Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Yılmaz Öztuna

Recommended Posts

Günümüz tarihçilerinden olan Yılmaz Öztuna’nın Yeniçeri’ye bakışını ve genel hatlarıyla Yeniçeri üzerine verdiği birçok malumatı ihtiva eden aşağıdaki yazısı, Mustafa Armağan dışında tarih sahasında kalem oynatan diğer müelliflerin yeniçeriye hangi zaviyeden baktıklarını görmek açısından faydalı olacaktır. Yılmaz Öztuna’nın Tanzimat hakkındaki mütalaaları hariç yazısının pek çok noktasından faydalanmak mümkün.

 

 

** ** **

Osmanlı cihan devletimizin bugün geniş halk kitlelerince adı bilinen organlarından biri Yeniçeri Ocağı’dır. Yeniçeri adını duymamış Türk azdır. Batıda da bu kelime, her dilin sözlüğünde yer alır. Ancak böylesine ünlü, ününü yıkıldıktan 168 yıl sonra bile sürdüren bu kelimeden ne anlaşıldığı, bugünün ortalama vatandaşına ne ifade ettiği, bir televizyon anketinin konusu olabilir. acaba ankete muhatap olanlar ne diyeceklerdir? Yeniçeri kelimesi onlar için, günümüzde ne mana ifade ediyor?

 

Yeniçeri, bugün yaşayan paşa, bey, hanım yahut piyade, süvari, topçu gibi bir Osmanlı kelimesi değildir. Ölmüş bir müessesenin, tarihe karışmış bir askerî kuruluşun adıdır. Tarihe karışmış başka Osmanlı askerî sınıfları da var: Azab, levend, kalyoncu, sipahi, humbaracı... gibi. Bunlar hakkında günümüz insanımızın bilgisi şüphesiz, yeniçerilere nispetle çok azdır. Hatta bu kelimeleri hiç duymamış olanlar çoğunluktadır.

 

Yeniçeri ocağı, Osmanlı devletinin bu derecede bir temel kuruluşu mudur? Doğrusu hayır! Zira Osmanlı ordusunun bile vazgeçilmez bir kurumu olduğunu söylemek mübalağalıdır. Gerçi ordunun en büyük kısmını oluşturduğu dönemler vardır. Fakat bazılarımızın anladığı gibi yeniçerilerin Osmanlı ordusu ile adeta eşanlamlı kullanılması, bir şöhret mübalağasından ve tarih bilgilerinin iyi değerlendirilmemesinden kaynaklanır.

 

Asrımızda bile yeniçeri âşıkları olduğuna inanır mısınız? Dostum merhum Reşat Ekrem Koçu bunlardan biriydi. “Ah Sultan Mahmud ah!” der ve devam ederdi. Ancak doğrusu, Sultan Mahmud efendimizin yeniçeri ordusunu ortadan kaldırmasaydı ne halt edeceğini açıklamazdı. O, yeniçeri protokolüne, giyim kuşamına, örf ve adetlerine âşıktı...

 

Doğrusu ben, baş kaldıran, Osmanlı tarih terminolojisini kullanayım, kazan kaldıran yeniçeriye karşı nefretimi kitaplarımda belli etmişimdir. Sempati ve antipatisini belirtmenin bir tarihçi için erdem sayılmadığını bildiğim halde... Ama galiba bunu başaran bir tarihçi de hatırıma gelmiyor.

 

Sevgili okuyucularım için yeniçerinin ne olup ne olmadığını birkaç sayfada özetlemek istiyorum:

 

AĞIR PİYADE TÜMENİ

Yeniçeri ocağı, 1363 yılında Birinci Sultan Murad (1362-1389) tarafından kuruldu. 1826’da İkinci Sultan Mahmud tarafından (1808-1839) tarafından lağvedildi, ortadan kaldırıldı. 463 yıl devam etti.

 

 

Çeri Türkçe’de asker demektir. Asker ise Arapça’dan aldığımız bir kelimedir. Yeniçeri ocağı, bir ağır piyade tümeni olarak kuruldu. Yani asrın en ağır ve yeni silahları ile çok iyi donatılmış bir piyade tümeni... Zaten 15. asrın sonlarından itibaren bir çok orta’sı tüfekli hale getirildi. Ateşli silahları ağırlıklı olarak kullanan bir piyade tümeni... Padişahın şahsına bağlı bir Kapıkulu ocağı idi. Padişah, zaten başkomutandı.

 

 

Yeniçeri ocağı, ne Osmanlı’nın, ne Birinci Sultan Murad Hudavendigar’ın buluşudur. Osmanlı’nın resmen ve hukuken varisi ve devamı olduğunu –haklı olarak- iddia ettiği Selçuklu Türkiyesi’nde mevcuttu. Onlar da Büyük Selçuklular’dan almışlardı. Ne demek kapıkulu? Hristiyan çocuklarını seçip, çok uzun bir eğitime tabi tutacaksınız. Padişahın hassa askeri yapacaksınız. Osmanlı buna yençeri dedi. Yeniçeri, Selçuklu’dan alınmış bir terim değildir, Osmanlı tarafından konmuş bir isimdir. Fakat esas aynıdır. Bu tip asker sınıfının köle kökenli olmasıdır, kul olmasıdır. Gerçi orduya geçen delikanlı artık köle değil, hür bir askerdir, hukuk bakımından hür bir insanın bütün haklarını kullanabilmektedir. Ama, hem devlet onlara “Kapıkulu” diyerek, hem hakan “kullarım” diye hitap ederek, kökenlerini her vesileyle hatırlatmışlardır. Kapıkulları da Padişah kulu olmayı o kadar büyük bir ayrıcalık saymışlardır ki, kapıkulu olmayan diğer askerî sınıflara her fırsatta dayılanmışlardır. (Bu manada dayı kelimesi bile bir yeniçeri tabiridir)

 

 

İşte Hristiyan çocuklarının Müslüman ve Türk yapılmasına, Türkçe öğretilip kökenleri unutturularak meslek askeri haline getirilmelerine devşirme sistemi denmektedir. Ve devşirme sistemi esas bakımından 1583’te, kesin şekilde 1703’te bırakıldı. 17.-19. asır yeniçerileri, eskileri gibi devşirme değil, Türk asıllıdır.

 

3 BİNDEN 100 BİNE

Yeniçeriler, en büyük kısmı süvari (atlı) olan klasik dönem Osmanlı ordusunda, piyadenin (yaya) tamamını değil, ancak bir bölümünü oluşturdular. İstanbul’un Fethi’nde sayıları 3.000’den ibaretti. Ancak Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) saltanatının sonuna doğru bu sayıyı 10.000’e yükseltti ki, çok büyük çapta savaşlara girmesinin zorunluluğudur. Bir asırdan fazla, sayı, bu 10.000 civarında kaldı. Binaenaleyh, Üstadım Yahya Kemal’in “İstanbul’u Alan Yeniçeriye Gazel’i” bu rakamların ilmi olarak yayınlanmasından önce söylendiği için, şairane bir fantezidir. Şiirin yazıldığı yıllarda yeniçerilerin, Osmanlı piyadesinin esası olduğu sanılıyordu. Ve azab denen asıl piyade sınıfı –ki devşirme yani kapıkulu değildir- bilinmiyordu.

 

 

1595’te yeniçeri sayısı 13-14 binden 26.100’e yükseldi. Zira devşirmeliğin uzun ve meşakkatli eğitimine katlanmak istemeyen –refahın doruğuna ulaşmış- Osmanlı yöneticileri, ocağa girmek için can atan Anadolu, Rumeli ve İstanbul delikanlılarını ocağa kaydetmek gibi kolay yolu yeğlediler.

 

17. asırda, azablar ve daha birkaç piyade sınıfı hemen hemen ortadan kalktı. Yeniçeri, ordunun en önemli piyade sınıfı haline geldi. Osmanlı yönetimi, İstanbul’da ve birkaç büyük şehirde, elinin hemen altında, dağınık bulunmayan bir piyade sınıfını tercih etti. Üstelik 17. asırdan sonra piyade, bütün dünyada olduğu gibi, kesin şekilde ordunun belkemiğini oluşturdu ve süvari sınıfının üstünlüğü dönemi kapandı.

 

 

Bu özetten şu çıkar: 15-16. asrın büyük fetihlerinin yeniçerilerle yapıldığı hakkındaki görüş, tarih ilmi bakımından tamamen ve kesinlikle yanlıştır. Ama bu asırlarda yençeri ağır piyade tümeninin, yeryüzünün en iyi eğitilmiş piyade birliği olduğu doğrudur. Sonraki asırlardaki yeniçeriler, gerek eğitim, gerek disiplin bakımından, 15-16. asırdaki selefleriyle mukayese edilemezler. Bu sonuncular devşirme değil, Türk asıllı oldukları halde... Bu gerçek, bir Türk miliyetçisi için sevimli değildir. Ama yazmaya mecburum. Yani kazan kaldıran kapıkulu tipi, Türk asıllı yeniçeriler dönemindedir.

 

 

İkinci Sultan Mahmud’un kanlı bir şehir muharebesini göze alarak kapıkulu ocaklarını söndürdüğü 1826 yılında, kağıt üzerinde yeniçeri sayısı 100.000 idi. Daha Dördüncü Murad (1623-1640) kendisine kafa tutan bu ocak (askerî sınıf) hakkında amansız davranmış, sayılarını 35.515’ten 17.000’e indirmiş, sonra gene çoğalmışlardı. Yeniçerilerin çoğu, en yaygın halk tarikatı olması bakımından Bektaşi idi. Bektaşilik, Osmanlı düzeninde tamamen Sünni bir tarikattır, Al-i Abâ, Hazret-i Ali, oniki imam sevgisine ağırlık verir, manzum edebiyatında halk dili kullanır. Şu bakımdan bu cümleyi sıkıştırdım: Sultan Mahmud’un bütün Bektâşâ tekkelerini kapatması (sonradan resmi bir izin de olmaksızın hepsi birer ikişer açıldı) yeniçerilerin sığınma yerleri olması dolayısıyledir. Asla Aleviliğe karşı bir davranış değildir. Zaten o dönemde şehirde ve kasabada Alevi yoktur. Tekke de şehir ve kasabada bulunur. Köyde tekke olmaz.

 

AVRUPALI’NIN YANILGISI

Hristiyan çocukların Müslüman ve Türk yapılıp Hristiyanlar’a karşı dövüştürülmesi, Avrupalıların muhayyilesini çok meşgul etmiştir. Karmaşık, çok protokollü ve şaşaalı olan yeniçeri örgütü, İstanbul’a gelen Avrupalılar’a ayrıca çok çekici görünmüş, eserlerinde yeniçerilere uzun sayfalar ayırmışlardır.

 

 

Yeniçerilerin en büyük çoğunluğu, savaş dışında, İstanbul şehri içindeki, şehrin hem de çok merkezinde (Aksaray’da) kışlalarında otururlardı. Payitaht-ı Cihan (dünyanın taht şehri) denen İstanbul’da... Ordunun esasını oluşturan tımarlı sipahisi, akıncısı gibi süvari birliklerinin tamamı ise, İstanbul dışındaydı. Binaenaleyh, İstanbul’a gelen, taşraya gidemeyenler, şehirde yalnız yeniçeri ve diğer kapıkulu askerini görüyor, orduyu onların oluşturduğunu sanıyorlardı.

 

DİNGİNSİZ BİR CUNTA

Tarih denen ilim, fevkalade, olağanüstü olaylardan bahseder. Sıradan, tabii olaylarla az ilgilenir. Tımarlı sipahisi, klasik Osmanlı döneminde, görevini yapan, politikaya karışmayan bir sınıftı. Yeniçeri ise, imparatorluk taht şehrinde padişahın yanı başında, devlet politikasının baş ucunda... Zamanla boğazlarına kadar politikaya batan yeniçeri ocağı, ihtilaller darbeler yapan, komutanlarını, vezir denen imparatorluk mareşallerini öldüren, hakan-halifeleri tahttan indiren, iki kardeş padişahı (1622’de İkinci Sultan Osman’ı ve 1648’de Sultan İbrahim’i) öldüren, 1808’de Dördüncü Mustafa’nın ölümüne sebep olan askeri sınıftı. Böyle bir cunta, tarihçinin birinci derecede ilgi odağını oluşturur. Onun için bütün dikkatler yeniçeriler üzerinde toplandı. Osmanlı olsun, Avrupalı olsun, tarih kitaplarının sayfaları, onlara ait olaylarla dolup taştı...

 

 

Sürekli olay çıkartan, korkutarak menfaatlerini ve ayrıcalıklarını devam ettirmek isteyen yeniçeriler, zamanla, adeta hükümdarı esir tutan, hiç olmazsa hakan-halifenin hareketlerini sınırlayan, belki dumura uğratan bir cunta haline dönüştüler. Şehid olmayınca geriye tek adım atmayan Osmanlı’nın bu ünlü tarihi ağır piyade tümeninin askerleri, İstanbul’un sokak kabadayıları, İstanbul esnasının haraççısı, halkın alikıran baş keseni haline dönüştü. Bilhassa 18. asrın son ve 19. asrın ilk çeyreklerinde durumları çok kötüleşti. Apaçık zararlı bir unsur ve organ haline geldiler. Bütün padişahların nefretini kazandılar. Padişah, has “kullarından” tiksinir hale geldi. Muharebe meydanında düşman ordusunu görür görmez kaçmakla kalmıyor, kaçmadan önce kendi ordugâhlarını yağmalamayı ihmal etmiyorlardı. Herhalde düşman ordugâhını zaferden sonra yağmalayan şanlı atalarının geleneğini devam ettiriyorlardı(!)

 

 

Ocağın 9 generali vardı, sırayla: Yeniçeri ağası, segbanbaşı, kul kethüdası, –asker değil bir maliyeci olan- yeniçeri efendisi ve katibi(veya katibi), turnacıbaşı, samsoncubaşı, zağarcıbaşı, zağarcıbaşı, solakbaşı, bahşhaseki...

 

Sonra 14 albay, sırasıyla:Başçavuş, muhzırbaşı, kethuda yeri, devecibaşı, başyayabaşı, asesbaşı, başbölükbaşı, zenberekçibaşı, talimhanecibaşı, avcıbaşı, tüfenkçibaşı, baştüfenkçi, -asker değil din adamı olan- yeniçeri imamı...

 

Osmanlı tarihinde yeniçeri ihtilallerini ulema-yı rüsum denen ilmiye sınıfı da zaman zaman destekledi. Az çok değişmez kural şudur: İlmiye’nin desteklediğini alan her kazan kaldırma, hedefine erişti, yeniçeriler istediklerini yaptılar; bu istekler istisnasız hem devlet, hem ordu için kötü sonuçlar verdi. İlmiye sınıfının desteklemediği kazan kaldırmaları ise devlet tepeledi. Nitekim 1826’da ocağın son defa devrilen ve artık ısındığı ocağın ateşini de söndüren kazan kaldırmasında Ulema, bütünüyle devletin, devletin canlı temsilcisi olan hakan-halifenin yanında yer aldı. Buna rağmen Sultan Mahmud’un 1826-39 inkılaplarında yalnız askeri sınıfın değil, ilmiye sınıfının da ayrıcalıklarını kaldırması ve bu iki sınıfın büyük görev alanlarının çoğunu birer ikişer sivil mülkiye sınıfına vermesi, aynı şeyi, Milli Mücadele’ye candan desteklemelerine rağmen Atatürk’ün ilmiye sınıfına yapması, Türkiye’de günümüze kadar süren Tanzimat-İnkılap aleyhtarlığının sebeplerinden biridir.

 

“KUL” KİMLERE DENİRDİ?

Yeniçeri tabiri, kul ve kapıkulu kelimelerinden ayrılmaz bir kavramdır. Bu vesileyle günümüzde pek çok profesörün TV ekranında tekrarladıkları büyük bir yanlışa işaret etmek isterim:

 

Osmanlı’da kul ve daha açık şekilde kapıkulu, devşirme kökenli sınıfların askerleri hakkında kullanılan bir tabirdir. Bir sipahiye, akıncıya, ilmiye mensubuna, kâtibe, köylüye, esnafa, padişah “kulum”, “kullarım” demez, alay konusu olur. Ancak kapıkulu askerine “kulların” şeklinde hitabı, protokol gereğidir ve bu durum da 1826’da kapıkulu ocaklarının hepsinin ilga edilip bugünkü ordunun kurulmasıyla tamamen sona ermiştir. Hitap ederken veya mektup yazarken küçüğün büyüğe, hatta eşit durumundakilerin kendi aralarında “kulları”, “bendeniz” gibi tabirler kullanılması, nezaket mübalağasından ibarettir ve bir ölçüde belirli yaşlarda bulunanlar arasında bugün de devam ediyor. Buna benzer tabirler, Batı dillerinde de var. Binaenaleyh Osmanlı düzeninde tebeanın, imparatorluk halkının kul olduğu ve cumhuriyet devrinde vatandaş statüsünü elde ettiğine ancak kahkahayla gülünür. Her iki rejimde de biz, elhamdülillah devletimizin vatandaşı (daha önceki tabirle tab’ası) idik. Babalarımız kul falan değillerdi. Böyle maskaralıklar yapmayalım. Gerçekler kendini belli eder ve gizlenemez. Bu yalanlarla eskiden nefret ettirilip, yeni sevdirilemez. Bilakis, tepkiler oluşur.

 

Kırmızı al çuhadan üniforma, generaller ve albaylar için sarı, subaylar için kırmızı, erler için siyah çizme, ayrıca küçük ve büyük tören üniformaları, orta denen her taburun sancakları, armaları, tüyü dökülmüş ve parlaklığını kaybetmiş üniforma giyme yasağı, muhteşem ve bütün Avrupa askerî müziklerine örnek oluşturan muzıka takımı, saz şairleri, Hacı bektaş köçekleri, padişahın öz kulları... Gerçekten göz kamaştıran bir topluluk.. Görevlerini asırlar boyu yaptılar. Yapamaz, çağdaş reform kabul etmez duruma düşünce, tarih kanunları, hükmünü icra etti; silinip gittiler...

 

“Vak’a-i Hayriyye”ye Tarih

Tarihimizde “Vak’a-i Hayriyye” olarak anılan Yeniçeri ocağı’nın kaldırılması olayına, devrin ünlü şairlerinden Keçecizade İzzet Molla, şu kıt’asıyla tarih düşmüştür:

 

Tecemmû eyledi Meydân-ı Lahm’e

Edip küfrân-ı nîmet nice bâgı

Koyup kaldırmadan ikide birde

“Kazan devrildi söndürdü ocağı”

 

(Tecemmû: Toplanma

Meydân-ı Lahm: Et Meydanı (Aksaray Meydanı)

Küfrân-ı nîmet: Nankörlük

Bâgı: Serkeş, âsi.)

 

Tarih ve Medeniyet Dergisi / Aralık 1994

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...