Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
cihat

İnşaat

Recommended Posts

Şehrin göbeğinde, ana caddenin kalbine damar gibi bağlanan sokakların birinde, bir apartman inşaatı… Sağında, solunda ve karşısında, alınlarında farklı farklı tabelalarla aynı tip dükkânlar…

 

Eskiden bu yer, bir ekmek fırınıydı. Sahibinin sevecen bir ihtiyar olduğu bu dükkan, civarın en eski dükkânıydı. Yetişkinler hep bu dükkânın kendi çocukluklarındaki halini anlatır, anlattıkça yüzlerinde samimi çizgiler belirir ve sıra hatıralarındakini şimdiki haliyle mukayese etmeye gelince, hastasına kanser teşhisini söyleyen hekimler gibi derin bir hüzne kapılırlar.

 

İhtiyar öldükten sonra oğulları, kendi aralarında anlaşıp burayı yıkarak yepyeni bir apartman yapmak üzere anlaşmışlardı. Babalarının ölümünden bir ay kadar sonra bütün formaliteleri halletmişler, bir hafta içinde dükkânı yıkmışlardı.

 

 

İhtiyar fırıncı, ağlamaklı bir yüz ifadesi, beyazlarına kan damlamış ve sürekli buğulu gözleri, etli bir burnu, bıyıklarının içine gömük üst ve çaydanlık ağzı gibi aşağı düşük alt dudakları ve sürekli yere meyilli bir boynuyla, görenlere işinden başka her şeye kayıtsız ve güven aşılayan biri olarak görünürdü… İhtiyarlık, benliğine o denli kazınmıştı ki, görenler, bütün ömrünü ihtiyar olarak geçirdiğini zannederdi. Gençliği tahayyüle sığacak gibi değildi. Zaten ihtiyarlık bir yaş değil ruh haletiydi ve bu, onun ruhuna tam manasıyla sinmişti…

 

Görünürde bu dükkânın yıkılıp, yerine apartman yapılması kararırın ihtiyarın çocukları tarafından kararlaştırıldığı zannedilir. Hâlbuki esasında buranın satılmasının gerçek kahramanları oğulların karısıdır ya, bu farikayı herkes bilmez. Bunların en büyüğü, bir gün kahvaltıdan sona eşinin yanına oturup; “Şu bizim dükkân demiş… Ne kadar kazanıyor?” Kocası okuduğu gazeteden kafasını kaldırmadan; “Kazanıyor işte elhamdülillah, hem kendini çeviriyor, hem unumuzu öğütüyor” demiş. Karısı sesini kısarak; - Ne kazanması yahu… Anca kendine yetiyor ora. Hadi geriye biraz kalıyor diyelim. Onu da dört kardeş paylaşıyorsunuz… Kocası bu kez kafasını gömdüğü gazeteden kaldırıp gözlerini kısarak düşünmüş…

 

Sonra kadınlar, kendi aralarında kulis yapmaya başlamışlar. Büyük olanları sürekli cazip fırsatları bir emlakçı tecrübesiyle diğerlerine telkin etmeye başlamış. Kadınlar, kafalarına yatan bu düşünceleri her gün ustalıkla laf aralarına sıkıştırarak kocalarına aşılamaya başlamışlar. İhtiyarın oğulları, artık kendi aralarında hep bunu konuşmaya başlamışlar. Tabi yönetmenleri de, suflörleri de, hep karıları… Gel zaman git zaman dükkânın işleri de azalmaya başlayınca, burayı yıkıp apartman yapma düşüncesi istifhamdan nidaya, yani icraate meyillenmiş. Sonrası zaten tıpası fırlamış lastik topu sıkma işi… Bilmem hangi yakınlarının hangi oğlu nerede mühendismiş de, burayı göz açıp kapayıncaya kadar apartman yapıp, her aybaşı kirayı ceplerine indirtecekmiş. Çok geçmeden kısa boylu ve şişman bir mühendis peyda olmuş. Sürekli evlerde toplu görüşmeler tertiplenmiş, birbirinden tatlı vaatler eşliğinde bu iş kararlaştırılmış.

 

İhtiyar, bir sonbahar sabahı ölmüştü. Sabah namazından sonra dükkâna giderken yolda kalbine bir iğnenin sokulduğunu hissetmişti. Nefes aldığında, eğildiğinde, ani bir hareket ettiğinde kalbinin iğneye battığını hissediyor ve acı duyuyordu. Doğrulup derin bir nefes aldığında ise iğne, kalbine batığı yerden çıkıyor, böylelikle derin bir nefes alıyordu. Sabahtan öğlene kadarki zamanı böyle geçirdi. Gittikçe nefes alışverişinde bir zorlanma hissediyordu. Ama öyle sakin ve sıhhatli bir görüntüsü vardı ki, hiç kimse bu olağandışı vaziyeti sezmiyor, sadece yüzünün badanası olan tebessümü soluk görünce; “Hayrola hacı baba, iyisindir inşallah?” gibi üstünkörü durumunu soruyordu O da; “yok bir şeyim” manasında yüzünü sevecen bir hale getiriyor ve bunu geçiştiriyordu.

 

Sabahki yoğun işten eser kalmamıştı artık. Dükkân bir müze vitrini gibi ıssızlaşmıştı. Hiç kimse kalmamıştı ortalıkta. Güneş, masasının tam üzerine vuruyordu. Bir şeyler sezdiğinden midir bilinmez, oturmak istemiyordu. Fakat gittikçe güçsüzleştiğini ve bacaklarının artık kendisini taşımakta zorlandığını hissediyordu. Sabah kalbinde hissettiği iğneleri, şimdi daha yoğun hissediyordu. Sanki binlercesi aynı anda, aynı noktaya saplanıyor, ardından bunlar cımbızla çekilmiş gibi kayboluyor, sonra ta derinlerde bir kez daha toplanıp gene aynı noktaya son hızla saplanıyorlardı. İhtiyarın yüzü sapsarı kesilmişti. Gözbebeklerinin hizası kayboluyordu. Koltuğa doğru oturmaya yeltendi, tam o esnada kalbinde çok daha güçlü bir ağrı sezdi. Bu seferki, kalın bir çivi gibi, çekiçle dövüle dövüle kalbine batırılmıştı. Damarlarındaki kanın kuruduğunu hissetti. Bulanık gören gözleri artık tamamen karardı…

 

 

 

İhtiyarın karısı, tıpkı kendisi gibi münzevi ve gayet sakin bir kadındı. İhtiyardan farklı olarak, oldukça zayıftı. Elmacık kemikleri çıkık, zayıf ama narin bir yüzü vardı. Gençliğinde çok güzel bir kız olduğu, hep bahsedilen ve kendisinin de incecik bir tebessümle doğruladığı bir gerçektir. Kocasından bir diğer farkı da, boynunun hep dimdik olmasıydı. Daima dimdik dururdu. Kadınların kendi aralarındaki yüksek sesli ve bol havadisli sohbetlerinde bile daima bir köşede dinleyici ve itidalin en zorlandığı anlarda bile kendinden verdiği en fedakarane tavır, şiddeti her zamankinden biraz fazla bir gülümsemeydi. Elleri, çoğu kez titrek ve çok damarlıydı. Gözleri olağanüstüydü… Hakkında belki de ilk bahsedilecek ve tüm bahse yetecek tek niteliği belki de, her zaman baktığının çok ötesini gören veyahut öyle görülen, kül rengine çalan mavi gözleriydi. Gençliğinde elbette masmaviydi. Kül rengi, ihtiyarlığın semeresiydi ve ona asil bir hüviyet kazandırıyordu. Onunla konuşanlar, güneşe bakıyor gibi, hep gözlerini onun gözlerinden kaçırıp şuraya buraya bakınarak sözlerinin tamamlar, fakat gözlerinin içine bakma isteği öylesine bir boyuta erişirdi ki, görüşme bittikten sonra gayriihtiyarî bir şekilde geriye dönüp, bir bahaneyle ihtiyarın gri bir sisle örtülü mavi gözlerine bakardı. İhtiyar, bu duruma alışık olduğu için her vedadan sonra bir müddet öylece bekler, umduğunun bir kez daha gerçekleştiğini görünce hep tebessümle mukabelede bulunur ve her zamanki gibi içi, serin bir kıvançla dolardı.

 

 

Kocasının ölüm haberinden sonra, evleri tıka basa dolmuştu. Bayramların ilk günleri hariç, evleri ilk kez bu kadar çok insanı ağırlıyordu. Ev, zaten küçücüktü. Üç beş kişi ayakta durdu mu, düğün evi gibi oluyordu. Kadın, kocasının ölüm haberini ilk anda ürpertiyle karşıladı. Bunu kendisine söyleyen çocuğun gözlerinin içine uzunca baktı, eğilip çocuğun yanaklarını avucunun içine aldı, bir müddet öylece durdu. Ardından ayağa kalkıp iki elini göğsünde birleştirdikten sonra başını öne eğdi. İçeri girip sırtını duvara yasladı. Gözlerini karşıdaki çıplak duvarda bir yere dikti, hıçkırıklarını çiğnemeye çabalıyordu sanki hiç ses çıkarmıyordu. Bir müddet öylece kaldı. Ardından gözkapaklarının dibinden yaşlar aşağı doğru inmeye başladı…

 

 

Kadınlar yavaş yavaş eve dolmaya başlayınca, gidip abdest aldı. Çıktığında inanılmaz derecede metanetliydi. Kendisini teselli etmeye çabalayan kadınları tebessüm ederek geri çeviriyordu. Hiç konuşmuyordu ama ne yaptığından öylesine emin görünüyordu ki, salonda oturmuş kadınlar bu halini hayretle karşılamışlardı. Odaya girip, secde yeri aşınmış seccadesini çıkardı, serdi, namazını eda etmeye başladı. Salondan, sofadan, karşı odadan sürekli kadın sesleri geliyordu. Kimi ağlıyor, kimi fısıltıyla bir şeyler anlatıyor, kimi çocuğunu susturmaya çabalıyordu. O ise, bunların hiçbirini duymuyor gibiydi. Ağlamaktan kızarmış gözlerini kısıp, hep aynı yere bakarak tesbih çekiyordu. Derken odaya küçük bir çocuk girdi… Altı-yedi yaşlarında, sevimli bir erkek çocuğu… Şaşkınlık ve utangaçlıktan, duvara yapışmış gibi ilerliyor, merakla içeriyi süzüyordu. Salondaki gürültüden kaçtığı belliydi. Ellerini duvardan çekip, ilerlemeye başladı. Kadın ise, onu henüz görmemiş, kafasını hafifçe ileri geri sallayarak tesbih çekiyordu. Çocuk buna bir anlam vermeye çalışıyordu. Yaklaştı, kadının kendisine bakmadığını görünce, biraz daha yaklaştı. Kadın secde yerine bakıyordu, çocukta ranzanın altına bakıyor gibi eğildi, kadının gözlerine bakmaya çabaladı. Kadın kafasını aniden kaldırdı. Çocukla göz göze geldiler. Çocuk şaşırmış ve korkmuştu. Kadın ise çocuğun simsiyah gözlerine mıhlanmış, öylece kalmıştı. Bir müddet, böyle donmuş gibi kaldılar. Kapının tekrar açılmasıyla ikisi de kafasını o yöne çevirdi. Gelen, çocuğun annesiydi. Çocuğa kızmaya yeltenmişken, yaşlı kadını görüp durdu, bir adım geri çekildi. Çocuk, son bir kez yaşlı kadının gözlerinin içine baktıktan sonra koştu, annesinin bacaklarına sarıldı.

 

 

 

İnşaatın etrafı, boydan boya mavi bir brandayla çevrilidir. Bu mavi branda, inşaat ile çevresini öylesine bir şekilde ayırır ki, ne içerde balyoz ağırlığıyla geçen dakikalar, ne de dışarıda, içine çubuk sokulan arı kovanı hayat arasında en ufak bir sızma olmaz. Bu branda, inşaat ile cadde arasını, mezardaki ölüler ile yukarıdaki insanlar arasındaki toprak gibi birbirinden ayırıp, bir birileriyle olan etkileşimlerini asgari seviyeye indirir. Brandanın altından eğilerek geçipte inşaata girdiniz mi, kendinizi farklı bir âlemde buluverirsiniz. Deminki hastanelerin acil servisleri gibi sürekli aceleci ve herkesin bir körebe oyunundaymış gibi birbirini görmediği caddeden sonra, bu herkesin vazifesini ve onu nasıl yapacağını künyesi gibi bellediği ve icra ettiği yerde, tabii bir tiyatro sahnesine girdiğinizi zannedersiniz. Her işçi, işini bilir. İşini yapar ve sadece işini düşünür. Kimi bir şeyler yapar, öteki şunu bunu bir yere taşır. Bir başkası bunları alır, onlarla kendi işini yapar, işi tamamladığında bir diğerinin işi başlamış olur böylece…

 

 

İşçiler, sabahın altısından akşamın sekizine kadar, biri öğlen yemeği, diğeri ise ikindi çayı için olmak üzere iki mola dışında sürekli, ama sürekli, çalışmaktadırlar. Uzaktan bakılınca programlanmış gibi bir izlenim verirler. Hâlbuki yanlarına gittiniz mi bunların ağır iş değil de oyun oynadığı hissine kapılırsınız. Çoğu kişi bir çiviyi eğri büğrü bile olsa çaktığında, bir vazifeyi ifa etmenin hazzını duyarken, bunlar, yaptıkları onca işe rağmen çok az ve kısa süreli bir haz duyarlar. Aralarında yaşça büyük olanların, (bunlar çoğunlukla ustabaşı olurlar) şehirdeki kim bilir kaç binada çekiçten imzası olmasına rağmen, bunların önünden geçerken veyahut içine girdiğinde hemen hiçbir hisse teslim olmaz. Parasını vaktinde ve hakkıyla aldı mı, hayatında, karısının yüzünden fazla gördüğü bu duvarlar onda hemen hiçbir his uyandırmaz.

 

 

Bugün, ikinci katın kaba inşaatı, yani iskeleti, yapılacaktı. Gene sabahın köründe çalışmalar başlamış, akşamın bu saatlerine kadar aralıksız sürmüştü. Güneş, brandanın diğer yanındaki gibi aceleyle değil, izlendiğinde yerinde asılı durduğunu hissettirecek kadar, yavaşça iniyordu. İşçiler, bu saatleri çok severdi. Hava oldukça güzeldi. Ezan okununcaya dek çalışmalar sürüyor, ardından her zamanki gibi, yakılan semaverin etrafında toplanılıp çay içiliyordu. Bugün de öyle oldu. İşçilerden ikisi -ki bunlar hep içlerinden en küçük yaşta olanlardır-, semaveri yakmış, bardakları hazırlamış, arkadaşlarını bekliyordu. Toplandılar, her biri rast gele bir şeylerin üstüne oturdu. Kimi bir çimento torbasının üstüne, kimi biriketlerin, kimi de üst üste konmuş tahtaların üstüne… Semaverin suyu hiç bitmiyor gibiydi, üst üste bardaklarını dolduruyorlar, sonra tekrar dolduruyorlar, ama hiç bitmiyordu. Sohbetleri kısa süreli, ama hep ortak bir vahide bağlıydı. Sürekli iş tecrübelerinden konuşuyorlar, hususiyetlerini çok az mevzubahis ediyorlardı. Gülünç bir şey oldu mu hep birlikte gülüyorlar, aynı şekilde üzücü bir durum karşısında hemen hemen aynı tepkileri veriyorlardı. Çoğunlukla ağzı iyi laf yapan biri sürekli konuşur, diğerleri laf aralarında onay ya da tepki mahiyetinde araya girer, kısa süreli bir gürültü ortamı oluşur, ardından susarlar, konuşmacı kaldığı yerden devam ederdi. Birden bir sessizlik oldu. Hepsi susmuştu. Oldukça yorgundular. Oturdukları yerden bir daha hiç kalkmayacak gibi bir halleri vardı. Bir tanesi, şarkı söylemeye başladı. Bu, kirli sakallı, gözleri uzaktan seçilmeyecek kadar küçük ve kısık bir gençti ve sesi çok güzeldi. İşçiler, şarkıyla birlikte put kesildiler, hiçbirinden çıt çıkmıyordu. Nefes bile almıyorlardı sanki. Şarkıyla birlikte hepsinin gözleri bir noktaya mıhlandı, şarkı boyunca orada kaldı.

 

Tam o esnada, inanılmaz derecede şiddetli bir gürültü koptu. Hepsi bu sesle yerinden fırladı, korku ve endişeyle sağa sola koşuşmaya başladı. İnşaattan gelmişti bu ses. Koşa koşa o yöne doğru gittiler. İnşaatın, bugün kurdukları iskeleti, yerle bir olmuştu… Tozdan, dumandan hiçbir şey seçilmiyordu. Bağırışlar, anlaşılmadan eriyen cümleler, ne yapacağını bilmeden sağa sola koşuşan çil sürüsü işçiler, her şey kıyamet gibiydi. Mühendis, çok geçmeden oraya geldi. Gözü hiçbir şey görmüyordu sanki. Koşar adım işçilerin yanına geldi. Hiç kimse korkudan sesini çıkaramadı ilkin. Herkes birbirine bakıyor, birinin bir şeyler söylemesini bekliyordu. Mühendisle, inşaata bakmak için o yöne doğru gittiler. Toz bulutu dağılmıştı. İnanılmaz bir görüntü vardı. Koca beton bloklar, kâğıt helva gibi üst üste binmişti. Her şey yerle bir olmuştu…

 

Mühendis ve ihtiyarın çocukları, sabaha kadar asabi ve tahammülsüz yüz ifadeleriyle göçüğün yanında kaldılar. İnşaatın niçin çöktüğünü ve enkazın nasıl temizleneceğini konuşuyorlardı. Sabah ezanında, inşaatın etrafında bir sürü insan vardı. Olayı duyanlar, hemen oraya koşmuşlardı. Saat biraz ilerledikten sonra iş makineleri geldi. İşçiler, kepçeler eşliğinde, her zaman yaptıkları işi, bu kez tersinden yapıyordu. Oluşturmuyor, toparlıyorlardı.

 

Mühendis ve ihtiyarın çocukları, ortalıkta yoktu. Mühendisin bürosuna görüşmek üzere toplanmışlardı. Mühendis, deha çapında bir ikna gücüne sahip bir insandı. Bu ofise kızgın bir edayla, hızlı adımlarla giren biri, yarım saat sonra kafasında bin bir muamma, ikna olmuş şekilde ağır ağır ve düşünceli şekilde çıkardı. Görüşme bittikten sonra, mühendisin hususi arabasıyla gene inşaata doğru yola koyuldular. Arabada hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Sonra arka kapıdaki ihtiyarın küçük oğlu, şoföre temkinli bir edayla –dur! Dedi. Şoför durdu. Diğerleri kafalarını çevirip kendisine baktı. Küçük oğul arabadan indi. Diğerleri de ardından… İhtiyarın evinin tam karşısıydı bura. Kapının önünde gene beyaz tülbentli kadınlar, asık suratlı çocuklar vardı. Koşa koşa eve doğru gittiler. Kapıdan içeri girdiler, bir başka yaşlı bir kadın bunları durdurdu. Kısık bir ses tonuyla; -Başınız sağolsun. Dedi…

 

İhtiyarın karısı, sabah ezanından sonra ruhunu teslim etmişti…

Share this post


Link to post
Share on other sites

Evet, o inşaat çökmeliydi.. Mücerret zeminde vuku bulan, ruhları kasıp kavuran hadiselerin müşahhasa sirayeti. Bu çöküş, ruhî hallerin mahsulü.. Mücerretin başladığı yerde müşahhas hükmünü yitiriyor..

 

Cihat kardeşimizin şahsına ve ruhuna münhasır bir üslubun atmosferine, her daim ihtişama layık bir görkemin lezzetinin refakat ettiği yazılarının yanında, bu hikâyedeki suret tasvirlerinde bir Gogol tadının buğusunu aldım.

 

Ruh ve ruhun ihata ettiği topyekûn her şey, lisanların coştuğu, tellerin koptuğu, ahenklerin âlâ olduğu demdedir ki, muazzam bir nizâm içre dönmeye başlarlar.. Bir maşallah da benden nazar2gz4.jpg :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sosyolojik vakıaların arasına sızmış teferruatlara bağlı ruh çözümlemelerini ihtiva eden enfes bir çalışma olmuş.Sevgili Cihadımın bu minvalde daha bir çok eserler ortaya koyacağını ümit ediyor ve bekliyorum.

Cihadım,Yüce Allah beş hassenle birlikte beş hassenin ardındaki o ummanlar gibi geniş ve derin letaiflerine zeval vermesin diyorum ve benden de gönüldaşlarım gibi bir nazar boncuğu… :rolleyes:

nazar2yb3.jpg

Biraz büyük oldu lakin Cihadıma ancak kafi gelir :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nam-ı diğer yorum yapma özürlüsü olduğumdan ötürü kuru bir şükran borcu iletip def olucam.

Ömür boyu ilham periniz şuranızda takılı kalır inşallah… :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim dostlar. Nazar boncukları fakiri duygulandırmaya yetti...:rolleyes: Hepsini sizlerin o engin ve latif gönüllerinize ithaf ediyorum. Sağolasınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir tane maşallah'ta benden olsun kardeşime..etkileyici ve sürekleyici bir anlatım tarzı..daha ilk denemelerde bile bu kadar başarı sağlanıyorsa ilerisi için hayli hayli ümitvar olduğumu söyleyebilirim.

 

Evet, o inşaat çökmeliydi.. Mücerret zeminde vuku bulan, ruhları kasıp kavuran hadiselerin müşahhasa sirayeti. Bu çöküş, ruhî hallerin mahsulü.. Mücerretin başladığı yerde müşahhas hükmünü yitiriyor..

hocam çok acımasız gördüm sizi :rolleyes: ya o inşaatın çöken blokları altında başka insanlar olsaydı?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aman efendim oldu mu şimdi, kangrenli uzvu kesen doktoru acımasızlıkla itham edebilir miyiz hiç, ayrıca hikâyenin müellifi olan Cihat kardeşimiz kalemiyle inşaatı çökertip, “masum” insanları göçük altında bırakır mı, nâmümkün çarpı nâmümkün bir ihtimâl. :D Velev ki kalmış olsun, Müslüman olanın şehit, olmayanın da toprağının bol olduğu vâkidir. :rolleyes:

Share this post


Link to post
Share on other sites

İbn-i Haldun'dan mukaddime aklıma geldi bir anda. Eğer Cihat hikayeyi salt bilgiye çevirseymiş karşımıza "özet" mukaddime çapında bir eser çıkartırmış. Ruhun müşahhas sahada yansıtılması sonra tvlerde çıkan artık cılkının da çıktığı ve mide bulandırıcı hale geldiği sırlı olaylar silsilesine 90 derece fark atarcasına yazılmış ve edebi noktada tam bir istidat ürünü olan bu esere maşallah diyorum. İşte Cihat bu :rolleyes:

 

 

(cihat///edit:mehmet)

 

Yıldız yani, dünyadan çok uzak da olduğu için bu yıldızı görmek her zaman nasip olmuyor, teleskop gerekiyor, o yıldızı görebilmek için iyice incelemek lazım yansımalarını. Şimdi bir nazar boncuğu da benden, gerçi Kılıçkıran abinin taktığı yeterdi ama benimkisi adet usulü(Yıldızımız kaymasın sonra ) :D

 

 

 

(nazar//edit:mehmet)

Share this post


Link to post
Share on other sites
sevgili cihat tebrik ediyorum. maşallah 41 kere. ya arkadaşlar iyide bu boncuk bizi sakata getirmesin :rolleyes:

 

Evet bid'atlara hayır diyelim vede akik taşı kullanalım diyorum :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...