Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Yahya Kemal Ve Necip Fazıl'ın Şiirlerinde Zaman

Recommended Posts

Türk şiirinde zaman karşısında alınan tavır devirden devire fakat özellikle şâirden şâire önemli değişiklikler arz eder. Biz, bu yazımızda yakın devir Türk edebiyatının iki önemli şahsiyetinin, Yahya Kemal ile Necip Fazıl'ın şiirlerinde zaman karşısında takınılan tavrı ortaya koymaya çalışacağız.

Bu iki şâirden Yahya Kemal Beyatlı, şiirlerinde zaman karşısında genellikle olumsuz bir tavır sergiler. Fakat bu olumsuzluk, Yahya Kemal'in içinde bulunduğu zamana karşıdır. Onun mâziye karşı tavrı ise genel olarak müspettir. Yahya Kemal, çirkin hâlihazır karşısında, muhteşem bir mâzinin güzelliklerine sığınır. Gönlünü onunla avutmaya çalışır. Onun mâzisi 1071 Malazgirt zaferiyle başlayan bir mâzidir. Yani Yahya Kemal için 1071 Malazgirt zaferi öncesi pek önemli değildir. Kendi ifadesiyle "kablettarih" yani tarih öncesidir ve onu pek ilgilendirmez. O, şiirlerinde bizim Anadolu'da oluşan 900 yıllık mâzimizi, Selçuklu ve özellikle de Osmanlı devrini destanlaştırır.

 

Bir Bayram Namazı'nda, Süleymaniye Camii'nde "Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını" duyar. Âdeta "senelerden beri rüyâda görüp özlediği cedlerinin mağfiret iklimine girmiş gibi" olur. Hayalinde Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den Van'a, Kosova'dan Niğbolu'ya, Varna'dan İstanbul'a, Belgrat'tan Budin, Eğri ve Uyvar'a, adalardan Tunus'a, Cezayir'e tâ Basra Körfezi'ne kadar uzanan geniş imparatorluk coğrafyası canlanır. "Hür ufukları kaplamış iki yüz pâre gemi" ile heyecanlanır. Bir bir çocukluğunun geçtiği Balkan şehirlerini hatırlar. Rakofça kırlarının hür havasıyla coşar, kalbinde "akıncı cedlerinin ihtirası"nı duyar. Bu 900 yıllık mâzi, Yahya Kemal'e göre bir çok özelliği ile çok güzeldir. Meselâ musikimiz. Yahya Kemal eski musikimizi, ona hücûm edildiği, onun horlandığı bir devirde;

Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden

Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden

mısralarıyla yüceltir. Büyük Itrî'yi "bizim öz mûsıkîmizin pîri" diye över ve bir dehâ olarak niteler.

 

O, içinde yaşadığı zamanı atlayıp geçer, istediği yere, tâ İstanbul'u fethettiğimiz günlere gider, o günlerde yaşar:

Çık tayy-ı zamân et, açılır her perde.

Bir devr geçir istediğin her yerde.

Ben hicret edip zamânımızdan yaşadım,

İstanbul'u fethettiğimiz günlerde.

 

Kendi Gök Kubbemiz şâiri, bu güzel mâziyi ve bu mâzide kurduğumuz muhteşem medeniyeti anlatırken ve hayâlen yaşarken alabildiğine mutludur. Kendi ifadesiyle söyleyecek olursak "gönlü ışıklarla doludur." Fakat Yahya Kemal, mâziden hâlihazır yani içinde yaşadığı devre ve âna geldikçe, zaman karşısında aldığı tavır belirgin bir tarzda değişir ve menfî bir şekil alır. Hayat, kâinat ve insan, onun için âniden bütün anlamını yitirir. Şâir kendini büyük bir boşlukta hisseder; içkiyle, eğlenceyle, nihilist diyebileceğimiz bir anlayış ve yaklaşımla kendini avutmaya çalışır:

Bilmem nedir enfüsî nedir âfâkî,

Kimdir fânî cihanda kimdir bâkî.

Dünyayı saran boşluğu hissetmeyelim,

Peymâneyi boş bırakma doldur sâkî.

diyecek hâle gelir. Geçmeyen zaman, onun için en sinsi bir ezâ gibidir ve bin türlü başka cevri de vardır:

 

 

En sinsi bir ezâ gibidir geçmeyen zaman

Bin türlü başka cevri de vardır ki bî-aman.

diye feryat eder ve sonunda Hayyam felsefesini benimser. Ömer Hayyam'ın rübâilerinin Türkçe'ye tercümelerini yapar ve tıpkı Hayyam gibi;

Geçmiş günü dil bağlayarak yâd etme

Ferdâ ki henüz gelmedi feryâd etme

Ferdâ ile âtiye sakın kurma temel

Hoşhâl geçir ömrünü berbâd etme

diyecek noktaya gelir. Fakat ihtiyarlayınca bu rindâne yaşayış, bu Hayyam felsefesi, bu nihilist anlayış, bu gününü gün etme, hayattan kâm alma yaklaşımı da kendisini tatmin etmez. Onun için hayat ve zaman bütün tılsımını kaybeder. Hiçbir şey, ama hiçbir şey, onu hayata bağlayamaz:

 

Bu defa farkına vardım ki ihtiyarlamışım

Hayatı bir camın ardında gösteren tılsım

Bozulmuş anlıyorum çıktığım seyâhatte.

Cihan ve ben değiliz artık eski hâlette,

Mısır ve Suriye, pek genç iken, hayâlimdi,

O ülkelerde gezerken kayıtsızım şimdi.

Bu gözlerim, medeniyetlerin bıraktığını,

Beş on yıl önce, görür müydü böyle taş yığını?

Bugünse yeryüzü hep madde, her ufuk maddî,

Demek ki âlemin artık göründü serhaddi.

Ne Akdeniz'de şafaklar, ne çölde akşamlar,

Ne görmek istediğim Nil, ne köhne Ehramlar,

Ne Bâlebek'te Lâtin devrinin harâbeleri,

Ne Biblos'un Adonis'ten kalan sihirli yeri,

Ne portakalları sarkan bu ihtişamlı diyar,

Ne gül, ne lâle, ne zambak, ne muz, ne hurma ve nar,

Ne Şam semasını yâlelle dolduran şarkı,

Ne Zahle'nin üzümünden çekilmiş eski rakı,

Felekten özlediğim zevki verdiler, heyhât!

diyerek feryat eder.

 

Necip Fazıl'a gelince o, önce zaman üzerinde felsefî olarak düşünür. Zamanla ilgili bir sürü soru sorar. Zamanın ne olduğunu anlamaya çalışır. Onun için zaman, anlaşılması çok güç bir şeydir. Şâir onu, kâh bir sese, kâh zifiri karanlığa benzetir. Zaman sanki bir hırsız gibidir, çok iyi bilinmez ve kendini saklar. Ama insanı derinden etkiler. Her yerdedir ve her şeyin içine girer. Ve insanoğlu için ondan kurtulmak mümkün de değildir. Bütün bu fikirlerini "Zaman" adlı şiirinde ilginç bir şekilde dile getirir:

 

Nedir zaman, nedir?

Bir su mu, bir kuş mu?

Nedir zaman, nedir?

İniş mi, yokuş mu?

 

Bir sese benziyor:

Arkanız hep zifir!

Bir sese benziyor:

Önünüz tüm kabir!

 

Belki de bir hırsız

İzi, lekesi var.

Belki de bir hırsız;

O yok, gölgesi var.

 

Annesi azabın,

Sonsuzluk, şarkısı.

Annesi azabın,

Cinnetin tıpkısı.

 

İçimde bir nokta;

Dönüyor aleve.

İçimde bir nokta;

Beynimde bir güve.

 

Akrep ve yelkovan,

Varlığın nabzında.

Akrep ve yelkovan,

Yokluğun ağzında.

 

Zamanın çarkları,

Sizi yürütüyor!

Zamanın çarkları,

Beni öğütüyor.

 

Zaman her yerde ve

Her şeyin içinde,

Zaman her yerde ve

Acemde ve Çin'de.

 

Kime kaçsam ondan;

Ha yakın, ha ırak?

Kime kaçsam ondan;

Ya sema, ya toprak...

 

Necip Fazıl için zaman, hayat, kâinat ve insanı anlayarak ve bunların Yaratıcısını tanıyarak geçirilen süredir. Bu yüzden o, efendisi Abdülhakim Arvasî'yi tanımadan önceki hayat dilimini kendisi için yok sayar:

 

Tam otuz yıl, saatim işlemiş ben durmuşum

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum.

 

Onun için zaman, hayat, kâinat ve insanın mânâsı anlaşıldığı zaman güzeldir. Bu yüzden bir şiirinde, kendisine hayat, kâinat ve insanın mânâsını öğreten zâtı gördüğü ânı (zamanı) hârikulâde bulur:

 

Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;

Bir akşamdı ki, zaman, donacak kadar güzel.

 

Zaman zaman, zamanın sonu, her insan gibi Necip Fazıl'ı da korkutur:

Su çekildi, göründü zamanın dibi,

Korkuyorum, bu akşam kıyamet varmış gibi.

 

Fakat, öte duygusu, ahiret inancı şâiri bu korkudan kurtarır. Orada zaman acımasızca işlemeyecek ve hiçbir şey tazeliğinden bir şey kaybetmeyecektir. Şâir bununla teselli bulur:

 

Bir yer var ki, orada sayı üstü endâze,

Ne solmak, ne yıpranmak, her şey ebedî taze...

 

Ama o, bazen zamanı kokutanlarla da mücadele etmek zorunda kalır. Ona mürteci diyenlere karşı, çok ilginç ve ironik cevaplar verir:

 

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana,

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana,

Zaman, korkunç daire, ilk ve son nokta nerde?

Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!

 

Necip Fazıl, bazen de geçen ve geçmeyen zaman üzerinde durur. Zamanın çeşitli durumlarda bulunan, çeşitli ruh hâlleri içinde yaşayan insanlarda, nasıl farklı bir şekilde idrak edildiğini, trajik, felsefî ve mistik bir şekilde ifade eder:

 

Çaycı, getir ilâç kokulu çaydan!

Dakika düşelim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksızdır aydan.

Karıştır çayını zaman erisin.

Köpük köpük, duman duman erisin!

 

Fakat o, en umutsuz denilebilecek zamanlarda bile, umudunu yitirmez. Aksine hem kendisine hem de kendisi gibi düşünen ve inanan binlerce insana gelecek zaman konusunda ümit aşılar. Yarının ve ebedî yarının, solmayan, pörsümeyen sonsuz bir geleceğin onların olduğu müjdesini verir:

 

Mehmedim, sevinin, başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

 

Kısaca özetleyecek olursak, Yahya Kemal ile Necip Fazıl'ın zaman karşısında aldıkları tavır, birbirinden bir hayli farklıdır. Yahya Kemal için önemli olan mâzi ve içinde bulunulan an yani hâlihazırdır. Ve hâlihazır oldukça nihilist ve eyyamcı bir bakış açısıyla verilmiştir. Onda gelecek duygusu ise bir hayli zayıftır.

 

Necip Fazıl'da ise, önemli olan mâzi ve gelecektir. O, Yahya Kemal gibi hem muhteşem mâziyi yaşar, sever ve yüceltir, hem de geleceğe, yarına büyük bir imanla ve umutla bakar. Çirkin hâlihazır karşısında umutsuzluğa kapılmaz ve nihilizme kaymaz. Şüphesiz ki Necip Fazıl'ın zaman karşısındaki bu tavrı, Yahya Kemal'in zaman karşısındaki tavrından daha doğru, daha isabetli, daha yapıcı ve hem kendisi hem de milleti için daha faydalıdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

merhaba bu yazının nerden alıntı olduğunu yazar mısınız acaba?kitaptan ise kitap adı ve sayfası belirtilirse çok yardımcı olursunuz.cevabınıza ümitle bekliyorum.hoşçakalın

Share this post


Link to post
Share on other sites
merhaba bu yazının nerden alıntı olduğunu yazar mısınız acaba?kitaptan ise kitap adı ve sayfası belirtilirse çok yardımcı olursunuz.cevabınıza ümitle bekliyorum.hoşçakalın

 

Sızıntı dergisinin Mayıs 2000 sayısında yer alıyordu bu yazı..

Ben cevap vermek istedim :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...