Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Abdulhamid

Tavuktan Gazete Abonesi Olur Mu?

Recommended Posts

Tavuk ve horozlardan dergi abonesi olur mu? Karşıma çıkan oldukça duygulu bir vefa hikâyesi ile karşılaştığımda aklıma ilk gelen, bunu en kısa zamanda haber7.com okuyucuları ile paylaşmalıyım düşüncesi oldu.

 

Üsküdar Belediyesi her yıl Üsküdar Sempozyumu adıyla uluslar arası bir toplantı düzenliyor. Birkaç gün süren bu toplantılarda birbirinden kıymetli bildiriler sunuluyor. İşin güzel tarafı, yüzlerce bildiriden oluşan bu hazineler çok geçmeden kitap ve CD halinde istifadeye de sunuluyor. Sempozyumun bu yıl beşincisi yapılırken, bir önceki toplantının bildirileri de 2 kalın cilt halinde istifadeye sunuldu. Bir solukta diyebileceğim şekilde kitapları okurken, sizlere paylaşmayı düşündüğüm ilginç notlar da aldım. Bugün bunlardan sadece birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Ta ki, nerede ise unutulmayı yüz tutan “vefa” duygusunu az da olsa hatırlayalım diye…

 

Necip Fazıl’ın etrafındakilere, “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur! Aziz dostum, işportacı Hilmi!” diye tanıttığı vefa abidesinin hikâyesine göz atalım..

 

Necip Fazıl’ın cezaevine ilk girişi, Ahmet Emin Yalman’ın 22 Kasım 1952 Cumartesi günü (şu an Vakit gazetesi yazarı olan) Hüseyin Üzmez tarafından vurulması ile gerçekleşen Malatya Hadisesi’nin patlak vermesini takip eden günlerde gerçekleşir. Necip Fazıl şeker hastası olduğu için daha önceden kesinleşmiş mahkûmiyetin infazı raporlarla ertelenirken, Malatya Hadisesi üzerine bir daha rapor alamaz ve 12 Aralık 1952 Cuma günü tutuklanarak Toptaşı cezaevine konulur. Necip Fazıl’a cezaevi kapısına kadar eşlik edenler arasına eşi de vardır.

 

Necip Fazıl, 24 Haziran 1957’de toplam yirmi aylık hapis cezasını çekmek üzere ikinci kez Toptaşı Hapishanesine girer.

 

Bir vefa abidesi işportacı…

 

Necip Fazıl’ın Toptaşı’nda üçüncü kez çile doldurduğu 1960-1961’li yıllarda birisi vardır ki, onu hiç yalnız bırakmayacaktır. Mehmed Niyazi Özdemir Bey’in tabiri ile bu kişi; Necip Fazıl’ın “azad kabul etmez kölesi” Hilmi Oflaz’dır.

 

27 Mayıs darbesini yapanlar af çıkardılar, bir tek Necip Fazıl’ı affetmediler. Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi’ne atıldı ve bir buçuk yıl yattı. İşte o günlerde Hilmi Oflaz Mahmutpaşa’daki işportacı tezgâhını ‘Üstad’a bir şey olabilir’ endişesiyle Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Necip Fazıl cezaevinden çıkana kadar orada bekledi.

 

Hilmi Oflaz Mahmut Paşa’da işportacılık yapan nev’i şahsına münhasır biridir. Kazandığı bütün parayı kitaba ve hayır işlerine harcamıştır. Oturduğu gecekondu tıka basa kitapla doludur. 30 bin adet kitabı olduğu söylenir. Belirtmeye gerek yok, bunların başında Necip Fazıl’ın kitaplarıyla Büyük Doğu dergileri en başta gelmektedir. Üstad’ın adıyla özdeş hale gelen Büyük Doğu’nun yaşaması için en büyük gayreti o göstermiştir. Bunun için bazen akla hayale gelmedik yöntemlere başvurmuştur.

 

Mesela evinde bulunan herkesi, hatta çeşitli isimler takarak tavukları ve horozlarını bile Büyük Doğu mecmuasına abone kaydetmiştir. Ona göre en büyük şair, en büyük mütefekkir, en büyük tiyatro yazarı; hikâyeci, romancı, aksiyon adamı sadece ve sadece Necip Fazıl’dır. Bu bağlılığın, bu olağanüstü hayranlık duygusunun verdiği hazla ve hızla ömür boyu üstadının peşini bırakmaz.

 

Necip Fazıl hapse düşünce o da peşine düştü. Mahmutpaşa’daki tezgâhlarını bırakıp pılını pırtısını Toptaşı Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Hem geçimini sağlamak hem de bu arada Üstad’ın ihtiyacını karşılamak, arandığı zaman “Ben buradayım!” demek için tam bir buçuk yıl cezaevinin önünde zarf kâğıt vesaire satmakla meşgul oldu.

 

“Aziz dostum, işportacı Hilmi!”

 

Gece gündüz buradan ayrılmadığına göre, bari Üstad’ı görebiliyor musun diye soranlara, “Bulutların arkasından güneşin görünmesi gibi, camın önünden geçerken, parmaklıkların arasından görüyorum!” cevabını verdi.

 

Necip Fazıl’ın ona düşkünlüğü de çok fazladır. Necip Fazıl’ın konferanslardan birini vermek için gittiği Bursa’da Çelik Palas Oteli’nde şerefine bir yemek verilir. Yemeğe iş adamları, mebuslar, bürokratlar katılmıştır. Çıkışta sokak kalabalıklaşır. Tezahürat yapan gençler arasında yaşlıca bir adam vardır... Üstad derhal yanına gider ve elini omzuna koyarak, bu aziz dostu yanındakilere tanıtır:

 

“Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur! Aziz dostum, işportacı Hilmi!”

 

Necip Fazıl işsiz kalırsa nasıl geçinir?

 

Hapisten çıkınca, dönemin baskısından olacak Necip Fazıl’a kimse yazdırmıyordu. Etrafındakilerin üzüldüğünü anlayınca, “Benim geçimimi düşünmeyin. Ben 53 eser sahibiyim. Beyazıt’ta bir boya sandığı koyar, üzerine de “53 eser sahibi Necip Fazıl” yazarım. Millet utansın. Ben utanmam. Hayatımı kazanırım. Ama hizmetimiz aksıyor” dedi.

 

Toptaşı Hapishanesi Necip Fazıl Kısakürek’in toplam on yedi ayını almıştı. Necip Fazıl Toptaşı günlerini Cinnet Müstatili adlı kitabında bütün ayrıntıları ile anlatır. Yazıya son vermeden önce, Necip Fazıl’ın cezaevi günlerinde aldığı notlara da dikkatinizi çekmek isterim.

 

Necip Fazıl Toptaşı’nda çektiklerini yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Toptaşı Cezaevi’nde, bir buçuk sene içinde, ayrıca birkaç yıllık kaza namazı kıldım ve bulutlar dolusu ağladım. Bugün tek hasretim, işkence şartlarından uzak olmak şartı ile o gözyaşı... O kadar ezildi ki orada nefsim, zindandan çıkınca benden intikam almaya kalktı ve ilk iş olarak gözlerimi kuruttu. 1962 başından beri gözlerim kurumuş çeşme ve ben, gözyaşından uzak kaldıkça fikir ve harekette ne olursam olayım, duyguda bir kütükten farksızım...”

 

Toptaşı Hapishanesi’ni, içinde unutulmuş insanların hayaletleri gezen bir orta çağ kalesi olarak niteler. Onu en çok, eşinin mahzun mahzun hapishane kapısına bırakarak yanından ayrılışı üzer. Eşini uğurlarken ağlayamaz. Gözyaşını içine gömmüştür. “Onun arkasından o kadar gözyaşı zaptettim ki; onları Toptaşı kasvet ocağının, asırlık, şerha şerha süngere dönmüş duvarlarına verseydim içmezdi, yutamazdı, alamazdı bu duvarlar!” şeklinde tasvir eder.

 

1 Ocak 1952 Perşembe günü defterine şu satırları not eder; “İbadet, ibadet, gözyaşı, ibadet, Allah’ı düşünmek... Başka işim yok yahut ben öyle zannediyorum.”

 

O günlerde onu asıl memnun eden hediye, yaşlı ve tanımadığı bir mü’minin “Allah rızası için” Ramazanda iftar hediyesi olarak getirdiği karpuz olur. Defterine, “Hayatımın en güzel hediyesi...” diye not düşer.

 

Büyük insanlar öylesine büyük olmuyorlar. Hayatları hakikaten “çile” ızdırap, gurbet ve hasret dolu

 

Osman ÖZSOY

haber7.com

Share this post


Link to post
Share on other sites
Necip Fazıl’ın cezaevine ilk girişi, Ahmet Emin Yalman’ın 22 Kasım 1952 Cumartesi günü (şu an Vakit gazetesi yazarı olan) Hüseyin Üzmez tarafından vurulması ile gerçekleşen Malatya Hadisesi’nin patlak vermesini takip eden günlerde gerçekleşir.

Selamlar,

Üstadın cezaevine ilk girişi Malatya Hadisesi ile vuku bulmamıştır. Askerdeyken yazdığı siyasi muhteviyatlı bir yazı neticesinde, disiplin cezası mahiyetinde verilen 1 günlük hafif hapsin infazı göz önünde bulundurulacak olursa, cezaeviyle ilk tanışıklığı 43 yılına dayanır. (*Kaynak) Küçük bir ayrıntı gibi görünse de, es geçmemek lazım. Cinnet Mustatili kitabında da mevzuya şöyle değinmektedir Üstad:

 

“ Hapse ilk defa 1943’te girdim. Askerken siyasî bir yazı yazdım diye... Zıd bir siyaset de bahis mevzuu değil; sadece siyasî bir yazı yazdım diye... Bir günlük hapis... “

 

Özünde, kaynağı İslam ahlakına dayanan samimi ve derin sevgiyi ihtiva eden karpuz anısının ayrıntılarını merak edenler de buraya tıklayarak ilgili anıyı okuyabilirler.

 

Ayrıca Hilmi Oflaz ile ilgili sitemizdeki diğer başlığa aşağıdaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

 

Üstâdın manevi oğlu Hilmi Oflaz

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hepsi bildiğim hatıralar, hepsinin aşinasıyım. Fakat yeniden okumak dahi fakiri duygulandırmaya yetti. Şu dünyada, içimizde bulunduğumuz döneme yakın yaşayan üç kişiyle görüşemediğim için oldukça müteessir ve bedbaht hissediyorum kendimi: Üstad, Serdengeçti, Oflaz... Kendi kendime 'Şu anda kim kaldı, elde kim var?' diye sorduğumda aklıma sadece birkaç isim geliyor, bunlardan birkaçının yanına gitmek istiyorum, imkan var fakat ne konuşacağımı bilmiyorum. Yalnız mesela bir Oflaz hayatta olsaydı da ben onun hizmetinde bulunsaydım şu halimle, yahut bir defa yanında bulunup sadece kendisine beslediğim enginlere sığmaz saygımı anlatsaydım, onun hatıralarını dinleseydim bıkmadan; veya hiç konuşmasaydım, sadece mübarek elini dudaklarıma yapıştırsaydım kafi gelirdi ve yıllar sonra dahi, kendimi o insanın ciğerlerinden çıkan karbondioksit zerrelerinden birkaçını teneffüs etmiş olmakla bahtiyar sayardım. Yok böyle insanlar neredeyse, kalmamış gibi duruyorlar. Var mı? Nerede? Gidip her türlü nezaket ve mesafe hududunu tarumar ederek sarılıp doya doya, dakikalarca, gözyaşları eşliğinde ellerini öpebileceğim üç kişi varken dünyaya gelmem geç olmuş biraz. Hilmi ağabeye yetişebilirmişim belki ama, ne yazık ki çocukmuşum, ne yazık ki bilmiyormuşum. Şimdi deseler ki bana 'Bu üç kişiden birisini bir seferlik göreceksin', neler vermezdim ki? Buluşmalar mahşere kaldı artık. Yanlarına gidebilir miyiz? O da bir sıkıntı, büyük bir mesele. Bu iman dolu gönüllerin, bu İslam aksiyonerlerinin yanına bizi koyacaklar mı? Müteessirim, mahzunum; ebedi firkatten korkuyorum. Fikir temelimizi atan, bizler için olmadık işkencelere ve zorluklara katlanan, bizim asla yapamayacağımız şeyleri yapıp fedakarlığın sınırını test eden bu insanlara hasret gitmekten, hasret kalmaktan korkuyorum. Aşk kelimesini şehvet kavramı etrafında tefsir edenlerin Allah trilyon türlü belasını versin. Bu insanlara aşığım ben. Öyle bir sevgi ki bu, sevgi değil, sevgi denemez. Neredesiniz bizim için ferdi hayatlarını feda eden dahiler, işportacı tefekkür ve hizmet adamları? Ve biz neredeyiz? Firkat ebedî mi olacak? Hayır düşünmek bile istemiyorum bunu, aklıma bile getirmek istemiyorum!.. Aynen bu dünyevî hislerimle, size sonsuzluk diyarında kavuşmak istiyorum. Sizleri çok seviyorum mahşerin üç atlısı... Ve kendisini sizin kadar sevemesem de, yüreğimi ona, size olduğu kadar ısındıramasam da sırf sizinle oldu diye, sırf sizi sevdi ve siz de onu sevdiniz diye, tüm soğuk ve sıkıcı tavrına rağmen Sezai Karakoç'un muhabbetine katlanmaya razı oluyor, sırf sizin neslinizin kokusunu taşıdığı için onun yanına gitmeye can atıyor, kafamda ona soracak sorular arıyorum bir gayret...

 

Siz birer efsaneydiniz, bizler ise sizlerin ancak mana aleminde talebeniz olmaya çalışan basit insanlardan fazlası değiliz... Değiliz işte, bu hepsi.

 

En büyük arzularımdan biri, öbür tarafta buluşup size ebedîleşen maddi varlığımın da eşliğinde teşekkür edebilmek, sizin yanınızdayken, bize sizi bahşettiği için Allah'a şükürler edebilmektir. Bu ikisini, şu anda, belli ölçülerde yapabiliyorum ama kesmiyor ki...

 

Ve Üstad'ım, sen bu üçlünün içinde dahi bir tane olansın...

 

Ben, sizi tanıdığım, sizi bildiğim, sizin yolunuzdan gitme niyetinde olduğum için Allah'a binlerce defa şükrediyorum.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...