erkek için karısı böyle olmak yerine, umumiyetle bir “vıdı vıdıcı”, bir “sızlanıcı”, bir “gagalayıcı”, bir “başa kakıcı”, bir “nankör” hüviyetiyle öne çıkıyorsa?..

 

"Cinsî sâik" zaten malûm!.. Ve ne kadar da önemli!.. Çoğu kadının, o “ulvî”(!) cinsî kayıdsızlıklarının ve hor görmelerinin hangi trajedilere kapı açabileceğini hâlâ farkedememiş olmalarının mânâsı?.. Sürekli “başı ağrıyan”, işten güçten “yorgun düşen” kadınlar, İslâmda kadından beklenen belki ilk vazifenin niçin erkeğini terslememek olduğunu ne zaman farkederlerse, besbelli birçok aile faciasının beslendiği en büyük ve en temel ifsad kanalı da kapanıp kurumuş olacaktır.

 

Kısaca şunu anlamalı kadınlar; bir belâdan kurtulayım derken belânın en püsküllüsüne çatan erkekleri o çok mahir oldukları dilleriyle suçlamaktan bir ân vazgeçtikleri ve çuvaldızı azıcık da olsa kendilerine batırdıkları ânda, birçok kördüğüm mucize hızıyla çözüm yoluna girecektir bizce. Öyle ya, ortada bir “aldatma” tehlikesi varsa, orada erkeğine yahut kadınına bir “aldatma enerjisi” veren, onun “sevgi deposu”nu boş bırakan bir eş de vardır umumiyetle!..

 

Bir noktadan sonra, kimin haklı kimin haksız olduğu da mühim değildir ki, ailede aslolan “mutlu” olmaktır, herkes haklı ama herkes mutsuz olabilir, yaşanan aile facialarının genel resmi de herhalde budur!..

 

Haklı olma ihtirasına bir ân için ara verip, birbirlerini “olduğu gibi” kabul ederek, bir de “mutlu” olmayı deneseler, yani birbirlerini nafile yere “değiştirmek” için uğraşmaktansa bir de “takdir” etmeyi deneseler, eminiz herkes için çok daha hoş ve akıllıca olacaktır...

 

"Mutlu" olmaktansa, "haklı” ama “mutsuz” olmayı yeğliyorlarsa, koyver gitsin!..

 

Bahsimize dönersek... Bizce murâd hâsıl olmuş demektir ki, Aristo’ya bu noktada kulak vermek, tüm “Âşık” karakterli erkeklerin ruh ve beden sağlıkları, ama belki bundan da önemlisi, verecekleri "eser" için ihtiyaç duyacakları “sağlıklı” iklim bakımından elzem olsa gerektir:

 

"ZEVKİN DEĞİL, ACISIZLIĞIN PEŞİNDEN KOŞAR, AKILLI KİŞİ,” yahut:

 

"AKILLI KİŞİ, HAZZI DEĞİL, ACISIZLIĞI HEDEFLER!”

 

Peki, ne demek istiyoruz, "çok eşliliğe” isyan bayrağı mı açıyoruz? Hayır, eğer ille de gerekiyorsa, sadece “gerekeni gerektiği yerde” yapmaktan bahsediyoruz ve bu “yer”in hiç de “bugün” olmadığının altını çiziyoruz!..

 

Ve yine şunu haykırmak istiyoruz: Tek bir eşi olanlar ve bazen düşe kalka da olsa, bunu bir ömür "muntazaman" sürdürenler, kendilerine gıbta edilmesi gereken “akıllı” ve “sağlıklı” kahramanlardır, hem kendileri, hem çocukları, hem çevreleri, hem de “iş” ve “eser”leri için!..

 

En derin hürmet ve kesintisiz muvaffakiyet dileklerimle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...