Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
esvedeyn

Radikal'den N.fazıl Cehaleti !

Recommended Posts

5374.jpg Radikal'den N.Fazıl cehaleti !

 

 

Yaptığı Darwinist yayınlarla sık sık eleştirilen Radikal gazetesi, dünkü verdiği ekte tam bir cehalet örneği sergiledi.

 

Radikal gazetesinin Pazar ekinde yayınlanan “Necip Fazıl ile Nazım Hikmet’in çocukları” başlıklı makalede Necip Fazıl için ‘İslâmcı Faşist(!)’ ifadeleri kullanıldı.

 

Seyfi Öngider, makalesinde, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ı kıyaslayarak Necip Fazıl’ın soyunun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le devam ettiğini belirterek, Nazım Hikmet’in ise Deniz Gezmiş’in asılmasıyla beraber davasının sekteye uğratıldığını iddia etti.

Yazısında Abdullah Gül ve Deniz Gezmiş’i kastederek “İki genç de sistemle başı beladan kurtulmayan iki büyük şairin hayranıydı” diyen Öngider, “Gül, İslâmcı-faşist Necip Fazıl’ın şiirlerine, Gezmiş ise komünist Nâzım Hikmet’in şiirlerine tutkundu” diyerek tam bir cehalet örneği sergiledi.

 

MİYASOĞLU: TAM BİR CEHALET !

 

Radikal gazetesinde Necip Fazıl Kısakürek’i faşistlikle suçlayan Seyfi Öngider adlı yazarın cehaletini sergilediğini söyleyerek tepki gösteren araştırmacı-yazar Mustafa Miyasoğlu, “Bir insanın Necip Fazıl’a ‘faşist’ diyebilmesi için komünizmi, faşizmi, dünyayı ve en önemlisi de tarihi ve hiçbir şeyi bilmemesi lazım” dedi. Necip Fazıl’ın, ömrünü komünizm ve faşizmle mücadele etmekle geçirdiğini vurgulayan Miyasoğlu, şunları söyledi: “Necip Fazıl gerçekten İslâm akidesine uygun olarak bir yaşam sürdü. Hem komünizme hem de faşizme hayatı boyunca karşı çıkmıştır. Onun karşısında durduğu bir ideolojiyi ona mal edebilmek için cahil olmak gerekiyor.”

 

Vakit

 

10 Eylül 2007 / 11:11

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ah bu solcumsular yok mu, epeyce güldürüyor beni. :)

 

Herhangi bir şey anlatmaya, bu iddiayı kaale alıp çürütmeye çalışmaya gerek bile yok aslında. Saçmalık o kadar bariz ve büyük ki, insan bu iddianın oluşturduğu yamuk ibreyi düzeltirken destek alabileceği bir nokta bile bulamıyor. Milliyet/Milliyetçilik başlığında üstadın milliyetçilik anlayışı güzel bir şekilde incelenmiş ve muhtelif iktibaslarla açıklanmış. Üstadın, faşizmin en büyük dayanak noktası olan 'üstün ırk' düşüncesiyle uzaktan veya yakından ilişkilendirilebilecek hiçbir fikri yoktur. O, zaaflarıyla ve müsbet yönleriyle, bir milletin tarih boyunca taşıdığı özellikleri tespit etmeye çalışır (burada üstün ırklık düşüncesi ispat edilmeye çalışılmaz ve yapılan tahlillerin neticesinde de buna varılmaz) ve onun milliyetçilik anlayışı bir fikir milliyetçiliğidir. Fikir milliyetçiliğinden kastımız ne? Irk birliği değil,, amaç birliği; dünyanın her tarafına dağılmış ve inanç bakımından birlik göstermeyen bir güruhun hedeflenmesi değil, ilk etapta, Anadolu coğrafyası içerisinde yaşayan ve mücerret Anadolu Türkünün taşıdığı hasletleri benimsemiş olan her ırkı kucaklayarak aksiyona geçirme amacındaki bir anlayış... Anadoluculuk denebilir bu fikre. Amaç da ırkî bir egemenliğin temelini atmak değil, İslamiyet'e koşmaktır ve davanın milliyetçiliğe bakan yönü, yalnızca içinde yaşanılan toplumu zaafları konusunda bilgilendirerek uyarmak ve hasletlerinden faydalanarak milliyetçilik olmayan asıl gayeye, yani mukaddes İslam davasına yönlendirmeye çabalamaktır. Kaldı ki muhterem Miyasoğlu'nun da belirttiği gibi üstad faşizmle ciddi bir mücadele içerisindedir. Bir dönem bizim cenahtan kabul edildiği için tenkit dahi edilmesine sıcak bakılmayan Ziya Gökalp ve Hüseyin Nihal Atsız hakkında Üstadın neler neler yazdığını, onun nesirlerini ucundan bucağından okumuş olan herkes bilir. Durum böyleyken, bu zannı tüy dikmek olarak değerlendirmenin hak olduğu ortadadır.

 

Evet, durum böyleyken üstada faşist diyebilmek için, bir komünist gibi bu kelimeyi ağıza sakız ederek hoşlanılmayan herkese yafta olarak yapıştırmayı alışkanlık haline getirmiş olmak, mecburî bir ön şarttır. 'Millet', 'milliyetçilik', 'vatan', 'özümüze dönmek' diyen bir insanın savunduklarının künhüne vakıf olmadan onu faşist diye damgalayabilmek ne kadar da kolay? Dil bu, aka kara da der, Üstadın buluşuyla, Galata kulesine bostan kuyusu da! Hakikat mi? Kim takar!

 

"Seyfi Öngider, makalesinde, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ı kıyaslayarak Necip Fazıl’ın soyunun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le devam ettiğini belirterek, Nazım Hikmet’in ise Deniz Gezmiş’in asılmasıyla beraber davasının sekteye uğratıldığını iddia etti."

 

İşte bunların bu mazlum edebiyatlarına resmen bayılıyorum arkadaş. Gördünüz mü, gül gibi Deniz'i asmışlar da diğer tarafınki köşke çıkmış. A benim şaşkalozum, madem bu karşılaştırmayı yapmaya çalışacak kadar zekan var, Deniz Gezmiş ile Abdullah Gül'ün hayatları boyunca izledikleri metodları da bi karşılaştırıverseydin? İşine mi gelmedi, yoksa bunu yapmayı aklına getirecek kadar zekan yok mu? Sanki Deniz Gezmiş de Abdullah Gül gibi görüşünü hakim kılabilmek için siyaset yolunu tercih etmiş, veya Abdullah Gül de Deniz Gezmiş gibi banka soygunlarına teşebbüs etmiş, silahına sarılmış birisiymiş gibi... İki kişinin şartları tamamen farklı. Hatta çok daha net yazayım, birisi bildiğin terörist, birisi siyaset adamı. O halde nasıl karşılaştırabiliyorsun sen bunları? Teröristle siyasetçiye aynı muamelenin yapılmasını mı bekliyorsun? Ya da adalet(!) yerini bulsun diye Abdullah Gül de mi asılsın? Kusura bakma ama şaklabansın Seyfi efendi...!

 

Bırakın be abiciğim, Allah rızası için bi yürüyün gidin işinize...

 

Solcuların son dönemde görüşlerine sempati toplayabilmek için duygu sömürüsüne sarıldığını görüyoruz. Şu son olay bunun bir ispatıdır. Daha öncesinde, olayları tek taraflı bir bakış açısıyla ele alan ve 'biz ezildik abi, neler neler yaptılar bize' temeli üzerinde yükselen ATV dizileri ve hatta Babam ve Oğlum filmi çıktı piyasaya. Nitekim bu ezik oğlan, zavallı çocuk, gariban devrimci, devrim şehidi, sistemin sillesini yemiş halk adamı, yerli malı kisveleri içerisinde resmedilmeye çalışılan gariban solcu tipi, solun kendisine sempati toplamak için sarıldığı son can simididir ve maskelerin düşmesi yakındır. Sanki kendileri sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi! Sanki kendileri, olayların başlamasına vesile olanlar değilmiş gibi... Sanki gariban solcular, sağcılardan çok farklı bir metoda başvurmuş gibi... Sanki bu ülkede, cumhuriyetin kuruluşundan beri, hatta daha öncesinden itibaren, sağcıların başı yanmamış gibi.

 

Ağlayın siz solcu çocuklar, belki bir emzik veren bulunur! :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Radikal gazetesinin pazar ekinde yazan Seyfi Öngider Nazım Hikmet'le Necib Fazıl'ı kıyaslamış ve Abdullah Gül ile deniz gezmiş'i Necip Fazıl'ın ve Nazım Hikmet'in çocukları diye aşağıladı. Ve yaptığı terbiyesizliği bu kadarıyla bırakmayıp ÜSTAD NECİB FAZIL'a FAŞİST-İSLAMCI diye hakaret etti. İşte o edepsizin yazısı.

 

 

Necip Fazıl ile Nâzım Hikmet'in çocukları

 

Deniz Gezmiş, Abdullah Gül.

 

12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde olan bitenlerden sonra Çankaya'ya kim çıkacaktı ki? Ya bir ülkücü ya da bir İslamcı... Sonuçta ikisi el ele vererek, bir eski İslamcıyı devletin başına oturttular

 

 

SEYFİ ÖNGİDER (Arşivi)

 

Bundan 40 yıl kadar önce, 1969'da, Abdullah Gül İstanbul Üniversitesi'nin Beyazıt'taki merkez binasında bulunan İktisat Fakültesi'nde okurken, hemen onun yanındaki Hukuk Fakültesi'nde de Deniz Gezmiş okuyordu. İki genç de sistemle başı beladan kurtulmayan iki büyük şairin hayranıydı. Gül, İslamcı-faşist Necip Fazıl'ın şiirlerine, Gezmiş ise komünist Nâzım Hikmet'in şiirlerine tutkundu. Gül, İslamcı Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) liderlerinden biriydi, Gezmiş de Devrimci Öğrenciler Birliği ( DÖB ) lideriydi. Rivayete göre devrimci öğrencilerin okula girmesini yasakladıkları militan İslamcılardan biri de Gül'müş... Çok değil üç yıl sonra, 12 Mart muhtırasıyla gelen baskı döneminde, Mayıs 1972'de askeri mahkeme devrimci Deniz'i astı. Askerlerden Süleyman Demirel'e kadar uzanan geniş bir kesim, devrimci öğrenci liderini darağacına gönderince günün birinde İslamcı öğrenci liderini de Çankaya Köşkü'ne göndereceklerini hesaplamış mıydı? Bilmiyoruz, ama şimdi Gül'ün cumhurbaşkanı olmasından rahatsızlık duyanlar, bir AKP'linin Çankaya'ya çıkmasına itiraz edenler öncelikle Deniz Gezmiş ve 68 kuşağından özür dilemeliler. Sadece 68'lilerden de değil, onların arkalarından gelen ve devraldıkları sosyalizm mücadelesini daha ileriye taşıdıkları için 12 Eylül rejimi tarafından daha büyük bir vahşetle ezilen 78 kuşağından da özür dilemeliler. Onlara itibarları iade edilmeden Gül'e itiraz edilmesi mümkün değildir. Neden mi? Anlatmaya çalışalım...

 

Sola hayat hakkı tanınmazsa...

Dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle, 60'lı yılların ikinci yarısında, Türkiye'deki kurulu düzen çatırdamaya başlamıştı. Soğuk Savaş koşullarının şekillendirdiği Türkiye'deki siyasal sistem, karşısında çeşitli muhalefet odaklarını buluyordu. Doğal ve geleneksel olarak da muhalefet en çok gençlik içinde yayılıyordu. Sol muhalefet, giderek güçlü bir devrimci gençlik hareketinin ortaya çıkmasını sağlarken kurulu düzenin Deniz ve arkadaşlarının karşısına çıkardığı gençlere o dönemde "komandolar", daha sonra "ülkücüler" denilecekti. Alparslan Türkeş'in kamplarında yetişen ülkücü gençlere verilen görev devrimci gençliği engellemek ve böylece düzenin soldan eleştiriye uğramasını ve bu eleştirinin zaman içinde toplumun çeşitli kesimlerine nüfuz etmesini önlemekti. Nitekim "Komünistler Moskova'ya" diye diye bu görevlerini yerine getirdiler. Ülkücüler kadar değilse de İslamcı gençlik de zaman zaman devrimci gençliğin karşısına çıkıyor ve örneğin İstanbul Taksim Meydanı'ndaki ünlü "Kanlı Pazar"da olduğu gibi kan dökmekten de uzak durmuyordu. Ama asıl olarak devrimci gençlerle "komando" tabir edilen ülkücülerin çatışması öne çıkıyor, İslamcı gençler de bundan yararlanmaya çalışıyordu. Nitekim gayet iyi yararlandılar... O kadar iyi yararlandılar ki, bugün o İslamcı gençlerden biri cumhurbaşkanı, diğeri de başbakan koltuğunda oturuyor.

12 Mart 1971 muhtırasının ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına destek verenler, 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte Kenan Evren'in "asmayalım da besleyelim mi" politikasına arka çıkanlar bugün Gül'ün Çankaya'ya çıkmasına nasıl itiraz edebilirler? 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde olan bitenlerden sonra Çankaya'ya kim çıkacaktı ki? Ya bir ülkücü ya da bir İslamcı... Sonuçta ikisi el ele vererek bir eski İslamcıyı devletin başına oturttular. Son yıllarda AKP'nin yelkeninide rüzgârlar dikkate alındığında bugün gelinen noktada Köşk'e çıkan kişinin başka biri değil de Abdullah Gül olması aslında iyi oldu. Böylece AKP 22 Temmuz seçimlerinde elde ettiği desteğe dayanarak 27 Nisan muhtırasıyla yolu kesilen Gül'de ısrar ederek önemli bir adım attı. Şimdi devletin tepesinde yolu hapishaneden geçen iki isim bulunuyor ve kim bilir, belki de bu durum memleketin hayrına bazı sonuçlar doğurur. Ama tam da bu durumu ülke için bir felaket, sistem için bir tehlike olarak görenler, 27 Nisan muhtırasından medet umanlar, eğer timsah gözyaşları dökmüyorsa, dönüp son 40 yıllık tarihe bakmak ve onunla yüzleşmek zorundadır. Sola hayat hakkı tanınmazsa olacağı budur...

 

 

Sistem yeniden düzenlenecekti

Türkiye'deki siyasi sistem 90'lı yılların başında sona eren Soğuk Savaş'ın ardından değişmek, dönüşüme uğramak zorundaydı. Türkiye, Asya'nın veya Afrika'nın uzak bir köşesinde önemsiz bir ülke değildi. Tam tersine, yeniden kurulmakta olan dünyanın en hassas bölgesinde bir imparatorluk bakiyesi olarak yeni koşullara uyum sağlamak, hatta bir anlamda kendisini yeniden kurmak durumundaydı. İmparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecinin, tek parti döneminin ve Soğuk Savaş'ın sonucunda fazlasıyla katı biçimde ve monolotik tarzda oluşturulmuş siyasi sistemin esnemesi, giderek yeni koşullara uygun olarak yeniden düzenlenmesi hiç de kolay değildi.

Kurulu düzene başından itibaren eleştiri getiren iki siyasi akım oldu: Sol/sosyalizm ve İslam. Birincisi daha milli mücadele günlerinden itibaren -Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinde de görüldüğü gibi- baskı altına alınır ve hayat hakkı bulamazken, ikincisi ise hep tatlı sert bir baskı ve kontrol altında tutuldu. Özellikle de 2. Dünya Savaşı'nın ardından gelen Soğuk Savaş koşulları solun kaderini büyük ölçüde etkiledi. SSCB'nin komşusu olan ve NATO'nun ileri karakolu haline gelen Türkiye'de sola, sosyalizme hayat hakkı tanınmayacaktı. Solun emekçi sınıflar içinde örgütlenmesinden, demokratik ve özgürlükçü muhalefetinden, eşitlikçi eleştirisinden yoksun kalan toplumda siyasi İslam'ın boy vermesine şaşılabilir mi? Her şeye rağmen sol/sosyalist hareketin 60'lı yıllarda yaptığı atılım 12 Mart müdahalesiyle, 70'li yıllarda gerçekleştirdiği yükseliş ise 12 Eylül darbesiyle önlendi. 80'li yıllarda Evren sadece solu ezmekle kalmadı. Sırtındaki Genelkurmay Başkanı üniformasıyla memleketin neredeyse bütün meydanlarını dolaşırken Kuran'dan ayetler aktarıyor, "Türk-İslam sentezi" adı verilen milliyetçi-faşist-dinci anlayışı savunuyor ve İslami bir hareketin gelişmesi için bütün koşulları hazırlıyordu.

90'lı yıllarda Refah Partisi'nin iktidara tırmanmasının nedeni budur. 12 Eylül fideliğinde yetişip büyüyen siyasi İslam 28 Şubat'la durdurulmaya çalışıldı ama AKP ile daha da büyüyüp iktidara geldi. Bu kez de 27 Nisan'la AKP'nin önü kesilmeye çalışıldı ama tam tersine "son kale" Çankaya da elden gitti. Şimdi dönüp bütün bunlarla yüzleşmeden, hâlâ parlamentodaki 68 kuşağından Akın Birdal'ın, 78 kuşağından Ufuk Uras'ın davet edilmediği resepsiyonlarda Gül'e selam vermemekle gösterilen tepkinin anlamı ne? Arkasına toplumun yarısının desteğini daha yeni almış bir siyasi heyete ne yapılabilir ki? Üstelik ABD'nin ve dünyanın diğer önemli güçlerinin de arkasında olduğu biline biline...

Siyasi kimliği Büyük Doğu Fikir Kulübü'nde şekillenen Abdullah Gül gibi gençlere güvenen ve onlar için Atatürk gibi bir hitabe kaleme alan Necip Fazıl sonunda şöyle demişti: "Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!/ Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!" Bakalım, önümüzdeki süreçte kim, nasıl esecek!

 

 

Timsah gözyaşları dökmüyorsanız...

Soğuk Savaş sonrasında Türkiye'deki siyasi sistemin yeniden şekillenmesinde sol da etkin olabilirdi, ancak hiçbir dönemde hayat hakkı tanınmayan sol/sosyalist hareketin bu olanağı bulması imkansız değilse de çok zordu. Solun/sosyalist hareketin demokratik, eşitlikçi sesini boğanlar elbette İslamcı Erbakan'a ve talebelerine yolu açıyorlardı. Eşitlikçi ve özgürlükçü talepler toplumun içinde varlığını sürdürürken bunlara solun tercüman olmasına engel olunursa dinden beslenen bir ideolojik-siyasi akımın gelişmesi ve bu talepleri istismar etmesi doğaldır. Nitekim 90'lı yıllarda "Adil düzen" diye atılım yaptılar, bastırılınca bu kez 2000'li yıllarda Ecevit'in solculuk zamanından kalma "Ak Günlere" sloganından esinlenen "AK Parti" ile yollarına devam ettiler ve tüm iktidar mevkilerine yerleştiler.

Bugün Türkiye'yi Necip Fazıl'ın çocukları yönetiyor. Evet, cumhurbaşkanı ve başbakan hapse girmiş çıkmış eskinin militan İslamcısı. Cumhurbaşkanı Gül 12 Eylül'den sonra bir ay kadar Metris cezaevinde, Başbakan Erdoğan ise 28 Şubat'tan sonra dört ay kadar Pınarhisar cezaevinde yattı. Gördükleri zulüm, eziyet budur. Türkiye'nin siyasi sistemi ABD'nin desteğinde "ılımlı İslam" adı altında yeniden düzenleniyor. Üzerine titrediğiniz sistem, Erdoğan ve Gül gibilerine gösterdiği hoşgörünün, esnekliğin ve affediliciliğin zerresini Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, devrimci gençlere göstermedi. 68 ve 78'in devrimci kuşağı tank paletlerinin altında vahşice ezilmeseydi bugün çok başka bir Türkiye olurdu. Daha vicdanlı, daha adaletli, daha dürüst, daha özgür bir Türkiye... Ve tabii İslamcı dalganın böylesine kabarıp her şeye egemen olmadığı bir Türkiye. Ve kimsenin kuşkusu olmasın ki, eğer günün birinde Türkiye bu neo-İslamcı kadrolardan yakasını kurtaracaksa yine solun sayesinde olacak! Eğer timsah gözyaşları dökmüyorsanız bunca zamandır devrimci gençlere, sosyalistlere yaptıklarınızla yüzleşin! Abdullah Gül'e itiraz etmek için önce Deniz Gezmiş'den özür dileyin! Necip Fazıl'ın çocuklarına itiraz edecekseniz önce Nâzım Hikmet'in çocuklarının hakkını verin!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Metehan Osmanoğlu kullanıcı ismine sahip arkadaşımızın açmış olduğu başlık, bu başlık ile birleştirilmiştir.

 

Yazılan ilk iki mesajda yaklaşımın ne gibi problemler barındırdığı isabetli bir biçimde tespit ve tahlil edildiğinden, ben uzun uzun yorum yapma gereği duymuyorum. Bir insan birşeyleri iddia ederken "Çamur at, izi kalsın" mantığına sarılmak mecburiyetinde kalıyorsa, bu insanın görüşleri ile ilgili büyük bir çaresizliği vardır. Mesele, bu kadar basit aslında... Üstad'ı okumuş, onu tanıyan bir insanın onu faşist olarak damgalayabilmesi muhaldir ve bu durum, verilen referanslarla da yeteri kadar açıklanmış durumdadır. Üstad'ı komünist olarak lanse edenlere karşı Merhumun verdiği oldukça güzel bir cevap var. Çaresiz kalanın zaman zaman iftiraya sarıldığı bu dünyada, Üstadı aksiyonu ve fikirleriyle karşısında yer aldığı fikirleri taşımakla itham etmek, yeni bir moda değil aslında. O yazıyı foruma ekleyelim, bu başlık altında da linkini verelim...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstad'ı karşısında olduğu fikirleri taşımakla itham edenlere verilmiş bir cevap mahiyeti taşıyan bahsettiğimiz yazıya Nişan ve Madalyalarım linkine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Kurulu düzene başından itibaren eleştiri getiren iki siyasi akım oldu: Sol/sosyalizm ve İslam. Birincisi daha milli mücadele günlerinden itibaren -Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinde de görüldüğü gibi- baskı altına alınır ve hayat hakkı bulamazken, ikincisi ise hep tatlı sert bir baskı ve kontrol altında tutuldu. Özellikle de 2. Dünya Savaşı'nın ardından gelen Soğuk Savaş koşulları solun kaderini büyük ölçüde etkiledi. SSCB'nin komşusu olan ve NATO'nun ileri karakolu haline gelen Türkiye'de sola, sosyalizme hayat hakkı tanınmayacaktı. Solun emekçi sınıflar içinde örgütlenmesinden, demokratik ve özgürlükçü muhalefetinden, eşitlikçi eleştirisinden yoksun kalan toplumda siyasi İslam'ın boy vermesine şaşılabilir mi? Her şeye rağmen sol/sosyalist hareketin 60'lı yıllarda yaptığı atılım 12 Mart müdahalesiyle, 70'li yıllarda gerçekleştirdiği yükseliş ise 12 Eylül darbesiyle önlendi. 80'li yıllarda Evren sadece solu ezmekle kalmadı. Sırtındaki Genelkurmay Başkanı üniformasıyla memleketin neredeyse bütün meydanlarını dolaşırken Kuran'dan ayetler aktarıyor, "Türk-İslam sentezi" adı verilen milliyetçi-faşist-dinci anlayışı savunuyor ve İslami bir hareketin gelişmesi için bütün koşulları hazırlıyordu.

 

be hey dangalak!sol'un bu ülkede kaç yıllık geçmişi varki,müslümanlarla solcuları sadece sistemin karşısında olduklurı için ,ikisini aynı kefeye koyup bu ülkedeki müslümanlarla koministleri karşılaştırma gafletinde bulunuyorsun.

 

Birincisi, islam bu topraklarda 1000 yıldır var ve varolmaya devam edecek.milli mücadele yıllarında müslümanların yeni kurulacak olan sisteme karşı çıkmalarını anlarımda solcular neden karşı çıkıyormuş.cephelerde Allah Allah diye canını veren koministlermiydi ?sizi gidi uyanıklar sizi fakir ve müslüman halk kanını,canını,malını feda ederek savaşlarda galip gelsin siz üç beş satılmış kominist ajanlar,istediğiniz sistemi kuracaksınız he?

 

ikincisi kenan evrenin kur'andan ayetler aktarması onun has ve hakiki müslüman olduğunu göstermez.öyle olsaydı tuncay özkan adlı insancık bundan birkaç ay önce kubilayı anma mitinginde otobüsün üstünde elinde kur'an-ı kerimle poz vermezdi.buna nasıl bir kılıf bulacaksınız merak ediyorum.''sol-faşist-dinci''..şeklindemi?diyelimki kenan evren ayetlerde okudu be hey dangalak ırkçı faşizmiyle dini nasıl bir tutarsın?kendi kafandaki o çürük fikirleri savunurken yalan dolan ve iftira atmaktan hiçte geri kalmadığın gibi sol'un tekrar yükselmesi için sahte reçeteler hazırlamışsın.nazım hikmetten özür dilemekmiş 68,78 kuşağından özür dilemekmiş.sizin anlamak istemediğiniz nokta şurası:siz (sol)ucanlar insanların sadece madde tarafını kurcalarsınız aş,iş vs..islam ise bunların yanında ruhu doldurur.

 

yukarda arkadaşlar herşeyi açıklamış zaten daha fazla yorum yapma gereği görmüyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hahaha! Ben yazının sadece bir veçhesini bildiğim için, yalnızca bir iddiayı ele almış ve bu iddiayı daha önceki malumatımla sentezleyerek 'Ezik solcu edebiyatı'na temas etmişim. Tablo benim tahmin ettiğimden çok daha acıklıymış meğer! Vah, vah, vah! Baskı altında tutulan gariban solcularmış da, Müslümanlar hep tatlı sert bir mukavemetle alttan alta desteklenmiş, en azından onların önü açılmış! Hadi arkadaşlar, hep beraber koparıyoruz makaraları: Nihahahaah.. puahahaah.. muahahahah!

 

Birincisi, Abdülhamid'in de dediği gibi, bu ülkenin halkı İslam üzerindedir ve İslamiyet bu ülkede artık kökleşmiş, derinlere inmiş, kültürleşmiştir. Siz halkın ruh kökünü reddeden bir devrime gittiyseniz, şeklen de olsa, ufak tavizlerle de olsa halkı pohpohlamak ve diğer yandan gelecek nesilleri güttüğünüz davaya kazandırmak zorundasınızdır, yoksa yaşayamazsınız. Bu ülkede de, İslamiyet camilere hapsedilmeye çalışılmış ve 'hapishane içerisinde özgürsün!' dercesine, pek çok gayrimüslim ülkede dahi mevcut olan şartlar lütuf kisvesi altında yedirilmeye çalışılmıştır. Kaldı ki bu tavır genele yayılmış da değildir, yalnızca belli dönemlerde, zaman zaman takip edilmiş bir politikadır. Yoksa halkın İslamî kimliğinin saldırıya uğradığı dönemleri de yaşadı bu ülke! Şöyle bir gidin köylere ve 70, 75 yaşındaki amcalarla bir sohbet edin. Size jandarmanın Kur'an'a yaptığı saygısızlıkları gözyaşları içerisinde anlatacaklardır, emin olun. Bunlardan birisi de benim amcamdır mesela! Ders sırasında mekanlarını basan jandarmaların onca öğrencinin gözleri önünde Kur'an-ı Kerim'i yerlere fırlatışını boğuk bir ses ve muhtemelen dolu gözler eşliğinde anlatmıştı bana daha bu yaz... Velhasıl Seyfi efendi, İslamiyet'e karşı daha müsammahalı davranılması bir mecburiyettir ve kaldı ki böyle davranılmamıştır bile!

 

İslamın sahip olduğu genel değerlere karşı yapılan saygısızlıkları saymakla bitirebilir miyiz? Maarif kadrosunun tutumundan haberdar mısınız? Devletin resmi partisi İslam düşmanlığı gütmüyor muydu, sağcıların kurduğu veya egemen olmaya başladığı partiler ve sonrasında gerçekleşenler hakkında hiçbir şey okumadınız mı? Kapatılan ibadethaneler ve değiştirilen alfabe kimi daha ziyade yaralamıştı? 18 yıl boyunca okutulan 'Türkçe ezan' neydi? Muhafazakar kesimin sahip çıktığı Ayasofya'yı camilikten çıkarmak, hangi kesime edilmiş büyük bir manevi zulümdür acaba!.. İslam, komünizmin aksine manevi bir temel üzerinde yükselir ve bu sebeple manevi zulümlerin tesiri çok daha ağırdır ve baskı olarak zikredilmeye layıktır - Komüniste mânen zulmetmeniz hayli zordur -, bu yüzden sayıyorum bütün bunları. Bir de diğer yönü var işin elbet! 'Mustafa Suphi ve arkadaşları' derken Şeyh Said ayaklanması bahane edilerek katledilen Müslüman (Bi de senin sevdiğin tabirle yazayım, İslamcı) Kürtlerin, savcının istediği 3 yıl hapis cezası hakimce idam olarak uygulatılan İskilipli Atıf Hoca'ların, tamamen düzmece olan veya en iyi ihtimalle korkunç bir abartmaya tabi tutulmuş bulunan Menemen olayı sonrası idam edilen kıymetli şahısların, Esad Erbilî hazretlerinin, hapishane hapishane, il il gezdirilen Said-i Nursî'lerin ve dergisine kapak yaptığı Osmanlı armasını bile bahane edecek dehadaki(!) insanların(!) tazyiklerine maruz kalan Necip Fazıl'ların, 1970-1980 arasında şehit edilen muhafazakar aksiyonerlerin ve İslamiyet yüzünden başları yanan daha onlarca mazlumun lafını niye etmiyorsun? Edebilir misin ki?.. Edersen gözyaşlarının tazyiki azalır belki de ondan, değil mi ağlak komünist? Evren faciasına değinmeye utanıyorum, bu saçmalığa cevap vermeye yeltenmenin benim için bir utanç vesilesi olacağını düşünüyorum ve geçiyorum.

 

Yahu ağlayın, ağlayın da bu kadar da kendinizi paralamayın yahu, benim de içim parçalandı şimdi!.. Vaaah, vah gariban solcular vaah! Yazık size, çok yazık!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Salaklik olur da bu kadar olur Ustadin fasistliklen ne alakasi ve deniz gezmis denilen herif banka hirsizi askerlen catisan bir terorist Abdullah Gul banka mi soymus askerlen mi catismis sacma sapan seyler zavalli sol bu ulkede 4000 yil daha iktidara gelemezler bunlar fasistmis lenin stalin ikilisinin katlettigi 30 milyon insanin hesabini verin komunist bozuntulari Pol Potu katmiyorum araya hadi yine iyisiniz!Allah mustehakinizi versin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Önceden bu sürüngenlere düşmandım şimdi ise iğreniyorum. bu yazıya birazda sevindim doğrusu çünkü bunlar bu kadar boş ve seviyesizlerse sabah yakındır inşallah. İnsanda bir nebze olsun fikir haysiyeti olmazmı ya hu. Çok şey yazılır da harflere ve zamana yazık olmasın.

HİKMET İ İLAHİ: enterasan yaratıklar işte!

Share this post


Link to post
Share on other sites

tükürsem bunlara tükürüğe yazık gülsem bunlara değmez hallerine ağlasam tek damlaya değmezler bunlara beddua etsek ki zaten bundan beter nasıl olsunlar ki benim bunlara sözüm yok buyrun siz söyleyin bu kendini maymun zanneden çakalları

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kaç yıldan beri dar ağacında üç fidan sallanıo ama biz o üç fidanın tohumlarının büyüyüp bir ağaç olduğunu daha göremedik.Yoksa o ağacıda mı yeşeremeden budadılar?güldürmeyin beni nazım hikmet kim?

Share this post


Link to post
Share on other sites

herkes nazımla üstadın tek ortak yönünün çocuklarının isimlerinin aynı olduğunu sanar oysa nazımın oğlunun adı memet üstadınki ise mehmettir.sanki protesto edercesine memet diyor mehmet demiyor..istediğiniz kadar inkar eden nazı bir vatan hainidir vatan haini...şairliği beş para etmez...son şiiri LÜTfEN ŞUNA BİR BAKIN:

VERA'ya

gel dedi bana

gül dedi bana

kal dedi bana

öl dedi bana

 

geldim

güldüm

kaldım

öldüm

yorum sizin...............

Share this post


Link to post
Share on other sites

Radikalin yediği haltı geçiyorum, üzerinde konuşmaya değmez. Ancak bu sitede bile yaşanan gariplikler üstadın kemiklerini sızlatmaya yeter. Mesela bir üyemiz "Memet" kullanımının hatalı olduğundan bahsederken, başka bir üyemiz "oluo, yapıo" gibi yüklemlerle cümlelerini sonlandırmakta.

 

Değinmek istediğim başka bir konu ise Nazım'ın şairliğidir. Nazım da Üstad gibi Türkçe'yi en iyi kullanan şairlerin başında gelmektedir. Bir çok şiiri beni tatmin etmese de şiirin tad işi olduğunu düşündüğümden Nazım'ı küçümseyemem. Hatta beğendiğim şiirleri bile vardır. Mesela "Karlı Kayın Ormanı" şiirle alakalı kimsenin küçümseyemeceği bir şiirdir. Tabi bu bağlamda bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstereceği gerçeğini atlamamak lazım gelir. Nazım'a ben bu gözle bakarım. Ömrünü şiire adamış bir aptal bile yaşadığı onlarca yıllık ömründe üç beş güzel şiir yazabilir. Nazım'a aptal dediğimi düşünmeyin. Vatana ihanetini de tartışmak istemiyorum. Ancak Nazım'ın da güzel şiirlere imza attığı ve dili iyi kullandığı birer gerçekliktir. Son mesajın sahibi üyenin yazdığı şiir de hoşuma gitmedi değil :)

Share this post


Link to post
Share on other sites
Radikalin yediği haltı geçiyorum, üzerinde konuşmaya değmez. Ancak bu sitede bile yaşanan gariplikler üstadın kemiklerini sızlatmaya yeter. Mesela bir üyemiz "Memet" kullanımının hatalı olduğundan bahsederken, başka bir üyemiz "oluo, yapıo" gibi yüklemlerle cümlelerini sonlandırmakta.

 

Değinmek istediğim başka bir konu ise Nazım'ın şairliğidir. Nazım da Üstad gibi Türkçe'yi en iyi kullanan şairlerin başında gelmektedir. Bir çok şiiri beni tatmin etmese de şiirin tad işi olduğunu düşündüğümden Nazım'ı küçümseyemem. Hatta beğendiğim şiirleri bile vardır. Mesela "Karlı Kayın Ormanı" şiirle alakalı kimsenin küçümseyemeceği bir şiirdir. Tabi bu bağlamda bozuk saatin bile günde iki kere doğruyu göstereceği gerçeğini atlamamak lazım gelir. Nazım'a ben bu gözle bakarım. Ömrünü şiire adamış bir aptal bile yaşadığı onlarca yıllık ömründe üç beş güzel şiir yazabilir. Nazım'a aptal dediğimi düşünmeyin. Vatana ihanetini de tartışmak istemiyorum. Ancak Nazım'ın da güzel şiirlere imza attığı ve dili iyi kullandığı birer gerçekliktir. Son mesajın sahibi üyenin yazdığı şiir de hoşuma gitmedi değil :)

:) TŞK

Share this post


Link to post
Share on other sites
VERA'ya

gel dedi bana

gül dedi bana

kal dedi bana

öl dedi bana

 

geldim

güldüm

kaldım

öldüm

yorum sizin...............

 

 

işte şiir(!!!!!) budur

hastayım bu adama :S

 

 

bakın aklıma ne geldi

bence bu adamın çocuğu deniz gezmiş değil yılmaz özdil

köşeyazılarıları bu şiire ne kadar benziyor

 

geçen ay bir yazısını tam 74 heceyle (üşenmeyip saymıştım) yazmıştı

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Kafaları kazan, beyinleri fincan" kadar olanların Milli ve manevi meselere ne kadar uzaklığı aşikar ise, rahmetli Necip Fazıl'ın(ruhu şad olsun) fikriyatına da uzaklıkları o kadar aşikardır. NFK fikriyatı "içi alev alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk" fikriyatı ise, "soysuzlar ve dinsizler güruhu" adını vereceğim "tipitip"lerden "akıl" ve "izah" noktasında bir hal beklemek abes olur. Evet, soysuzdurlar milliyetleri yoktur; evet dinsizdirler dinleri yoktur!

Hak ve hakikat noktasında bir adım atmaktan acizler, "demokrasi" adlı "bomboş" bir kavramın peşinden koşup "hakkaniyet" ekseninde bize ahkam kesme hürriyetine sahip olmadıklarını bir kez daha afişe etmiş oluyorlar. Böylece girizgahta dediğimiz gibi kafalarının ne kadar kazan, beyinlerinin ne kadar fincan kadar olduğunu kendi kendilerine ispatlamış, haykırmış oluyorlar...

 

EY DÜŞMANIM SEN BENİM İFADEM VE HIZIMSIN

GÜNDÜZ GECEYE MUHTAÇ, BANA DA SEN LAZIMSIN!(NFK)

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...