Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Ü.Y.

Acıların Kürtlüğü Ve Türklüğü

Recommended Posts

Acıların Kürtlüğü ve Türklüğü

 

Acıların en büyüğü ölüm. "Kürt sorunu" aynı zamanda binlerce ölümün büyüttüğü bir acı. "Sorun çözmek" acıları ortadan kaldırmıyor; belki sadece istikbaldeki acıları önlüyor.

Abant Platformu'nda Kürt sorununa makûl ve kalıcı bir çözüm ararken ister istemez acıların tam da sinir uçlarında dolaştık. Kendi adıma, iki hanımla üçüncü bir hanımın sözleri üzerinden karşı karşıya gelişimin arkasında, acılarla mantığın dili arasındaki uyumsuzluğun payı olduğunu düşünüyorum. İki hanım, Bejan Matur ve Leyla İpekçi sorunların tam yüreğine giden yolu ve bu yolda önünüze çıkan zorlu acıları aydınlatıp yansıtmakta çok usta yazarlar. Tartışmanın konusu ise Hakkârili bir avukat olan Rojbin Tugan'ın denizden bir katre misali sıraladığı acılar. Sorun acılarda değil.

 

Yanlış olan Türk ve Kürt sıfatlarına yüklediğimiz anlamlar. Çok kolay ve kestirmeden ayrılan "Türklerin acıları" ve "Kürtlerin acıları". Ayrım acılar üzerinden yapılınca araya kimsenin aşamayacağı çok yüksek bir duvar çıkıyor. Acıları "Türklere ait" veya "Kürtlere ait" diye ayırdığınız zaman, acıların etnik kökenini aşacak bir hümanizmi veya kardeşliği üretmeye kimsenin mecali kalmıyor. Beni isyan ettiren ise Rojbin Tugan'ın "Şu kadar Kürt köyüne karşı kaç tane Türk köyü boşaltıldı?" sorusu oldu. Ben bu soruda öncül olarak yer alan ırkçılık kadar keskin ve acımasız bir ırkçılığı hiç kimsenin üretemeyeceğini düşünüyorum. Irkçılık her zaman üstünlük taslayarak yapılmaz. Siyonizmde görüldüğü üzere yaşanmış acılar üzerine de inşa edilebilir. Rojbin Tugan'ın öncülü beni Türk olarak dışlıyor, suçluyor ve yabancılaştırıyor. Ben bir Türk olduğuma göre boşaltılan Kürt köyleri benim meselem değil; bir tek Türk köyü bile boşaltılmadığına göre üzülmem için bir sebep yok. Böyle bir muhakeme olur mu? Bu muhakeme benim için en değerli, en insanî olan bir hakkı, bir acıyı hissetme hakkımı elimden alıyor. Daha doğrusu elimden alma iddiasında bulunuyor. Ben bir Türk olarak Güneydoğu'da yaşanan acıları hissedemem ve o acılara ortak olamam. Gelen şehit cenazeleri benim acım, dağda hayatını yitiren genç Kürtlerin acısı olur. Öyle mi? Peki o zaman neyi konuşuyoruz? Hangi sorunu çözmeye çalışıyoruz?

 

Temel tezim şu: Türk ve Kürt kelimeleri birbirinin muadili değil. Bu muadil olmama durumu bir hiyerarşiyi değil, sadece heterojenliği içinde barındırıyor. Kürt, otokton bir halka, bir dile, bir etnik homojenliğe atıfta bulunurken, Türk kelimesi üzerinde epeyce uluslaşma ameliyesi gerçekleştirilmiş heterojen bir topluluğa işaret ediyor.

 

"Kürt bilgesi" Abdülmelik Fırat'ın Abant Platformu'nda sıraladığı anekdotların içinde bile bu heterojenliğe dair izler vardı. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtleri en ileri noktada yok sayan kişi olarak Cemal Gürsel örnek gösterildi. Hatta Kara Kuvvetleri komutanı iken Başbakan Adnan Menderes'e sunduğu 2.500 önde gelen Kürt'ün idamına dair bir projesinden bahsedildi. Toplantıda birkaç kişinin tekrarladığı bu misalde, ısrarla atlanan bir ayrıntı vardı. Cemal Gürsel'in kendisi de Kürt idi. Bugün Kürt siyaseti izleyenlerin "Hain Kürtler" olarak niteledikleri Kürt kökenli devlet adamları ve aydınların Türk ulus devletinin inşası sürecinde çok önemli katkıları var. Bu katkılara, Cumhuriyet'in ideolojik rotasını çizen aydınlardan, Kürt isyanlarını bastıran devlet adamlarına kadar çok sayıda örnek verilebilir. Bunlar birer istisna değil. Bir ayrıma dikkat edilirse bize önemli bir şeyi anlatıyor. Bu insanların kuruluşuna ve sağlamlaştırılmasına katkıda bulundukları "ulus-devlet"in "ulus"unu değil "devlet"ini önemsediklerini.

 

Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyen ve Cumhuriyet'i kuran kadroların (sivil-asker seçkinlerin) ortak niteliklerine bakalım. Bu kadrolar ya Çerkez'dir, ya da Makedonyalıdır. İki grubun ortak paydası ise doğup büyüdükleri veya ata diyarı olan topraklardan sürülmüş olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ana yurtlarını kaybetmiş olanların sığınağı ve savunma hattı olarak kurulduğu için, onu yaşatacak ulus "mümkün olan"la yani Türklerle oluşturulmuştur. Bu durum bir hiyerarşiyi değil, sadece heterojenliği yansıtır.

 

Öyleyse sorun "Türk" veya "Kürt"te değil, ulus devletin "devlet"indedir. Çözüm, Türk'le Kürt arasında kalın ve yüksek duygu duvarları örmek değil, devleti demokratikleştirmektir.

 

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

 

10 Temmuz 2008, Perşembe

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dün ekleyemeyi düşünmüştüm ama, vazgeçtim. Abant Platformu ve bildirisi cidden çok önemli. Kürt sorununa bir nebzede olsa, faydalı olabileceği düşüncesindeyim. Mümtaz'er Türkone'nin 12 Eylül döneminde yaşanan bazı olayları anlatmasıda, bu meselenin başka bir boyutu. Beni döven Kürt'lerdi, Cemal Gürsel'de Kürt'tü vs..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Abant Platformu önemli bir adım,özellikle artık çözüme dayalı bir şeylerin gözden geçirilmesi,tartışılması ve belki de karara bağlanması için.

 

Türk ya da Kürt,hepimiz bu toprakların evlatlarıyız,bu topraklar kimsenin malı değil,hepimizin,bu bakış açısına sahip olabildikten sonra sorunların ortadan kalkacağına dair inancım sonsuz.Bu konuda çok konuşmuşmuşumdur,fazlaca anım vardır o yüzden,bazen düşündükçe güldüğüm,bazen ise bana acı veren :D

 

Bir mecliste konusu açılmıştı.Olgun olduğuna inandığım insanlar sohbet etmeye başladılar,sonra anlaşıldı ki arkadaşlar Kürtlerin hepsine terörist damgasını vuran bilinçsiz şahıslardan.Onlara göre her Kürt terörist doğar :)

 

Tabi dayanamadım,aslında amacım kapadıkları gözlerini açabilmekti sadece,tabi elimden geldiğince,fakat çoğu zaman laf dinletemezsiniz,o kadar inandırmışlardır ki bir şeylere kendilerini.Hem de malesef yanlış bir şeylere.Konuşma uzadıkça ilk önce yumuşak bir tavır ile sürdürdükleri muhabbet kıvamı çirkinleşmeye başladı.Biri kalkıp dilin yasaklanması gerektiğini savundu.Dilin yasaklanmasının,vatandaşları yok saymakla bir olduğunu anlatamadım.Ona göre Kürtçe konuşmak birliği bozmaktan başka işe yaramıyordu.Aslında Kürtçe konuşmanın değil,'Kürtçe konuşma!' diyen zihniyetin birliğe zarar verdiğini anlatabilmeye çalışmamın sonu ise tam bir hüsrandı.

 

Bir diğerinin ise kurduğu cümle hala zihnimde,bir yerlerde gitmemek üzere kaldı zaten :D Aynen şahsın cümlesini alıyorum buraya : "Ben de her gerçek Türk gibi Kürtçe'den iğreniyorum.".Gülsem mi,ağlasam mı bilemedim :D Ona Türk'lüğün tanımının bu olmadığı konusunda telkinlerde bulunmakta gördüm çareyi.Tabi o da Kürtçe'den nefret etmenin,aslında Kürtlerden,yani kardeşlerinden nefret etmekle eş değer olduğunu farkedemiyordu.

 

Sadece bunlar mı?Daha neler neler?Bunlar sadece buraya yazabileceğim kıvamda hususlar.Kürtçe yabancı bir dil değildir,Kürtler de yabancı insanlar değillerdir,aynen Türkçe ve Türklerin Kürtler için yabancı olmadıkları gibi.Bu topraklarda hepimizin hakkı var,o yüzden hepimizin diliyle,kökeniyle rahatça yaşama hakkı da olmalı.Konunun özünden anlaşılır bir şekilde bahsedebilmek için Kürtler ya da Türkler diyoruz ama aslında Kürtler ya da Türkler bile değil,sadece biz!..

 

Birilerinin ön yargıları kırılmalı,birileri de artık kanmamalı,maşa olmaktan kurtulmalı,işte tüm çözüm burada :P

Share this post


Link to post
Share on other sites

MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

 

'Hangi Kürtler, hangi Türkler?'

 

 

Bejan Matur, Kürt sorununu yakıcı bir "insanî sorun"a dönüştürebilen ve böylece kalın zırhlarımızı delip yüreğimize seslenebilen yazarlardan. Şairliğin, üstelik kadın olmanın gücüyle önyargılarımızı yerle bir ediyor.

İdeolojilerin, siyasî kavgaların, koca koca kavramların altında ezilip yok olan insanı, etnik kimliğinden sıyırıp bize hatırlatıyor. Geçtiğimiz hafta Abant Platformu'nda özlü müdahaleleri ile de bunu sık sık yaptı. Yine bu haftaki yazısında bu saygıdeğer insanî çabasında sadece etkilemediğini, etkilendiğini de gösterdi. Kendi adıma Bejan Matur ile birlikte bütün hakikatlerin peşine güven ve uyum içinde düşebileceğimi düşünüyorum "Hangi Kürtler, hangi Türkler?" sorusunun cevabını aramak gibi.

 

Bejan Matur, Abant toplantısını değerlendirdiği "Demokratik haklar ve Türkiye'nin süs bitkileri" başlıklı yazısında (Zaman, 8 Temmuz) bir ortak payda oluşturması gereken kritik bir ölçü koyuyor. "Kürtler ve Türkler dediğimiz şeyin homojen hakikatler olmadığını görmek ve korkmadan 'Hangi Kürtler, hangi Türkler?' diye sorabilmek zorundayız. Kürtlerin hak taleplerinin muhatabının Türkler değil, devletin kendisi olduğu gerçeğinden başlayabiliriz mesela. Hiyerarşiyi yok edecek olan bilinç ancak böyle kazanılır." Meselenin püf noktası tam da burası. Bir Türk olan ben, Kürtlerin hak taleplerinin muhatabı değilim. Bambaşka bir varlığım. Kürtlerin hak taleplerinin bir parçasıyım. Bu taleplerin mütemmim cüzüyüm. Anadili Türkçe olan, Türk etnosuna mensup olduğunun farkında olan bir birey olarak ben Kürtlerle birlikte onların vazgeçilmez insanî haklarının talibiyim. İki sebebim var. Birincisi ben bir insanım. Bir insan olarak bir başka bireyin anadiline saygı göstermeyi (Abant toplantısı sonuç bildirgesinde yer aldığı şekilde) "insana saygı" olarak görüyorum. Bir insanın anadilinden dolayı aşağılanmasını, anadilinin kullanılmasına sınırlamalar getirilmesini dayanılmaz buluyorum. Bu durumda "hangi Türk" oluyorum? İkinci gerekçem rasyonel bir siyasî muhakemeye dayanıyor. Vatandaşının anadiline sınırlar koyabilen ceberut bir devletin benim özgürlüklerim için de tehdit oluşturduğunu biliyorum. Vatandaşını, etnik kökenine göre dezavantajlı bir duruma getirebilen, böylece temel insan haklarına riayet etmeyen bir devletin hukuk sınırları içinde kalmayacağını tecrübelerimle görüyorum.

 

Türk ve Kürt olmanın diyalektiğinden değil, dikotomisinden bahsediyoruz. Bu dikotomiyi biz icat ediyoruz. Kürt sorunu etnik bir sorun mu? Evet. Ama bu sorun benimle Kürtler arasında değil bütün Türkler ve Kürtlerle devletin arasında. Kuzey İrlanda'da olduğu gibi birçok ülkede iki halk arasındadır; devlet de bu sorunu çözmeye çalışır. Bizde ise bu sorun vatandaşını tektipleştirmeye çalışan, bunun için kısır aklıyla yasaklar getiren, ceberutluğunu sürdürebilmek için bu sorunu istismar eden, şiddet üreterek kendine meşruiyet arayan bir devletle benim aramda. Kürt'ü benim konuştuğum dili konuşmaya zorlayan devlet, beni el üstünde mi tutmuş, bana bir paye mi vermiş oluyor? Tekrarlıyorum: Kürt sorunu Türklerle Kürtler arasında bir sorun değil. Bütün vatandaşlarla devlet arasında bir sorun. Çözümü de devletin demokratikleşmesi ve hukuk sınırları içine çekilmesi.

 

Kürtlerin hain olarak niteledikleri Kürtler bile, aslında Türklerin değil, devletin safına geçen Kürtler. Devlette görev alan Kürtler ile özel sektörde yer alan Kürt seçkinlerini karşılaştırınca durum daha kolay anlaşılacak. Kürt sorunu, ulus devlete dair bir sorun. Ama bu sorun ulus devletin ulusuyla değil, devletiyle alâkalı.

 

Leyla İpekçi'nin, hiyerarşiyi ortadan kaldırmak için çare olarak gösterdiği "anlamak" eylemine salim bir akılla girişmeliyiz. Hiyerarşi Kürtle Türk'ün arasında değil, devletle hepimizin arasında. Ben bir insan olarak Kürt olanın yaşadığı her şeyden acı duyabilirim. Ama devletin kendi başına duyguları yoktur. Benim o duyguları devlete hissettirmem gerekir; demokratikleşme denilen şey de tam bu yüzden insanî bir süreçtir.

 

 

 

 

11 Temmuz 2008, Cuma

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ortak düşmanı farkedebilmenin bu meselenin çözümünde en büyük adım olacağını düşünüyorum.

 

Selahaddin ayrı düşmüş kardeşleri birleştirirken ufukta apaçık bir haçlı tehlikesi vardı. Halbuki şimdi sinsi düşman, bir kaç on yıl sonrası için, kültüründen koparılmış, İslam'a bir müsteşrik edasıyla bakan güya Kürtlere yöneticilik yapacak bir kadro yetiştirmeye bile kalkışmış ikenbkz biz Selahaddin Kürt müydü, Türk müydü kavgası yapıyoruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

İnsan duygusal... Zora geldiğinde hakkaniyeti aramıyor, kolaya kaçıyor... Bir çocuğun, babasının götürüldüğünü görünce suçlu muydu değil miydi muhasebesine girişecek hali yok, onu götürenlere nefret besliyor. Teröriste mevzi oluşturması tabi ki derdi değil, onun için olay sadece korularının yakılması...

 

Terörün en şiddetli yıllarında o acıları gören yaşayan çocuklar, şimdi büyüdü... Üniversite çağındalar, içlerinde bastırılmış bir haksızlığa uğramış olma nefreti var, hele de Bejan Matur kaleme dökünce olanları nasıl da heyecanlanıyorlar,nasıl da onlara bu acıları yaşatanlara karşı bir şekilde hesap sorma isteği ile doluyorlar.

İşte tam bu noktada gidişat değişiyor. Haklı olmanın kuvvetiyle ayağa kalkıp zalimliğe heves ediyorlar, birileri onların elini kesti diye, bu miletin başını istiyorlar. Tabir çok ağır gibi mi durdu, hayır değil; ayrı millet olduğunu iddia etmek bu milletin başını istemektir, ayrı bir yönetim talebi budur. Bu ihtimalin bu topraklarda güçlü ve onurlu bir devlet ihtimalini tamamen ortadan kaldıracağı, etrafındaki 4 devlete de tehlike arzedecek bir konumda olacağı bu kadar bariz iken, asırlarca bir arada yaşamış halkları birbirine düşüreceği su götürmez iken, etnik ayrışmayı savunmak tam da budur.

 

Ortada yaşanan bir haksızlık varsa mazlumlar tabi ki haklarını savunacaklar, tabi ki dertlerini anlatacaklar; anlatacaklar ki bir daha bunlar yaşanmasın, bir daha bu utanca düşmeyelim. Ama yaşanan acılar bu millete ihanet sebebi olamaz.Bu acıları anlatanlar, insanların duygularını köpürtenler bu noktaya dikkat etmekle yükümlüdür.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu ülkenin ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşum bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.

 

Cemil MERİÇ

 

 

 

bence herşeyi anlatıyor inanalar kardeştir hadi inanaları da geçtim Osmalıyı satmayan kaç millet vardır boşnaklar k onlar kara baglantısı kkopunca ayrılmaya mecbur oldular 2 kürtler ;serif huseyin ve diger arap kabileleri mehmetcigin kanına ingilizler ile ekmek banarken biz islam millleti olarak tek bünye olarak dövüsüyorduk ooo mehmetçik içinde Türk ü Kürdü Boşnak ı Arnavutu Çerkezi tüm kardesler vardı

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...