Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Recommended Posts

Aşağıdaki yazı bir süredir üzerine eğildiğim “İslamcı” isimli roman çalışmamıza ait bir bölümdür.Derinliğine fert ve genişliğine içtimai hayat arasındaki muvazeneyi yakalamaya çalışan ve kendisinden yola çıkarak kendisinin temsil ettiği cemiyeti sorgulayan bir gencin etrafında gelişen hadiseleri konu olan “protest”karekterli bir roman çalışması…Romanın arzu edilen kıvama erebilmesi noktasında görüş ve tavsiyelerinizi bekliyor ve kısa da olsa bir bölümünü takdim ediyorum…

 

" İSLAMCI "

 

 

Henüz okul açılalı sekiz gün olmuştu.Okul kaydının ve ev bulma telaşının sıkıntısını üzerinden ancak yeni yeni atmaya başlamış fakat eve çıktığı kendisi gibi a-sosyal ve dış plana doğru ürkek seciyeli dört köylü ev arkadaşının dışında sınıf arkadaşlarıyla tanışmaya bir türlü muvaffak olamamıştı.Onlarla da tanışması okul önünde “he gardaş nidecik toplansak da bir eve çıgsak” türünden konuşmalarının güya safi ve tılsımlı büyüsüne kapılıp yanlarına sokulmasıyla gerçekleşmişti.

Alper, zahiri planda bütün hal ve hareketleriyle,giyim ve kuşamıyla eve çıktığı bu dört mahçup edalı,sözde safi, yüreği yanık Anadolu delikanlılarına(!) benzese de içinde bir volkanizma kasavetinde her an ilk bulduğu boşluktan fışkırmaya hazır fakat içinde büyüdüğü taassupçu cemiyet tarafından bastırılmış,etrafı çevrilmiş üzerine bolca “günah” etiketi vurulmuş korkunç bir sosyal münasebet istidadı vardı.Sekiz gündür evden okula,okuldan eve ruhsuz ve soğuk bir tabut gibi gidip gelmeler bu istidadı kamçılamış olacak ki nihayetinde onlardan ayrılmanın bir yolunu buluyor ve kendisini,sınıf arkadaşlarının ders aralarında bir arınma kornası gibi üşüştüğü kantinin kapısına dikiyor.Kantin,müstakil,izbeyi andıran yere doğru bir metre aşağıya merdivenlerden inilen,loş ve sigara dumanlarının tavanı yarıya indirdiği rutubetli bir bina…Kantin kapısını aralayıp henüz merdivenlerden inecekti ki kapı önündeki sağanlıkta bir an durakladı.Kantini bir metre yükseklikten başıyla kısa bir süre temaşa etti.İçerden gelen çılgınca çığlıklar,kahkahalar ve kulak patlatan bol ritimli pop müziği adete gençlerin ebeveynlerinden kurtuluşunun ve özgürlüğün(!) partisi;kendi iradesine kendinin hükmettiği düşüncesinin psikolojik tekamülüydü.Bu kısa tetkikten sonra neredeyse bacakları bacağına dolaşırcasına ağır ağır merdivenlerden aşağıya inmeye başladı.Kahkahasından dolayı sigarasından nefes çekmeye fırsat bulamayan eli sigaralı kızlardan erkeklere ve bir çoğu da kendi sınıfından olan bazı kişiler Alper’i tepeden aşağıya süzmeye,bazıları da yanındakine işaret ederek Alper’i göstermeye başlamıştı.Alper hakkında mülayimliğinin,ürkekliğinin ve içine kapanıklığının ötesinde fazla bir kanata sahip olmamalarına rağmen Onun bu derece dikkat çekmesindeki baş müessir giyinişi ve fiziki mizacındaki farklılıktı.O,blue jeans’lı,tişörtlü,saçları bir avuç jöleyle karıştırılmış,uzun favorili hemcinslerine nispet siyah kumaş pantolonun üzerinde düğmesi sonuna kadar iliklenmiş açık mavi sade bir gömlek;temiz yüzünün üzerinde kömür karasıyla çizilmişçesine duran ince bir bıyık;iddiasız fakat itinayla taranmış hafifçe uzun saçlar...Aslında gayet mütevazi,kibar,hissiyatlı ve insancıl olmasına karşın dış plana aksülamel eden sert,ciddi,vakarlı bir görünüş ve bu mizaçlara eşlik eden hafiften mağrurane bir yürüyüş…İşte,bütün ürkekliğine rağmen bu tabi yürüyüşünü bozmadan kantinin ortasında durdu ve kendine oturacak bir yer aradı. Sağ tarafta duvara yakın birleştirilmiş iki masa ve masanın etrafına dizilmiş kendi sınıfından 15-20 kişi…Sanki hepsinde,aynı ananın sütünü emmişçesine bir samimiyet,koyu şakalar ve kahkahalar...Sol tarafta,köşede yine uzun bir masa,masanın arkasındaki duvarda siyasi bir davanın güdüldüğü hissini veren tablolar ve yazılar...Ve tablolarla aynı karede poz verme çabasındaki omuzlarının biri düşük,kaşlarının biri kalkık,külhanbeyi tipli kılıksız ve itici üç beş kişi…Sol köşedeki küçük ve plastik boş masayı dikkate almakla birlikte başını tekrar sağ tarafa çevirip içine” arkadaşların yanına gidip ben de tanışsam” gibi bir arzu düşmüş olsa da buna hala hazır olmadığına kanaat getirdi ve bir çay alıp o boş masaya oturdu.Ve oturmasıyla birlikte üzerinde gezen gözlerde yavaş yavaş kendi yuvalarına çekilmeye başladı.Yaktığı sigarasından derin bir nefes çektikten sonra nihai teşhisi koyacakmışçasına o şahsına münhasır mağrurane bakışlarıyla bütün kantini derinliğine uzun bir süre süzdükten sonra gözlerini sigarasının ucunu gezdirdiği kül tablasına mıhladı.Derin bir iç çekişten sonra kendi kendine “yok yok buralar bana göre değil;içinde büyüdüğüm ham ve kaba cemiyetin önüme diktiği tabuları yine yıkamayacağım. Ve yine köreltilmiş içtimai istidadımdan dış plana zerre kadar da olsun bir alamet sızdıramayacağım…Hem ufunetli bu yer sosyal bir istidadın tahakkuk zemini olabilir mi?...Bu da ayrı bir muamma…”diye söylendikten sonra tam yerinden kalkacaktı ki kulağının dibinde ılık bir nefes inceliğinde parlayan incecik,cüretkar ve tatlı bir ses:

— Merhaba!..

Alper,kül tablasına mıhladığı dalgın bakışlarını bir şimşek kıvraklığıyla çekip şahin bakışlarını sesin sahibine fırlattı.Karşısında kadınlık mefhumunun pırıldattığı bütün zarafet,estetik ve cazibeyi adeta bünyesinde toplamış bir bayan duruyordu.Vücudunun üstün yaratılışına uygun pamuksu kibar elleri hava da kalmış Alper’le el sıkışmayı bekliyordu:

— Ben Kübra…

Alper’de ne bir ses ne de bir kıpırdama…Üzerine kovalarca alçı dökülmüşçesine donuk ve sönük…Alper adeta kendi bedenini milyarlarca defa katlamış ve bir toz zerresi haline getirip Kübra’nın gözlerinin içine üflemişti.Kübra’nın vücuduna dair her çizgi iptal…Sadece gözlerinde karar kılmak,gözlerinde erimek ve gözlerinde yok olmak davası…Bu kadar kısa bir sürede mi? Evet bu kadar kısa sürede!..Zamana yayılmış binlerce kez görmek,bir kerecik görmenin türevi değil miydi? Madem çarpacak o gözler neden ileri vadede...Madem çarpacak o gözler neden şimdi değil?

— Hey!..Duymuyor musun? Sana diyorum.

Alper üzerine soğuk su dökülmüşçesine ikinci kez irkildi:

— A evet!..Afedersiniz…

Alper,Kübra’nın uzattığı eline karşılık elini yukarıya kaldırmasıyla birlikte masanın üstünde parlayan bir “tak”sesi!.. Ne oldu?..Alper uzattığı elini müthiş bir refleksle geri çekip masanın üstünde kendi elini kündeye getirmişti.Alper beden diliyle el sıkışmayı reddetmişti.Sağ taraftaki masada oturan sınıf arkadaşlarının istisnasız hepsinin gözü Alper ve Kübra’nın üzerindeydi.Bu hareketle birlikte sağ masadan kopan uğultular arasında Kübra’nın yüzü kızarmış,gözleri irileşmiş adeta yerinde buz kesilmişti.Bir süre sükuttan sonra Kübra bir ara yerinde şaşkınca sendeledi ve:

— Hı!.. Görgüsüz yabani..Budala!..Diye çığlığı bastı.Ve bu çığlıkla birlikte sağ masada kopan kahkaha cümbüşü ve Alper’in göğsüne düşen hicap yüklü başı…

Kübra eteklerini toplayıp giden bir prenses edasıyla arkasını döndü ve hızlı hızlı öfkeli bir vaziyette sağ taraftaki masanın yolunu tuttu.Masaya oturur oturmaz ayak ayaküstüne atıp sigara paketinden celalli bir şekilde bir sigara çekti ve yaktı.İçine çektiği ilk dumanı Alper’den tarafa üfleyerek,kinlenmiş bir şekilde “ne olacak...Küstah!”diye söylendi.Üzerinde Rus usulüne benzer omuzları kadifeli rodingot ceketli en aşağı 27 yaşlarında,sarı kafalı,yeşil gözlü entelijansiya özentili biri suni bir kibarlığın çerçevelediği,hadiseye hakim bir aydın(!) edasıyla seslendi:

–– Sert bir kayaya çarptınız galiba Kübra hanım…Kübra:

— Hah!..O’nun her tarafı sert olsa ne yazar kuzum…Ben ne bükülmez ve eğilmez erkekler gördüm ki;cazibemin havuzuna düşer düşmez bir bisküvi gibi çözüldüler…Ama itiraf etmeliyim ki elimi sıkmaktan imtina eden ilk erkek…Enteresan yani!..Rodingot ceketli (Onur):

— Ah!..Kübra hanım anlamadınız mı hala?

— Neyi?

— Neden sizinle el sıkışmadığını?..

— Nedenmiş?

— Bu da diğerleri gibi kadın gördüğü vakit yanından geçmektense köstebek olup yerin dibinden gitmeyi yeğleyecek kadar gurursuz; yanında bir ceviz kabuğu bitse,neredeyse ceviz kabuğunun içine pusacak kadar medeniyet fukarası tipik bir İslamcı!..Bunlar,uçurumun kenarında asılı kalsanız dahi aşağıya düşmenize göz yumarlar yine de elinizden tutmazlar…Neymiş efendim,harammış!

Onur,“Ve yine bunlar!..”diyerek hakaretin dozunu biraz daha artıracaktı ki hiç beklenmedik bir anda şaşırtıcı bir tavırla,san ki Alper’e yalnız kendisinin hakaret etme hakkı varmışçasına:

— Yeter artık Onur!..Anladım sus!...Diye çıkıştı Kübra…

Kübra’ nın bu ilginç ve beklenmedik çıkışı masadaki herkesi derin bir şaşkınlığa sevketmişti.Kübra,bir yandan vücudu endorfin salgılayan gerilimli biri gibi istem dışı sağ bacağını sabit bir ritimle sallıyor;bir yandan da alt dudağını biraz dışarı çıkarmış ve gözlerini bir derece tavana dikmiş kendi kendine söyleniyordu:

— İlginç!..İlginç ki ne ilginç!..Evet illa ki bir budala!..Fakat asil bir budala…Ayol var mı böylesi hala?..Off neyse ya banane, tasası bana mı düştü? Allah Allah!..

***

Alper karışık bir ruh hali içinde parmak uçlarını alüminyum kül tablasının keskin kenarlarına geçirmiş;az sonra gövdesini büyük bir öfkeyle kantinin ortasına çakacakmışçasına bir gerilim içinde keskin bakışlarıyla kantinin zeminini imzalamakta....Ve dişlerini sıktığından olsa gerek yanaklarında beliren hale hale titremeler...Zaten tabi haliyle bile vakarlı ve ciddi gözüken Alper’in fiziki haline inkilap eden çelişkili düşünceleri yüzünden okumak zor olmasa gerek:

“Aptalım ben aptal..Hem de su katılmamış bir aptal!...Ne olurdu sanki elini sıksaydım.Ne kaybederdim?...Hayır hayır!..Ne diyorum ben!..Aman Allah’ım!..Ne yani tabi ki çok şey kaybederdim.Din mefhumunu topyekün yasakların sırtına bindiren benim içinde büyüdüğüm yobaz cemiyetin bir telakkisi değil ki bu…Bu hem ezeli hem de bugünü en ileri bir istikbal nazarıyla kuşatan eskimez,pörsümez yüce bir telakkinin hikmeti fiilinde gizli bir hakikati ve emri değil mi?..Evet haram…haram..haram!..Hikmeti fiilinde gizli bir haram!...Ama hiç değilse nazikane bir üslupla ‘lütfen mazur görün dünya görüşüm itibarıyla bir bayanın elini sıkamam’da diyebilirdim..Ne o öyle?.. Ateşten bir maşaya değmişçesine elini aniden çekmeler…”

Alper içli bir of çekip mağrur başını hafifçe salladıktan sonra sigara paketini cebine koymasıyla birlikte yıldırım gibi kendisini dışarı attı.Sözde safi Anadolu delikanlısı ev arkadaşları sanki dışarıda hazır ve nazırmışçasına:

— Alper nerdesin yav!..Ders yok bi şey yok..Hadi eve gidek.

— Uffff!..Hadi gidelim!

— Ne oldu niye uf çektin?

— Yok bir şey…

Bir yandan kursaklarına çöktüğü kapitalizmanın karşısında “Bu adam benim babam sekiz köşe kasketiyle,eli nasırlı,yüzü güneş yanığı”namelerini zırvalayan; ezilmiş ve ezildikçe kahramanlaşmış triplerine yatan;bir yandan da ruhlarını bir çuval gibi ters çevirip içinden fikir,sanat ve “müspet buluş”namına ne düştüyse alıp kaçan batı medeniyetinin aynı verimleri kendi teknesinde yoğurup gözlerinin önüne dikince de ürken,ürktükçe de bu verimleri neredeyse küfür diye yaftalayan ve “bunlar bizi bozar baba” türünden delikanlılık ayaklarına yatan bu Anadolu yiğitlerine(!) göre kitap okumak koyunluk;bir konferans ve panele katılmak,resim sergisine gitmek veya böyle bir sanatla meşgul olmak entellik;klasik müzik dinlemek züppelik ve bir bayana ‘günaydın’ demek ve ya bayanla konuşmak düpedüz rajona ters…Bu görüşün ispatı;ilerleyen zamanlarda en az kendileri kadar ürkek ve a-sosyal olan Alper müspet ne kadar etkinlik varsa arkadaşlarına iştirak noktasında ısrar ettiyse de aldığı cevaplar temsilen “bizi bozar” olmuştu. Peki ne yapar bunlar?..İşte safi Anadolu delikanlıları(!)nın bütün zamanlarına şamil ve bütün zamanlarına numunelik bir günü:

Kitaplarını kaptıkları gibi olan ve ya olabilecek,müspet ve ya menfi hiçbir sosyal aktiviteye takılmadan doğru eve..Eve gelir gelmez bacaklara çekilen eşofmanlar…Feryadı basan midelerin emri üzerine hummalı bir şekilde yemek telaşına düşmeler ve akşam olunca da,hava biraz da serinse bacaklarına çektikleri eşofmanın üzerine de battaniyeleri çekip tv karşısına tek yekün içinde dizilmeler…Genelde evin en nazdar,açıkgöz ve bencil delikanlısı ateşli bir aşık edasıyla bir kavrayışta tv kumandasını yakaladığı gibi doğruca kendisine en nezih köşede hazırladığı battaniyenin arasına yılan gibi süzülür ve ulvi bir eserin perdesini indirircesine tv kumandasına basar..Ne mi izlenir?... Bir mankenin bacağındaki kaçan ten çorabı üzerine üretilen magazin haberlerinden;umuma açık boynuzlamanın ve mahremiyeti delik deşik etmenin en ala “röntgenleme” programlarına kadar türlü türlü kepazelikler...tv seyredilmediği vakit de kusmuk türünden arabesk,ağıt,uzun hava ve en ami sokak süprüntüsü kadınların ve erkeklerin nameleriyle göbek attığı oyun havaları dinlemeler..Ve bir de futbol...Bu küflenmiş kafaların hissesine düşen seyirlerin en edeplisi ve mazur görülebilecek olanı da bu olsa gerek…Ve,ve ne tezat bir ruh hali ve ne korkunç bir psikoloji ki;cemiyet içinde kadın varlığına dair en küçük bir alamet sezer sezmez-ki bunu ilk bakışta yüksek bir edep tavrının tecellisi zannedersiniz-akrepten ve yılandan kaçar gibi kaçan aynı tipler,tv karşısına geçer geçmez salya sümük karpuz dilimine abanırcasına kadın bacağının her çizgisini şerhe şerhe okumakta bir beis görmezler!..Dış plana yayıldıkça namütenahi yabanilik,içeriye doğru büzüldükçe namütenahi riyakarlık!..Ve bunlarla aynı evi paylaşan ve bunlara mekanda azami yakın keyfiyette azami uzak Alper...Eski bir bavul gibi diğer soğuk ve karanlık odaya kitaplarının arasına atılmış onların diliyle “Farabi Alper”…Bu yakınlıktaki uzaklığa rağmen Alper’le Onların sırtındaki yafta aynı:”İslamcı!” Bu yaftanın müellifleri de okulun, içi küflü dışı jelatinli sözde çağdaş ve ilerici gençleri...

Ve işte nihayet!..En nihayet Alper’i çatlatan,patlatan,sızlatan ve hatta kudurtan nokta işte burası!..Yıllarca içinde büyüdüğü bir türlü kabullenmediği fakat ruhunda ister istemez derin kabuklar bağlayan küt,kaba Hak ve batılı birbiriyle sentezlemiş cahil cemiyetin telkin ve değerlerinden ve bu değerleri temsil eden fertlerinden ne kadar kaçmaya ve kurtulmaya çalıştıysa da yine onlarla yolu kesişmiş yine onlara sığınmak zorunda kalmıştı…Yine onlar…Yine onlar...Hep onlar!..Yine Onların tesiri altında yine onlar gibi yaşamak(!) zorunda kalan Alper!..Tavadan sıçrayan yağ damlaları gibi yetiştikleri cemiyetten Üniversite agorasına sıçramış dört numunelik…Bir de kendisi beş!..

Alper’i ve Alper’in psikolojisini büsbütün vazıhlaştırmak adına yaptığımız bu kısa tetkik ve tenkiti bir kenara bırakıyor “el sıkma” hadisesinden tam on gün sonrasına sıçrıyoruz.

***

Alper günlerce boynunun üzerinde inmeye her an hazır bir kılıç varmışçasına başı öne eğik halde düşüncelerden düşüncelere garkoldu;ve nihai kararını verdi:”özürdileyeceğim.” Elini sıkmadığı için mi? Hayır kesinlikle hayır!..Usulüne göre izah edemediği ve kabaca elini çektiği için özürdileyecekti.Kaç defa denedi ama kaç defa…Sağından yaklaştı olmadı.Önünden geçti olmadı.Ardından yürüdü olmadı.Hep yutkunmalar hep pesetmeler…Ama işte o gün…Tam onuncu gün…Alper ders çıkışı bütün sınıfın boşalıp sadece Kübra’nın içerde kaldığını fark etti…”fırsat bu fırsat,yeter artık gidip özürdileyeceğim!”dedi ve yelesini rüzgara vermiş bir kısrak gibi içeri süzüldü.Sağ elini usulca kaldırıp biraz ileriye götürerek:

— Şey…Kübra, diye seslendi.

Kübra hafiften kaşlarını çatmış,yüzüne kondurduğu alaycı bir edayla:

— Evet,dedi.

Alper uzun zamandır ilk defa bir bayanla hem de bu derece alımlı ve cazibeli bir bayanla konuşacağından olsa gerek gövdesi desteğini yitirmişçesine tuhaf bir hissin içine girmiş,bacakları hafiften titremeye ve yutkunmaya başlamıştı.Kübra sabırsızlık ifadesiyle tekrar seslendi:

— Evet,hadi seni bekliyorum!

— Şey..Ben…

— Ee Sen!..

— Ogün ki kaba davranışımdan ötürü senden özürdilemek istiyorum.

Kendi yaşadığı coğrafyanın fikriyatına büsbütün uzak fakat Rus ve Batı klasiklerinin neredeyse tamamını okumuş bir kitap kurdu ve laf cambazı olan Kübra hemen mukabele etti:

— O kaba ve küstahça davranışının üzerine çekeceğin incecik bir özür hatanı büsbütün örtmeye yeterli mi sence?

Kübra’dan alaycı bir kahkaha veya çok yavan veya tek kelimelik bir klişe karşılık bekleyen Alper,Kübra’nın bu belagat yüklü kıvrak üslubu karşısında şaşkına dönmüştü.İstisnalar dışında genellikle günlük konuşmaları “şey,e yaani,şekerim,hahay,koptum,dermişim yani”den öte geçmeyen bayanlara nispet adeta Kübra,Alper’in karşısına belagatın altın suyuna batırılmış bir kelam heykeli…Alper de ürkek seciyesine rağmen belagat yönünden Kübra’yla müşterek noktalarını mühürlercesine ve gergin bir ses tonuyla:

— Evet,benim incecik ve şeffaf özrüm hatamı büsbütün belki örtemez…Fakat!..Fakat ben senin özrümden daha büyük ve örtücü affına sığınıyorum..Özre sebep hatanın büyüklüğü ne olursa olsun,affetmek hatadan daha büyüktür.Hatanın çapı hiç bir zaman affın çapını kuşatamaz Kübra…dedi.

Kübra,yüzündeki alaycı edadan taviz vermeden:

— Yaa öyle mi?..Peki söyle bakalım o zaman elimi neden sıkmadın? Daha doğrusu el sıkışmaya yeltenmişken uzattığın elini neden aniden geri çektin? Hem de ne çekiş!...

— İnançlarım..Fakat…

Alper daha sözünü bitirmeden Kübra beynine kan sıçramışçasına iki elini yana açıp kükredi:

— İnançların ha inançların!..Senin inançların “bir bayana elini uzat ve sonra da hakaret edercesine elini aniden çek” mi? Diyor!

Ne oldu,nasıl oldu? Bilinmez ama Alper’in kapıdan girerken gösterdiği o cesaret sanki tekrar yerine gelmiş ve kelimelere olağanca şiddetiyle abanmaya başlamıştı:

— Hayır hayır!..Sözümü kestin.Benim inançlarım her meseleyi kırka yaracak her kırkının üzerinde de ayrı bir usul ve incelik belirleyecek kadar rikkatli ve ölçülüdür...Bütün zaaf ve kusur inançlarıma değil bu ölçüye uyamayan şahsıma aittir.Sadece şahsıma!.. Zaten sana olan özür talebim el sıkışmadığım için değil,bunu usulüyle sana izah etmeden kabaca elimi çektiğim içindir.

Kübra’nın iki kaşının ortasına inen dik çizgiler bir an kaybolmuş olsa da içinden “hayır taviz vermek yok” dercesine tekrar kaşlarını çatarak:

— Demek el sıkışmadığına pişman değilsin…Demek sadece usulündeki kabalığa pişmansın öyle mi?

— Evet…Kesinlikle!..

— Peki neden usulüne uygun bir şekilde inanancının nezaket ölçüleri içinde “el sıkışamayacağını” söyleyemedin de elini elektrik çarpmışçasına masanın üstüne fırlattın?

İşte bu soru!.. Alper’in en ağrıyan yerine dokunan soru!..Neden?!...

-Devam edecek-

Bundan sonraki gelişecek hadiseleri romanın kemale erdiği noktada paylaşabilmek dileğiyle...

kılıçkıran

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu yazıyı başka bir yerde okusaydım ya da muharririn imzası olmasaydı, acaba, derdim; bu üstadın gizli kalmış bir çalışması olabilir mi.. fakat değil, Üstadın nefis üslubunu diline, gönlüne, kalemine nakış nakış işleyen bir gönüldaşın yazısı. Üstadın ruh, olay, ferd ve cemiyet tahlillerindeki kaliteye nasıl da yaklaşmışsınız.. Dimağımdaki Aynadaki Yalan tadını nasıl da hatırlattınız... dümdüz ve dosdoğru bir aynadaki görüntü nasıl ki asıl maddenin görüntüsünü net yansıtır, bu yazı da Üstadın üslubunu net bir şekilde yansıtan ve dosdoğru olan bir gönül aynasından çıkmış bence. Gönlünüze, ruhunuza, fikrinize, kaleminize sağlık.. İnşallah bu yeni doğan yavruyu kucağımıza alacağımız vakit yakındır. 2. 3. 4... ciltlerin de ilk basamağı olur inşallah..

Share this post


Link to post
Share on other sites

”Müstesna kadro”nun müstesna ferdi ve değerli gönüldaşım;bu samimi teveccüh ve takdirinizden dolayı çok teşekkür ederim size.Evet sürekli temas ettiğim gibi bugüne kadar ki ve inşallah bundan sonra da vücuda gelebilecek bütün çalışmalarımızın nakıslığını ve kusurunu üzerimize alıyor,ne kadar fikre nispet güzellik varsa altına üstadımızın manevi tuğrasını basıyor ve bütün teveccühleri asıl sahibine havale ediyoruz.Bir de hemen belirtmeliyim ki dün gece bu çalışmamızın bu kısa bölümünü sitemize ekledikten sonra çalışmayı birkaç defa baştan sona tekrar tetkik ettim.Ve bir çok şiir,makale,hikaye,roman vs..yazma teşebbüslerim de yaptığım gibi “bu da içime sinmedi” deyip bunu da yarım kalmış çalışmalarımın mezarlığına gömme noktasına gelmiştim.Büyük bir yorgunluk,burukluk ve inkisar içinde “devam etsem mi,etmesem mi?”türünden muğlak bir duruma düştüm.Bu çalışmamın da neden içime sinmediği noktasında ki düşüncemin sebebini de yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için açıklayamıyorum.Nihai kararı vermek için bir süre daha düşüneceğim.

 

Not:Bu çalışmayı bırakmaya veyahut askıya alma düşüncemin üzerinde beni gündüz vakti özel mesaj kanalıyla tenkit eden arkadaşımızın hiç bir tesiri yoktur...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Suyunu özümseyen tohumun çatlama ve filizlenme zamanı mutlaka gelecektir. Ruhunuzdaki bu tohum bir gün dallarından da tohumlar düşen ve göz alabildiğince ağacın yeşermesine vesile olacak olan o kemal noktasına bir gün erecektir inşallah kardeşim. Bu da içime sinmedi, dediğiniz için bunu söylüyorum. Bu davada zirve noktasına ulaşma fikri çok ulvi. Ancak bu yazının manasının kalitesi açısından yarım bırakılırsa beni hüzün denizlerinde boğacağını da söylemeliyim. Hayırlısı olur inşallah..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitaplık çapta eser verme mecrasında eserin donanımının en ehemmiyetli yapıtaşının 'fikir ' olduğu malumumuz...

Bundan sonrası eli kalem tutan herkesin üç aşağı beş yukarı malik olduğu mevzu ..yani olayın nakşedilmesi..vaziyetin resmedilmesi...

Bence Kılıçkıran abi vaziyetin en ehemmiyetli kurumuna malik..yani konunun fikri muhtevasına..

 

bu dakikadan sonra eseri askıya almak veya yarım bırakmak, bana kalırsa, denizi aşmışken dereden geçmeye çekinmek vaziyetidir..

 

Ayrıca, tavsiyeden ziyade bir tahminde bulunacak olursam, Alperin son diyalogdan sonra kendini bir nefs muhasebesi içinde bulacağını düşünüyorum..

 

ve bu yazıyı okuyup hevesi damağında kalan diğer arkadaşlar gibi, devamını dört gözle bekliyor, saygılarımı sunuyorum ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Güzel..Gerçekten güzel fakat neden illa bir Kübraya ihtiyaç duyuldu ve neden illa bu Kübra Alper'in tam ters kutbunda yer alan biri olmalıydı aşağılamalarla başlayan sevda tohumlarınamı tanık olucağız yine acaba bu romanda..

Sakın yanlış anlamayın bir eleştiri değil yalnızca bir merak???...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eyvallah sevgili kardeşim Cihat çok teşekkür ederim.”malik olduğumuzu” söylediğiniz kuruma malik olabilmek değil de layık olabilmek dileğiyle…Alper’in son diyalogtan sonra nefs muhasebine gireceğini düşünmüşsünüz.Evet Alper zaten muhtelif yerlerde nefs muhasebesine sürekli giriyor lakin asıl muhasebesini başından geçecek bir takım hadiselerden sonra girecek..Toplu bir nefs muhasebesi için henüz erken görünüyor…Örneğin Alper bir süre sonra görüntüsünü değiştirecek,el sıkışacak bu hareketiyle büyük bir nedamet ve inkisar içine düşücek,kendine marjinal seviyede diyeceğimiz türden bir ceza verecek…Uçurumun korkusunu uçurumun kenarında gezerek yaşayacak(tı)…Alper de nefsaniyeti bile yakin olarak bilme güdüsü…Ve Kübra’ya olan fizik ötesi aşkı da malum…

Sevgili kaf_ANKA neden Kübra diyorsunuz? Alper’deki tezi ve ruhunu müşahhas plana çıkarabilmek için bir antitezi ve kendini seyredebileceği bir ayna gerekiyordu.Zaten aradan Kübra’yı çekersek Alper’i ortaya çıkaramayız Alperi biri eşelemeli ki Alper’in madenine inebilelim…Evet aşk var…Fizik ötesi bir aşk…Fazla temas edemeyeceğim fakat ortada yaşanmış bir ruhi hadise vardı…Küçük ve sathi gözüken “el sıkmama” daha doğrusu elini yıldırım gibi masanın üstüne fırlatma hadisesi altında derin bir ruhi ve içtimai fenomenleri barındırıyor.Ve şahsım adına diğer çok önemli bir hususta romanın içine serpiştirilmiş bir fikrimiz var(dı).

Share this post


Link to post
Share on other sites
tebrik ederim. merakla ve aynı güzellikte olacağı kanaatimle yazının devamını bekliyorum

 

Bu çalışma ne yazık ki hususi sebeplerden dolayı askıya alınmış olup;en iyi ihtimalle müphem bir istikbale havale edilmiştir.Çalışmamızdaki Alper’in muhatabına söylediği gibi;özrümden büyük affınıza sığınarak özür diliyorum…Üzgünüm…

 

Muhabettle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
"Suyunu özümseyen tohumun çatlama ve filizlenme zamanı mutlaka gelecektir. Ruhunuzdaki bu tohum bir gün dallarından da tohumlar düşen ve göz alabildiğince ağacın yeşermesine vesile olacak olan o kemal noktasına bir gün erecektir inşallah kardeşim. Bu da içime sinmedi, dediğiniz için bunu söylüyorum. Bu davada zirve noktasına ulaşma fikri çok ulvi. Ancak bu yazının manasının kalitesi açısından yarım bırakılırsa beni hüzün denizlerinde boğacağını da söylemeliyim. Hayırlısı olur inşallah.."

Share this post


Link to post
Share on other sites

Muazzam.. Müstesna.. Nefis... Konu her yönüyle ele alınması gereken bir konu... Benim tüm beceriksizliğime rağmen, hiçbir deneyim ve yetkiye sahip olmamama rağmen tasarlamaya uğraştığım bir romanı bu sayfalarda son derece muhteşem bir uslup altında görmek ne saadet. Evet piyasada dolaşan basit üstüne basit romanların aksine muhteşem bir uslüp...

 

Romanda gerçekliğe ve yaşanabilirliğe susamış Türkiye okuyucularına sunulabilecek muazzam bir eser... Rica ederim, böyle bir eseri yarıda bırakmak; eserin ruhuna karşı işlenmiş byük bir cinayet olur...

 

Genç kesimin yaka silktiği şu muvazenesizliği, şu basitlik ve bayağılığı, şu amaçsızlığı, şu düstursuzluğu ve arayışı dolduracak bir eser tasarlayabiliyor insan bu yazıdan.

 

Tüm satırlarını dikkatle okudum.. Hakikaten Müslüman gençliğin ihtiyaç duyduğu "yön" kavramına bir işaret, bir usul kazandıracak çapta bir eser olur kanısındayım...

 

Bu güzel konu, -piyasada olduğu gibi- basit ellerde çürümesin.. Bu kardeşinizin ricası nekadar önemlidir bilemiyorum ama, lutfen devam ediniz. Zira Türk gençliği olarak muvazenesini kaybetmiş bizlerin çok ihtiyacı var...

 

selam dua ve muhabbetlerle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Muazzam.. Müstesna.. Nefis... Konu her yönüyle ele alınması gereken bir konu... Benim tüm beceriksizliğime rağmen, hiçbir deneyim ve yetkiye sahip olmamama rağmen tasarlamaya uğraştığım bir romanı bu sayfalarda son derece muhteşem bir uslup altında görmek ne saadet. Evet piyasada dolaşan basit üstüne basit romanların aksine muhteşem bir uslüp...

 

Romanda gerçekliğe ve yaşanabilirliğe susamış Türkiye okuyucularına sunulabilecek muazzam bir eser... Rica ederim, böyle bir eseri yarıda bırakmak; eserin ruhuna karşı işlenmiş byük bir cinayet olur...

 

Genç kesimin yaka silktiği şu muvazenesizliği, şu basitlik ve bayağılığı, şu amaçsızlığı, şu düstursuzluğu ve arayışı dolduracak bir eser tasarlayabiliyor insan bu yazıdan.

 

Tüm satırlarını dikkatle okudum.. Hakikaten Müslüman gençliğin ihtiyaç duyduğu "yön" kavramına bir işaret, bir usul kazandıracak çapta bir eser olur kanısındayım...

 

Bu güzel konu, -piyasada olduğu gibi- basit ellerde çürümesin.. Bu kardeşinizin ricası nekadar önemlidir bilemiyorum ama, lutfen devam ediniz. Zira Türk gençliği olarak muvazenesini kaybetmiş bizlerin çok ihtiyacı var...

 

selam dua ve muhabbetlerle...

 

 

Estağfirullah…Ricanız değil,önemsenmemeye,aksine,içimdeki gönüldaşlarıma karşı sönmeyen minnet ateşinin nar-ı beyzasıdır.Yakıcı minnet…Lakin şekil ve kıvam verici…

Eser ve fikir…Eserin yüzü fikre dönük olunca,eser;kainatı kendi hacmi içinde milyar defa katlayıp bir topluiğne başına yerleştirme davası…Hal böyle olunca iş,kesbî ve tecrübî bir liyakat şartlarından çıkıp ledünni ve kalbi letaiflerin mevcudiyetine bakıyor.Kendime yönelttiğim “sen bu şartlara haiz misin?” türünden vesveseli bir suali tasdik edercesine eser,kendi lisan-ı haliyle “ya beni büsbütün ihya et;veyahut da bırak” dedi.Bırakmıştım…Fakat sonradan gördüm ki bu,eserin,vücuduna bürünme istidadında olduğu fikirden gelen bir cilve ve hüsn-ü kibirmiş…Bu sevgilinin “beni bırak “sözündeki beni “daha fazla sev” iması,cilvesi ve nazı gibi…Mamafif,”büsbütün ihya”nın mümkünler aleminde,mümkün olamayacağını;eserde ihyanın vardıkça buutlaşan bir mavera olduğunu idrak ve kabul ettim.Bu kabulle birlikte Peygamberleri,Enbiyaları ve Asfiyaları tenzih ederekten yüce ruhuna sığındığım “ sevgilimin himmeti ve manevi ihtarıyla üç dört gün önce tekrar yazmaya başladım.Ve yazıyorum…Her ne derece usul ve uslüp noktasında sevgilimin “mukallitçisi” olduğuma dair ithamlara maruz kalsam da,bu yolun en adi ferdine bile düşen-ki o fert benim- “ruh ayniyeti” ve o ayniyetin getirdiği “ortak malumat” sırrından bi haber olduklarını söylemek borcundayım.Her şey aleni söylenmiyor.Gönül isterdeki; muhtemel “megolaman manyak”ithamlarını da göze alıp,bu roman ve yazınız vesilesiyle burada bir takım mahfuzlarımı ifşa edeyim;hem içimi dökmüş olayım hem de bir muhabbet efkârı oluşturayım.Ama olmuyor işte…Belki de böyle olması iktiza ediyor.

Hülasa romanı devam ettiriyorum…Lakin şimdi söyleyeceklerime peşin,sizden gerçek manada büyük bir af talep ediyorum ve bunu da utanarak yazıyorum.

Romanın geldiği noktayı istisnai tutarsak;romanın zarf ve mazrufunda bir takım değişiklere gittik. Mevcut bir fikri istida sahip kahramanımızı tekamül edeceği son noktadan daha ileriye sıçratıp;Büyük Doğu neslini “münevver aristokrasya”nın içine roman planında taşıyıcı bir rol yükledik.Bu roman Allah’ın izniyle varımızı yoğumuzu;eteğimizdeki bütün fikri taşlarımızı dökeceğimiz büsbütün bir “fikir terkibi”olacak.Ve romanı tastamam bir kitap halinde bastırıp taktim etmeyi kararlaştırdık.Bu vesileyle romanın davamını maatteessüf sitemizde yayınlayamıyoruz.

Bu noktada gerçekten çok üzgün olduğumu en samimi tarafımla beyan ederim.

Meselemiz,romanla kaim değil;romanın bizden öz be öz Büyük Doğu neslinden gelen tarafıyla bize göstereceği işaret ve tatbikine mimarlık edici bir oluşumun meselesi…

Engeller çok,olacak da…İmkanlar kemiyette sıfıra yakın…Muvaffak olamayabiliriz de…Ama biz illiyetler arkasındaki himmetlere nazar ettik;takdir Allah’ın…Mazrufun zarfı:”Üstün Buluş” yani romanın ve daha ötesinin ismi…Tekrarında bir beis görmüyorum:Meselemiz romanla kaim değil…

 

Zikredemediğim illetlerimin def’i için sizden dua talep ediyorum;lütfen dua…Ve bunun yanında asabiyetimin düşürdüğü gafletle bilerek veya bilmeyerek;ister gönüldaş olsun ister nadan;kalplerini kırdığım insanlardan özürdiliyor ve helallik talep ediyorum.

 

Allah yar ve yardımcınız olsun,

Share this post


Link to post
Share on other sites

dikkatimi bir şey çekti de k.ü.b.r.a nın açılımı var mı? harfler arasına noktaları koymanızın bir anlamı var mı? bellki de gereksiz bir merak ama aklıma takıldı.yetkili merciye bir sorayım dedim.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Büyük Doğu neslini “münevver aristokrasya”nın içine roman planında taşıyıcı bir rol yükledik.Bu roman Allah’ın izniyle varımızı yoğumuzu;eteğimizdeki bütün fikri taşlarımızı dökeceğimiz büsbütün bir “fikir terkibi”olacak.Ve romanı tastamam bir kitap halinde bastırıp taktim etmeyi kararlaştırdık

 

Rabbim yardımcınız olsun.. Büyük merakla bekleyeceğiz o halde.. Esere katılan bu anlam - “fikir terkibi” - onu daha da özelleştirecek, daha da kıymetlendirecektir. Ben bir eseri yorumlama hakkına ve yeterliliğine sahip olmamama rağmen affınıza sığınarak merakım neticesinde acizane fikirlerimi beyan ettim.Mazur görüle...

 

Rabbim kolaylaştırsın inşallah.Böyle bir eser sunulması halinde zannediyorum büyük bir eksiklik giderilmiş olacak.

 

Selam dua muhabbetlerle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...