Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
AhıskaLı

İki Büyük Fetih ! Fatih Sultan Ve Necip Fazıl

Recommended Posts

"Eğer İstanbul fethedilmeseydi ve Osmanlı güçlenerek tarih sahnesine çıkmasaydı, İslâm medeniyeti sanki yok olmanın eşiğine gelmek üzere gibiydi." Bu, bizden birine ait ve bizden birinin yapabileceği bir tespit değil. Arnold Toynbee'ye ait bir tespit bu. Bizden birinin, İstanbul'u fetheden Osmanlı'nın, genelde insanlık tarihi, özelde ise Doğu'dan ve Batı'dan gelen saldırılar nedeniyle çökme tehlikesi yaşayan İslâm medeniyetinin kaderi açısından ne denli hayâtî bir rol oynadığını bu kadar çarpıcı ve silkeleyici bir dille ifade edebilmesi çok zor gibi geliyor bana. O yüzden, Toynbee, İstanbul'un fethinin ve Osmanlı'nın tarihte oynadığı rolün bizden çok daha fazla farkına varmış bir tarih felsefecisidir, diye düşünüyorum.

Aynı şekilde, üstad Necip Fazıl'ın bu ülkenin aydınlarının İslâm'la yeniden muhkem bir ilişki kurmalarında oynadığı o kilit rolün de henüz farkında değiliz. Oysa, İslâm medeniyetinin tarihten silinmek üzere olduğu bir zaman diliminde İslâm medeniyetini yeniden dirilten ve ayağa kaldıran İstanbul'un fatihi Fatih Sultan Mehmed ile, yokolmanın eşiğine gelen ve tastamam bir ruhsuzluklar ülkesine, bir "çorak ülke"ye dönüştürülen Türkiye'nin hilkat garibelerini andıran aydınları arasında "Büyük Doğu" gibi bir kıvılcımın fitilini ateşleyen, bize ruh üfleyen, gönüllerimizin ve zihinlerimizin fatihi / dirilticisi Necip Fazıl'ın kişilikleri ve "eylem"leri arasında ilginç paralellikler var.

Hâl böyleyken, İstanbul'un fethinin 550. yılının sadece lokalize törenlerle, üstad Necip Fazıl'ın vefatının 20. yılının ise yalnızca Türkiye Yazarlar Birliği'nin gerçekleştirdiği bir iki etkinlikle hatırlanması, oldukça acı verici ve düşündürücüdür.

Sanki bu unutkanlığımız, zihin ve hafıza kaybımız yetmiyormuş gibi bir de tersi dönmüş ahmak birilerinin fethi işgal ile özdeşleştirme sığlığı ve soysuzluğu sergilemeleri karşısında insanın nutku kesiliyor gerçekten. O yüzden Fatih Sultan Mehmed ile üstad Necip Fazıl'ın "fetih"leri ve "fatihlik"leri meselesine geçmeden önce fetih ile işgalin neden esas itibariyle aslâ birbiriyle alakâsı bile olmayan iki farklı eylem biçimi olduğunu gösterme mecburiyeti hissediyorum.

Moğolların Doğu'da terör havası estirdikleri, Avrupalı haydutların ve barbarların ise Amerika ve Afrika kıtasındaki medeniyetlerin kökünü kazımakla iştigal ettikleri bir zaman diliminde Osmanlı'nın gönülleri fetheden çıkışı, pagan uygarlıklarla vahiy medeniyetleri arasındaki farkı çok iyi gözler önüne seren bir hâdisedir.

Fethi, işgal ile özdeşleştirmeye kalkışmak sadece tersi dönmüş ahmaklara özgü bir pergelini şaşırmışlık hâli ve göstergesidir: Tersi dönmüş ahmakların, fethi, kefer-i fecere'nin işgaliyle, sömürgecilikleriyle karıştıracak kadar kafaları işgal, zihinleri de iğdiş edilmiş olabilir...

Oysa fetih, her şeyden önce, fatihlerin ve mücahidlerin nefisleriyle kıran kırana giriştikleri bir nefs terbiye ve tezkiyesinin, bir arınma, bir kendini tanıma, zaaflarını aşma ve kendinden taşmanın adıdır. Fetih, zorlu bir çilenin, üstad Necip Fazıl'ın deyişiyle "bir oluş sırrı" çilesinin hem adı, hem de eseridir.

Fetih, büyük rüyalar sonrasında hayat bulur; işgal ise amansız ve acımasız hayallerin zuhuratı ve vukuatı olan şer-şeytan bir eylemdir. Lewis Mumford'ın 20. yüzyılın başlarında, İsmet Özel'in ise sonlarında dikkat çektikleri gibi hayal, dünyevî bir serkeşlik, sarhoşluk ve "uyanıklık" hâlidir; rüya ise öte kaygısının, sâhibini ötelere, ötelerin ötesine ulaşma azmi ve cehdi ile harekete geçiren bir ayıklık ve varoluş hâlidir; derûnî "bir oluş sırrı"dır.

İşgal, hayalcilerin işi ve meşgalesidir; fetih ise büyük rüyalar gören gönül "er"lerinin, insanı kendi varoluş sırrına erdiren gazâ ve cehdlerinin işi. İşgalciler, hayalperest ve maceraperest kişilerdir. Bu nedenledir ki, işgalcilerin yaptıkları her işin, attıkları her adımın, gördükleri her büyük hayalin hayalete dönüşmesi, hayatı zehir etmesi kaçınılmazdır. Oysa büyük rüyaların adamı olan fatihlerin attıkları her adımın, yaptıkları her işin, sadece insanlara değil, her şeye, her varlığa hayat bahşetmesi tabiîdir.

Örneğin, Avrupalı hayalperest ve maceraperestlerin girişimleri 1492 yılında hem Endülüs'ün, hem de Amerika kıtasının işgaliyle ve işgal edilen topraklardaki medeniyetlerin köklerinin kazınması ve kurutulmasıyla sonuçlanmıştır. Oysa Müslümanların İspanya'yı fetihleri, bir hayalperestliğin ve maceraperestliğin ürünü olmadığı için İspanya'da hem yepyeni bir medeniyetin çiçeklenmesiyle, hem de orada varolan diğer dinlerin ve kültürlerin hayat bulmalarıyla neticelenmiştir. Yine bu nedenledir ki, Endülüs, Avrupalı maceraperestler ve "barbar"lar tarafından işgal edildiğinde, işgalcilerin estirdiği terör havası, hem bu barbarların, insanlığın ilim, kültür, düşünce ve sanat zirvesinin şaheserlerini ortaya koyan Endülüs medeniyetini gözlerini kırpmadan yerle bir ederek yoketmelerine neden olmuş, hem de bu terör havasından kurtulmak isteyenlerin İslâm medeniyetinin parlayan ve yükselen yeni yıldızı olan bir başka İslâm yurduna, "barış / İslâm" ve adalet yurdu Osmanlı ülkesine sığınarak hayatlarını ve dünyalarını emniyet ve güven altına alabilmeleri mümkün olabilmiştir.

Görüldüğü gibi, işgal ile fetih'i aynı şeylermiş gibi görmek ve göstermek büyük bir gaflet, dalalet ve cehâlettir: Çünkü işgal, hayalcilerin tahrip ve yıkım eylemidir; oysa fetih, hayata ruh katan, insana oluş ve varoluş sırrını keşfettiren, herkese ve her şeye hayat bahşeden bir büyük rüyanın tahakkuk etmesi, "barış / İslâm", esenlik ve adalet yurdunun tesis edilmesi fiilidir.

Fethin sırrı, fatihe, oluş ve varoluş sırrını bahşetme gücünde gizlidir: Bu da fethin, her şeyden önce kalpleri, gönülleri açan (=iftah), insanın hem iç dünyasını keşfetmesine, hem de dış dünyanın perdelerini aralamasına imkân tanıyan çok yönlü, zâhirî ve bâtınî bir anahtar (=miftah) olmasıdır: Fâtih, açan demektir; fetih ise oluş ve varoluş sırrına açılabilmek... Fetih, sürekli bir oluş ve olgunlaşma, dolayısıyla kendini ve dünyayı keşif, kendini ve dünyayı aşma hâlidir; işgal ise olmak değil, sâhip olmak; kendini aşmak değil, bencilleşmek; dünyayı barış ve adalet yurdu hâline getirebilme cehdi değil, zulmet, şirret ve şiddet agorası hâline dönüştürme gayreti demektir. Fetih, bir çile işidir; işgal ise hile ve desise. Fetih, hamken yanmak ve pişmek cehdi ve gayreti; işgal ise hamların daha bir azmanlaşmaları ve her şeyi yakıp yıkmaları eylemi.

O halde soru şu: Sultan Fatih'le Necip Fazıl'ı aynı kader çizgisinde buluşturan şey ne öyleyse? Elbette ki, oluş sırrını çözme konusunda yaşadıkları çileleri ve büyük rüyaların adamları olmalarıdır...

 

 

*Kaynak*

Share this post


Link to post
Share on other sites

Meşguliyetleri bâtıl olan kimi zevatın doğruyu yanlış, fethi işgal, rüyayı hülya görmesi şaşılacak bir iş olmasa gerek...

Zâten kendileri büsbütün bir şaşkınlık abidesi olarak tezatlar ülkesinin hakimiyet tahtında oturmuş bir hâldedirler...

Yazık...

Rüya sona ermeden ve ebedî uyanıklık hâli başlamadan evvel kapı açık...

Gelen girsin...

 

Eyvallah bilgilendik...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fatih (rh.a.) esas ve önemli fethi ruhlarda, iç dünyalarda yapmıştır. İstanbul'un maddi fethinin hiç bir anlama gelmediğini en başta o biliyordu ve ona göre işler yapıyordu; devrin önemli bilim adamlarını, sanatçılarını, mütefekkirlerini İstanbul'a çağırıyor, enderunlarda ve kurduğu Üniversite'de insana ve yarınlara yatırım yapıyordu.

 

Gelin, benim camimin yanı başına da kendi ibadethanenizi yapın diyecek kadar İslami hoşgörüye, bir gayrimüslim karşısında haksız olduğunu kabul edecek/razı olacak kadar İslami adalete, ormandan ağaç kesenlerin kafasını kopartmakla tehdit edecek kadar da İslami hassasiyet sahibiydi.

 

Bizlere ezberletilen şu yaşta tahta çıktı, şu adama şu topu döktürdü, yağlı kızaklarla Haliç'e indi gibi kuru öğretilerin yerini, onun iç dünyasındaki Fatih'lik ve iç dünyamızda ki Fatih anlayışı almadığı sürece;

 

Ne mazinin, ne de geleceğin anlamını ve izahını yapamayız. Yapamadığımız için de, büyük düşünür Toynbee'nin müthiş tespiti karşısında acı acı düşünür ve söyleniriz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sultan Mehmet Han bugün kahraman diye ilan edilen birçok kişiden çok daha kahraman bir insandır.Keşke hakettiği değeri verebilsek.Fatihtir Osmanlıyı Osmanlı yapanlardan birisi.Aslında Fatihi büyük yapan sadece İstanbul'u fethetmesi değildir. Fatih o döneme kadar görülmemiş şahi denilen topları döktürdü. Avrupa bununla feodaliteyi yıktı. Ve bugünkü füze sistemlerinin ilk örneği olan havan topunuda Fatih ilk yapmıştır. Fatihi büyük yapan bu ve bunun gibi çağlar üstü yenilikleridir. Osmanlıyı kurumsallaştırmasıdır. Avrupa uzaya çıkmayıda, rönesansıda, reformuda bütün bunları Fatihe borçludur.Osmanlı gibi muhteşem bir örnek dururken neden çağdaşlaşma diye Avrupa'ya bakıyoruz ki ??

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...