kevser 4 Report post Posted September 11, 2008 Bir kısım öğrencilerimi, ''Şairler Sultanı''na götürmüştüm. Kalabalık bir genç topluluğu karşısında görünce çok sevinmiş, onlara çok önemli tavsiyelerde bulunmuştu. Üzerinde en çok durduğu husus ise, '' imanda derinleşme '' ve ''sahabeye benzemek'' hassasiyeti idi. Sohbetin bir yerinde, ben de Bediüzzaman'dan bir söz naklettim: ''İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir.!'' Ancak Necip Fazıl Bey, devamına imkan vermedi ve dedi ki: ''Sen hangi sıfatla bediüzzaman'dan bahsediyorsun?'' Tabi bu soru beni hem şaşırttı, hem de heyecanlandırdı. ''Hiç bir sıfatım yok efendim. Sadece eserlerini okurum.'' dedim. '' O halde o zat hakkında konuşmak, senden çok benim hakkım...'' Şaşkınlığımızın iyice arttığını fark edince de, şu açıklamayı yaptı: ''Ben sultanahmet'te Hazreti ziyaret edip elini öptüm. Bana,'seni yirmi yıllık talebem gibi kabul ediyorum, dua ediyorum.' dedi. 'Büyük Doğu'yu okuttuğunuve beğendiğini ifade etti.'' Sonrada bir soru üzerine, şu açıklamayı yaptı: ''Bediüzzaman'ın klasik manada bir tahsil hayatı yoktu, o vehbi ilme mazhardı. Bilhassa yılmak bilmez mücadelesini, korkusuzluğunu gençler çok öğrenmelidirler.'' Bediüzzaman hakkındaki bu görüşleri, hepimizi çok sevindirmişti. Bende bu mutlu havadan istifade ederek, çoktandır merak ettiğim sorumu yönelttim: ''Efendim, siz de Bediüzzaman gibi mukaddes davamız uğruna hapislere girdiniz. Ancak sizin dilinizde hapishanenin adı, zindan... Dayanılmaz acıların, ıstırapların yılanlı kuyusu... Bilhassa da 'CİNNET MÜSTATALİ' adlı eserinizi okuyunca, adeta biz de sizinle birlikte zindana girmiş gibi oluyoruz. Halbuli Bediüzzamannın hapishaneleri, Medrese-i Yusufiye.. İman hizmetinin kesintiye uğramadığı, aşkla, şevkle çalışılan Nur mektebi... Bu farkın sebebini öyrenebilir miyiz? Dedi ki: ''Her insan ayrı bir alemdir. Maddesi manası; bedeni ruhu aynı olan var mıdır? Tabii bir de hayat tarzı... Bediüzzaman, hapishaneye, zaten hapishanedenfarksız bir hayattan gidiyor. Ben ise, işte butadan, Erenköy'dekibu köşkten gidiyorum. Aynı olabilir miyiz hapishanede?'' VEHBİ VAKKASOĞLU 2 Quote Share this post Link to post Share on other sites
vasifsiz 28 Report post Posted March 29, 2011 Zaman Gazetesi-Kürsü'de yayınlanan 21.05.2010 tarihli bir yazıda, Bediüzzaman Said Nursi ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek arasında geçen bir vakıa yine Vehbi Vakkasoğlu'ndan naklediliyor: ... Onun cemiyet ve insanlık için fedakârlık ufkunu anlama adına fikir verecek bir hatırayı Vehbi Vakkasoğlu beyden dinlemiştim. Kendisi Necip Fazıl merhumu ziyarete gittiğinde ona Zübeyr abiden işittiği bir hatırayı naklediyor. Büyük Doğu dergisinin sıkıntılar yaşadığı, bir yayınlanıp bir yayınlanmadığı dönemlerden birinde yine parasızlıktan dolayı dergi basılamayacak gibi oluyor. Bu mevkûte o zaman için çok önemli bir misyon ifade ettiğinden Üstad Hazretleri ona İslam'ın sesi ve soluğu olarak bakıyor. İşte Büyük Doğu'nun parasızlıktan dolayı basılamayacak olması Üstad Hazretlerine çok dokunuyor ve Zübeyir ağabeyi çağırıp ona, "Zübeyir, Doğu çıkmayacakmış, mutlaka bir şey yapmamız lazım" diyor. Zübeyir abi de, "Üstadım, neyimiz var ki bir şey yapalım" diye cevap veriyor. Bunun üzerine Üstad Hazretleri: "Benim, kışın üzerime aldığım eski, yamalı bir yorganım vardı. Belki birisi bir değer atfeder de onu satın alır. Siz de elinize geçeni Doğu'ya gönderirsiniz" diyor. İşte Hazreti Üstad o yorganı sattırıp bedelini dergiye gönderiyor. Vehbi Vakkasoğlu Beyefendi, "Bunu Üstad Necip Fazıl'a anlattığımda yüzünü pencereye çevirdi ve hıçkıra hıçkıra ağladı" demişti. Kürsü 21.05.2010 2 Quote Share this post Link to post Share on other sites
En Son Osmanlı 44 Report post Posted March 30, 2011 Güzel paylaşımınız için teşekkürler. Yıllar önce ben de bir şey duymuştum. Bediüzzaman'ın N.Fazıl'ı talebeliğe çağırdığı, onun ise "Bana da Üstad diyorlar...'' diyerek bunu reddettiği şeklindeydi. Ne derece doğru, bilmiyorum. Ama yukarıda verdiğiniz örnekler İki Üstadımızın birlikteliğini göstermesi açısından çok önemli. Sultanüş Şuaraya da Bediüzzaman'a da Allah gani gani rahmet eylesin. Türkiye'nin ve İslâm dünyasının yeniden ayağa kalkmasında çok önemli rolleri var... Quote Share this post Link to post Share on other sites
sark 208 Report post Posted March 30, 2011 Güzel paylaşımınız için teşekkürler. Yıllar önce ben de bir şey duymuştum. Bediüzzaman'ın N.Fazıl'ı talebeliğe çağırdığı, onun ise "Bana da Üstad diyorlar...'' diyerek bunu reddettiği şeklindeydi. Ne derece doğru, bilmiyorum. Ama yukarıda verdiğiniz örnekler İki Üstadımızın birlikteliğini göstermesi açısından çok önemli. Sultanüş Şuaraya da Bediüzzaman'a da Allah gani gani rahmet eylesin. Türkiye'nin ve İslâm dünyasının yeniden ayağa kalkmasında çok önemli rolleri var... Bu linkten daha geniş bilgi sahibi olacağınızı umuyorum. Üstad'ın risale-i nur talebesi olmayı bahsettiğiniz cümle ile reddi söz konusu değildir. Takdir edersiniz ki böyle bir cümle, Üstad'a yaraşacak bir gerekçe değildir.. Quote Share this post Link to post Share on other sites
vasifsiz 28 Report post Posted March 30, 2011 Üstad Necip Fazıl, Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatına 'Son Devrin Din Mazlumları' adlı kitabında yer vermiştir. Kendileri üstadla bizzat görüşmüş, bu ilk ve tek görüşmeyi de bu kitabın üstadla ilgili kısımda anlatmış. Üstadın aktardığı o hatırayı okumak için bu linke tıklayınız. ____ Bu konu daha önceden bu başlıkta ve bu başlıkta açılmış. Birleştirilebilir zannımca. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Ü.Y. 46 Report post Posted April 3, 2011 Selamlar Paylaştığınız linkleri inceledim. İlginç paylaşımlar, açıklamalar var gerçekten. Her şeyden önce Bediüzzaman'ın Büyük Doğu'ya olan hassasiyeti tüyler ürpertiyor. Davaya olan müthiş bir teslimiyet örneği... Son Devrin Din Mazlumları'nda da bu iki kıymetli insanın görüştüğünü öğreniyoruz. Bediüzzamanın İstanbul muhakemesi sırasında bende kendini yakından görmek veİslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak planında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu. Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar. O katta da hizmetine bakan talebeler Bu gençlerin yüzlerinde ziyaretimden memnunluk duyduklarını ilan eden mânâlar Beni, içinde, dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve: -İşte Necip Fazıl!; Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar. Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık bir hâl Heybet hissinden ziyade, davasına teslim olmuş çilekeş bir insan intibaını aldım. Beni Büyük Doğu faaliyetimle tanıyorlar ve o tarihlerde henüz başlarında olduğum hapislerimi biliyorlardı. Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler: -Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum; daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum! Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim. İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesine hizmet etmiş kabul etmelerindeki tevcih (sözle işaret etmesi) biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkan yoktu. Benim kendisinde taktir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl davası ayrı mesele Necip Fazıl KISAKÜREK -Son Devrin Din Mazlumları- S: 244 - 245 Üstad Necip Fazıl'ın ifadelerindeki son cümlede geçen "İslâmî kemâl davası"ndan anlamamız gereken nedir? Acaba neden "ayrı mesele" Biraz üzerinde yoğunlaşmanızı rica etsem? dua ile Quote Share this post Link to post Share on other sites
sark 208 Report post Posted April 7, 2011 Bahsin yeni bir cemaatler arası tartışmaya kayması kaygısını taşımakla birlikte, satıh üzeri iktibas yaptığınız kısımların bendeki intibasını dile getirmek istiyorum. Üstad'ın Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri için; "Benim kendisinde taktir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi." cümlesi aslında sualinize sağlam bir yanıt. Zira Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin kavi,iman dolu göğsünün karşılaştığı hiç bir müşkil durumda sönmediğini ve de boyun eğmediğini bilmekteyiz. Kendisine saygı duruşu için Ermeni askerinin önünde ayağa kalkmaması, sarığının çıkarılması talebine karşılık, "Bu sarık başımdan ancak kafamla çıkar!" karşılığı, zamanında resmen eritilmeye çalışılan İslam madeninin Allah'ın izniyle tekrar ihyasında rol alması, pek çok zehirlenmelere, rüşvetlere rağmen hak bellediği davasından taviz vermemesi, yattığı hapis yılları yahut sürgünleri, TBMM'de meclis kürsüsünde ve hatta Atatürk karşısında hak bildiği doğrulardan dönmemesi, siyasetin zehirli dişlilerine kendi nüfuzunu malzeme etmemiş şahsiyeti ilaahir bunlar çoğaltılabilir. Anahtar kelimesi tartışmasız İslam'a ve dine hizmet etmek olan Said Nursi Hazretleri'nin şüphesiz Üstad nezdinde de takdir toplamasına, kaba haliyle bunlar sebeptir. Yani tek nokta İslama hizmet ve tabilikteki tavizsiz tavır, ehli küfre karşı cephe alma. Burada Üstadla müşterek görünüyor. Yalnız şu "İslâmî kemâl dâvası" şimdi bunun neden "ayrı mesele" olduğu kısmı benim nezdimde naçizane şu şekildedir: Malumun ilanıdır ki, Said Nursi Hazretleri başlangıç itibariyle ehli tariktir. Manevi olarak pek çok şeyhten, mürşidden feyz ve ilham aldığı bilinir. /Bu hususta Sadık Yalsızuçanlar'ın Tasavvuf Risalesi eserine göz atabilirsiniz. Ekseriya nedense bu tarikat bahsi görmezden gelinir./ Yalnız bir vakit sonra yine bir zuhuratında hakiki mürşidin Kur'an olduğu kendisine ilham edilir ve artık kendisini tamamen İslam davasına hizmete adar, kendisini iman kurtarıcı vizyonunu yükler ve bu uğurda da binleri aşan bir cemiyete kavuşur. Öyle sanıyorum ki, Üstad'ın "Ben Nur talebesi değildim, olmama da imkan yoktu!" cümlesinin altında bu husus yani, tarikattan, ehli tarik olmaktan uzaklık yatar. Bildiğimiz gibi Üstad'ın Abdulhakim Arvasi Hazretleri'nin eteklerine tutunması akabinde tasavvufa, tarikate aşırı bağlılığı artmış ve her sahada en şedid müdafaacısı olmuştur. Ve ancak bir kamil-i mürşide tabiilikle İslam dâvasının kemâle ereceğini tasavvur etmiştir. Bir "Rabıta-ı Şerife" yahut "Tasavvuf Bahçeler" eserleri bunun delili olarak görülebilir. Demem o ki, muhalif göründüğü nokta kanımca budur. Quote Share this post Link to post Share on other sites