Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mukarrabin

Kitap Şiiri

Recommended Posts

(Üstâd'ın "Esselâm" isimli şiir kitabını okuduktan sonra karaladığımız satırlardır...)

 

 

 

ESSELÂM

 

 

Varlığın sebebi bir Nur,

Nur, billûr, O'nun nurundan.

Her şey yok olsa, O durur,

O ki; O, Yok Olmayan'dan.

 

İfadeler şaşkın kalır,

O'nu nasıl anlatsın hârf.

Sonsuz mânâ, sırlı satır,

Ve Allah imzalı bir zarf.

 

O'nun sevgisinde zirve,

Ve aşk... Her, her bir zerresi.

Ve zirve... Belâda zirve,

Her zerresinde; "O" sesi.

 

O yürüdü ve Rûh kaldı,

Değer, akılüstü değer.

Sidre'de Rûh kalakaldı,

Kıymeti ölçsün ölçenler.

 

Neyi andım, O'nu andım,

O'ndan parçacıklar; varlık.

O'nsuz her şey eksik, yarım,

O'nu bilir her parçacık.

 

Nur üstü nur, nur üstü nur,

Ve muhatabı; hitâbın.

Ve sahibi; yalnız O'dur,

O, zamanüstü kitâbın.

 

O'ndan evvel bir hiçti var,

Ne kelam vardı ne kalem.

Hakîkat; O var diye var,

Bütün onsekizbin âlem.

 

Ankara, Kasım 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

Neyi andım, O’nu andım,

O’ndan parçacıklar; varlık.

O’nsuz her şey eksik, yarım,

O’nu bilir her parçacık.

 

Arkadaş, bu şiirinde hoş olmuş,

Bir soru:

Her şey O'ndan mı, her şey O mu?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her şey; O'ndan...

Ve her şey de; O...

O'ndan olmayan ne var.?..

O'nun dışında bir şey mi var?...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Her şey; O'ndan...

Ve her şey de; O...

O'ndan olmayan ne var.?..

O'nun dışında bir şey mi var?...

 

Şeyh Bahaeddin Ömer tarafına ise bir meyil duydum. Bir gün huzurlarındaydım. 'Şehirde ne haber var?' diye sordular. 'İki türlü haber var' dedim ve izah ettim: 'Şeyh Zeynuddin ve yakınları der ki (Heme ez ost-Her şey ondandır)... Seyyid Kaasım ve bağlıları ise derler ki (Heme ost-Her şey odur); ya siz ne dersiniz?' Başını eğdi ve 'şeyh Zeynuddinliler doğru söylüyor!' dedi. Ve hak verdiği tarafı kuvvetlendirmek için delil göstermeye başladı. Gördüm ki, delilleri Seyyid Kaasım ve bağlılarının iddiasını kuvvetlendirmekte... Dedim ki: 'Sizin Zeynuddinlileri haklı çıkarmak için ortaya koyduğunuz deliller asıl karşı tarafı haklı çıkarıyor!' Yine kuvvetli delillerle karşı çıktılar. Fakat yine öbür tarafı gerçekleştirmiş oldular. Anladım ki, maksatları, batında Seyyid Kaasım ve taraftarları gibi düşünüp, zahirde Zeynuddin ve etrafı gibi görünmekmiş...

 

 

Yukarıdaki bölüm Necip Fazıl'ın Başbuğ Velilerden 33 eserinden... Şehirden haber veren zatta Hace Ubeydullah Ahrar Taşkendi hazretleri.

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Üstâd'ın 'İbrahim Ethem' isimli tiyatro eserini okuduktan sonra karaladığımız satırlar...)

 

 

 

İBRAHİM ETHEM

Bir ses işitti gece, yıkıldı üstüne dam,

"Ne garib bir iş" dedi, damda gezen bir adam.

 

"Sen hem arayacaksın, gece ve gündüz her dem,

Hem de yatacaksın ha!" dedi, düşündü Ethem.

 

Ve nihayet anladı, O bulunmaz rahatta,

"O'na varılmaz" dedi, saraylarda hayatta.

 

Bulmak için vazgeçmek, herşeyden ve kendinden,

Bulanların ahvâli, soran olursa: "Neden?"

 

İbrahim; fakir sultan, üstünde eski bir çul,

İbrahim; zengin köle, İbrahim Allah'a kul.

 

Bugün bir bayram günü, bugün günlerden şölen,

Yabancı bir adamdı, o gün huzura gelen.

 

İnsanlar donmuş gibi, gelen ne de heybetli,

Getirdiği hakîkat, kıymetli mi kıymetli.

 

"Bu nasıl bir saray ki; birileri gelmede,

Saray kervansaray ki; diğerleri gitmede."

 

Ne uzun bir haber bu, yalnızca iki satır,

Bu haberi getiren, adamın adı Hızır.

 

İbrahim; yolculardan, sonsuzluğa seyreden,

ibrahim; bir kurtulmuş, şöhret denen perdeden.

 

Şaşkınlardan da şaşkın, bu haller neyin nesi,

Ve açık açık duydu, "uyan" diyen bir sesi.

 

Zaman av zamanıdır, daha zamanımız var,

Tâ ki sesi ceylandan, o ân duyana kadar.

 

Avlanırken avlanan, kaç tane avcı vardır,

Artık avlanmak geçti, yalnız Avlayan vardır.

 

Ne şu gökler gürledi, ne de dereler taştı,

Oluk oluk boşalan, gözlerden akan yaştı.

 

İbrahim; âlem âlem, gezip duran bir derviş,

İbrahim; mâsivadan, köşe-bucak gizlenmiş.

 

Aşağılık ne çirkin, İbrahim'e ne güzel,

Alçaldıkça şu nefsi, yüceye çıkardı el.

 

O'nu tanıyan için, tanınmak bir eğlence,

Eğlencenin böylesi, ruhuna bir işkence.

 

Kendini tâ en dipte, diplerde görmek gerek,

Ondan sonra kapıdan, usulca girmek gerek.

 

Ciğerinin parçası, parça parça İbrahim:

"Ya onu, ya da beni" böyle dedi Sahibim.

 

İbrahim; aşk sırrına, ulaşan güzel âşık,

İbrahim; biliyor kalb, bu hususta daracık.

 

Çile, meşakkat çekti, nihayet bir kul oldu,

Arayıp durduğunu, O'na kullukta buldu.

 

"Fakirliği alanlar, nasıl aldılar" dersen,

İşte İbrahim Ethem, işin aslını öğren.

 

Kıymet derviş olmakta, şehir, ülke hikaye,

Bedavaya dervişlik, ticarette ne pâye.

 

Ne garib kıyafete, kıymet verip gidenler,

Ethem gibi garibler, sessiz sâkin giderler.

 

İbrahim; din ve dünya, iki âlemde sultan,

İbrahim; anka kuşu, şu Kaf Dağı'na uçan.

Ankara, Kasım 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

İbrahim Ethem'i başka severim, Aziz Mahmud Hüdayi'yi de... Şiiriniz İbrahim Ethem'in hayatını anlatan bir risale gibi oldu. Ruh pınarınızdan gelen şiirleriniz çok hoş vesselam...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok güzel bir şiir olmuş. Ruhunuza, emeğinize sağlık.

Allah razı olsun. Hayırlı geceler.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bir soru:

Her şey O'ndan mı, her şey O mu?

 

Üstad'ın sadeleştirdiği Mektûbat-ı Rabbânî'den:

 

İmam-ı Rabbanî’nin anlatılmaz büyüklüğünü yine eseri anlatır:

 

(Mektubat)ın getirdiği, İkinci Binin Yenileyiciliği çapındaki yenilik; “Vahdet-i Vücud” meselesini aklın son haddiyle tesbit etmesi; ve Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin yanlış anlaşılan ve eserle müessiri bir gösterdiği vehmine düşülen “Vahdet-i Vücud” davasını tam gerçeğe bağlamasıdır.

 

“-Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde...”

 

Yani, nerede onu buldum ve teşhis ettim sanırsan onun da ötesinde, namütehani ötesinde...

 

Meşhur düstur;

 

-Ne ki, o zannedersin; zannettiğin o şey, ona perdedir.

 

Böylece:

 

-“Heme ost” değil; ”Heme ez ost”… “Her şey o” değil; “her şey ondan”...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Üstad'ın sadeleştirdiği Mektûbat-ı Rabbânî'den:

 

İmam-ı Rabbanî’nin anlatılmaz büyüklüğünü yine eseri anlatır:

 

(Mektubat)ın getirdiği, İkinci Binin Yenileyiciliği çapındaki yenilik; “Vahdet-i Vücud” meselesini aklın son haddiyle tesbit etmesi; ve Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin yanlış anlaşılan ve eserle müessiri bir gösterdiği vehmine düşülen “Vahdet-i Vücud” davasını tam gerçeğe bağlamasıdır.

 

“-Allah, ötelerin ötesinde, ötelerin ötesinde; ötelerin ötesinde...”

 

Yani, nerede onu buldum ve teşhis ettim sanırsan onun da ötesinde, namütehani ötesinde...

 

Meşhur düstur;

 

-Ne ki, o zannedersin; zannettiğin o şey, ona perdedir.

 

Böylece:

 

-“Heme ost” değil; ”Heme ez ost”… “Her şey o” değil; “her şey ondan”...

 

 

Hallac-ı Mansur’a sordular:

 

–Ya Mansur! Hak O’dur de, Benim deme!

 

–Evet, evet dedi; ondan gayri ne var ki?

 

 

Ve böyleyken Hallac-ı Mansur’un malum nidası:

 

–Enelhak!

 

 

Üstad Necip Fazıl’dan okuyalım:

 

Cüneyd’den bazı hallerde, mukaddes ölçülere zıd ve anlaşılmaz sesler yükseldi. İnsanı hudutsuzluğun ötesinde, hudutsuzluğun ta kendisiyle bir gören canhıraş sesler…

 

Cüneyd deyince hatıra gelen ve idrak kubbesini tiril tiril titreten Meşhur nida:

 

–Allah cübbemin içinde!

 

Bu söz akıl ve anlayışa nefes payı kalan her yerde küfürdür. Cüneyd’den sonra da aynı hal, Bayezid (Bestami) ve Mansur (Hallac) başta, daha nicelerinde görülecektir.

 

 

Üstad Hace Ubeydullah Ahrar Hazretlerinden aktarıyorlar:

 

–Cüneyd hazretleri sözü ima ile söylerler ve sırları gizlerlerdi. Bir gün, istemeden, ince hakikatlere dair ağızlarından sözler dökülmeye başlamış… Meclislerinde, kendilerinden bu sözleri cezbeden bir olmak ihtimalini düşünmüşler ve yoklamışlar… Bakmışlar ki, bir köşede Mansur (Hallac), başını cübbesinin yakası içine çekmiş, oturuyor. Mansur’u dışarı çıkarmışlar… Zira onun sırrı ifşa edeceğini biliyormuşlar…

 

 

‘Veliler Ordusundan 333’ eserinde Üstad, Tefsirciye sözü bırakıyor:

 

–(…) Dikkat buyurunuz; ölçü şudur: Allah ehli, sekr halinde, manevi sarhoşluk anında, kendinden geçme ve benliğinden kaybolma deminde, söyledikleri sözlerden mesul değildirler, mazurdurlar. Bu, bir an için, tıpkı deliden teklifin kalkması gibi bir şeydir. Fakat bu halin cinnetle en küçük alakası yok… Akıl dışı olan bu hal, akılla da izah edilemez. Ancak bu kadar söylenebilir. Denilebilir ki, bu sözleri, akıl ve kıyas çerçevesi içinde sarfetmeye imkân düşünülemez.. Bu çerçevede bu söz bildiğimiz gibi, mutlak küfür olur. Mansur ise, kendisinden bütün dış nispetler melekesini kaldıran ve onu vahdet denizinde boğan bir serk ve istiğrak hali içinde bu lafı etti. Ondan daha büyükler bu hal içinde büsbütün yokluğa yapışmayı ve sonra istiğfara kapanmayı bilmişlerdi. O, hali ve derecesi icabı, bunu bilemedi. Muhakkaktır ki, Mansur, bunca kerametine rağmen, büyük kemal ve temkin makamından uzaktı. O makama mahsus muazzam edebe erişemedi; bir bakıma da halin esrarını faşetmiş oldu. Bunu da başıyla ve seve seve ödedi.

 

 

İşin sırrı Şems Tebrizi’nin Mevlana’ya suali ve Mevlana’nın ona verdiği muazzam cevabında.

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Filibeli Ahmed Hilmi'nin ünlü romanı...)

 

 

 

A'MÂK-I HAYAL

 

Hayalin mânâ dolu, derinliklerindeyim,

Karşımda bir ayna var, bana beni gösteren.

Ben Haydar'ın sırrına, sanki ortak bir (ney)im,

"Ben neyim?" meselesi, şu beynimi kemiren.

 

Yoksa ben deli miyim ve herkes akıl küpü,

Cevap aynada saklı, söyle söyle ey ayna!

Korkma ve yürü, yürü!... Sefer idrâke törpü,

Hakîkat peşinde ruh, kayna, durmadan kayna!?

 

Hayalden perdelerde, gerçekten de gerçeklik,

Gerçekte gerçek vehim, gerçekte hayal gerçek.

Hayalsiz yaşayana, sorulsa nedir teklik,

Hayali gerçek sanan, nasıl cevap verecek.

 

Gördüğüm her ne varsa, yalnız aslından gölge,

Başımdaki gözlerim, aslolana çok uzak.

Görülecek neler var, görülenlerden özge,

Aynası olmayana, madde ötesi yasak.

 

Ne acaib bir adam; şu kendine yabancı,

"Her ne varsa bilirim", der "bilmek icab eden..."

Sen, ey akılsız adam!... Mankafalı yalancı!...

Bir ayna bul ve öğren!... Sen kimsin ve nesin sen?

 

Aynalarda hayat var, aynalarda sen ve ben,

Gören göz aynalarda, tutal el, konuşan dil.

Aynalarda hayal var, daha gerçek, gerçekten,

Hayalin ötesinde, neler var aynadan bil.

 

Nihayetsiz doğrular, akıl almaz mânâlar,

Mânâyı gören herkes, benliklerini kustu.

İş mânâyı anlamak, vesilesi aynalar,

Bak, izle, gör ve anla!... Aynalar Allah dostu!...

 

 

Ankara, Kasım 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Mustafa Necati Bursalı'ya ait Efendimiz'in (aleyhisselam) mübarek annelerinin hayatının anlatıldığı bir eser: Ehli Beyt Şanlı İnci ve Anneler Sultanı Hz. Âmine radiyallahu anha)...

 

 

HZ. ÂMİNE

 

Kimler ağlamaz ki; şehrin haline,

Akıl almaz bir iş, güya anane,

Mekke!... Mekke sanki, koca berhane,

Yıkık, viran evde bekler Âmine.

 

Ağlarlar zamanın, hazin resmine,

O da üç-beş kişi, geri bigâne,

Bir devir; insanlar, sanki divâne,

Ne büyük bir değer taşır Âmine.

 

Kimler bakar sayın, Rabbin eline,

Varmaz sayı ona, etmez düzine,

Taş kalpli insanlar, Kâbe puthane,

Bir kalp sahibi var, adı Âmine.

 

Fil geldi ve çöktü, dizi dibine,

Ebabiller uçtu, ordu üstüne,

Gökten ölüm yağdı, hayat çölüne,

Ulu ile sâkin kızı Âmine.

 

Bir "nûr topu" idi, düşen rahmine,

Aslı nûr, nesli nûr, nûrdan bir anne.

Doğdu ve nûr doldu, fezâ ve hâne,

Apaçık sahibi, Nûr'un Âmine.

 

Ahvâli pek benzer, güzel ismine,

Tevekkül hâline, işte numune,

Alnında nûr gibi ter tane tane,

Ebedî hayata yolcu Âmine.

 

Doymadı, doyumsuz güzelliğine,

Ve Ebva'da vedâ etti gülüne,

Mirası emsalsiz, müthiş hazine,

Anneler annesi, annem Âmine.

 

 

Ankara, Kasım 2008

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Üstâd Necip Fazıl'ın bir eseri: Nasreddin Hoca...)

 

 

NASREDDİN HOCA

 

Gülsen de bir lahza öyle kal ve dur;

Düşün hikmetini, canla kardeşim.

O güldüğün yere, öylece otur,

Neye güldüğünü, anla kardeşim.

 

Sor; düdüğe kimmiş süren dilini,

Anla; kim verdiyse o; bedelini,

Şimdi görüver de kendi hâlini,

Öyle içli içli, ağla kardeşim.

 

Ne oku ne işit, ne gör ne de bil,

Gülmek ise derdin, sen gül ey câhil

Beri gel, kulak ver sesime âkil,

Neşedense çile evlâ kardeşim.

 

Niyet olmaz ise, çözülmez ilmek,

Ne iş kördüğümken, gülmekten ölmek,

Aynalarda kendi kendine gülmek,

Düşün ne türlü bir belâ kardeşim.

 

Her şeyde bir sır var, varmak mârifet,

Sınıra gelince, durmak mârifet,

Murâdı dosdoğru, görmek mârifet,

Tam görür mü bakan şehla kardeşim?

 

Ağlayacak yerde, gülse de âlem,

Kahkahalar atsa, cümle elâlem,

Ötesine bir bak, ne yazmış kalem,

Gülmek için gülme zorla kardeşim,

 

Gönülle varılır bir öze anca,

Nükteler, fıkralar, idrâke kanca,

Gülüp durduğun o Nasreddin Hoca,

Hikmet pınarından damla kardeşim.

 

Ankara, Mayıs 2009

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...