Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
ToKSiN

Mehmet Âkif Ersoy

Recommended Posts

SECDE

Şühûdundan cüdâdır, çok zamanlar var ki, îmânım;

 

Bu vahdetzâra -guya!- geldim ammâ bin peşimanım:

 

Huzûr imkanı yok, dünyâyı etmiş cezben istîlâ;

 

Ne hüsrandır, İlâhî, ma'bedim, çepçevre, vâveylâ!

 

Derinlikler, kovuklar, kuytular, şellâleler, yarlar

 

Bulutlar, yıldırımlar, çöller, enginler, sular, karlar,

 

Güneşler, gölgeler, aylar, şafaklar... Hepsi çığlıkta;

 

Gelir tarrâkalar çaktıkça ecrâmın karanlıkta!

 

Sabâ dağlarda sûr üfler coşar vâdîde bin mahşer;

 

Denizler yükselir, seller döner, taşlar semâ' eyler.

 

Ufuklar çalkanır, kaynar ziya girdâbı göklerde;

 

Asırlar devrilir; çamlar, çınarlar,çırpınır yerde.

 

Bütün zerrâtı sun'un bir müebbet neşveden sarhoş;

 

Sağım sarhoş, solum sarhoş,İlâhî, ben ne yapsam boş!

 

Ömürlerdir, gözüm yollarda, hâlâ beklerim, hâlâ,

 

Şühûd imkanı yok, coştukça hilkatten bu vâveylâ.

 

Hayır! Bir başka rûh esmiş ki, akşam, sermediyette:

 

Uyandım, fecre baktım, titriyor par par meşiyyette:

 

O coşkun nâralar bî-tâb; o taşkın zerreler mahmûr;

 

O tûfanlardan ancak terliyor, maşrıkta tek bir nûr.

 

O gömgek kubbe, sinâ-rengi tutmuş, bir avuç toprak:

 

Işıklar püskürürken, şimdi haşyetlerle müstağrak!

 

O ecrâm, âh o gözler öyle fâniler ki Mevlâ'da,

 

Dönüp bir kerre olsun bakmıyorlar artık eb'âda.

 

Denizler, dalgalar, dağlar, ağaçlar, gölgeler dalgın...

 

İlâhî, ürperen tek gölge yok bağında âfâkın.

 

Sabâ durgun, sular durgun, gölün durgun hayâlinde,

 

Ne ma'nîdâr o gökler, kudretin bir vahyi halinde!

 

Bu vahdetzâra dün baktım: Ne meyhâneydi cûcacûş!

 

Bugün rindânı gördüm: Başka bir peymâneden bî-hûş.

 

Bütün dünya serilmiş sunduğun vahdet şarâbından;

 

Benim mest olmayan meczâbun, Allah'ım, benim meydan!

 

Bırak, hâsir kalan seyrinde mi'râcım devâm etsin;

 

Rükûum yerde titrerken, huşû'um arşı titretsin!

 

İlâhî! Serseri bir damlanım, yetmez mi hüsrânım?

 

Bırak, taşsın da coştursun şu vahdetzârı îmânım.

 

Bırak, hilkatte hiç ses yok, bırak, meczûbunun feryâd...

 

Bırak, tehlîlim artık dalgalansın herç-i-bâd-âbâd!

 

.................................................................

 

Kıyılmaz lâkin, Allah'ım, bu gaşyolmuş yatan vecde...

 

Bırak,"hilkaf"le olsun varlığım yek-pâre bir secde!

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

DELİKANLI İNCİTME CEDDİNİ ALLAH'I SEVERSEN!

MİLYARLA ŞEHİDİN EBEDİ VARİSİSİN SEN!

 

..............

 

 

ALLAH'A DAYAN, SAY'E SARIL, HİKMETE RAM OL;

YOL VARSA BUDUR, BİLMİYORUM BAŞKA ÇIKAR YOL.

 

..............

 

 

ZEVKE DALMAK ŞÖYLE DURSUN, VAKTİMİZ YOK MATEME,

DAVRANIN, ZİRA GÜLÜNÇ OLDUK BÜTÜN BİR ALEME.

 

..............

 

 

ŞEHAMET DİNİ, GAYRET DİNİ ANCAK MÜSLÜMANLIKTIR,

HAKİKİ MÜSLÜMANLIK EN BÜYÜK KAHRAMANLIKTIR.

 

...............

 

 

NE İRFANDIR VEREN AHLAKA YÜKSEKLİK, NE VİCDANDIR,

FAZİLET HİSSİ İNSANLARDA, ALLAH KORKUSUNDANDIR.

 

................

 

 

HÜDA'YI KENDİNE KUL YAPTI, KENDİ OLDU HÜDA;

UTANMADAN DA BU İŞE TEVEKKÜL DİYOR HAA!

 

...............

 

 

DOĞRUDAN DOĞRUYA KUR'AN'DAN ALARAK İLHAMI,

ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİYİZ İSLAM'I!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şiirden önce Milli Şairimizin Hafız olduğu bilgisini sizlerle paylaşmak istedim. Ne muhteşem değil mi? Hayranım kendisine... Zaten çoğu şiirinde ya ayet meali geçiyor ya da şiirleri bir meal üzerine yazıyor.

 

... NECİD ÇÖLLERİNDE...

 

Yâ Nebi...

Şu halime bak

Nasil ki bağrı yanar gün kızınca sahranın,

Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın.

Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum,

Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum.

Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar,

Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var.

Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak,

Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak.

Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-i Sudan’ı,

Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı.

Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada,

Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada.

Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin,

Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin.

Iradem olduğu gündür Senin iradene râm,

Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram.

Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim,

Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim.

Yanip tutusmadan yummadım gözümü,

Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüs mü?

Azab-i Hecrine katlandım elli üç senedir,

Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir?

Üç beş sineyi hicran içinde inleterek,

Çikan yüreklere husran mı, merhamet mı gerek.

Demir nikabını kaldir mezari pâkinden,

Bu hasta ruhumu artik, ayırma hakinden.

Nedir o meşale, nurun mu Ya Resullallah,

Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh....

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Süleymaniye Kürsüsü Şiirinden seçmeler:

 

Yoklıyayım şimdi avamın da biraz,

Nedir efkarı dedim, hey gidi vurdum duymaz!

Öyle dalgın ki meğer surunu İsrafil'in ,

İşitip yattığı yerden azıcık silkinsin!

Yürüyor altı çürük toprağa gelmiş seyyar,

Bir mezarlık gibi: Her nasiye bir seng-i mezar! (Her alın bir mezar taşı)

Duymamış kaygı denen duyguyu vicdanında,

Okunur herbirinin çehre-i hüsranında:

Ne gelenden haberim var, ne gidenden haberim,

Serseri kevne gelenden beri serseri gezerim...

...

Sanıyorlar kafa ezmekle,beyin ezmekle

Fikr-i hürriyet ölür,Hey gidi şaşkın hazele!

Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak,

Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak!

Hangi masumun kanı olur bu dünyada heder,

Yoksa Kanun-u İlahi'yi de yırtar mı beşer!!!

...

 

 

(VE GEÇMİŞTE DE ,GÜNÜMÜZDE DE ÜLKEMİZDEKİ BÖLÜCÜLER AYNI,DEĞİŞMEMİŞ)

 

Türlü adlarla çıkan na-mütenahi gazete,

Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete!

Toprağı it yetiştirmek için gayet münbit,

Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it!

Yürüyor dine beş-on maskara alkışlanıyor!

Nesl-i hazır bunu hürriyeti vicdan sanıyor!!!

...

Din için, millet için iş görecek(!) alçağa bak!

Dini pamal edecek, milleti ruslaştıracak!

Kızımın iffeti batmakta rezilin gözüne,

Acırım tükrüğe billah tükürsem yüzüne...

....

 

Üdebanız* hele gayretle bayağı mahlukat!

Halkı irşad edecek,öyle mi bunlar? Heyhat!

Eski divanlarınız dolu oğlanla şarab,

Biradan, fahişeden başka nedir şi'r-i şebab!

Serseri: Hiçbirinin mesleği yok,meşrebi yok,

Filozof(!) hepsi fakat pek çoğunun mektebi yok!

...

Kudretim yetse eğer, on yedisinden yukarı,

Üdeba namına kim varsa huduttan dışarı,

Atarım taktırarak boynuna bah-namesini*,

Okuyan yaftayı elbette çıkarmaz sesini!...

...

* Edebi metin yazarı

* Kötü içerikli dergi ve mecmua

...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Diyeceksin ki: Asırlarca sefilane hayat,

Söndürür meyl-i mealiyi nihayet...Heyhat!

Göz yummakla kör olmaz,külün altında ateş,

Ne kadar kalsa bunalmaz, hele bir aç,hele eş!...

 

...

 

Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,

Alçak bir ölüm varsa eminim budur ancak!

 

...

 

Dersen ki ufuklarda bir aydınlık uyansın,

Maziye ateş vermeli baştan başa yansın...

 

...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Medeniyet dediğin açmaksa bedeni;Desene hayvan senden daha MEDENİ

yilinkarikaturuta0.jpg

 

Kardeşim resim süper olmuş yazıda tam

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna ya Rap ne güneşler batıyor.

Mehmet Akir Ersoy

Share this post


Link to post
Share on other sites

MEHMET AKİF ERSOY HAYATI

 

İstiklâl Marşımızın Şâiri Mehmed Âkif, büyük bir İslâm Şâiridir. O'na "Vatan Şairi" de diyebiliriz. Çünkü Âkif, Allah'a, Peygamber'e, Vatanı'na, Bayrağı'na ve Milleti'ne âşık bir vatanseverdi.

 

Mehmed Âkif, 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Babası Tahir Efendi, Fatih müderris (profesör) lerindendi. Annesi Emine Şerife Hanım, Buharalı bir ailenin kızıydı. Âkif, ahlâkı ve inancı sağlam bir ailenin çocuğu olarak, aynı özellikleri taşıyan bir çevrede yetişti. Bu çevre İstanbul'un en dindar ve temiz semtlerinden biri olan Fatih'di.

Âkif, kitap ve defterle henüz dört yaşındayken tanıştı. Resmî öğrenimi ise Maarif Nezareti'ne (Millî Eğitim Bakanlığı) bağlı (ilk) okulla başladı. Bu okuldan sonra, Fatih Merkez Rüşdiyesi'ne (ortaokul) devam etti.

Rüştiye tahsili boyunca, babasından bilhassa lisan dersleri aldı. Arapça, Farsça ve Fransızca'yı edebiyatıyla beraber anlamaya başladı. Şiir sevgisi ve merakı da bu sıralarda uyandı.

 

Rüştiye'den sonra Mülkiye'ye (Siyasal Bilgiler Fakültesi) geçti. Mülkiye, o devrin en parlak öğrenim kurumu sayılıyordu. Âkif, Mülkiye'de okurken babası vefat etti, ayrıca evleri de bir yangında yok oldu. Maddî imkânsızlık yüzünden bu okulu yarıda bırakmak zorunda kalan Âkif, Baytar (Veteriner) okuluna kaydoldu. Bu yeni okulun mezunlarına daha iyi iş imkânları tanınıyordu. Baytar okulunu birincilikle bitiren Âkif, dört sene kadar Anadolu, Balkanlar, Arabistan ve Arnavutluk'ta dolaştı; mesleğiyle ilgili inceleme ve araştırmalarda bulundu. Gezdiği yerlerde halkla sıcak bir kaynaşma sağladı.

 

İstanbul'a döndüğü zaman, Halkalı Ziraat Okulu'nda kitabet (kompozisyon), Üniversite'de edebiyat dersleri verdi. Ayrıca Dârü'l-Edeb isimli okulda da öğretmenlik yaptı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÂHİRET YOLU

 

Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:

Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

 

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

 

Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,

Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

 

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

 

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

Diyordu:

- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,

 

Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

 

Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

 

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.

- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

 

Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

 

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.

İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

 

Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?

 

- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..

- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

 

- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

 

- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...

- Babam ne oldu?

- Baban... Öldü.

- Etme Ayşe Hanım,

 

Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...

- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

 

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...

Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,

 

Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

 

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.

Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

 

Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,

Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

 

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?

 

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,

O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

 

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?

 

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

 

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

 

O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,

Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

 

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;

Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

 

Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?

Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

 

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,

Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

 

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,

Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

 

Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,

Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

 

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,

Açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât.

 

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;

Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

 

Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...

O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!'

 

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;

Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;

 

Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;

Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

 

Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,

Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.

 

Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:

Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

 

Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan

Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân

 

Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...

Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

 

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;

Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,

 

Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;

Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

 

Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna

Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.

 

Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;

Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

 

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

 

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

 

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,

Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini·

 

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Akif bize ''Asımın Nesli''ni bıraktı.

Bediüzzaman'ın karakterinin sudaki yansıması kadar benzeşen kişiliği onu yüceltmiştir...

''Allah bu millete birdaha istiklal marşı yazdırmasın'' demesi de kişiliğini ve barış sevgisini belirtiyor...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çanakkale,bir destan!Çanakkale bir ölüm-kalım mücadelesi..Çanakkale,bir deniz zaferi..Çanakkale,şehitler toprağı..Çanakkale,bir ittihata karşı tek yürek,tek bilek olunan iman dolu kalplerin zaferi...Cennet kokusunu taşıyan tomurcuklar,cennet bahçelerinden emanet goncalar ve cennet ferahlığı sunan gül demetleri:Çanakkale Şehitleri..Ruhları şad olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Atîyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle.

İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit,” iki el bir baş içindir”,

Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?

Atîyi karanlık görüvermekle apıştın?

Esbâbı elinden atarak ye’ se yapıştın?

Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan

Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyada henüz hakk-ı hayatın

Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?

Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar;

Me’yûs olanın rûhunu, vicdanını bağlar

Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez…

En korkulu cânî gibi ye’sin yüzü gülmez!

Mâdâm ki alçaklığı bir ye’s ile şirkin,

Mâdâm ki ondan daha mel’un, daha çirkin

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-ı îman,

Nevmîd olarak rahmet-i mev’ud-ı Hudâ’dan,

Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

 

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…

Sesler de:” Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”

Lakin, hani, milyonları örten şu yığından,

Tek kol da “yapışsam…” demiyor bir tarafından!

Sahipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.

Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…

Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.

Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!

Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

“İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme, yılma.

Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.

 

(Safahat- 3. Kitap)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kocakarı ile Ömer

 

Üstad-ı necibim Ali Ekrem Bey'e

 

Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..

O sahabiyi dinleyin, şimdi:

 

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..

İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu iyan,

Zulmetin sînesinde ukde gibi,

Ansızın bir müheykel a'râbî!

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selâmlaştık.

Düşünürken selâm alan sesini,

O heyûlâ uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım.

***

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

Şu yatan beldenin huzûruna bak!

O semâlar kadar yücelmiş alın,

Çakarak sînesinden âfâkın,

Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor bî-haber içerdekiler

Geçmedik en harâb bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medîne hâricine;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

 

***

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

-Durunda yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...

Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

Selamı aldı kadın pek beşuş bir yüzle.

-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

-O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun?

-Yemek mi? Çömleği sen,

Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

-Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

Tek erkeğin de mi yok?

-Hepsi öldü... Kimsem yok.

-Senin midir bu küçükler?

-Torunlarım.

-Ne de çok!

Adam emîre gidip söylemez mi hâlini?

Ah!

Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!

Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...

Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?

-Ya ben yetim avuturken emîr uyur mu gerek?

Raiyyetiz, ona bizler vedîatu'llâhız;

Gelip de bir aramak yok mu?

-Haklısın, yalnız,

Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.

-Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?

Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

İşitme sen de civârında inleyen elemi,

Medâne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...

Gaza! Gaza! diye git, soy cihânı, gel paylaş!

 

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;

- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

Ömer! Savâik-i tel'in olur, iner tepene!

Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:

O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!

"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver... "

"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"

Gidip de söyliyeyim hâ?.. Dilencilik yapamam!

Ömer de kim? Benim ondan kerîm adamdı babam,

Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..

Ömer vuruldu bu son sözle...

- Haklısın, teyze!

Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

***

Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;

Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.

Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.

- Şu tek Çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı;

Dedim ki:

- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

Bir ihtiyar kan bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!

Yetîmin, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!

Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!

Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

Ömer koğulmada her mâtemin civârından!

Ömer halife iken başka kim çıkar mes'ûl?

Ömer ne yapsın, İlâhî, beşer zalûm ü cehûl!

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

 

- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,

Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.

Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...

Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!

Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!

- Uzak mı yol? Daha çok var mı?

- Ancak üç beş adım.

Mecâli kalmamış artık zavallının... Baktım:

Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

- Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

Uzandı testiye, yağ koydıı, sonra un kattı.

Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki: Ocak

Hemen sönüp gidecek...

- Teyze, yok mu hiç yakacak?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;

Zemîni lihye-i beyzâ yı târumârıyle,

Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!

Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;

Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nurundan!

 

Ocak tutuştu, yemek pişti;

- Var mı teyze kabın?

Getir de indirelim...

- Var büyükçe bir kap, alın.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerekl

Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i süıûr;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.

Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...

Dedim:

- Sabâh oluyor kalkalım...

- Evet, haydi!

Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;

Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.

***

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,

Biz de çıktık vedâ edip artık

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik Halife'nin evine.

"Şimdi nerdeysegün doğar, kalıver."

Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.

Etti az sonra subh-i velveledar

Uyuyan şehri kamilen bidar

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Şimdi affeyledin değil mi beni?

-Böyle göster fakat adaletini.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir baksana : gokler uyanik, yer uyaniktir;

Dunya uyanikken uyumak maskaraliktir!..........

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir yerde okumuştum:

 

"İstiklal Marşı'nı bizden biri yazmadı"' ve "Sen git kumda oyna" diye. Bu sözler Akif (rh.a) için kullanılmış. Sanırım bazı Halk Fırkalı mebuslar tarafından. Mehmet Akif Mısır'a hicret etmedi, ettirildi demek lazım aslında.

Share this post


Link to post
Share on other sites

PEK HAZİN BİR MEVLİD GECESİ

Yıllar geçiyor ki ya Muhammed,

Aylar bize hep muharrem oldu!

Akşam ne güneşli bir geceydi….

Eyvah!!! O da leyl-i matem oldu!

Alem bugün 350 milyon

Mazluma yaman bir alem oldu:

Çiğnendi Harim-i pak’i ser’in;

Namusa yabancı mahrem oldu!

Beynimde öten çanın sesinden

Binlerce minare ebkem oldu

Allah için ey Nebiyyi-i ma’sum,

İslamı bırakma böyle bikes

İslamı bırakma böyle mazlum…

 

(12 haziran 1913)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:

O gün akşama kadar İslam'ın garibliğine,

müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... "

Sebîlürreşâd Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin

 

Umar mıydın?

 

Görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;

Ne gurbettir çöken İslâm'a İslâm'ın diyârında?

Umar mıydın ki: Ma'betler, ibâdetler yetîm olsun?

Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?

Umar mıydın: Cemâ'at bekleyip durdukça minberler,

Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?

Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?

Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?

Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,

Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?

İşit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından,

Kopan ra'dın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!

Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;

Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin, kalbinde bin âlem!

Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhîdin enkâzı,

O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!

Gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,

Şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!

Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,

Silinmiş emr-i bi'l-ma'rûfun artık ismi yâdından.

Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde...

Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!

Vefâ yok ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;

Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.

Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan ma'nâ ibâdullâhı istihkâr.

Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:

Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!

Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...

Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!

Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;

Nihâyet, ye'se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.

Samîmî yaşlarında coştu rûhum, herc ü merc oldu;

Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.

Cemâ'at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?

Çalışmak!.. Başka yol yok hem nasıl? Canlarla, başlarla.

Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet,

Nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?

İlâhî! Bir müeyyed bir kerim el yok mu, tutsun da,

Çıkarsın Şark'ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?

 

 

İstanbul, 24 Teşrinievvel 1334 (1918)

 

Mehmet Akif ERSOY

Share this post


Link to post
Share on other sites

canan yurdu

 

Eyvah! sevgilininyurdu ıssız kalmış

Ayak bastığı heryer kırgın bir mezar olmuş

İçindeki ahenk uçmuş da

Ses seda kalmamış yuvada

Yer yer gömülü durur emeller

Sanki kıyamet gününü beklerler...

Ya rab! niye böyle bir yığın toprak

Olmuş yatıyor o temiz saha?

Ya rab! niçin o parıltı ortada yok?

Ya rab! niçin uzayıp gitmekte bu gölge?

Ya rab! sevgilinin yuvası üzerine

Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne?

 

Mehmet Akif Ersoy

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mehmet Akifin en sevdiğim şiiri,,;

MÜSLÜMANLIK NERDE BİZDEN GEÇMİŞ İNSANLIK BİLE...

 

 

 

“Kim Müslümanların derdini kendine mâl

 

etmezse onlardan değildir” (Hadîs-i Şerif)

 

 

 

 

 

Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...

 

Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!

 

Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;

 

Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!

 

İstemem dursun o pâyansız mefâhir bir yana...

 

Gösterin ecdâda az çok benzeyen bir kan bana!

 

İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!

 

Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr.

 

Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:

 

Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ?

 

Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?

 

Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına,

 

Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?

 

Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar?

 

Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?

 

Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi?

 

 

 

 

 

Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!

 

Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!...

 

“His” denen devletliden olsaydı halkın behresi:

 

Pâyitahtından bugün taşmazdı sarhoş nâ’rası!

 

Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,

 

Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.

 

Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,

 

Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!

 

Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...

 

Hasmı, derken, çullanmışlar yutmadan son lokmayı!..

 

 

 

 

 

Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:

 

Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.

 

Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!

 

Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!

 

Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:

 

Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!

 

Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz...

 

Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz:

 

Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!

 

Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,

 

Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh, intikam;

 

Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram!

 

Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?

 

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!

Share this post


Link to post
Share on other sites

BÜLBÜL

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;

Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl…

Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.

Mutûtin hali “insaniyet”in timsalidir sandım;

Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:

Ki vâdiden bütün, yer yer eninler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, guya sûr-ı Mahşerdi!

 

-Eşin var, âşiyânın var, bahârın var, ki beklerdin;

Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül nedir derdin?

O zümrüd tahta kondun, bir semâvi saltanat kurdun;

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun.

Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl Gülşen,

Gezersin, hânümânın şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir zemin isterse, şâyet rûh-ı ser-bâzın,

Ufuklar, bud-ı mutlaklar bütün mâhkum-ı pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın- kanatlandın mı- eb’ada;

Hayatın en muhayyel gâyedir ahrâra bu dünyâda.

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır?

Niçin bir damlacık göğsünde umman hurûşandır?

Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

Teselliden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyârımda!

Ne hüsrandır ki: şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpa garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,

Selâhaddîn-i Eyyûbi’lerin Fâtihlerin yurdu.

Ne zillettir ki: Nâkus inlesin beyni’nde Osman’ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!

Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâb olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın mâbedinden Yıldırım Hân’ın;

Şenaatleri çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!

Ne haybettir ki: Vahdetgâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslam’ın haremgâhında nâ-mahrem…

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?

İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?

Vatansız, hânümansız bir garîbim... Mültecâ yok mu?

Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir der sadâ yok mu?

 

Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:

Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki?

Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu!

Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn...

Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:

Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar!

Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler!

Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler!

"Medeniyet" denilen vahşete lânet eder,

Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!

Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât;

Sonra nâmusuna kurban edilen buna hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!

Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!

Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler:

Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkaz-ı beşer!

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,

Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,

Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük

Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!

 

Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp

Yükselen, mevkib-i ervâh!.. Sakın arza bakıp

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var...

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!

Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!..

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün!..

Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

UYAN

 

Baksana kim boynu bükük ağlayan.

Hakkı hayatındır senin ey müslüman,

Kurtar artık o biçareyi Allah için.

Artık ölüm uykularından uyan.

 

Bunca zamandır uyudun kanmadın,

Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın.

Çiğnediler yurdunu baştan başa.

Sen yine bir kere kımıldanmadın.

 

Ninni değil dinlediğin velvele,

Kükreyerek akmada müstakbele.

Bir ebedi sel ki zamandır adı,

Haydi katıl sen de o coşkun sele.

 

Karşı durulmaz cereyan sine-çak...

Varsa duranlar olur elbet helak.

Dalgaların anmadan seyrini,

Göz göre girdâba nedir inhimak?

 

Dehşeti maziyi getir yadına;

Kimse yetişmez yarın imdadına.

Merhametin yok diyelim nefsine;

Merhamet etmez misin evladına?

 

Ben onu dünyaya getirdim diye

Kalkışacaksın demek öldürmeye!

Sevk ediyormuş meğer insanları,

Hakkı-i übüvvet de bu caniliğe!

 

Doğru mudur ye's ile olmak tebah?

Yok mu gelip gayrete bir intibah?

Beklediğin subh-i kıyamet midir?

Gün batıyor sen arıyorsun tebah.!

 

Gözleri maziye bakan milletin,

Ömrü temadisi olur nakbetin.

Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ,

Görmeye lakin daha yok niyyetin.

 

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!

Sen de kımıldanmaya bir niyet et.

Korkuyorum, Garbın elinden yarın,

Kalmayacak çekmediğin mel'anet.

 

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,

Kan dökerek almalısın merd isen.

Çünkü bugün ortada hak sahibi,

Bir kişidir: "Hakkımı vermem" diyen.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli Arkadaşlar,

Mehmet Akif denilince tabiki çok şey söylenebilir.

Bende Mehmet Akif denilince ilk aklıma gelen vede çok sevdiğim bir beyitini sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Allah'a dayan, Sa'ye sarıl, Hükmüne râm ol,

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.

 

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

aşağıdaki dizeleri büyük şairimize ithaf ediyorum

 

MEHMET AKİF’ in Münekkidi ile Hasbihal

 

 

Ağzı bozuk, çatal dilli, mahallenin maskarası

İlimden yoksun, edep fukarası, padişah soytarısı

 

Bunlara mı kaldı Ya Rab! savunmak Hamid’i 1

Doyurur işkembesini, mel’un sofralardan asrımın iti

 

Bunlar mı olacakmış Ya Rab! Asım’ın nesli

Akif’i dahi! ediyorken aforoz, namerdin dili

 

Nedir bu son asrın dillerdeki ululuk teranesi

Din ile oynayan cambazların siyaset kerhanesi

 

Padişahım! kimi yapar seni bir veli, yok canım! Ulu 2

Yanlış mı söyledik? o da Allah’ın bir kulu

 

Sözüm şudur ki; kul olmak gerek rabbe, insana değil

Kır kafandaki Hübel’leri rabbin önünde eğil

 

Bulmak istersen Rabbine giden doğru yolu

Olmayacaksın insanoğlunun önünde kapıkulu

 

Ateş taşıyan yok ocaktan, sadece karıştırmak külü

Yüklemiş sırtına hurafeler tarihini, asrımın düldülü

 

Tenkit etmek gerek lakin , bırakma insafı elden

Terakkidir meramını anlatmak ayrı telden

 

Akif tenkitte kaçırmış mıdır? Bilinmez! Kantarın topuzunu

Gel de eleştirme tarihten bi-haber asrımın öküzünü

 

Evet çakma şairiz* , ya senin Müslümanlığın ne ki?

Ana baba terbiyesinden yoksun itin teki

 

Hacıdan hocadan şeyhinden medet uman softa

‘bakın hele şu dinsize! ‘ hazırdır hemen yafta

 

Savaşır aklınca bin bir türlü dinsizle en ön safta

‘en büyük düşman nefsinizdir’ sözü gelmez hiç akla

 

El etek öpmekle sanır ki ‘yüceltmiştir imanını’

Farkında değil ki şirkin, kessen de akıtsan kanını

 

Asımın neslinde medet yalnızca Rab den umulur

Çakar aklın şimşekleri hurafeler gömülür

 

 

‘Ne zulmü alkışladı ne zalimi sevdi’ işte budur mertlik

Hayasız, küfürbaz yobaz nedir sende ki bu zıdlık?

 

Nerde ilmin, nerde fennin, ki tefekkür eyleyebilesin hakça

Sadece bir lüzumsuz övgü maziye elindeki geçerli akçe

 

‘Bizler kökleri mazide olan atileriz’ diyor Beyatlı 3

Miyop bakışlı, astigmat görüşlü haspa! bey çok haklı

 

Hani… dosdoğru alacak idik Kur’an dan ilhamı

Gel gör ki nesl-i Asımı, olmuş tarihinin hamalı

 

Hani… söyletecek idik asrın idrakine İslamı

Manadan bi-haber, ezberden okuyor Kelamı

 

‘Ezmanın tegayyürü ile ahkamın tegayyürü inkar olunamaz’ 4

Ferdaların hatrı için, dönüp tarihe sövülemez

 

Acı, tatlı, doğru, yanlış bizimdir bu mazi

Maharet; ders almaktır, yeniden inşadır enkazı

 

Nerde yirminci asrın ruhu, nerde Akif! nerde İkbal! 5

Uyan Müslüman uyan, yerle yeksan olacak istikbal

 

İstihza eder utanmadan garbı neymiş! Almaz imiş taharet

Bak bir sokağına İstanbul’un bir de garbın, getir nedamet

 

Medresenin yobazı, mekteplinin aymazı

Tenkit eder hakça, çıktığı kadar avazı

 

Ne tezi ne antitezi, çakmıştır idrake sentezi

Asrımın telakkisi, elindeki kuru bir fantezi

 

Şarap ile şerbet ile harcadık bunca asırları

Görmek istemedik garb’ın elindeki nasırları

 

Gelin, dinleyin, bakınız ne diyor Ege’nin Sultanı 6

Halveti dergahının mürşid-i al’a sı Kuşadalı7

 

Kesip atmak için irticayı, etmek için dini ıslahı

Yakıp yıkmıştır, ilkin tekkeyi sonra dergahı

 

Hocazadem, serzenişler denk, misliyle bizlerde muzdarip8

Değişen yalnızca zaman ve çehreler, ne garip!

 

Ey Asım’ın torunları! ilim meşalen olsun bu cihanda

Aklı birde katıksız nakli yar edin ki mesud olasın vatanında

 

 

 

1II. Ahbülhamit ilk 5 beyit Akif’in Abdülhamit’i tenkit etmesini tenkit edenlere ithaf olunur

2 II. Ahbülhamit

3 Yahya kemal beyatlı

4 mecelle Ahmet Cevdet paşa

5 Muhammed ikbal

6 Kuşadalı İbrahim halveti

7 Kuşadalı İbrahim halveti

8Mehmet Akif Ersoy

*şahsım

http://www.turksiiri.org/ayrinti.asp?id=68295

Share this post


Link to post
Share on other sites

LEYLA

 

"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim, "yer pek";

Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, "gök yüksek".

Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;

Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!

Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;

Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!

Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;

İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?

Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?

Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,

Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;

Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!

Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,

Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!

O ferdâ, istemem, hiç doğmasın "ferdâ-yı mahşer"se...

Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;

Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,

"Vücûdundan peşîman, ölmek ister" sandığın Şark'ı,

Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;

Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

 

Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,

Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.

Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;

Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!

Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!

Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?

Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.

 

Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,

Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;

Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;

Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;

Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;

Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;

Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!

Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,

Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...