Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukaddes

Alemleri Kuşatan Rahmet Ve Aşk

Recommended Posts

Sordum sarı çiçeğe

Gül sizin neniz olur?

Çiçek eydür ey derviş!

Gül, Muhammed teridir

 

İnsan ömrü, -müsbet veya menfî- binbir iniş-çıkış, yâni bir medd ve cezir iklîminde geçer. Neş'e ve hüzünler birbirini tâkib eder gider. Sürûr ve seâdete mukâbil, elem ve ızdıraba sebeb olan fevkalâdelikler, insana derûnî bir tefekkür, derin bir duyuş ve kendini hesaba çekme imkânı kazandırır. Bir insan, ne kadar duygusuz ve vurdumduymaz olsa da, ciddî bir ölüm tehlikesi geçirdiğinde bundan bir hisse alır ve kurtuluşundan sonraki hayatını daha değerli kılmaya yönelir. Sevindirici hâdiseler de böyledir.

 

Meselâ, bir evlâdı dünyâya gelen genç bir anne veya babanın bu doğumdan sonra hissiyâtında büyük bir değişiklik olur. Zîrâ onlar, artık seviye katetmiş, anne veya baba olmuşlardır. Hareketler ağırlaşmış, mes'ûliyet duygusu artmıştır. Hâlbuki onlar, bu hâlden önceki durumları itibarıyla zâhiren aynı kişilerdir, fakat hâllerinde mânen bir farklılık teşekkül etmiştir. Yâni çocuklarının doğumu, onların rûhlarına ayrı bir tecellî olmuştur.

 

Bu itibarla günler ve geceler zâhiren aynı olduğu hâlde, mânen bâzı farklılıklar arz eder. İlâhî bir sûretle hesâba çekilmeden evvel nefsi hesâba çekebilmek için fevkalâde bir fırsat olan mübârek gün ve geceler, insan hayatı üzerinde müstesnâ bir rol îfâ ederler. Bilhassa mübârek kandiller -istidâdı olanlarca- şöyle bir durup düşünme ve kendini hesâba çekme vesîlesidir. Dînen mübârek addedilen bu zamanların en şereflilerinden biri de hiç şüphesiz "velâdet kandili"dir. Zîrâ o mübârek gece, ins, cin ve bütün mahlûkâtın yaratılış sebebi olan "nûr-i Muhammedî"nin zuhûr ânıdır.

 

Risâlet takvîmi, varlığın ilki olan "nûr-i Muhammedî" ile başlamış; son yaprağı da "cismâniyet-i Muhammedî"nin dünyâ âleminde zuhûruyla nihâyet bulmuştur. Böylece -rivâyete göre- yüz yirmi dört bin peygamberden teselsül ederek gelen bu yüce nûr, hakîkî sâhibine intikâl etmiştir. Yâni bu yüce nûr, en temiz ve en asîl bir soydan teselsül ede ede Abdullâh'a kadar gelmiş, Âmine Hâtun'un hâmile kalmasıyla da, Abdullâh'ın alnından, Varlık Nûru'nu taşıyan tâlihli anneye ondan da asıl sahibi olan Âlemlerin Efendisi'ne teslim edilmiştir.

 

İbn-i Arabî -kuddise sirruh- şöyle der:

 

"Kâinât manzûmesi, O'nun nûrundan bir kıvılcımdır. Eğer Âdem -aleyhisselâm-'ın toprağına Rasûlullâh'ın toprağından bir nasîb konmasaydı, Âdem -aleyhisselâm-'ın tevbesine icâbet olunmazdı. Vaktâki Âdem -aleyhisselâm-, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i, duâsına vesîle kıldı; kınanmaktan kurtuldu. O yüce Rasûl, İbrâhim -aleyhisselâm-'ın sulbüne intikâl eyledi; ateş ona serin ve selâmet oldu. O yüce inci, İsmâil -aleyhisselâm-'ın sedefine girince, nâmına göklerden kurbanlık bir koç indirildi." (Şeceretü'l-Kevn)

 

Görüldüğü üzere Peygamberler dahi O'nun hürmetine ilâhî rahmetten müstefîd olmuşlardır. Hattâ O'na tâbî olmanın rahmetine nâiliyyet için kendisine ümmet olmak isteyen peygamberler bile çıkmıştır. Bereketli bir hidâyet şerâresi hâlindeki nebîler silsilesinin her halkası, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafa -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in zuhûrunun âdetâ birer ikbâl müjdecisiydi..

 

Nihayet beklenen nûr, mîlâdî 571 yılı, 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahı, güneş doğmadan az evvel zuhûr âlemine tenezzül ederek, Abdullah ve Âmine'nin izdivaç kucağında bütün zaman ve mekânları şereflendirdi.

 

O'nun zuhûruyla Allâh'ın rahmeti bu âlemde coşup taştı. Sabahlar ve akşamlar renk değiştirdi. Duygular derinleşti. Sözler, sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ, ayrı bir letâfet kazandı. Putlar sarsılarak yere devrildi. Kisrâlar beldesi Medâyin saraylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. Sâve gölü, zulüm bataklığı hâlinde kurudu. Gönüller feyz ve bereketle doldu.

 

Çünkü zaman ve mekânda gerçekleşen bu tecellî, o asîl varlığın zuhûrunun ilk bereketi idi. Bu bereket, bütün kâinâtı kuşattı. O seneye bolluk senesi denildi.

 

Kaynaklarda bildirildiği üzere, Allâh Rasûlü'nün süt annelerinden biri de tâlihli kadın Süveybe Hatun'dur. Bu hatun, Rasûlullâh'ın amcası ve azılı düşmanı Ebû Leheb'in câriyesi idi. Süveybe Hatun, Ebû Leheb'e yeğeninin doğduğunu müjdeleyince, Ebû Leheb, sırf kavmî asabiyetten dolayı sevinç içinde bu câriyeyi âzâd etti. Bu ırkî asabiyetten gelen sevinç bile, Ebû Leheb'in Pazartesi geceleri azâbını hafifletmeye yetmiştir.

 

Gerçekten de Ebû Leheb'i ölümünden sonra bir gece rü'yâda gördüler ve sordular:

 

"- Yâ Ebâ Leheb! Ne hâldesin?"

 

Ebû Leheb:

 

"- Cehennemdeyim; acıklı bir azâb içindeyim! Ancak Pazartesi geceleri azâbım hafifletiliyor. O gecelerde parmaklarımın arasını emiyorum. Oralardan su çıkıyor, suyu içiyor ve serinliyorum. Çünkü, Pazartesi günü Süveybe koşup bana o sabah Allâh Rasûlü'nün doğduğunu müjdelemişti; ben de onu âzâd etmiştim. Bunun karşılığı olarak Allâh Teâlâ, Pazartesi geceleri bana, azâbımı hafifletmek gibi bir ihsânda bulunuyor."

 

İbn-i Cezerî şöyle der:

 

"Ebû Leheb gibi bir kâfir, Allâh Rasûlü'nün doğduğu gün gösterdiği sırf akrabalık asabiyetiyle cehennem içinde faydalanırken, kıyas etmeli ki, bir mü'min o geceye hürmet gösterip kâinâtın Fahr-i Ebedîsi'nin aşk ve muhabbeti için gönlünü ve sofrasını açacak olursa, kimbilir Hakk tarafından ne türlü lutuf ve keremlere nâil olur!.. Lâyık olan, Allâh Rasûlü'nün doğdukları ayda mükerreren sohbetler yapıp feyz tâzelemek, mübârek ayın rûhâniyetinden istifâde edebilmek için ümmete ziyâfetler vermek, fakîr, garîb, yetim, çâresiz ve kimsesizlere her türlü iyiliği yaparak mahzûn gönülleri şâd etmek, onları sadakalarla sevindirmek ve Kur'ân'ın feyzinden istifâde etmektir..."

 

Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk'ın:

 

"(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allâh, onlara azâb edecek değildir!.." (el-Enfâl, 33) beyânı da müşrikler hakkında vârid olmuş bir âyet-i kerîmedir.

 

Müşrikler bile sırf O'na maddî yakınlık sebebi ile böyle bir imtiyaza sâhib olursa, mü'minlerin ne türlü ilâhî nîmetlere nâil olabilecekleri tasavvurun üstündedir. Üstelik o mü'minler sâdece o muazzez varlığa îmân etmiş olmakla kalmayıp bir de o îmânın özünü teşkîl etmek üzere muhabbet-i Rasûlullâh'tan nasîb alırlarsa... Söz burada âciz kalır... Gerçekten de bir mü'minin gönlü muhabbet-i Rasûlullâh'ta ne mertebeye vâsıl olursa dünyâda nâil olacağı huzur ve seâdet, âhirette ulaşacağı makâm, o nisbette yüce olur.

 

Bu itibarla kulu, Allâh'a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'dir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e muhabbet, Allâh'a muhabbet; O'na itâat, Allâh'a itâat; O'na isyan, Allâh'a isyân sadedindedir. Buna göre Hazret-i Peygamber'in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei ve feyz kaynağıdır. Ârifler bilirler ki, mevcudâtın varlık sebebi, muhabbet-i Muhammedî'dir. Bu sebeple bütün kâinât, âdetâ Varlık Nûru Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e ithâf edilmiş gibidir.

 

O halde dönüp bi kendimize bakıp bi silkilmemiz gerektiğini görme vaktimiz gelip geçti sanırım günümüz de yapılan onca hakarete ramen kılımız kıpırdamayıp hatta içimizde bi acı bile hissetmiyosak hala artık bi iman muhasebesi yapma mız lazım a acaba imanımız hangi mertebede

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...