Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Tasavvuf Kur'an Ve Sünnete Dayanır

Recommended Posts

TASAVVUF KUR'AN VE SÜNNETE DAYANIR

 

Tasavvuf çok sevimli bir konudur. Çok saygıdeğer bir konudur, çok önemli bir konudur. Hem tarihi yönden önemlidir; hem insan olmak dolayısıyla, gönlümüz olduğu için, iç alemimiz olduğu için önemlidir. Dünya var oldukça, insanoğluyla beraber tasavvuf var olmuştur; mistisizm diyoruz buna...

 

İslâm tasavvufunun kaynağını Kur'an-ı Kerim ve Peygamber SAS Efendimiz'in hayatı, sîreti, sünneti teşkil etmiştir. O damgayı vurmuştur. Nasıl başka dinlerde İslâm'ın hakikatleri yoksa, kaybolmuşsa; İslâm kaybolan hakîkatleri dile getiriyorsa, tevhid akîdesinin bayrağını dikmişse fikir kalesinin burcuna; İslâm tasavvufu da tabii, öteki mistisizm cereyanlarından, mistik felsefelerden çok farklıdır. Kökü, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.

 

Tabii, --boya yapan, resim yapan kardeşlerimiz bilirler-- beyazı hangi rengin yanına getirirseniz, karıştırırsanız, o rengin açığı olur. Kırmızıyla karıştırırsanız, pembe olur. Beyazı çok olursa, çok açık pembe olur. Kırmızısı çok olursa, koyuya doğru gider. Yeşile karıştırırsınız, maviye karıştırırsınız, çeşitli başka renklere karıştırırsınız. Beyaz beyazlıktan çıkar ama, yine açık bir renktir, güzel bir renktir.

 

Ben buna benzetiyorum. İslâm tasavvufu, koca İslâm alemine yayıldığı için, Atlas Okyanusu'ndan Hint Okyanusu'na, Sibirya Bozkırlarından Afrika'nın güneyine kadar, dünyanın çok büyük bir yerine yayılmış olduğu için, gittiği yerlerdeki boyalar, biraz onun beyazına renk katmıştır. O halde bölge bölge tasavvuflarda fark vardır. Meselâ; Hindistan'daki tasavvufla, Afrika'daki, İspanya'daki tasavvuf aynı değildir. Anadolu'daki tasavvuf ile Yemen'deki tasavvuf aynı değildir. Horasan'daki tasavvufla Mısır'daki tasavvuf arasında nüans farkları vardır. Zevk ve görünüm farkları vardır.

Bu genişlik içinde, yayıldığı yerlerden renk aldığı için, aldığı renkler, alıntılar fazla ise, biraz da çizginin dışına kaçmış taraflar da olabilir. O zaman, İslâmî ölçüler içinde tasvib edilemeyecek bir takım görünümler; İslâm'da, Kur'an'da, Peygamber Efendimiz'in sünnetinde olmayan bir takım görünümler olabiliyor.

 

(Mahmut Esad Coşan Hocanın "Yunus Emre ve Tasavvuf" isimli eserinden iktibastır)

 

************-*****************-********************

 

Farklı bir kaynaktan tasavvuf anlatımı:

Tasavvuf ilmi

 

Sual: (Tasavvuf ilmi denilen bâtın veya ledün ilmi, sonradan çıktığı için bid’attır, bu bid’ate inanan da sapıktır) diyenler oluyor. Bu ilim hakkında yeterli bilgi verebilir misiniz?

CEVAP

Bâtın ilmi, hazret-i Âdem’den beri vardır. Buna ledün ilmi de denir. Tasavvuf ve keramet ilmidir. Allahü teâlânın ihsanıyla kalbe ilham edilen, ilahi sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte akla zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olanlar, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Din bilgisi iki kısımdır: Kalbdeki faydalı ilimler. Dille anlatılan zahirî ilimler.) [Hatib, Süyuti]

 

(Elbette Kur’anın zahirî ve bâtınî manası vardır.) [İbni Hibban]

 

(Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, İ. Süyûti, İ. Münavî]

 

(Zâhir ve bâtın ilminin âlimleri, peygamberlerin vârisleridir.) [M. Nasihat]

 

(Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları ancak marifet sahipleri bilir.) [M. Nasihat]

 

(Rabbim bana farklı üç ilim bildirdi. Birincisini kimseye bildirme dedi, çünkü bu ilmi benden başkası anlayamaz. İkinci ilmi, dilediğine bildirebilirsin dedi. Üçüncü ilmi, ümmetinin hepsine bildir dedi.) [Mevahib-i ledünniyye] (İkincisi ledün ilmi, üçüncüsü ise iman, fıkıh ve ahlak bilgileridir.)

 

Taha suresinin (Rabbim ilmimi arttır de!) mealindeki 114. âyeti, bâtın ilminin artmasını istemek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:

İmam-ı Malik, (Zâhir ilmine malik olan, bâtın ilmine kavuşabilir. Zâhir ilmi olan, ilmiyle amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın ilmini de ihsan eder) buyurdu. Ali bin Muhammed Vefa’nın ârifane sözlerine şaşırıp kalan İmam-ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara suresindeki, (Allah’tan korkun! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu. Ebu Talibi Mekki, (İlm-i zâhir ile ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmaz. Bedenle kalbin birlikte bulunması gibidir. Bâtın ilimleri, ârifin kalbinden kalblere akar) buyurdu. İmam-ı Münavi, imam-ı Gazali’den naklen bildiriyor ki:

Ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hâsıl olur. Buna ilm-i mükaşefe [ilm-i bâtın] denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi ilm-i muameledir. İlm-i bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bid’at ehline bâtın ilmi nasip olmaz. Bâtın bilgisi, temiz kalblerde hâsıl olan bir nurdur. (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) hadis-i şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lazım olan ilmihâl bilgileri öğrenilip amel edilince, ilm-i bâtın hâsıl olabilir. İlm-i bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmıyorlar. İbni Arabi, Abdülkadir Geylani, Mevlana Celaleddin Rumi, Seyyid Ahmed Bedevi, İmam-ı Şa’rani ve İmam-ı Busayri gibi tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan Muhammed aleyhisselamın dininin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bid’at ehli ve sapık denir. (Hadika)

 

Kur'an-ı kerimde de bu ilimden bahsediliyor. İkisi şöyledir:

Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf, bâtın ilmini yani ledün ilmini bildiği için, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar getirdi. Hazret-i Süleyman, (Bu Rabbimin bir lütfudur) dedi. (Neml 40) Asaf, peygamber olmadığı halde, bâtın ilmi sayesinde bu kerameti gösterdi. Yani bu âyet-i kerime, kerametin hak olduğunu gösteriyor. Bâtın ilmine tasavvuf ilmi de denildi. Tasavvuf ve keramet, yeni çıkan bir şey değildir.

 

Kehf suresinde ledün [bâtın] ilmi hakkında bahsedilen kıssa özetle şöyledir:

Hazret-i Musa, (Yâ Rabbi, bâtın ilmini bilen zatı nerede bulurum?) diye sordu. Allahü teâlâ da, (Yâ Musa, yola çık, çantana koyduğun balığın canlanıp denize gittiği yerde, onu bulursun) buyurdu. O da, hazret-i Yuşa ile yola çıktı. Bir pınarın yanına geldiler. Bu pınar âb-ı hayat idi. Bu suya dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan bir damla balığa değince, balık canlanıp denize gitti. Hazret-i Musa, denilen yerdeki zatı görüp ona, (Bana bâtın ilmini öğretir misin?) dedi. O zat, (Yâ Musa, Allahü teâlânın bana öğrettiği ilmin hepsini sen bilmezsin. Bu yüzden de yaptıklarıma sabredemezsin, tuhafına gitse de, yaptıklarımdan bana bir şey sormayacaksın) dediyse de hazret-i Musa sabredemeyip sorunca, arkadaşlıkları sona erdi. Bu olay hakkında peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla karşılaşacaktı.) [buhari]

 

Kur'an-ı kerimdeki bu iki kıssa, bâtın ilmine sahip keramet ehli zatların bulunduğunu açıkça bildirmektedir.

 

İlm-i bâtın, ilm-i zahirden ayrılmaz. Her ikisine kavuşanlara, Ulema-i rasihin denir. (Kıyamet ve ahiret)

 

Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde müteşabihat denilen zâhir âlimlerinin bilmediği ilim bildirilir. Bu ilimleri ulema-i rasihin denilen büyük âlimler anlar. (Mevduat-ül-ulum, Mektubat-ı Rabbani)

 

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Hazret-i Ebu Hüreyre, (Resulullah’tan iki ilim aldım. Birisini size bildirdim. İkincisini bildirmedim, çünkü anlayamazsınız) dedi. Birincisi, ilm-i zâhir, ikincisi ilm-i bâtın’dır. Bunu ancak, Evliya zatlar ve Sıddıklar bilir. (2/59)

 

Tasavvuf ilmi böyle yüce bir ilimdir. Bunu anlayamayanlar inkâr ediyorlar. (İnkâr eden mahrum kalır) sözü meşhurdur. (3/17)

 

http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=7210

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Mahmud Esad Coşan Hocaefendi, 1956’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap-Fars Filolojisi Bölümü'ne girmiş ve Arap Dili ve Edebiyatı, İran Dili ve Edebiyatı, Ortaçağ Tarihi ile Türk-İslâm Sanatı sertifikalarını alarak, 1960 yılında Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuştur.

 

Kendileri aynı yıl Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde açılan asistanlık imtihanını kazanarak, Klasik-Dinî Türkçe Metinler Kürsüsü'ne asistan olarak giriyor. Fakülte yayın komisyonunda iki yıl sekreterlik yapıyor. 1965 yılında, XV. Yüzyıl şairlerinden olan "Hatiboğlu Muhammed ve Eserleri" konusunda doktora tezi vererek ilâhiyat doktoru ünvanını alıyor, 1967-1968 yıllarında Ankara Yükseliş Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu'nda Türkçe ve Hümaniter Bilgiler dersini tedris ediyor.

 

Sizin bahsini ettiğiniz Hacı Bektaşi Veli’nin Makalat kitabı ile âlakası da bir konferansında da bahsettiği ve hatırladığım kadarıyla, Hacı Bektaş Veli’yi yanlış anlayan bir zümreye mütevellit işin hakikatini anlatmak amacı ile doktora tezi olarak hazırlanmıştır. Amaçlarından biri buydu. 1973 yılında "Hacı Bektâş-ı Velî, Makàlât" adlı doçentlik tezi ile doçent ünvanını almış ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Kürsüsü'ne öğretim üyesi olarak tayin edilmiştir.

 

Kendileri Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi Hazretlerinin himayesinde yetişmiştir. Bizzat elinden tutup kürsüye oturtması ile İskender Paşa Camiinde Hadis derslerine başlamış, arzuları üzerine de vefatlarından sonra cemaatin eğitimiyle ve her türlü meselesiyle ilgilenme, tebliğ ve irşad görevini üstlenmiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

>Çok teşekkürler, ben sadece Makalatın en sahih tercümesini yapan bir edebiyat profesörü olarak biliyordum.Ne büyük zat imiş, Mevlam "Celle Celâlüh" Rahmet Eylesin, Kabri pür nur dolsun......

Share this post


Link to post
Share on other sites

4 Şubat 2001 (10 Zilkade 1421) Pazar günü, bir cami açılışı yapmak için Grifit şehrine giderlerken, Avustralya yerel saatiyle 12'de (Türkiye saatiyle 04'te) Sydney civarında, Dubbo kasabası yakınlarında geçirdikleri elim bir trafik kazası sonucu, yanında bulunan damadı Prof. Dr. Ali Yücel Uyarel'le birlikte ahirete irtihal eylediler.

 

hocafendinin sesli sohbetleri hala akra fm de yayınlanıyor.yine böyle bir sohbetlerinde adeta ölümünü de anlatmıştır.hala dinledikçe tüylerim diken diken olur.

Share this post


Link to post
Share on other sites
'yine böyle bir sohbetlerinde adeta ölümünü de anlatmıştır.'

 

Esselamü Aleyküm.

 

Üstelik yapmış olduğu bu sohbet 'Son Sohbeti'dir.

 

Yola çıkmadan evvel Hacer Muhterem Validemiz ile helalleşmiş ve çıkacağı bu yolculuğun,

ahiret yolculuğuna vesile olacağını da dile getirmiştir.

 

Rabbim bizlere Onların Himmetlerine Nasipdar Eylesin İnşaallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...