Muvazene 190 Report post Posted March 11, 2008 1941 yılında bir gün, sabahın en erken saatinde kapım vuruluyor. Yatağımdan fırlayıp kapıyı açıyorum:Resmî bir polis...-Ne var, ne istiyorsunuz?-En erken saatte Akademide bulunacaksınız!-Ne münasebet? Bugün benim dersim yok!-Emir böyle! Cumhurreisi Hazretleri geleceklermiş...-Bunu tevkif emri gibi polisle mi bildirirler?-Biz emir kuluyuz. Lutfen imza ediniz!Akademide 80’lik eski hat hocalarından, 30’luk resim muallimlerine kadar bütün öğretim üyelerini, temizlik amelesi gibi tabura sokuyorlar, aynı hiza çizgisi üzerinde topluyorlar... Akademi talebesi Cumhurreisinin kapıda duran siyah otomobilinin kurşun geçmez camlarını hayretle seyrederken, “Şekâvetmeâb Efendimiz[*]” hocalar dizisini teftişe çıkıyor. Akademi Müdürü Burhan Toprak, ayrıca Mareşal Fevzi Paşa’nın damadı olmaktan gelen ürkek bir tonla, fakat sesi duyulsun diye avazı çıktığı kadar bağırarak öğretim üyelerini takdim ediyor:-Filan dersin hocası, falan!..Çoğu bilgisiz ve muaşeret edebinden habersiz hocalar, “Şekâvetmeâb Efendimiz[*]”in heybetinden dona kalmış, ondan evvel ellerini uzatıyorlar; o da elektrik cereyanına kaptırıp hemen çekercesine elini uzatmasıyle beraber kaçıveriyor ve bana doğru ilerliyor.-Necip Fazıl Kısakürek!.. Edebiyat...İşitmemiş gibi elini kulağına götürüp takdimi tekrarlatıyor. Maksadı, bu arada takınacağı edayı bulmak için vakit kazanmaktır. Ben, büyükten gelmesini beklediğim için elimi uzatmıyorum. O da uzatmıyor ve yüksek geldiği için damı delinen atölyeden başı çıkmış, at üstündeki heykeline doğru yoluna devam ediyor.Kendinden evvelki Devlet Reislerinin nerede ve ne biçimde heykeli varsa, aynına hatta daha şanlısına istekli olduğu malûmdur. (Benim Gözümde Menderes’ten) [*] Hakiki yazılışı Şevketmeab olan bu kelimeyi Üstad, zekice ve hiciv dolu bir şekilde İsmet İnönü için Şekavetmeab’a tahavvül ettirmiştir. Şevketmeab kelimesinin Yüce Padişah anlamına geldiği, Şekavet kelimesinin ise haydutluk, soygunculuk anlamlarını taşıdığı göz önünde bulundurulursa, Üstad, İnönü için taşı gediğine oturtacak bir sıfat bulmuştur diyebiliriz. Bu durumda CHP için kullandığı şekavet ocağı tabiri de taş ve gedik hususunda yukarıda söylediğimize müsavidir. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Metafor 3 Report post Posted January 2, 2009 Bu mevzu Üstadın Bâbıâli isimli eserinde de şöyle yer alıyor: Bir sabah, şafak vakti, Sabık Şair'in kapısı vuruldu: - Kim o? - Polis! - Ne istiyorsunuz? - Bu sabah Cumhur Reisi Hazretleri, Güzel Sanatlar Akademisini ziyaret edecekler... Orada bulunmanız emrediliyor! - Bu daveti, şafak vakti polisle mi emrederler? - Biz emir kuluyuz efendim; tebliğin yapıldığına dair, şu defteri imzalayınız! Akademide, ak sakallı hat ve tezhip hocalarından, düdük kılıklı, resim ve salon adamı biçimli mimarî profesörlerine kadar bütün öğretim üyeleri, esir kampında yemek sırasında dizilmiş gibi, dümdüz bir çizgi üzerinde... İnönü, kalın camlarından ve hususî surette yaptırılmış çelik (karoser)inden kurşun geçmez siyah otomobili dışarıda, arkasında Burhan Toprak, görünüyor. Burhan Toprak, bir kulağı işitmeze hitap ettiğini ilân edercesine, hocaların bir bir derslerini ve isimlerini haykırıyor... Adetâ tiksintiyle uzanan ve ateşe değmiş gibi hemen geri çekilen devlet reisliği eli... Sıra Sabık Şair'de: - Filân dersin hocası, falan! Sabık Şair elini uzatmıyor. Muaşeret kaidesince Devlet Resinin el uzatmasını bekliyor. Sabık Şair'in adını, ilk söylenişinde duymamış gibi görünen, böylece ona karşı alacağı tavrı kestirmek için, elini kulağına götürüp ismi tekrar ettiren İnönü, el uzatmadan geçip gidiyor. Akşam, bütün üniversiteler ve yüksek mektepler hocaları, Dolmabahçe sarayında ve çay ziyafetinde... Çıkış zamanı herkes tekerli kol, huzurdan geçmekte... Ateşe dokunurcasına, uzatılmasiyle geriye çekilmesi bir olan el... Sıra yine Sabık Şair'de... İnönü'nün dudakları kıpırdıyor: - Filân dersin hocası, falan, değil mi? - Evet efendim, ta kendisi! İnönü ile bütün teması bu kadardır. Quote Share this post Link to post Share on other sites