Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
nedamet..

Kurbağa Ayağını Uzattığında!

Recommended Posts

Kurbağa ayağını uzattığında...

 

-Balkanlarda Türk kelimesi ne ifade eder hocam? Bir ırkı mı anlatır?

 

-Yok azizim, şimdi, bu çok gülünç olaylara yol açar. Meselâ bir Arnavut Müslümanlığını bildirmek istedi mi, “Elhamdülillah Türküz!” derdi. Hoca kalkar, burada 20 sene tahsil etmiş, vaaz ederken, “Türklüğün şartları 33'tür” şeklinde konuşur; “Allah Türklükten ayırmasın!”, “Allah canımızı Türk olarak alsın!” der. Adam meselâ Müslüman değil, Sırplı. O bile kendisinin Türk olduğunu söyler. Hicazlı bile Türk olarak bilinir. Bizim zamanımızda Müslüman için Türk kelimesi kullanılırdı. Biz yalnız kitap okurken, “Din-i İslâm'ın şartları 33'tür” derdik. Halk bir kelime Türkçe bilmezdi ama “Allah'a şükür Türküm!” derdi.

 

- Osmanlılara karşı büyük bir muhabbet vardı yani?

 

- Azizim, öyle adamlar vardı ki Sultan Abdülhamid'in adı geçtiğinde, emin olun, ayağa kalkarlardı.

 

- Bu bir terbiye meselesi midir hocam?

 

- Azizim, Osmanlı dendi mi, o bir ansiklopedi gibi bir şey ihata ediyor. Bütün Müslümanlığın inceliğini ihata ediyor Osmanlı tabiri. Osmanlı denildi mi, efendi, Müslüman, cömert, misafirperver, ahlâklı, yani mecmu kemalâtı havi bir şahsiyeti anlıyor. Sonra Türk, bir çelebilik idi. Meselâ ben orada Türkçe öğrendim. Benim kasabamda halk “Ben Türküm!” der. Halbuki köyden gelmiş olan, Arnavut bilinir. Arnavut demek, köylü anlamına geliyor. Kasabalı ise, Türk ve çelebi. Türkçe bilmek ise büyük bir mesele. Hele bir köylü Türkçe bildi mi onun havasından geçilmez. “Nasılsın efendim?” der, Türkçe konuştuğunu ihsas eder. Ben de bu aşkla Türkçe'yi öğrendim. (s. 44-45)

 

Bu satırları, Dr. Necdet Yılmaz'ın hazırladığı Ali Yakub Cenkçiler/Hatıra Kitabı'ndan (İstanbul, 2005, Dar'ul-Hadis, tel. 0216 3266136) iktibas ediyorum.

 

1924-1927'de memleketi Kosova'da (Gilan Medresesi'nde) medrese eğitimi aldıktan sonra nice badireler atlatıp 1936'da Mısır'a giden ve Ezher'de tahsil görüp o yıllarda Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Zahid'ul-Kevserî ve Yozgatlı İhsan Efendi gibi âlimlerin yakınında bulunan, Mehmed Akif'in bazı şiirlerini Arapça'ya çevirip neşreden, 1957'de Türkiye'ye gelip Mısır'ın Ankara Büyükelçiliği'nde mütercim olarak çalıştıktan sonra 1960'da Türk uyruğuna geçen, İstanbul'un ilim-irfan ehlinin dostluk ve itimadını kazanan, bir yandan maişetini muhasebecilikle temin ederken, diğer yandan da Fatih, Mesih Paşa, Emir Buharî camilerinde İhyau Ulûm'id-Din, Edeb'ud-Dünya ve'd-Din, Medarik'ut-Tenzil, Tefsiru İbn Kesir, Divan'ul-Mütenebbî gibi eserleri okutan Ali Yakub Cenkçiler Hocaefendi'yi (1913-1988) kaçımız tanıyor?

 

Muhtemelen çok azımız.

 

Bu yüzden bir kadirşinaslık mahsulü olan Ali Yakub Cenkçiler/Hatıra Kitabı, İstanbul'un ilim mahfillerinde sadece ilmiyle, ahlâkıyla değil, nüktedanlığıyla da temayüz etmiş olan bu âlim-i merhumu biraz olsun tanımak için emsalsiz bir vesile.

 

Kitapta gerek yakınlarının, gerekse talebelerinin hakikaten kayda değer birçok hatırası yer alıyor.

 

İşte bunlardan bir tanesi:

 

- İhyau Ulum'id-Din hakkındaki derin vukufiyeti dolayısiyle bu kitabı Türkçe'ye tercüme ettirmek isteyen yayınevi sahiplerinin bu işi üstlenmesini istediklerinde, hocamız irkilerek, “Vallahi azizim! Ben Allah'tan korkarım” demiştir. İhya'yı tercüme edecek kimsede Gazalî'nin ihlâsı olmasının gerektiğini, değilse tercümenin kuru bir metinden ibaret kalacağını ifade ile, bu gibi temel kitapların tercümeden çok ehli tarafından okutulmasının uygun olacağını söylerdi. Bu husustaki ısrarlar karşısında ise şu hikâyeyi anlatmıştır: Nalbantta ayağı nallanan atı gören kurbağa kendi ayağını nallatmak üzere uzatmış, “İşte İmam Gazâlî ile benim durumum da böyle!” demişti.

 

20 yıla yakın bir süreyle İhya'yı talebelerine -bi-lâ-ücret- ders metni olarak okutup şerheden bir hocaefendinin, iş ücretli tercümeye gelince, bu denli geri durması, ve gerekçe olarak ilminin değil, ihlâsının eksikliğini öne sürmesi, mecazî değil, hakikî bir tevazûun alâmeti olup bu hâlin nihayeti mahviyetkârlıktır; artık mahrumu olduğumuz bir mahviyetkârlık.

 

Ne diyeyim, ilimleriyle ruhlarımızı besleyecek olan alimlerin kendilerinden mahrum oluyoruz, bari onların tahkiyeleriyle düşlerimizi zenginleştirecek menkıbelerinden mahrum olmasak!

 

Dücane Cündioğlu (yenisafak.com.tr)

Share this post


Link to post
Share on other sites

ellerinize sağlık çok güzel bir çalışma. dikişleri patlattı desem yalan olmaz. ağlamakla ağlamamak arasında sıkıştırdı beni. ağlarsam acizlik olacak ağlamazsam içimde yanardağlar yürüyecek. galiba en uygun düşeni böyle bir maziyi hiç etmekten ötürü ağlamak...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...