trradomir 206 Report post Posted February 25, 2007 KISASTA HAYAT Batı Ceza Hukukuyla îslâm Ceza Hukuku arasındaki temel ayrılık ve aykırılıklardan biri ve baş-lıcası da, müeyyidelerin yapı farklarıdır. Bir başka deyişle, suçla cezadır; suçla ceza arasındaki bağıntının genel yapı farkındadır. Bu farklar da, cezaların cinsi, yani tesir vasıtaları, maddî yapıları, cezaların birbiriyle ilişkileri, nihayet cezaların suçlara nisbetinde ortaya çıkar. Âdeta, bir prensip olarak göze çarpan ilk nokta, batı hukukunda cezaların abstre (mücerret, soyut), İslâm hukukundaysa konkre (müşahhas, somut) oluşudur. Burada, elbette, birbirine göre müşahhaslık mücerretlik söz konusudur. Vücutta yaptıkları değişiklikler, birinde İlk bakışta görünür, diğerinin ise görünmezdir, ilk bakışta veya etrafı çizilebilir şekilde, İslâmın ana ceza prensibi ve vasıtalarının toplu ölçüsü olan kısasla veya kısas vasıtalarıyla batı ceza vasıtası hapis arasındaki mahiyet farkı ilkin burdadır. Bu nokta, ilk anda, problem derinleştirilmeden şaşırtıcı gelebilir insana : öyle ya, aşağı yukarı mücerretler medeniyeti olan İSLÂM değil midir? Hayır değildir. Değildir, çünkü : îslâm, sadece bir mücerretler medeniyeti değil, ruhu maddeye ve mücerredi müşahhasa üstün tutan, hâkim kılan bir gerçekler bütünüdür. Suç bizzat konkre olduğundan, îslâm ceza hukukunda, ceza da konkre olmuştur diyebiliriz. Bu, elbette, sebep değil bir yorum, bir açıklamadır. Gerçek sebepleri bilen ancak Yaratıcıdır. Nitekim, suçlara çerçevelik yapan fiillerin gerçek var oluş sebebini ancak yine onu Yaratan bilir. Yaratıcı o fiüleri de, o fiilleri Önleyici ve giderici fulleri de yaratmıştır. Bunun için, insanın, suç fiillerini yaratan değil, sadece «işleyen» olduğu halde, onun kaçınılmaz olarak çağıracağı ceza fiilini kendisinin tâyin suretiyle âdeta «yaratmak» istemesi garip olmaz mı? Bu nokta, ayrı bir konudur ve ayrıca işlemek gerekir. Bizim burada, yanlış anlaşılmaktan korunmak için belirteceğimiz nokta, «teklif sırrı», «imtihan» v.b. hikmetler gibi bir hikmet tesbitidir, suçla cezanın konkre oluşunu birbirine bağlayışımız. Yoksa ilâhî tâyini bilen Mutlak Tâyin Ediciden başkası olamaz. Mutlak Tâyin Edici : «Sizin için kısasta hayat vardır.» diyor. Dünya durdukça yorumlanacak ebedî bir ölçü ve bir ipucudur bu bizim için. Toplumda, suçun unsurlarını ve vasıtalarını ortadan kaldırdığı, toplumu sağlığa kavuşturduğu, bir fiil sebebiyle öleyazan bir toplumu yeniden canlandırdığı ve dirilttiği için, hayat vardır kısasta. Bu, islâm düşmanlarının ilim adı altında bir gözbağcılığıyla saldıracakları noktanın ve gerekçelerinin önceden görülüşü, bir mucize ve ilâhî bir tâyine ebedî bir «gerekçe» verilişidir. Bu yorum, İslâm ceza hukuk politikası ve felsefesi açısından bir yorumdur. Bir de doğrudan doğruya hukuk ilmi açısından da bize bir ipucu olmaktadır. Batı hukukunun ceza müeyyidesi hapis, abstre, ölü, cansız, pasif, saklı olduğu halde," islâm hukuku ceza müeyyideleri konkre canlı, göze görünür, aktif, dinamiktir. Bir kelimeyle, batı «ceza»sı «hayat»sız, îslâm «ceza»sı «hayat»lıdır. Biri «hayat kemiren» öbürü her ameliyat gibi «hayat veren »dir. Öte yandan, bir konkrenin bir konkreye nisbeti abstre olduğundan, îslâm ceza prensipleri, medeniyetin abstreyi üstün tutan temel motiflerine aykırı değildir. Cezayı tek başına değil suçlarla beraber düşünmek gereklidir. Suçlar canlı şeyler olduğundan cezaların da canlı kanlı şeyler olması uygundur; yatkındır sağduyuya. İslâmda, suçlar fiil cinsinden olduğundan, cezalar da fiil olarak gelmektedir. Yağ kirini, yine yağ tortusu olan sabunun götürmesi gibi. ilk bakışta, Ölüm cezasının batı ceza hukukunda bulunuşu, bizim bu ayrımımıza bir istisna gibi duruyorsa da, gerçekte öyle değildir, iki paralel çizginin sonsuzda buluşması gibi, abstre ve konkre cezaların son ve ortak ucu ölüm cezasıdır, ölüm cezası, bir bakıma en konkre, bir bakıma da en abstre bir cezadır. Hele batı düşüncesinin arka ve art fikirlerine inilirse, ölüm cezası konkre insanı abstre insan (ölü) hâline getirmekten başka bir şey değildir, îslâmdaysa, ölümden sonra diriliş abstre bir diriliş değil, konkre bir diriliş olduğundan, ölüm cezası, en konkre cezadır. Hele, batıda, ölüm cezasının yer yer kaldırıldığı veya elektrik sandalyası gibi vasıtalarda icrası, ölüme geçiren anı bile abstreleş-tirme eğilimini ortaya kor. Suçlar arasında bir mahiyet farkı vardır, örnek olarak : «adam öldürme» suçu ile «hırsızlık» suçunu alalım. Bu iki suç arasında tam bir mahiyet farkı vardır. Suçlar arasındaki mahiyet farkına paralel olarak, îslâm ceza hukukunda da, cezalar arasında mahiyet farkı vardır. Batı ceza hukukunda ise, bir mahiyet ve keyfiyet farkı değil, bir miktar ve kemmiyet farkı bulunuyor. Bu da yine cezaların konkreliği ve abstreliğinden doğuyor. Batı ceza hukukunun en zayıf ve çürük noktalarından biri de bu noktadır : Birbirinden tamamen farklı suçlara nasıl olur da sadece miktar bakımından farklı ayni ceza uygulanabilir? Miktar farkı, bir keyfiyet ve vasıf farkını nasıl karşılayabilir? Üçüncü bir ayrılık da, «hareket noktası», «çıkış noktası» farkıdır. îslâmda, ceza da suçlar gibi konkre olduğundan, çıkış noktası açık ve seçik ve tam bir adalet fikir ve duygusuna cevap verici bir durumdadır. Her suç fiiline, kendi cinsinden bir fiile ceza tâyin edilmiştir. Suçla ceza arasına bir köprü atılmış, bir ilişki kurulmuştur. Halbuki batıda, aralarında hiç bir ilişki yoktur, herbiri ayrı bir âleme mensuptur. Birim bir suç olmadığı halde, birim bir ceza vardır : Bir günlük hapis. Hiçbir düşünce ve gerekçe, bizi, bir suçun cezasının şu kadar yıl, bir başka suçunsa bu kadar bir yıl hapis oluşuna inandıramaz. Bir bakıma bir günlük hapis, en ağır suçtan daha ağırdır, bir bakıma müebbet hapis bile, en hafif suçtan daha hafiftir, adalet düşünce ve duygularına göre. Ve nihayet, ilk bakışta müsamahakâr gibi gelen, batı müeyyidesi, insanın hürriyetini, yani ruh bağımsızlığını, ruhunu tehdit etmekte, ruhu öldürmekte ve zehirlemektedir. îslâmî müeyyide ise, ruhu uyarıcı ve suçtan önceki sağlık hâline iade edici, terbiye ve ıslâh edici, ibret verici, içtimaî kangrenlerin cerrahı, ruhu ve cemiyeti ihya, mağduru ikna ve tatmin, suçluyu tecziye ve tenbih edici ilâhî bir neşterdir. Örnek olarak «hırsızlık» suçunu alalım. Verilecek birkaç yıllık bir ceza, uzvun kesilmesi kadar ibret verici, insanları korkutucu ve çekindirici, sonuç olarak Önleyici olmadığı halde, bir uzvun kesilmesinden çok daha zarar vericidir. Çünkü : hapis cezası dişlerini ruha geçirir. Güveler gibi ruhu kemirir. Ruhu yavaş yavaş zehirler ve soldurur. O ruh, o şahsiyet, o benlik, ruh, şahsiyet ve benlik olmaktan çıkınca, uzuvların ne değeri ve ne anlamı vardır? Aslında o ceza ruhu ve şahsiyeti öldürmekle, kolları, bacakları, kalbi, dili ve yüzü de cezalandırmış ve öldürmüştür. Hapisten çıkan bir mahkûm, hapis süresine göre, ayakta dolaşan, %2, %17, %33, %52, %89, nihayet %99 bir ölüdür. Elleri, kolları, gözleri ve ruhu da ölüdür. Bir miktar sitesi olan batı sitesi, bir yandan yaramazlık yapan oğluna öğüt verirken, Öte yandan yemeğine ceza olsun diye her gün zehir katan bir baba, bir mutlaklık Sitesi olan islâm Sitesi ise yaramaz çocuğuna Öğüt veren ve kulağını çeken bir babadır. Ruhu hasta bir babayla, ruhu, aklı ve maddesi sapsağlam bir baba arasındaki farktır bu fark. Sezai Karakoç, İslam, s.74-78 Share this post Link to post Share on other sites
Çilekeş 5 Report post Posted June 17, 2007 büyük mütefekkir sezai karakoç un defalarca okunması gereken enfes bir yazısı..gerçekten çok önemli tespitler var selam ve dua ile... Share this post Link to post Share on other sites