Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
ilcege

Medeniyet Tasarımı

Recommended Posts

Medeniyet Tasarımcısı: NECİP FAZIL

 

1980’li yıllarda, önce “Medeniyetler Çatışması” tez(!)iyle gündeme oturan, tartışılan, karşı çıkılan-taraftar olunan; sonra aksine bir dönüşümle “Medeniyetler Buluşması”, “Medeniyetler Diyaloğu”, “Medeniyetler Uzlaşması” gibi (şu anda krema tadının ötesinde pek fazla bir önemi ve özgül ağırlığı olmayan) medeniyet kavramı etrafında bir anlam ve muhteva arayışları son yıllarda ülkemizde kimi siyaset adamları ve aydınlarca lafzî vurgularla hızla ve sıkça gündeme getiriliyor. Ancak bu “medeniyet” kavramının soyutlamaların ötesinde bir reel tasarım halinde ve bir tarihsel aidiyet vurgusu ve konjonktürel bir olgu olmaktan çıkarılıp güncele taşınabilmesi önemli bir problem-ihtiyaç olarak, üzerinde kafa yorulmasını gerekli kılıyor. Çünkü oldukça yaşlanan ve yorgun düşen dünyamızın yeni haritalara ve dizaynlara gebe olduğu günümüzde, bu harita ve dizaynların tarihsel kökleri halâ canlılık taşıyan milletlerce yerine getirilmesi gereken bir ödev/görev olduğunu da bilmek gerekiyor.

 

ABD’nin küresel bir kasırga estirdiği ve Büyük Ortadoğu, Geniş Ortadoğu şeklinde projelendirdiği 21. yüzyıl tasarımlarına/projeksiyonlarına pasif bir oyuncu veya edilgen bir seyirci olarak katılmamak için tarihî birikimimizi güncelleyebilecek bir irade ve cehd göstermek öncelikle İslâm’ı bir medeniyet tasarımı halinde sistematize etmiş, bir Dünya Görüşü ihtiyacı olarak günümüze taşımış büyük fikir adamlarını referans almak da gerekiyor.

 

Nasıl ki bugünkü batı (ABD de içinde olarak) tarihsel kök olarak beslendiği aidiyet dünyası “Roma-Hıristiyanlık ve Eski Yunan”ın bileşimi-kompozisyonuna dayalı yeni büyük haritalar-projeksiyonlar üretebiliyorsa, Bu coğrafyanın da 1400 yıllık tarihsel birikimi güncelleyerek (malzemeleri taşıyarak değil) alternatif bir medeniyet tasarımı-projeksiyonu ortaya koyabilmesi gerekiyor.

 

Çok büyük bir iddia değil mi? Veya büyük cür’et mi? Ütopyadan mı bahsediyoruz? Fildişi kulemizde gerçekleşemeyecek tahayyüllere mi dalıyoruz? Veya başka galaksileri mi işaret ediyoruz? Ne demek istiyoruz?

 

İşte tam da bu kavşak noktasında yâni tarihsel kırılma çizgisinde bulunduğumuz an’da Necip Fazıl’ı hatırlamamız, idraklerimizi ona yöneltmemiz gerektiğini düşünüyorum.

 

Evet… Necip Fazıl’dan bahsediyoruz. Ve O’nun büyük davası, büyük rüyası, büyük duasının kalemine aktığı, tecelliler dünyasında şekillendiği, forma büründüğü bir medeniyet tasarımı olarak kristalleştiği: BÜYÜK DOĞU’su.. Yani İdeolocya Örgüsü..

 

Ne gariptir ki Necip Fazıl’ın, bugün hem entelektüel, hem kültürel, hem siyasi, hem de stratejik olarak bir büyük ütopya/harita/fotoğraf olarak önümüze almamız gereken şeyin ihtiyaç olarak dahi hissedilmediği bir iklimde Necip Fazıl’a ilişkin bu söylediklerimiz bir abartı mıdır? Bir mübalağa mıdır?

 

Biraz daha geriye giderek, konuyu temellendirerek bu soruya cevap arayalım ve Üstad Necip Fazıl’ın Ontolojik anlamını tesbite çalışalım..

 

Bugün kimi Müslüman aydın/kültür adamlarınca medeniyet tasarımı, medeniyet projesi kavramları soyut-ütopik-bağlamından kopuk olarak nitelendirilse de biz Necip Fazıl gibi işin tahkikinde olan bir mütefekkirin 40 yıllık çile ile ciğerinden kalemine kan çekerek örgüleştirdiği, kitaplık çapta bütünleştirdiği İdeolocya Örgüsünün lafzını bile okuma ihtiyacı hissetmeyenler konumuz dışında..

 

O diyordu ki: “Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulü’nün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün gösterdiği.” İşte Üstad’ı, insanın doğru-iyi-güzel ve yanlış-kötü-çirkin şeklinde iki kutuplu bu dünya ve ötesi macerasında hedef gösterdiği bu cümleleri O’nun “meselesi”ni anlatmaya yeter.

 

“Lâfımın dostusunuz çilemin yabancısı. Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı? ”mısralarında da dile getirdiği “fikir sancısı”.. İşte bu sancının neticesidir ki ortaya kâmil bir medeniyet tasarımı halinde O’nun Büyük Doğu olarak isimlendirdiği mukaddes emanet davasını, bu yüzyılın şartlarında bütünleştirmiş ve insanlığa teklif edilmiş, sunulmuş bir mimarî proje olarak ortaya koymuştur. Aslında bu bir yenileyiciliktir. Eski deyimle tecdiddir. Üstad bu manâda (anlaşılmasa da, görülmese de) bir müceddittir. Çünkü İslâmi çizgiyi doğuşundan bu yana takip ederseniz, bu çizginin tecditle bugüne ulaştığını görürsünüz. Aslında O; Allah’ın Resulü ve Sahabîlerden sonra ümmetin en büyüğü büyük müceddit İmam-ı Rabbanî çizgisinin günümüzdeki temsilcisi idi. O büyük yenileştiricinin izini takip eden bir yenileyici. Bu konuya derinliğine girmenin yeri burası değil, sadece bu tesbitlerle yetinelim .Aslında, bugün bile ülkemizde ve tüm İslâm aleminde halâ anlaşılamamış olan İmam-ı Rabbanî hazretleri’ni anlayabilmiş ve anlatabilmiş ve O’ndan aldığı silsile nefesini kalıplaştırabilmiş yegane kişi de gene Üstad Necip Fazıl’dır. Müslüman olmuş bir İngiliz bilim adamının deyimiyle “Postmodern dünyada kıbleyi bulma”nın niçin ve nasılını İdeolocya Örgüsü’yle ortaya koymuştur. Tabii bunu görebilecek olanlar; “ideoloji bir ihtiyaç mıdır?”, “bunu ifade edebilecek, bütünleyecek mütefekkir-düşünce adamı nedir?” gibi günümüzün Müslüman aydınlarının yabancısı olduğu, kıyısından bile geçemedikleri temel soruları hem sorabilen hem de cevap verebilenlerdir. Bunlar ayrı ayrı bahisler, konular..

 

Osmanlı sonrası gerek ferdî zuhur, gerekse de toplumsal zuhur için mutlak gerekli olan ihtiyacı (belki büyük iddia gibi gelebilir size ama) sadece Üstad Necip Fazıl hissedebilmiş ve bunu İdeolocya Örgüsü ismiyle bütünleştirmiş, örgüleştirmiştir. Ne diyordu bu eserinin ilk baskısındaki ithafında ? “Ben bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.” İfadesinin altını çizmemiz gerekiyor. Gene İdeolocya Örgüsü’nün girişinde “Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için…” diyor.

 

İşte Üstad’ın temel fonksiyonu, ne yapmak istediği ve yaptığı burada ortaya çıkıyor ve ortaya konuluyor. Üstad, Osmanlı sonrası artık devlet ve toplum plânında tefessüh eden, ortadan kaldırılan İslâmın bütün bir tasarım halinde yani medeniyet projesi olarak yeni zaman ve mekân şartlarında nasıl olacağı? temel sorusunun cevabını İdeolocya Örgüsü’yle vermiştir. Bunu da Büyük Doğu olarak isimlendirmiştir. Büyük Doğu; kendi ifadesiyle “Gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı… Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur. Olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi.. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi…” İşte Üstad’ın bahsettiğim tecdid işlevini bu cümlede bulabilirsiniz. O’nun kendisi müceddit olduğunu söylemiyor. Biz O’nun yaptığı işin ve sadece ülkemiz için değil, tüm İslâm alemi ve tüm insanlık için ihtiyaç olan tecdid-yenilemenin ne olduğunu, ne olması gerektiğini O’nun İdeolocya Örgüsü’yle anlayabiliyoruz.

 

O’nun “Her yüzyılda bir yenileyici gelir” ölçüsünden ilhamla 1978 yılında yazdığı “Bindörtyüze bir yıl var, yaklaştı zamanımız; Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?” mısraları da aslında yaptıklarının o ölçünün gereği olan bir kahramanlık-yenileyiciliktir.

 

Burada sözkonusu ettiğimiz tecdid-yenileyicilik kavramını tarihsel bağlamından koparmadan aynı mana ve muhteva çizgisinde günümüze taşıdığımızda bunun günümüzde tekabül ettiği zat ve eser : Necip Fazıl ve (diğer tüm eserleri ile birlikte temelde) İdeolocya Örgüsü’dür. Aslında tecdid-teceddüt-müceddit kavramlarının yeniden tahkik ve tanımlanmasının bizi böyle bir sonuca götürmesi kaçınılmazdır. Bunları söylerken bir mistifikasyon şeklinde anlam ve kavram saptırmalarına da kapı aralamamak gerekiyor. “Bu da nereden çıktı şimdi?” şeklindeki hayret-soru cümlesine verilecek cevap: Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü’nün ehlinde tahkikidir. Oldukça ilginçtir ki bu tahkiki, 1945 yılında, henüz hayatta olan ve o yıllarda Mısır’da yaşayan Osmanlı’nın son şeyhülislâm’ı, büyük İslâm alimi Mustafa Sabri Efendi yapmış ve Necip Fazıl ile ilgili hükmünü “kendisini İslâm davasının uzun yıllar boyunca beklenen…..” şeklinde tecdid-yenileyici olarak vermiştir. Burada ayrıntıya girmeye gerek yok sanıyorum. Yani bu ihtiyacı ve cevabı doğrudan görebilen ve verebilen Mustafa Sabri Efendi’dir sadece.

 

Devam edelim..

 

O’nun şiirlerinin bütününü ihtiva eden Çile’sine bu gözle baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz. Aynı tecdidi şiir idraki içerisinde yaşarsınız.

 

İdeolocya Örgüsü’nün sonunda “İslamı Yenilemek” başlığı altında bu konuyu (teceddüt-yenileme) özet maddeler halinde manifesto şeklinde ortaya koyar: “İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek… Güneş yenilenmez. Göz yenilenir. İslam, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…… Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir…”

 

Evet… yüzyıllara sâri bir zevalin ardından Üstad fikirde kemâl çığırı açmıştır.

 

Bunu yâni ideoloji/idelocya ihtiyacını, yenilenme ihtiyacını, model ihtiyacını, fikir adamı ihtiyacını, vs. vs. anlayabilenler ancak Üstad’ın İdeolocyasını anlayabilir. Gene O’nun tabiriyle ancak “derin ve gerçek mü’min”ler anlayabilir.

 

Büyük fikir adamları, büyük ideologlar aynı zamanda büyük yenileyicilerdir. Bu yenileme asla reform’la karıştırılmaması gereken bir yenilenmedir. Reformist düşüncede asla, öze, temele ilişkin bir tağyir ve tebeddül sözkonusudur, tecdit-yenilemede ise asla, öze, temele bakan gözün yenilenmesi sözkonusudur. Yâni reformist düşüncede tamir-ıslahatçılık; tecdit-yenilemede ise tahkim-inkılâpçılık esastır.

 

Büyük Doğu/İdeolocya Örgüsü; depo edilmiş, istiflenmiş bilgiler, malzemeler, malûmatlar yığını değildir. Konfeksiyon düşünceler, paketlenmiş fikirler değildir. Kendine özel terminolojisi, kavramsal düzeni (yeni deyimle) konsepti olan, çelişkisiz diyalektiği olan bir bütündür.

 

O’nun Büyük Doğu’su; Allah ve Resulû’ne bağlılığın büyük borcunu yerine getirebilmenin aşk derecesinde Büyük Dâvâsını, Büyük Rüyasını, Büyük Duasını, Büyük Doğrusunu ifade eder.

 

Büyük Doğu bir dünya görüşüdür. Önce bunu anlayabilmek lâzım. Burada İdeolocya Örgüsü’nün tahliline girmek gerekmiyor. Zaten o kendi kendisini tahlil ediyor, terkipleştiriyor. Yaptığı muhasebelerle.. Doğu-Batı, vs. vs.

 

İdeolocya Örgüsü; kimse farkında değildir ki aynı zamanda İslâm’ın Anadolu coğrafyasındaki arkeolojik ifadesiidir. Medeniyet Tasavvuru’dur dedik.. Üstad’daki medeniyet tasavvuru/düşüncesi, onun fikir ve mücadele hayatının başından beri temellendirilmiştir. 1939 yılında yazdığı yazılarından birisinde “benim kafamda Asyacılık, eski Yunandan beri seyrini, istihalelerini bildiğimiz Avrupa medeniyeti dışında ve ona rakip ayrı bir medeniyet tasavvurudur. Bütün peygamberlere ve ruhî fenomenlere yataklık eden büyük Asya, şenliği tükenmiş mazisiyle olduğu kadar, onu zenginliklere boğacak şahsiyetli oluşların davet edeceği istikbaliyle de ayrı ve tam bir vaklıktır…” hükmünü veriyor. Bu ifadeleri ancak bugün anlayabilme rüşdüne erebiliyoruz. O da tam değil. Bugün medeniyetler diyaloğu veya medeniyetler çatışması şeklinde gündeme gelen medeniyet tasavvurlarında aslında ortaya konulabilecek, teklif edilebilecek medeniyet ruhu, kitaplık çapta bir bütün halinde sadece Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’nde mevcuttur.

 

Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’yle yaptığını anlayabilen nadir kalemlerden birisi, ABD’de akademisyen bir yazarın Modernleşen Müslümanlar kitabında (Hakan Yavuz) görebiliyoruz. Diyor ki: “1940’lar ve 1950’lerde Necip Fazıl, İslâm’ı BÜYÜK DOĞU olarak bilinen BÜTÜNCÜL BİR İDEOLOJİ olarak yapılandıran ilk Türk Müslüman aydınıydı. İslâm’ın ideolojileşmesi süreci, Kemalist batılılaşma projesine ‘muhalif’ olarak gerçekleştirildi. Necip Fazıl, kitaplarıyla, kendisinin ve toplumun, daha derin bir ben ve İslamî bilişsel anlam ve eylem haritasının arayışına ışık tuttu. Kuşağının derin varoluşsal acılarına yol açan ‘ortak aslî bir dil’ ve ‘hissiyat eksikliği’yle uğraştı…” İşte bu tesbitler üstadla ilgili önemli tesbitlerdir. Ve O’nun temel fonksiyonunu oldukça açık bir şekilde ifade eder. Yerli Oryantalist diyebileceğimiz Şerif Mardin’in de bu bağlamda Necip Fazıl’la ilgili oldukça uzun yazı ve tesbitleri de önemlidir.

 

İdeolocya Örgüsü’nün temel mantığı’nda Üstad İslâmî ruh ve ölçülerin değişmezliğini merkezde sabitleyip, tüm dünyayı değişkenler olarak ele alıp tahlil ederek terkiplere kavuşturur. İdeolocya Örgüsü veya Büyük Doğu, donmuş bir kalıp, şablonlar kümeleri değildir. Bunu ancak idrak yolları iltihaplanmamış olanlar anlayabilir.

 

Gene 1939’da “Dünya görüşü” eksikliğini ihtar eden Üstad diyor ki: “Bu devirde eline kalem almak cesaretini gösteren her insan, yapacağı en beylik teşbih ve kullanacağı en ucuz nükteyi bile, herkesçe malûm bir dünya görüşünün ölçülerine dayamak zorundadır.” Bu ne müthiş bir tezatsızlık ve idraktir.

 

Büyük Doğu İdeolocya Örgüsü’nün ne olduğunu kim anlayabilir biliyor musunuz?

 

Din’in dünya tasarımının ne olduğunu anlayanlar,

Ahlâk-Dünya görüşü ilişkisini anlayanlar,

Dünya bilmecesinin çözümüne ilişkin sır idraki nden pay sahibi olanlar,

Fikir-İlim ayrılığı ve bütünlüğünün idrakinde olanlar ancak anlayabilir.

 

Bu manâda Üstad’ın İdeolocya Örgüsü bir manifestodur. Üstad İdeolocya örgüsüyle ütopya’sı olan adamdır. Projesi, gelecek tasarımı olan adamdır. Büyük Doğu veya İdeolocya Örgüsü; bütün bir insan memuriyet ve mes’uliyetine Üstad’ın verdiği cevaptır. Sorumluluklar derece derece.. Üstadın yaşadığı gerçeklik ancak İdeolocya Örgüsü gibi bir cevabı gerektiriyordu. İdeolocya Örgüsü’ndeki birtakım kavramları, isimlendirmeleri bir türlü anlayamayanların Büyük Doğu’dan nasipleri yoktur. Üstad’ın kendisi İdeolocya Örgüsü’nün başında; “Eğer bu davayı bütünleştirebiliyorsak bizi ayakta ve saygıyla dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların akıbetine mahkûm ediniz!!” demesine rağmen, her ikisi de gerçekleşmemiştir. Böylesine bir sığ idrak dünyasında yaşıyoruz.

 

İdeolocya Örgüsü’yle ilgili olarak, bugüne kadar söylenmemişlerden bir tesbit olarak batılı büyük bir kafanın sözünü aktarayım. Diyor ki; “çağın büyük adamı, çağının isteğini dile getirebilen, çağının isteğinin ne olduğunu söyleyebilen ve bu isteğe cevap verebilendir.” İşte Üstad’ın İdeolocya Örgüsü-Büyük Doğu Düşüncesi başta olmak üzere aslî fonksiyonu bu cümlenin işaret ettiğidir.

 

Üstad; Büyük Doğu İdeolocya Örgüsüyle aynı zamanda bir dünya görüşü ahlâkı getirmiştir. Bunun ne olduğunu anlamak için gene kendisini dinleyelim:

“ Allah’ın Resûlü, buyuruyor ki:“- Ben ahlâkî mekârimi (keremleri) tamamlamak üzere geldim!”

Buradan da anlıyoruz ki, ahlâk sadece dünya görüşünün bir neticesi değil, aynı zamanda sebebidir.

Ahlâk o hale geliyor ki, fikrin kendisi oluyor. Fikir hemen onun başına geçiyor. Sonra fikrin neticesi oluyor. Yani, sebep ve neticesi, netice ve sebebi... Ahlâk bütün bu kâinat manzumesinde, duyan, düşünen ve hareket eden insanın bütün hareketlerini tatbik edeceği ruhî mîzan...

Dünyada fikriyatını yapıp da ahlâkını belirtmeyen Filozofa Batı eksik gözüyle bakar. Ve batı tefekkürü bahsinde de anlattığım gibi hemen şu soruyu yapıştırır:

“- Söyle, ahlâkın nedir?.. Hemen hesabını ver! Bunu sormakla mükellefim! Ve sen bildirmekle!..”

Bizde ise, ahlâk her şey... Zannettiğimiz gibi, öyle sun’î terbiye hudutları, uydurma insanlık hudutları içinde değil... Onun çok dışındadır. Ve mefkűrenin, idealin, ta kendisi olan tasavvufî, İlâhi marifet davasının ana dayanağıdır ahlâk... Şimdi üstün ahlâkı, umumî mânadaki ahlâkın ve insanın ana sermayesi kabűl ettiğimiz zaman, dinin bütün dayanağı olarak görmekte zerre kadar tereddüde yer yoktur. Düşüncenin hemen arkasından gelen düşünme tavrının anahtarıdır ahlâk... Bütün ruh ölçülerinin esası... “

 

İdeolocya Örgüsü-Büyük Doğu; kendimize, yöremize, ülkemize, bölgemize ve küremize ait sorumluluklarımızın total/bütün/küllî ifadesidir.

 

Sadece İdeolocya Örgüsü veya herhangi bir eserine bakmak nasıl muazzam bir enerji karşısında olduğumuzu göstermeye yeter.

 

Kavram ve muhtevaya ilişkin müthiş bir iğdiş oluş yaşayan Müslüman aydınların kendilerini sorgulayacakları bir ayna olarak Necip Fazıl’a bakmalarının elzem olduğunu söylesem, abartılı olmayacak sanıyorum. O’nun yaptığı (Towarniki’nin Heidegger için söylediği gibi) “denenmesi gereken bir ilacın adı değil, bir görev, bir iş… O, üçbin yıl sonra da okunuyor olacak!..”

 

Vefatının 25. yıldönümünde Üstad’ı rahmetle anıyor, anlıyor ve O’nu bir de yukarıdaki manâda (tecdid-yenileyici) düşünmeyi teklif ediyoruz, ne dersiniz?

 

Kaynak

 

 

Yazıya internette rastladım.Yorumlarınızı bekliyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadı ve davasını anlamada en temel eseri demek ki İdeolacya Örgüsü...Benim gibi okumayaların hemen okuması gerek sanırım...Bu arada yazının kaynağına baktım ancak kim tarafından kaleme alındığını göremedim...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Üstadı ve davasını anlamada en temel eseri demek ki İdeolacya Örgüsü...Benim gibi okumayaların hemen okuması gerek sanırım...Bu arada yazının kaynağına baktım ancak kim tarafından kaleme alındığını göremedim...

 

 

Efendim ben de aynı dertten muzdaribim.Yazının kim tarafından kaleme alındığı meçhul.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Efendim ben de aynı dertten muzdaribim.Yazının kim tarafından kaleme alındığı meçhul.

efendim yazı Yahya Düzenli tarafından kaleme alınmış ki zatı muhterem Hizmet-İş Sendikası Gn. Başkan Danışmanı imiş.Sizin kaynak biraz eksik kalmış :graduated:...

Share this post


Link to post
Share on other sites
efendim yazı Yahya Düzenli tarafından kaleme alınmış ki zatı muhterem Hizmet-İş Sendikası Gn. Başkan Danışmanı imiş.

 

Peki efendim anlaşıldı mevzuu şimdi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

İdeolocya örgüsü, Üstad’ın bütün eserlerinin çıkış noktası olan fikriyatının en ince noktasına kadar örgüleştirildiği eseridir. Üstad’ın bir şiirinde ele aldığı mevzuun, piyeslerindeki tahlillerin, tarih muhtevalı kitaplarının, makalelerinin ve topyekun bütün yazılarının üzerinde hakim olan ruh, o kitaptaki muhtevadır. Üstad’ın gayesi, İslam’ın kıymetinin anlaşılması, insanın sahip olduğu en kıymetli hazinenin İslam olduğunun şuuruna erdirilmesi, ferdin ve cemiyetin maddi manevi her türlü ihtiyacının sadece İslam’da bulacağının idrakine varılması ve hayat çizgisinin ona göre çizilmesi idi. Ki yazının müellifi de geniş çaplı olarak bu mevzulara güzelce değinmiş. Lakin tecdid-teceddüt-müceddit mefhumlarının günümüzdeki mümessili olarak Üstad’ı göstermesi doğru bir yol izlemenin karşıtı olarak zuhur ediyor. Bu mevzudaki yorumuna katılmak mümkün değil. Müceddidlik dini bir mefhumdur ve sadece bu vasfa sahip olan insanlar için kullanılabilir. Üstad’ın yaptığı iş, bir müceddidin yaptığı işe eş olacak şekilde değildir. Mesela Üstad’ın Doğru Yolun Sapık Kolları isimli eserini misal gösterecek olursak, bu kitapta İslam’da zuhur eden sapık kolların bir müceddidin yapabileceği şekilde İslam’dan temizlendiği söylenemez. Zaten bu sapıklıkları işaret eden, onları dinden temizleyen, onlara bağlanmanın ne büyük bir felaket olduğunu anlatan İslam alimlerinin eserlerinden aldığı donanım, edindiği malumat, öğrendiği hakikat ışığında kaleme alarak Müslümanların hizmetine sunmuştur o kitabını.

 

. İdeolocya Örgüsüne gelirsek, İslamın eşya ve hadiselere tatbiki, ferd ve cemiyetin teşekkül ettirdiği bütün sistemlerde İslam’a nasıl bağlı kalınacağı ve İslam’ın içinde her noktaya nüfuz eden tek bir zerreyi boş bırakmayan kaideler bütününün uygulandığı zaman ferdin ve cemiyetin alacağı pırıl pırıl parıldayan nizam tablosunu görmek mümkündür o kitapta. Bu kitaba bakarak Üstadın müceddid vasfında olduğunu söylemek, kitabın hangi kaynaktan geldiğini görmemek olur. İslami bir terim olan müceddidlik kelimesini de bu vasfa malik olmayan kişiler için kullanamayız. Üstad özünü, sözünü, fikrini, zikrini, ufkunu, varını-yoğunu İslamdan alan bir fikir, sanat, aksiyon adamıdır. Ve İslam’a göre yaşamayı biricik saadet bilen (veya bilmeyen/bilemeyen) Müslüman bir cemiyet içinde var olan bir fikir, sanat ve aksiyon adamının lüzumu ve kıymeti çok büyüktür. Lakin bu memuriyeti “cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerin(*)” vazifesi ile karıştırmamak gerekir.

 

(*)Kaynak

 

İdelolocya Örgüsü’nün ek kısmında zikredilen İslam’ı değil anlayışı, gözü yenileme meselesi de, İslam’a reform lazım diyen sapık zihniyete karşı söylenmiş bir sözdür. Bu tür insanlar nasıl ki İslam’ın özünü teşkil eden kaidelerin berhava edilerek yerine yenilik dedikleri sapıklıkların geçmesini istiyorlarsa, bir Müslüman da bilmelidir ki İslam’ın bu tür bir yeniliğe ihtiyacı yoktur, o zaten zaman ve mekan üstü bir yeniliğe maliktir. Onu anlayacak, onunla muhatap olacak olan gözün, kafanın eski sapkınlığından kurtulup doğru yolu net şekilde göreceği yeni göze kavuşmasıdır Üstadın altını çizdiği nokta. Evet, Üstad yenilemeye çalışmıştır ama neyi, küf yığını haline gelen, atalet bağlayan, evvelini ahirini göremeyen, yaşam gayesinin şuurunu taşımayan kafaları, ruhları. Üstad da 30 yaşında Abdulhakim Arvasi Hazretlerini tanıma şerefine nail olunca, hakikati tam manası ile göremeyen gözünü yenilemiştir. O göz artık İslam’ın aslî kurtuluş yolunu gören, bilen, gönle kadar indiren ve bunları bir mütefekkirin kalemi ile cemiyete anlatan rolü ifa etmiştir. Yazarın dediği gibi tecdid-teceddüt-müceddit kavramlarının yeniden tahkiki ve tanımlanmasına gerek olmadığı gibi aynı zamanda da hatalı bir iştir bu. Çünkü bu kavramların çerçevelediği mahiyet değişmeyecek şekilde belirtilmiştir ve insanlar ya bu mahiyetin dışındadır veya içindedir. Bu durumda, yazarın son cümlesinde tekellüm ettiği bu husustaki teklifini veto ediyoruz.

 

Bir de yazıda tam nüfuz edemediğim bir nokta var. Aşağıdaki ifadede, tırnak içindeki noktalı yerin asıl sahibi hangi kelimelerdi, noktalı yerleri yazar kendi mülahazasına göre mi doldurdu, yoksa Mustafa Sabri Efendinin dilinden dökülen kelime silsilesi sadece o kadar mıydı. Son noktada vurgulanmak istenen vasıf ne idi? Bu, muallakta kalan bir nokta olmuş.

 

Oldukça ilginçtir ki bu tahkiki, 1945 yılında, henüz hayatta olan ve o yıllarda Mısır’da yaşayan Osmanlı’nın son şeyhülislâm’ı, büyük İslâm alimi Mustafa Sabri Efendi yapmış ve Necip Fazıl ile ilgili hükmünü “kendisini İslâm davasının uzun yıllar boyunca beklenen…..” şeklinde tecdid-yenileyici olarak vermiştir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...