ayvaz 2 Report post Posted January 22, 2009 başlamadan önce belirtmek isterim, katıldığım birçok forumdan kovuldum dikkat edin çünkü; Haykırır nara vurur merdanedir Can kayırmaz aşk-ı divanedir Aşık Nasuhi Akan göz yaşlarım yere düşerken Tutunup rüzgara varın Gazzeye Bulutun üstünden güneş aşarken Ebem kuşağını sarın Gazzeye Bir mazlum derdini döksün nereye İlahi bir name yükselir göğe Üstünde yavrular oynasın diye Götürün gönlümü serin Gazzeye Kurşunlar splanmış bir körpe cana Yüzünü çevirmiş bizlerden yana Derinden geliyor soluğu bana Yorgun mu susuz mu sorun Gazzeye Bir paslı bıçakla bağrımı yardım Dinmez ağrıları üstüne sardım Bülbülden ateşten yeni kopardım Götürün bu gülü verin Gazzeye Umutlar kör düğüm yatıyor yerde Süngünün ucumu çare bu derde Turnalar süzülün kalkın seherde Varın gidin kanat gerin Gazzeye Göz yaşı selinden seller utanmış Sanırsın gök çökmüş yağmur boşanmış Nur yüzlü Mehmedim silah kuşanmış İnşallah varırı yarın Gazzeye Aşık Nasuhi (Muhlis Aydın) (şiirin aslı Bosnaya.... bosnaya.... şeklindedir) Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 22, 2009 Selamun Aleykum kardeşim, ben saz çalmayı bilmesemde aşık tarzı şiirler yazıyorum bir kaçını yazayım: Ah bir inci boncuk olsam Ak Gerdanda Ak Gerdanda Üzülmeyin dostlar ölsem Ak Gerdanda Ak Gerdanda Güzel Allımın Gerdanı Dökmüştüm yolunda kanı Ah şu deli gönlüm hani? Ak Gerdanda Ak Gerdanda Allım temiz su misali Yersede beni hoş dili Çırayım kalbim fitili Ak Gerdanda Ak Gerdanda Gani Kerim yardım eyle Düşmüşüm gönülsüz dile Kuloğlanın sözü böyle Ak Gerdanda Ak Gerdanda Elbette tasavvufide yazıyoruzda dediğin gibi aşıkların tasavvufi konulardaki şiirleri keskindir, başıma iş gelir ama birini yazayım: Aza-i Âdem(aleyhisselam) 28 harf Sırrı Fahr'alem(aleyhisselam) 28 harf Esrar-ı Kur'an Duymuştur duyan Sinde konuşan 28 harf 32ci Vallah yalancı Kuloğlan tacı 28 harf Bu arada Halk aşıklığı nerden gelmiştir onu söyliyelim:Anadoluda 13-14. yylarda en kuvvetli tarikat olan Kalenderilerin(Aşıklar zömresi, Üstadın bir eserindede bahsedilir bu zatlardan kuddise sirrahum) saz şairlerinin Köy köy dolaşmasıdır.Zamanla talebeler aracılığıyla pirsiz zatlarda aşık olmuştur.Zaten aşık şiirini incelersek aynen kalenderi ilahileri gibi keskin olduğunu görürüz.Bu arada Osmanlı devletinin son zamanlarında başka tarikatların saz aşıklarıda olmuştur.Hatta şuan saz düşmanı bilinen Nakşibendiyye tarikatının Erzurumdaki tekkelerinin Saz aşıkları vardı(Aşık Muhibbi mesela) başka tarikatlardanda saz aşıklarına örnek gerekirse(Erzurumlu Emrah-Kadiri)Bu konu önemlidir aşıklık özüne indirilmelidir artık!Ne komunistlerindir, ne milliyetçilik tir(milliyetçiliğe asla lafım yok) maksadı, Maksadı AŞK yoludur!Erenler yoludur!Bade olayınıda İnşaallah-u Teala anlatırım çünkü bu olay gerçektir bizzat bu olayı gençliğinde yaşamış Evliya-i Kiram yolunun sevdalısı bir hocam var tüm şiirleri irticali,(6500 sahife)ki hala ilham geldiğinde yazmaktadır.Ben inanıyorumki Erenler Evliya-i Kiram yolunun Mü'min olduklarından beri sevdalısı olan Türklere Hakk Teala Azze ve Celle tarafından verilmiş bir lütuftur! Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 22, 2009 Ben iyi bir okuyucuyum. Evet bir badeden söz edilir. Bende birkaç kez birşeylere tanık oldum. Aşık Nasuhi'nin şiirlerini sizinle paylaşıcam. Benim bildiğim Aşıklık Hoca Ahmed Yeseviyle başlar "Yazısını yazsa her kim, nesir yazsın; Nesirle yazarak maksada yetsin. Aşk küpünden meyi bir damla tad. Aşk küpünden kişi bir damla tadınca Allah'ın vaslına bir yola batar... halas ile aşkın badesini içip Can ve gönülde Hayy zikrini deyin dostlar Aşk sırrını beyan eylesem âşıklara, Tâkat eylemeyip, başını alıp gider dostlar. Münacat H.Ahmed yesevi" Tabi kalıplar ve ölçüler daha sonra gelişmiştir. Seninle inşeallah iyi anlaşırız . Şiirlerini buraya yaz hepsini defalarca okurum.büyüklere okuturum Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 23, 2009 Hazreti Muhammed (S. A.), «Ah kardeşlerimi ne kadar özledim!» buyurdu. Sahabe: «Ey Allah resulü!» dediler. «Biz kardeşlerini mi arzuladın?» «Hayır, sizler benim dostlanmsınız,» buyurdular. «Ama senin kardeşlerin, (senden önce) gelip geçmiş peygamberlerdir ki onlar da şimdi dünyadan göçmüşlerdir,» dediler. Hazreti Peygamber, «Hayır, o kardeşlerimi de istemiyorum, ancak benden sonra gelecek olan nazenin kulları (Allah velilerini) özledim,» buyurdular. Selam Senin ayrıldığın günden beri ağzımın tadı bozuldu ve bu yüzden Âlemin neresinde bir gönül derdi varsa onları bir araya topladılar adına aşk dediler. Temaşa mı arzu ediyorsun? Gel benim içimi seyret! Allah’ı anan kimse, bu halin dışında değildir Ola ki, o seni görür, onun gözüne ilişirsin âcizlere duaya baş-lıyalım. Ta ki, ses çıkarmadan buna yanaşsınlar Artık bunu sen ayıkla! peşinde bütün varlığımı kaybettim Şimdi, bu birbirini tutmayan sözler karşısında Ey şah ayağının toprağı hakkı için! Canım başım hakkı için Allah için Ey can bana bir görün bitmeden son nefesim, İşimi çabuk bitir, artık kesilsin sesim! Şems-i Tebrizi'nin Makalat adlı eserinde geçen kelime ve cümlelerden Bahadır GÖKKAYA tarafından derlenmiştir. Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 24, 2009 Azda olsada şuandada badeli aşıklar var.Benim bir tanıdığım var mesela.Dini tasavvufi konularda yazıyor.Hepside irticali.Bade olayıda farklı farklıdır, bazen içtiği zaman bir bayana aşık olur bazen tasavvufi olarak coşar vs.Neyse Türk milleti İnşaallah-u Teala YOL'un kıymetini bilir.... Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 24, 2009 Gardaş ben badeye inanırım hemde tam anlatıldığı gibi. Ben Divanı Hikmeti çok okurum Bilmem buna can dayanır mı? 7. Hikmet "Kul Hüvallâh, sübhânallâh"ı vird eylesem Bir ve Var'ım cemalini görür müyûm? Baştan ayağa hasretinde feryad eylesem, Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Ellibirde çöller gezip otlar yedim; Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum; Cemalini göremedim, candan doydum; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Elliiki yaşta geçtim ev-barktan; Ev-barkım ne görüne belki candan; Baştan geçtim, candan geçtim, hem imandan; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Elliüçte vahdet şarabından nasip eyledi; Yoldan azan günahkar idim, yola saldı; "Allah" dedim, "Lebbeyk!" diyerek elimi aldı Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Ellidörtte bedenlerimi ağlar eyledim Mârifetin meydanında dolandım İsmâil gibi aziz canımı kurban eyledim Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellibeşte cemal için dilenci oldum Kavruldum, yandım, gül gibi ta ki yok oldum Allah'â hamdolsun cemal arayıp eda oldum Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellialtı yaşa ulaştı dertli başım Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım; Erenlerden nasip almadan taş gönülüm Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Elliyedi yaşta ömrüm yel gibi geçti Ey dostlar, amelsizim, başım kurudu Allah â hamd olsun, pir-i kamil elimi tuttu Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellisekiz yaşa girdim, ben habersiz Kahhar Malik'im nefsimi eyle zir ü zeber Himmet versen, kötü nefsime vursam teber Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellidokuz yaşa ulaştım, feryad ve figan Can verirken cananımı akla, getirmedim Ne yüz ile sana söyleyeyim, eyle azâd; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Gözümü yumup tâ açınca erişti altmış Bel bağlayıp ben eylemedim bir iyi iş; Gece gündüz gamsız yürüdüm ben, yaz ve kış; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışbirde pişmanım günahımdan Ey dostlar, çok korkuyorum İlah'ımdan; Candan geçip kurtuluş dileyim Allah'ımdan Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışiki yaşta Allah ışık saldı; Baştan ayağa gafletlerim yok eyledi Canım, gönlüm, aklım, şuurum "Allah!" dedi Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışüçte çağrı geldi; "Kul yere gir!.." Hem canınım, cananınım, canını ver ‘Hu’ kılıcını ele alıp nefsini kır Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim; Ondan sonra cananımı arayıp buldum; Ölmeden önce can vermenin derdini çektim Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 24, 2009 Gardaş ben badeye inanırım hemde tam anlatıldığı gibi. Ben Divanı Hikmeti çok okurum Bilmem buna can dayanır mı? 7. Hikmet "Kul Hüvallâh, sübhânallâh"ı vird eylesem Bir ve Var'ım cemalini görür müyûm? Baştan ayağa hasretinde feryad eylesem, Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Ellibirde çöller gezip otlar yedim; Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum; Cemalini göremedim, candan doydum; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Elliiki yaşta geçtim ev-barktan; Ev-barkım ne görüne belki candan; Baştan geçtim, candan geçtim, hem imandan; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Elliüçte vahdet şarabından nasip eyledi; Yoldan azan günahkar idim, yola saldı; "Allah" dedim, "Lebbeyk!" diyerek elimi aldı Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Ellidörtte bedenlerimi ağlar eyledim Mârifetin meydanında dolandım İsmâil gibi aziz canımı kurban eyledim Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellibeşte cemal için dilenci oldum Kavruldum, yandım, gül gibi ta ki yok oldum Allah'â hamdolsun cemal arayıp eda oldum Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellialtı yaşa ulaştı dertli başım Tevbe eyledim, akar mı ki gözden yaşım; Erenlerden nasip almadan taş gönülüm Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Elliyedi yaşta ömrüm yel gibi geçti Ey dostlar, amelsizim, başım kurudu Allah â hamd olsun, pir-i kamil elimi tuttu Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellisekiz yaşa girdim, ben habersiz Kahhar Malik'im nefsimi eyle zir ü zeber Himmet versen, kötü nefsime vursam teber Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Ellidokuz yaşa ulaştım, feryad ve figan Can verirken cananımı akla, getirmedim Ne yüz ile sana söyleyeyim, eyle azâd; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Gözümü yumup tâ açınca erişti altmış Bel bağlayıp ben eylemedim bir iyi iş; Gece gündüz gamsız yürüdüm ben, yaz ve kış; Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışbirde pişmanım günahımdan Ey dostlar, çok korkuyorum İlah'ımdan; Candan geçip kurtuluş dileyim Allah'ımdan Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışiki yaşta Allah ışık saldı; Baştan ayağa gafletlerim yok eyledi Canım, gönlüm, aklım, şuurum "Allah!" dedi Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm? Altmışüçte çağrı geldi; "Kul yere gir!.." Hem canınım, cananınım, canını ver ‘Hu’ kılıcını ele alıp nefsini kır Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Kul Hoca Ahmed, nefsi teptim, nefsi teptim; Ondan sonra cananımı arayıp buldum; Ölmeden önce can vermenin derdini çektim Bir ve Var'ım, cemalini görür müyüm ? Ah eskilere özlemim arttı kardaş teber dedi ya Hazret Kuddise Sirruh acaba bizede belinde teberi Eba Muslimi Nacağı olan kolunda keşkülü olan bir zat el verir mi? :sticky: Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 25, 2009 OSmanlı Zamanında yaşamış Rıfai tarikatı saz aşığı Sümmaniden(Rahımehullahi Teala): Babi alişandır ârifi billah Hakikaten doğru rahi gösterir Arzi matlubati pendi bismillah Mânâsında vechi mahi gösterir Seyyidi Rufaî ey gavsi cihan Evladi Resûldur, o zati Sultan Himmeti hazırdır, her nutku burhan Babındadır âdil şahı gösterir Babında reistir şahi mürteza İhzari bürhandır sevene seza Böyle bir cilveye böyle bir naza Harislere sürurgâhi gösterir Feyzi tecellidir fehmetmez âlil Âşık’ı billahtır maksudi celil Bendeyi âşıkın rahında delil İrşad eder hey ervahı gösterir Can vereni o dildare yetirir Çariyari şah haydare yetirir Hak mahbubi dost muhtara yetirir Muhtarından vachullahı gösterir Mestü hayaran etmiş ol badi sâbâ Ciğerin hun etmiş ser ali ebâ Hâk’i Sanamer’li er Haci Baba Himmetinden eyvallahı gösterir Rahta âlem açar ehiya gibi Arzda dalga vurur derya gibi Sümmânî’nin çeşminde tütya gibi Aradığım nişangâhı gösterir Medeni ali ebâdır Erkânı Hacı Babanın Elçisi bâdi sâbâdır Mihmanı Hacı Babanın Hazreti Rufaîdir Nazargâhı mir’ati Bize şifadır sıatı Her yanı Hacı Babanın Bütün mü’minler gülüdür Feyzi ile Beğtülüdür Erbağının bülbülüdür Gülşanı Hacı Babanın Cümle uşşahın gülüdür Tûr-i Sîna sümbülüdür Kapında zaif kuludur Sümmânî Hacı Babanın Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 25, 2009 Badeli Aşık Mecazdan Hakiki yolcusu Erzurum Nakşi tekkelerine bağlı Saz Aşığı Muhibbi ve Hayatı(Bade Alması, Harbe girmesi vs.): Muhibbî Cahile eylesem dilden nasihat Gûş verip birini tutmaz Efendi Âşık olan söyler Hak kelâmını Bir sözüne yalan katmaz Efendi Artvin’in ve Doğu Anadolu’nun en kuvvetli saz şairlerinden birisi olan Âşık Muhibbî, 1823 (h. 1239) yılında Erkinis (Demirkent) köyünde doğdu. Erkinis o yıllarda Oltu sancağının Tavusker kazasına bağlı bir köydü. Muhibbî’nin babası Gencalioğullarından Ali adlı bir demirci ustasıdır. Asıl adı Kaya Salih olan Muhibbî, babasının demirci dükkânında çalışıp, ona yardım eder, ayrıca çobanlık da yapardı. Okuma-yazması yoktu. 16-17 yaşına geldiğinde işlediği bir suçtan dolayı sancak merkezi Oltu’da hapse atıldı. Hapiste yatarken, bir gece rüyasında pîrler elinden bade içerek köyünün imamı Sabit Hoca’nın güzel kızı Esmahan’a âşık oldu ve Muhibbî mahlasını aldı. Sabah yanına gelen gardiyana gece rüyasında âşık olduğunu anlatıp, şu şiiri okuyarak, kendisini Paşa’ya götürmesini rica etti: Ah efendim vakıf olsan derdime Ne hallere düştüğüme kanarsın N’olur izin çıksın gidem yurduma Âşıklığı kolay iş mi sanarsın? Pîrler geldi güzel meclis kuruldu Sevdanın zinciri bana vuruldu Bir canan elinden bade verildi Dediler üç sene müddet yanarsın Sale’ydim Muhibbî oldum bu gece* Bilmezdim, ders verdi üç derviş hoca Öğrendim onlardan bir-iki hece Dediler bülbül tek güle konarsın Muhibbî’nin bu durumu ve Paşa ile görüşme, derdini anlatma isteği Paşa’ya iletildi; Paşa da Muhibbî’yi huzuruna çağırdı. Muhibbî’nin söylediği şiirleri beğenen Süleyman Paşa, kefil bulması şartıyla serbest bırakacağını söyleyince, Muhibbî de kefil bulamayacağını söyleyip, Paşa’nın kendisine kefil olmasını rica ettiği şu şiiri söyledi: Şanlı Paşam beni azat eyledin Senden razı olsun Cenab-ı Mevlâ İzin vermez isen hizmet ver görem Kefil bulmak zordur bu aciz kula Yoktur bir tarafa gidecek yolum Kimsem yoktur, sade Allah vekilim Beni bağışlayan olsun kefilim Umarım sizlerden bir yardım ola Kul Muhibbî dua kılar her zaman Yine hapise at, elinde ferman Pîrler ile bade veren Esmahan Beni bekler Paşam, bakmaz mı yola? Paşa, Muhibbî’nin bu sözleri üzerine onun kefilsiz serbest bırakılmasını, ancak köydeki hasımları bir kötülük eder düşüncesiyle hemen köyüne gönderilmeyip, bir müddet yanında kalmasını istedi. Ayrıca Muhibbî’ye bir saz temin edip, bir saz ustasını da ona saz çalmayı öğretmekle görevlendirdi. Bu arada Esmahan’ın babası Sabit Hoca ölmüş, Esmahan, annesi ve iki abisiyle kalmıştı. Paşa, bir müddet sonra Muhibbî’ye izin verdi ve Muhibbî sazını omuzlayıp köyüne geldi. Epey zaman bu sırrını kimseye açmadı ama sonunda Esmahan’a âşık olduğu duyulup, köye yayıldı. Muhibbî, bu köyden yetişen ilk âşıktı. Bu yüzden Muhibbî’nin saz çalıp, şiir-türkü söylemesi saza-söze meraklı köy halkının çok hoşuna gidiyordu. Köylü, Muhibbî’nin âşıklığını sınamak için Zelalet ve Ato Ustalarla karşılaşma yapmasını istediler. Zelalet Usta, Erzurum’lu bir kalaycı, Ato Usta ise Erzurum Ermenilerinden gezgin bir demirci idi. Bu ustalar her yıl köye gelir, bir müddet bu köyde çalışıp giderlerdi. İkisi de saz şairi olmayıp, ehl-i dil adamlardı. Bunlar Muhibbî’yi karşılarına alıp, soru sordular, imtihan ettiler. Bu imtihandan başarıyla çıkan Muhibbî’nin gerçek Hak âşığı olduğuna karar verdiler. Esmahan’ın fakir bir âşıkla evlenmesine karşı çıkan abilerinin Esmahan’ı kendisine vermeyeceklerini anlayan Muhibbî, en sonunda Süleyman Paşa’ya gidip, ondan yardım istemeye karar verdi. Ve kalkıp Oltu’ya gitti. Paşa’nın huzuruna çıkıp, durumunu şu şiirle anlattı: Sad rakipler meşveretin kurmuşlar Yâri almak için benden efendim Dolansam cihanı seyahat için Görünür gözüme zindan efendim Ağlayuben gözyaşımı silmişem Etek öpüp hakipaya gelmişem Adalet kânısın seni bilmişem Umarım bir imdat senden efendim Der Muhibbî ak üstünde kara yok Rakiplerde bencileyin yara yok Bakarım ki bu derdime çara yok O zaman geçerim candan efendim Paşa, bunun üzerine Muhibbî’ye yardım etti ve Oltu beylerinden Mehmet Beyi bu işi halletmesi için görevlendirdi. Mehmet Bey, Esmahan’ın abilerine ve büyüklerine haber yollayıp, bu işin tatlılıkla halledilmesini, Esmahan’ı Muhibbî ile evlendirmelerini söyleyince, kızın abileri yumuşadılar ve evlenmelerine razı oldular. Muhibbî, evlendikten sonra para kazanmak için gurbete çıktı ve İstanbul’a gitti. Bir müddet burada kaldıktan sonra köyüne döndü. Birkaç yıl sonra Esmahan hastalandı ve bu hastalıktan kurtulamayarak Hakk’ın rahmetine kavuştu. Muhibbî, 26 yaşında iken Elmas ve Ayşe adlı iki kızıyla başbaşa kaldı. Bundan dört yıl sonra da 30 yaşında iken Kars’ta, Kırım Savaşı diye de bilinen 1853-1855 Osmanlı-Rus Savaşına katıldı. Bu savaş üzerine şu şiiri söyledi:* Seferin ilk Cum’asında cengi meydan eyledik Yaş döküben ol kâfirden sahrayı kan eyledik Atuben çar köşemizden top ile kumbarayı Titredi canlar cesette zikr-i Subhan eyledik Gün ikindiye dek çektik mihnet-i cev-ü ceza Nizamî’yle top beraber yetişti imdat biza(e) Ya Muhammed çağrışuben sıdk ile kıldık gaza Otuz iki kâfiri hâk ile yeksan eyledik Hû çeküben emri Hakk’a cümlemiz olduk razı Sakladı ol Girdigâr’ım cümle beladan bizi Cem’ oldu asker-i İslâm vakit akşam namazı Cümlemizden sekiz şehit Hakk’a kurban eyledik Biri Arkunes’li Durak, ipti verdiler anı Biri İriset’li Cemal, cennete gitti canı Biri Kârşut’lu İsmail, kaşından aktı kanı Kazamızdan beş tanesin daha revan eyledik (*) Der Muhibbî kalan ile gidenimiz bilmedik Türlü zahmet meşakatle bir gün olsun gülmedik Her başa geleni gördük birin noksan kılmadık Ceng-i meydan arasından böyle seyran eyledik. Muhibbî, Artvin’in Hod (Maden) köyünden Âşık Şamilî’ye ve Yusufeli’nin İphan (İnanlı) köyünden Âşık Mahirî’ye ustalık etti. Şamilî ile birlikte sazı omuzunda, doğudaki birçok köy ve kasabayı gezdi. Şamilî ve Muhibbî birlikte, Ermeni âşık Coşkunî ile karşılaşmada bulundular. Muhibbî, bu karşılaşmada Coşkunî’nin karşısına önce çırağı olan Şamilî’yi çıkardı. Şamilî, yaşça Muhibbî’den büyük olduğu için herkes Şamilî’yi usta zannediyordu. Karşılaşmada Coşkunî’nin sorduğu bir soruyu Şamilî cevaplayamayınca, Coşkuni, Şamilî’ye sözle sataştı, hakaret ve küfür etti. Şamilî’de ustasının Muhibbî olduğunu söyleyerek yerini Muhibbî’ye bıraktı. Muhibbî, Coşkunî’nin bu sorusunu cevapladı ve bu sefer kendisi ona bir soru sordu. Coşkunî bu soruyu cevaplayamayınca Muhibbî de o kızgınlığıyla Coşkunî’ye ondan daha beter hakaret ve küfür edip, onu meclis önünde rezil-rüsva etti. Coşkunî gibi usta bir âşığı mat eden Muhibbî’nin şöhreti giderek yayılmaya başladı. Ayrıca İdrakî ve Elfazî adlı âşıklarla da karşılaşmalar yapıp, onları da mat etti. Muhibbî’nin sazlı-sözlü aşk ve macera hikâyeleri düzdüğü bilinse de bunlardan hiçbirisi tespit edilememiştir. Muhibbî’nin gençlik yıllarında Yusufeli köylerini dolaştığı sırada rağbet gördüğü köyleri övdüğü, memnun kalmadığı köyleri ise yerdiği çok uzun bir destanı vardır. Fakat bu destan yazılı olarak günümüze ulaşmamıştır. Kimi dörtlükleri bilinmekle birlikte çoğu unutulmuştur. Zor köylü Âşık Keşfî, 13-14 yaşlarında iken şairliğe merak salmıştı. Erkinis’e gidip, Muhibbî’den bu destanını yazdırmasını istemiş, Muhibbî de kimi yerleri müstehcen olan, küfür ve hakaretler içeren bu destanını, kendinden sonra geriye kalmasını istemediği için yazdırmamış, onun yerine Hazret-i Adem’den beri gelmiş geçmiş peygamberleri anlatan 120 kıtalık bir destan yazdırmış. Fakat bu destanı da I. Dünya Savaşı sırasında Keşfî’nin kimi şiirleriyle beraber kaybolmuştur. Asıl adı Mustafa olan Keşfî, bu ziyareti sırasında Muhibbî’den kendisine bir mahlas takmasını ister, Muhibbî de onun şiire, şairliğe olan merakı nedeniyle “Keşfî” mahlasını takar. Bir ara Erzurum tekkelerine devam edip, Nakşibendi tarîkatına girmiş, ömrünün son yıllarını sürekli ibadet etmekle geçirmişti. Muhibbî, 1868 senesinde köyünde hasta olmuştu. Yatarken, deyişlerini ve yeniden söyleyeceği bazı parçaları bir araya yazdırmak için yanına bir okur-yazarın gelmesini arzu etmişse de o tarihte okur-yazar adam bulunmadığından bu isteği yerine getirilemedi. Hastalığı sırasında şairi ziyarete gelen Hers (Kirazalan) köylü Kâtip Hüseyin Efendi’nin, halen Hers köyünde saklanan mûtena bir cöngünde “Muhibbî’nin Âhir Tevarihi” başlıklı şu parçası, son dörtlüğüyle şairin doğum, şairliğe başlayış ve en son deyişi olduğunu tespit etmesi itibariyle çok değerlidir: Nübüvvet nurudur var olan ezel Onunla berabar havlette idim. Balçıktan yarattı anları güzel Âdem Havva ile cennette idim Haçan ki olunduk cihana sürgün Zâri firak ile kalmıştık ol gün Lûtf erişti Haktan biz olduk memnun Mabeynde gezerdim vahdette idim Emir tebliğ oldu koptu tufan’ı Nuh nebi ki oldu Âdem’i Sâni En baş kaptan idim açtım yelkâni Nebiler yanında hizmette idim. İshak ile bir huzurda oturdum İbrahim nebiyle ateşe girdim Musa’y nice nice Tur’a götürdüm Fahrî âlem ile hicrette idim. Bin iki yüz otuz dokuzda geldim Elli altısında bu bahra daldım Seksen dört tarihte yadigâr kıldım Muhibbî’yem gör ne devlette idim. Bu hastalıktan kurtulamayan Muhibbî, 1868 yılı başında 46 yaşlarında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu. O zamanki inanışa göre halk tarafından âşık mezarının bir şifa yeri telâkki edilmesi geleneğine karşı Muhibbî, mezarının muntazam bir şekilde yapılmamasını vasiyet etmişti. Bu nedenle Muhibbî, demircilikte çalıştığı dükkânın yanına defnedildi. Muhibbî’nin yattığı eski mezarlık Köy İhtiyar Kurulunun 1934 yılında aldığı kararla kaldırılmış ama Muhibbî’nin mezarına dokunulmamıştır. 1972 yılında köyün mezralarına gidecek olan yolun yapımı sırasında, Muhibbî’nin mezarı dönemeç yerinde, yüksekçe bir toprak üzerinde kaldı. Zamanla toprağın kayması sonucu yıkılma tehlikesi arzeden mezarına köylüsü M. Adil Özder sahip çıktı. Muhibbî’yi edebiyat dünyasına tanıtan, onun hakkında birçok makale ve üç kitap yazan Özder, köylülerle birlikte elbirliği ile Muhibbî’nin mezarını anıt mezar haline getirdiler. Mezarın mermer bloklarını, M. Adil Özder, Ankara’dan getirdi ve on günlük çalışma sonucu 27 Mayıs 1977 tarihinde anıt mezarın yapımı bitirildi... Muhibbî, yaşadığı dönemin en usta âşıklarındandı. Hem kendi döneminde hem de kendinden sonraki dönemlerde pek çok âşığı etkiledi. Kuzeydoğu Anadolu’nun âşıklık geleneğinde kendisine önemli bir yer edindi. Muhibbî’nin deyişleri kendi döneminde ve kendinden sonra dillerde dolaştı. Yurdun çeşitli illerine muhacir giden hemşehrileri, gittikleri yerlerde Muhibbî’nin, Keşfî’nin ve diğer Artvin’li şairlerin deyişlerini, türkülerini söylediler. Muhibbî’nin Yandı Ha Yandı redifli yanık türküsünü de söylediler. Sıdkî mahlaslı bir âşık da bu türküye nazîre yaptı. Sıdkî’nin bu nazîresi radyo repertuarına alındı ve bir zamanlar en meşhur türkülerden birisi oldu. Fakat türkünün asıl sahibi unutuldu. Bu türkü TRT radyo repertuarında tek dörtlük olarak şu biçimde kayıtlıdır: Türkünün adı: Hasretinden Ahından, Repertuar no: 2271, Yöre: Zile/Tokat, Kimden alındığı: Sadık Doğanay, Derleyen: – Doğan Kaya da bir makalesinde bu yanlışa işaret ederek, türkünün asıl sahibinin Muhibbî olduğunu belirmiştir. [2] Türkünün aslı şu biçimdedir: YANDI HA YANDI [3] Nazlı yârin hasretinden derdinden Alıştı* ciğerim yandı ha yandı Ateş düştü onun rûy-u mahından Titreşti bu canım yandı ha yandı İnanmam dünyaya beni kandırmaz Yanan yüreğime ahı kondurmaz Yedi derya bağlasalar söndürmez Cesette imkânım yandı ha yandı Muhibbî çekerim derd-i verem ben İsterim murada tezden erem ben Aslı’ya canından yanan Kerem ben İlik damar kanım yandı ha yandı. Sıdkî’nin söylediği biçimi ise şöyledir: Bir güzelin hasretinden ahından Tutuştu her yanım yandı ha yandı Âşık oldum onun mah cemâline Aşkımdan her yanım yandı ha yandı Benim derdim senin derdine paydır Bir güzel sevmişem kaşları yaydır Saatım gün geçer, her günüm aydır Üç yüz altmış beş günüm de yandı ha yandı Sıdkî’yam çekmişem gayet zarı ben Dilerim ki muradıma erem ben Bir hayırsız yâr elinde kaldım ben Ağzımda dillerim yandı ha yandı. KOŞMA [4] Şükür olsun yaradana çok şükür Sevdiğim oturmuş yolun üstüne Yorulmuş, terlemiş elma yanağı Sandım çise vurmuş gülün üstüne Benden ne kaçarsın gül yüzlü şahım Âsumana çıktı feryad ü âhım Yeşil atlas giymiş kaddi surahım Gümüş kemer kurmuş belin üstüne Muhibbî der kuculacak çağıdır Sandım koynun içi cennet bağıdır Yel vurdukça sağa sola dağıdır Sırma zilfi çifte halın üstüne. BU SEVDA [5] Dinleyin ahbaplar tarif edeyim Yetmiş iki dertten baştır bu sevda Yandırır odlara pervane gibi Daim sönmez bir ataştır bu sevda Felek hisar çekmiş yolum açılmaz Bir bülbülüm gonca gülüm açılmaz Felek kırdı kanat kolum açılmaz Yazı gelmez yaman kıştır bu sevda Muhibbî’nin elif kaddin dal eyler Ağlatuben göz yaşını sel eyler Hicran haddesinden çeker tel eyler El sanar ki bir cümbüştür bu sevda. KOŞMA [6] Cahile eylesem dilden nasihat Gûş verip birini tutmaz Efendi Âşık olan söyler Hak kelâmını Bir sözüne yalan katmaz Efendi Ezelden çektiğim ah ü zâr iken Sinemizi yakan aşk-ı nâr iken Başında pamuklu kavuk var iken Şeytan kuru sazda yatmaz Efendi Der Muhibbî aklın başına döşür (devşir) Gûş et sözlerimi aklını şaşır Kış günü tipide borada üşür Terk edip bir yana gitmez Efendi. -------------------------------------------------------------------------------- * Sale, Salih adının köydeki söyleniş biçimidir. * Bu şiiri, Tavusker nahiyesi köylerinde ele geçen bir cönkte yazılıdır. Erkinis köyünde de bazı kısımları bilinmektedir. * Arkunes, İriset ve Kârşut, Tavusker nahiyesinin köylerindendir. [2] D. Kaya; “Türkülerin Derlenmesinde, Kayda Geçirilmesinde ve İcra Edilmelerinde Yapılan Yanlışlıklar”, Folklor/Edebiyat, S. 2001/2, s. 53 [3] M. A. Özder; Yusufelili Muhibbî, s. 9-10. (Zor köylü Keşfî, Muhibbî’nin bu şiirine bir nazire yapmıştır). * Alıştı: Tutuştu, yandı. [4] M. A. Özder; Yusufelili Muhibbî, s. 10-11 [5] M. A. Özder; aynı eser, s. 11 [6] Erkinis’te, Muhibbî’nin de bulunduğu bir meclisteki sohbet sırasında bir vaiz (hoca) Muhibbî’ye, “Şeytan âşıkların sazının içine girer ve onları azdırır” deyince, Muhibbî de vaize bu şiirle cevap vermiş. (M.M. Çaldağ; “Şair-Saz-Vaiz Üstüne”, Türk Folklor Araştırmaları, S. 124, Kasım 1959). Quote Share this post Link to post Share on other sites
mehmet 15 Report post Posted January 25, 2009 Konu, "Diğer Şairler" bölümüne taşınmıştır. Paylaşımınıza buradan devam edebilirsiniz. Saygılarımla... Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 25, 2009 92. Hikmet Erenler cemal görür dervişler sohbetinde; Erenler meclisinde, nur yağar sohbetinde. Ne dilese o olur dervişler sohbetinde; Her sırlar açık olur dervişler sohbetinde. Her kim sohbete geldi, erenden pay aldı, Yabancı geldi, biliş oldu dervişler sohbetinde. Her kim sohbete geldi, gönlüne sır ulaştı, Dostlar murad buldu dervişler sohbetinde. Sıradan kişi gelse, seçkin olur; yıldız gelse, ay olur; Bakır gelse altın olur dervişler sohbetinde. Kibir ve hasedler ölür, içine sır dolar, Göz açıp Hakk'ı görür dervişler sohbetinde. Rasûl’e vahiy geldi, başından tâcını aldı, Kalktı hizmetçilik yaptı dervişler sohbetinde. Kul Hoca Ahmed sohbette, dem vurur münâcâtta, Zihi hoş saadette dervişler sohbetinde. Ahmed Yesevi Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 25, 2009 Buda bu fakirden:(platonik....) Sen bir aslan bense ceylan Avla Beni Avla Beni Sen Ateşsin bense sinek Yak şu Teni Yak şu Teni Ben değilimki münafık Ta ezelden sana âşık Olalı canım satılık Al şu Beni Al şu Beni Düşman alıp başım kesse Bedenimi atlar ezse Kan köpürüp yere düşse Yazsın Seni Yazsın Seni İki yıl evvel geldiler Kefenli tenim aldılar Ölmüştüm o gün bildiler Derler Hani? Derler Hani? Sevda siyah sanki gece Okur yirmi sekiz hece(burda bir tasavvufi konuyu işledim) Düğümlendim uctan uca Çözsen Beni Çözsen Beni Geceyim benzersin aya Kırkbin yaramı sen saya Gerdanına inci diye Dizsen Beni Dizsen Beni Yediyüz ellinci günüm Bu kadar gündür ölüyüm Kerem der sökük halliyim Diksen Beni Diksen Beni Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 25, 2009 Maşalah suphanallah.... ehl-i_ kalender gardaşım bilmem bunu daha önce okumuşmuydun. Ben defalerca okudum yine okurun . Biraz uzun ama badeli Aşık Nihani ile Sümmani babanın bu karşılaşması çok etkileyici. ÂŞIK SÜMMANÎ İLE TANIŞMA Âşık Sümmanî'nin, Nihânî ile buluşmayı kararlaştırdığı yer; eskiden Türk-Rus sınırını ayıran askeri bir kışlaydı. Sümmanî buraya, halasının oğlu Ahmet onbaşı ile gelmişti. Yanlız, Göreşken'den gelenlere Bardız'da bulunan Rus Karakol kumandanlığı henüz sınırı geçme müsadesi vermediğinden Bardız'da bekletiliyordu. Durumdan haberdar edilen Türk sınır karakol komutanı Yzb. Salih Efendi, Rus komutanına yazmış olduğu bir mektupta; sınırı geçmek isteyenlere acele izin verilmesini istedi. Mektubu götüren posta olumlu cevabı alınca çabuk döndü. Bardız tarafından gelenler, sınırdaki Türk askerleri tarafından birer birer Bardız Çayı'nın karşı tarafına geçirildi. Mustafa 250'den çok sivil ve asker arasında kışlanın büyük odasının dış tarafındaki pencerenin önünde uzun boylu, gök gözlü, sarı benizli, kül yüzlü gördüğü kişinin Âşık Sümmanî olduğunu anlamada gecikmedi. Koşup; hemen elini öptü, Sümmanî'de O'nun gözlerinden öptü ve kolundan tutup sağ yanına oturttu. Eş-dost, konu komşu uzun süre birbirlerine hasret kalmıştı. Kucaklaşıp, has-retlik giderdiler. Salih Efendinin daha sabrı kalmamıştı. Hemen ayağa kalktı ve Sümmanî Baba'ya: - "Âşık Baba, biliyormusun bu kadar asker ve sivil niçin bugün yollara dökülüp tâ buralara gelmiş, hiç sordun mu?" deyince, Sümmanî gözucuyla orada bulunanları şöyle bir süzdükten sonra: - "Ey Cemâat! Gördüğünüz bu çocuk, bir aya yakın zamandır bilinmez bir hale giriftâr olmuş. Çocuğun yakınları haber saldılar, biz de kalkıp tâ buralara geldik." Usta henüz sözünü bitirmemişti ki Salih Efendi söze karıştı: - "Evet usta; çocuğun sahipleri şu an ağlaya sızlaya yardımlarınızı bekler. Çocuğa derdini saz ile mi, yoksa söz ile mi soracaksın; sor da bizleri daha fazla merâklandırma" deyip meclisi açtı. Âşık Sümmanî, sofusu Ahmet onbaşı'ya dönerek: - "Haydi! Ahmet sazı indir de muhabbet başlasın" dedi. Ahmet Onbaşı, söğüdün dalına astığı sazı uzanıp aldı ve kılıfından çıkarıp ustaya uzattı. Sümmanî, sazına düzen verince, Nihânî'ye döndü: - "Oğlum, burası irfân meclisidir. Şimdi ben ilerden gidecem, sen de sözlerimi birer birer nâzire ederek girmiş olduğum kapıdan çıkacaksın; yoksa kabul etmem" dedi. Sayfa Başına Dön BİRİNCİ FASIL Âşık Sümmanî bir söğüt ağacına yaslanmış; sazın tellerinde sesini ve gönlünü ayarlıyordu. Nihânî ise henüz saz çalmasını bilmiyordu. Seyirciler durumu bildiğinden, Nihânî'nin eline saz yerine bir söğüt çubuğu tutuşturdular. Derinden bir âh çeken usta âşık Nihânî'den şunları sordu: Sümmanî Dinle oğul dinle gûş ver bu söze Söyle bir esrara erebildin mi En evvel kim geldi göründü gözen El bağlûp dîvâna durabildim mi Nihânî Bin üç yüz on sekiz tarih bu müddet Bir derin esrara erenlerdeniz Geldi selam verdi "üç tek dervişân" El bağlup dîvâna duranlardanız Sümmanî Esrârın gizli mi yoksa aşikâr Söyle hangi yola olmuşsan tayyar Giyimleri nasıl elinde ne var Acaba rû-be-rû görebildin mi. Nihânî Misk ü anber gibi geldi rayhası Beyaz yeşil taçtır boydan libası Herkesin elinde var aşkın tası Huzuruna boyun buranlardanız Sümmanî Söyle kim aşkına verdiler bâde Kime âşık oldun sevdiğin nerde Nice yıl kestiler miiddet ü vade Acap ikrârında durabildin mi Nihânî "Mehrûban" aşkına verdiler bâde Şehr ü Afganistan mekânı orda Kavuşmamız güçtür dar u dünyada Ahd u ikrârında duranlardanız Sümmanî Neler geçti Kul Sümman'ın haşına Sen de mi kavruldun aşk ateşine Sevdâ temrenim mermer taşına Sen de benim gibi vurabildin mi Nihânî Ne sorarsın Kul Nihân'ın işini Seyretsene gözden akan yaşını Aşkın temreniyle mermer taşını Çalıp baştan başa yaranlardanız Nihânî, Sümmanî'nin suallerine beklenenden güzel cevaplar vermişdi ancak, usta bu cevapları yeterli görmemiş olacak ki; Nihânî'ye doğru başını sallayıp: - "Sevdâ temreniyle mermer taşını yarmak: öyle olmaz, böyle olur" dedi ve makamını değiştirdi. Mızrabını, dertli dertli sazın tellerinde gezdiren usta âşık: aşk dolu gözlerle Nihânî'ye: - "Şimdi daha dikkatli ol. Seninle arslanlar gibi güreşeceğim. Ciğerine el salıp, madenini yoklayacağım; bakalım madenin nicedir" der demez Nihânî'yi imtihan etmeye başladı. Sayfa Başına Dön NİHÂNÎ, NARMANLI ÂŞIK SÜMMANİ TARAFINDAN İMTİHANA ÇEKİLİYOR (İKİNCİ FASIL) Sümmani Dinle oğul dinle iş bu muhalî Erbâb ı sarrafa sarf eyle lâli, Söyle nerden gider göklerin yolu Araki bulasın Âşık Nihânî Nihânî Ba' i Bismillah'dır dersimin başı Deryâya tay oldu çeşmimin yaşı Ibtî gökler yolu "Mualla taşı" Arar da bulurum Baha Sümmânî Sümmani Sorduğum suâlden aldım iş'ârı Yetkin çıbanıma vurdun neşteri Söyle ne hikmet var taştan yukarı Ara ki bulasın Âşık Nihânî Nihânî Yine nusret vere ol gâni Yezdan Elimden ne gelir, Mevlâ'dan ihsân O taştan yukarı var bir merdiven Arar da bulurum Âşık Sümmanî Sümmani Merdiveni dedin sol ile sağı Aslı nedir, hangi çamın budağı Söyle merdivenin var kaç ayağı Ara ki bulasın Âşık Nihânî Nihânî Lâ'l i zebercedden değildir budak Ne güzel hâlk etmiş halkeden Hâllâk Merdivende "onsekizbin" basamak Arar da bulurum Âşık Sümmani Sümmani Hissettim evladım görgünüz tamdır Kerem ü Mevlâ'dan lütf ü ihsândır Merdiven başında oturan kimdir Ara ki bulasın Âşık Nihânî Nihânî Derûnumda virdim kadir ilâhi Zikf' ile devr ettim; haftayı, mâhı Merdiven başında Adem'in ruhî Arar da bulurum Âşık Sümmani Sümmani Sümman'ın sorduğu kelâmdır dürdür Buna cevâb vermek polatdan zordur Ruh Adem'in amma neye memurdur Ara ki bulasın oğul Nihânî Nihânî Der Nihânî; didelerim nem eder Baba evladıyla ne hengâm eder Toplar ervahları sûre cem eder Arar da bulurum Baba Sümmani.. Soru ve cevapların birbirini takip ettiği bu ikinci fasıl sonunda dinleyiciler: - "Mâ-şâ-Allah, bârek-Allah yavrum sana" deyip kalkıp Nihânî'nin gözlerinden öptüler. Ne var ki her imtihanın sonunda Sümmani: - "Oğlum Nihânî, şimdi daha dikkatli ol; Çetin bir tekellüm faslı açacağım. Yine birer birer cevabını beklerim" deyip dil kılıcını çektiği gibi meydana giriyordu. Sayfa Başına Dön ÜÇÜNCÜ FASIL Sümmani E-s-salâ evladım gel gir meydana Şây eyle hünerin ehl i ihvâna Her ne sorar isem cevâb ver bana Gel şu "çıktı girmez" yoldan haber ver Nihânî Bizefırsat vere ol gânî Yezdân Girmişem meydana çıkmam aradan Beni insan zuhûr etti anadan " Çıktı girmez" yol da budur al haber Sümmani Ehl i demin deryâlarda dengi var Pehlevânın; sefînesi, sengi var Tekellümün; başka başka rengi var Sonra "girdi çıkmaz" yoldan haber ver. Nihânî Bin çetine koşsan, gelmem hiddete Taş, demir dayanmaz kuvvet, kudrete Nalınlara sebep; Idris Cennete "Girdi çıkmaz" yol da budur al haber Sümmani Hakk'ın hikmetine akıl mı erer Baga bâğbân olan, bağını derer Suâlime nazre ver; birer, birer Yine "girdi çıkmaz" yoldan haber ver. Nihânî Bu suâle cevâb vermem mi nası Pir elinden içtim kadeh i tası Ezazil boynuna lâ'net halkası "Girdi çıkmaz" yol da budur al haber Sümmani Der Sümmam; âşkın bahrına daldı Karşıda hasmını hayale saldı Gayret et; suâlin birisi kaldı Yine "girdi çıkmaz" yoldan haber ver Nihânî Ayrılmaz Nihânî edeb erkândan Yaradanım bizi hıfs ede andan Şeytan merdûd oldu, çıktı îmândan "Çıktı girmez" yol da budur al haber Bu fasıl sonunda Sümmani ve mecliste bulunanlar Nihânî'nin "bâdeli" bir âşık olduğunu anlayıp, tasdik ettiler. Âşıkların söyleşileri bir ara durmuştu. İşgâl bölgesinden gelenler ile Türk bölgesinden gelenler birbirlerinden hısım ve akrabalarını, konu komşularını sorup soruşturdular. İşgâl bölgesindekiler, Ermeni ve Rumlardan gördükleri zulum ve işkencelerden yakındılar. Sohbet, gittikçe koyu bir hal alıyordu. Bunu fırsat bilen Ahmet onbaşı, Nihânî'yi bir köşeye çekerek O'na: - "Nihânî, daha ne duruyorsun, fırsat sende. Şu ana kadar Sümmani ilerden gitti, sen cevap verdin. Bilesin ki, cevap vermek suâl sormaktan zordur. Sümmani bunu bildiğinden sana öne geçme fırsatı tanımıyor. Bunca yıl onunla dolaşırım, artık ihtiyar oldu. Ne satacak malı, ne de gurbet gezecek hâli kaldı. Şu andan itibaren senin dalındayım. Haydi Nihânî durma!..." deyip genç âşığı ayartıyordu. Nihânî, muammalara yüzünün akı ile cevaplar verdi ancak muamma sorma sırası kendisine geldiğinde Sümmani Baba buna müsade etmedi. Oysa ki genç âşık hünerini göstermek için fırsat bekliyordu. Köşede yapılan fiskoslar ustanın kulağına gitmişti. Usta, Ahmet onbaşıya doğru başını sallayıp kızıyordu. Toy aşığın, manalı, manalı kendisine doğru baktığını gören Sümmani Usta; O'na nasihat tarzında bir kapı açıp şöyle seslendi: Sümmani Gûş ver oğul ehl i hâlin sözüne, Şân alır âlemde şöhretlenirsin Sakın benlik etme özü özüne Bilirem gün-be-gün kuvvetlenirsin Nihânî Ben bu yolun hangisine varayım Herzaman ilerden gâyretlenirsin Eylen üç-beş kelâm ben de sorayım Kimin telâşına hiddetlenirsin Sümmani Dil verenler, yüzü ağın değildir O, benden çok sana yakın değildir Bana sûal sormak çağın değildir Sonra izin alır ruhsatlanırsın Nihânî Mânâlı kelâmı sormaktır işin Her ne yana gitsen bırakmam peşin Hile olduğundan dökülmüş dişin An için gün-be-gün hoyratlanırsın Sümmani Sitemli sözlerin bağrımı dağlar Giymiş cenk aletin kisbetin yağlar Sana da mülk olmaz bu tıfıl çağlar Bir gün olur sen de ibretlenirsin Nihânî Sen ki peder nüfûz kırmız evlâdın Zülalden şirindir lezzet ü tadın Dördüncü Orduda meşhûrdur adın Her bir tekellümde lezzetlenirsin Sümmani Şeydâ bülbül gibi gülün çoğalır Işkınlar çar yanın dalın çoğalır Zu-l kadr i gevherin la'lın çoğalır Mezet i meydanda lezzetlenirsin Nihânî Sen evlâd diyende ben diyem peder Nihânî'ye böyle tecelli kader Korkam "Bedehşanlı" senden el çeker Narmanda kim ile halvetlenirsin Sümmani Der Sümman ararım dil bîçaremi Kime tarif edem baht ı karemi Aman oğul aman açma yaramı Seni söylettikçe âfatlanırsın Sümmani Baba; gün görmüş, devran sürmüş usta bir âşıktı. Gençliğinde hiç bir âşık onunla ciddi olarak boy ölçüşemedi. Şu an ise, ihtiyar olmuştu. Saçları ağarmış, beli bükülmüş, dişlerinin çoğu da dökülmüştü. Nihânî, muamma sorma fırsatı vermediği için Sümmani ustayı hile yapmakla suçluyor, dişlerinin dökülmesini de sözde bu özelliğine bağlıyordu. Nihânî, mesleğe ilk adımını atmış fakat daha yol, töre nedir bilmiyordu. Sümmani Usta, genç âşığın edebe aykın davranacağından endişe ettiği için tekellümde öne geçme müsadesi vermemişti, yoksa Nihânî'den korktuğundan filan değil... Sümmani Baba, Nihânî'nin gönlünü almak için bazı nasihatlarda bulundu. Tekellüm fâslı bitmişti. Âşık Sümmanî cemaate dönerek: - "Ey cemâat! Gördüğünüz gibi bu çocuk da tıpkı benim gibi 'erenler' elinden bâde içip; bir âşık ateşine giriftâr olmuş. Şu an; benim para kazanacak, bunun da dost edinecek zamanıdır. Mâdemki ilk defa beni usta bildi; O'nu yanlız bırakmak bize yakışmaz. Mesleğin töresini, yol ve erkânını öğretmek için bir müddet onunla dolaşacağım" dedi. Gençler, söğüt ağaçları altında yer sofralarını hazırlamışlardı. Birlikte yemek yenip, çay içtiler. Güneş dağların ardına çekilirken dinleyiciler de köylerinin yolunu tuttular. Recep Usta, Sümmani ile Ahmet Onbaşıyı davet edip, Göreşken'e getirdi. Burada iki hafta kadar alıkonan misafirler izzet ikram gördüler. Âşıkların köye gelişiyle o yıl, ilkbahar daha bir anlam kazandı. Şerif Ağa'nın konağında her akşam "Meclis" yapılıyordu. Halkın uzun zamandan beri gönülleri kararmıştı. Âşık sohbetleriyle; halkın yüzüne renk, gözlerine yaş geldi. Halkın gönül bahçeleri bu sayede yeniden uyanıverdi. Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 25, 2009 Kardaş gördüğün gibi bizim zahiri sapıkların dediği gibi değil Bir bayana olan aşk.O da İlahi.Bana bir tarikattan olan bir amca arada sadece perde var demişti.... Quote Share this post Link to post Share on other sites
Beylerbeyi 177 Report post Posted January 26, 2009 selamun aleykum, ben su nihani ile summaninin atisma kismini okudum,gercekten cok guzel,anladigim kadariyla! fakar su badeli asik olayi nedir,kendi aranizda anlasiyorsunuzda birazda bizlere anlatirmisiniz?,sadece iltifat vari bir sozmu yoksa varmidir bir hikayesi. selametle Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 26, 2009 asil_dusunce ,Evet benim bildiğim bir hikaye var. Ama anlatmaya kalkarsam yanlış anlaşılır diye çekinirim. Bu Allahın bir lutfu dilediğine verir. Biri bülbül olur öter biri gül olur susar . Gülü bülbülden bilirler . Yani ben anlatamıyorum karışık iş. Hakkını helal et. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Beylerbeyi 177 Report post Posted January 26, 2009 selamun aleykum, helal olsun kardesim,ne demek,ben insallah vaktim oldugun da kendim biraz egilmeye calisacam konuya. bu ustalar ve daha niceleri bizim oralardan,hal boyle olunca bilmemekte sanki biraz ayip oluyor.neyse kardesim aeo. selametle Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 26, 2009 LARİ CAMİSİ Delik deşik bir hatıra Eski güzel yapıdan; Ayıramaz gelip geçenler, Pencereyi kapıdan! Merak edip sorarsanız, Adı, “Lari Camisi”… Görünür kubbesinin arkasından Gökyüzünün mavisi. Belli: ağlamış yazılar, Sağnakta… Ki çoğu, hala, Ağlamakta! Şu sütun, vaktiyle, Mermer gövdesi, tunç kispetiyle Çıkarken “Kırkpınar”a, Şimdi devrilmiş kenara! Dolu vurmuş kubbe, Çicekbozuğu duvar… Yıkılan taşlar, Dizini ovar Fırtına, alemden yakalamış, Zelzele temelden, Yetişin dostlar: gidiyor Lari Camisi elden! Selimiye’nin Muradiye’nin Kitapta yeri var… Onu kim arar, Kim sorar! Kalk, Lari Çelebi, mezardan; Çıkagel ”Merhaba!” diye Ve sor: “Benim bir camim vardı… Nerede acaba?” diye! Umudu kesmiş, yazık, Hayatından hekimler… Değişmez cemaati, artık, Yoksullar, yetimler! Buradan çeşmesi dinlesin; Ordan ırmağı, deresi; Elini kulağına koymuş Kırık şerefesi, Kendi selasını kendi verir Lari Minaresi! A.N. Asya Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 27, 2009 Gülnar bu yerlerden gitti gideli Çiçekten çiçeğe gam taşır yeli Bulutlar toprağa küstü küseli Nazlı nazlı yağar kar bu dereye Yaylanın nefesi kuşburnu kokar Hayta paharından ,gözyaşı akar Bir eli boncuklu tandırı yakar Vurur yanağından nur bu dereye Aşık Nasuhi Gün ortası ışıl ışıl olsada Karanlık saçından akar bu kızın Bülbül gülü bin zahmetle bulsada Alır yakasına takar bu kızın Göz çatlıyor bakamıyor yakından “kara kılçık” kaşlar, sıyrılmış kından Çöl tutuşur gölgesinin aşkından Duruşu deryayı yakar bu kızın Arı konar gönlündeki sevince Toplar bal özünü inceden ince Siyah zülfü gül yüzüne değince Yanağında şimşek çakar bu kızın Gül soldurur gül yanağa takarsa Koç ağlatır ele kına yakarsa Nehrin kıyısından suya balarsa Şelvesi kaleye çıkar bu kızın Aşık Nasuhi Kadir mevlam şu gönlümü hoş eyle Ya sabır ver ya bağrımı taş eyle Ya bir çift kanat ver yada kuş eyle Tez yetişek dost bağında talan var Aşık Sümmani Baba Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 27, 2009 Kazak Edebiyatı Magcan Cumabayev (1893-1938), Kazak bozkırlarında ortaya çıkan millî uyanışa, millîleşme çabalarına ve kurtuluş mücadelesine kuvvet veren aydın, yazar ve şâirler arasında Magcan Cumabayev (1893-1938), Sultan Mahmut Toraygır (1893-1920), Jüsipbek Aymavıt (1889-1931) ve Şahkerim Kudayberdi gibi kişilerin de Kazaklar nezdinde önemli bir yeri vardır. Yukarıda saydığımız Kazak aydınlarının arasında bulunan Magcan Cumabayev, önemli bir sîmadır. Cumabayev, İstanbul’da yeni usûle göre eğitim veren bir Çala medresesinde okudu ve bu yerde Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrendi. İlk şiir denemelerini burada yaptı. Daha sonra Kazan’a gitti ve burada da başka bir medreseye devam etti. Şolpan adındaki ilk şiir kitabı Kazan’da basıldı. Mir Jakup Dulatulı ile tanıştıktan sonra Kazak kültürünün yaygınlaşması için çalışmalara başladı. Rusça da öğrendi. Diğer milliyetçi Kazak aydınları ile beraber Alaş hareketine katıldı. Büyük bir Türk milliyetçisi olan Cumabayev, Kazakların ve bütün Türkistan’ın millî şâiridir. Şiirlerinde Türk topluluklarının o dönemdeki dağınıklığından, yabancı işgali altında yaşamak zorunda kalışlarından ve bundan dolayı duyulan ezikliklerden bahseder. Kün men Tün (Gece ile Gündüz), Alıstagı Bagrıma (Uzaktaki Kardeşime), Türkistan, Oral, Aksak Temir Sözü (Aksak Timur Sözü), Künşıgıs (Doğu), Ot (Ateş) gibi şiirleri bulunmaktadır. Alısta avır azap çekken bavrım, Kuvargan beyçeşektey kepken bavrım, Kamagan kalın cavdın artasında, Köp kılıp közdin casın tökken bavrım “Uzakta çok azap çeken kardeşim, Solmuş lâle gibi olmuş kardeşim, Kalabalık düşman kuşatması altında Göl gibi gözyaşı döken kardeşim!” (Magcan Cumabayev, Türkler, cilt:19.) UZAKTAKİ KARDEŞİME Uzakta ağır azap çeken kardeşim! Kurumuş lale gibi çöken kardeşim! Etrafını sarmış düşman ortasında Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim! Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim! Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim! Hor bakan,yüreği taş,kötü düşman Diri diri derini soymuş kardeşim!... Ey pirim!Değil miydi Altın ALTAY Anamız bizim?Bizlerse birer tay, Bağrında,yürüme dik mi serazat? Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay? Alaca altın aşık atışmadık mı? Tepişip bir döşekte yatışmadık mı? Anamız olan ALTAY'ın ak sütünden Beraber emip beraber tatışmadık mı? Akmadı mı bizim için dupduru bulak, Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek? Hazırdı uçan kuş,kopan yel gibi Dilesek bir bir atlar,tıpkı burak! ALTAY'ın altın günü nazlanarak Gelende,sen pars gibi bir er olarak, Akdeniz,Karaden iz ötelerine, Kardeşim,gittin beni bırakarak!... Ben kaldım yavru balaban,kanat açamam, Uçam diye davramsam bir türlü uçamam, Yön bulduran,yol gösteren can kalmadı; Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan? Kurşunlar genç yüreğime saplandı, Günahsız taze kanım su gibi aktı; Kansız kalıp,kuruyup bayıldım, Karanlık mahbese sıkıca kapattı. Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı,ovayı, Gündüz güneşi,gece gümüş nurlu ayı; Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp Bizi büyüten altın ANAM ALTAY'ı Ey pirim!Ayrıldık mı ulu bütünden? Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan Türk'ün pars gibi yüreği varken Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan? Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali? Yürekteki ateş söndü mü,kurudu mu DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI? Kardeşim!Sen o yanda,ben bu yanda, Kaygıdan kan yutuyoruz,bizim adımıza Layık mı kul olup durmak,gel gidelim ALTAY'A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA. MAĞCAN CUMABAY CEVAP Anadolu Türkleri adına Feyzullah Budak'tan Mağjan'a cevap Uzaktan azabımı bilen kardeşim Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim Özü amansız düşman ortasında Gönlünü derdime bölen kardeşim Ağır kaygılarla doldum kardeşim. Kuruyup lale gibi soldum kardeşim. Taş yürekli düşmanı sen hep bilirdin. Ben şimdi haberdar oldum kardeşim. Ortak anamız idi, Altın Altay O bir Tulpar idi, bizler birer tay Bağrında şimşek gibi çakardık Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay. Alaca altın aşık atıştık elbet Tepişip bir döşekte yatıştık elbet Altay gibi bir ananın ak sütünden Beraber emip, beraber tadıştık elbet. Bizim için dupduru bulaklar aktı. El attığımız yerde şimşekler çaktı. Emrimizdeydi uçan kuş ve kopan yeller Bindiğimiz atlar tıpkı buraktı. Bir gün ortak hayatın süresi doldu. Tanrı emriyle sefer mukadder oldu. Bedenim Akdeniz-Karadeniz arkasında Yüreğim Altın Altay’da kaldı. Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın Uçmaya davransan da uçamadığın Yön bulduran, yol gösteren can olmayınca Düşman kurşunlarından kaçamadığın. Sana değen kurşun, bana saplandı Günahsız kanımız birlikte aktı Toprağa düşen kan, onu yurt kılar Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı. Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya Bizi ipek kundaklara sarmalayıp Bağrında büyüten anamız Altay’a. Ulu bütünden ayrılıp uzağa düştük Tarih kazanında yıllarca piştik Dağılıp yılmadık, yağan oklardan Yiğitlik suyunu biz özünden içtik. Kudrete hamle eden Türk canı Ne hasta düştü, ne de tükendi hali Sönmedi yüreklerdeki ateş Kurumadı damardaki atalar kanı. Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda Gücü-kuvveti toplamak gerek Atalardan miras ortak vatanda. FEYZULLAH BUDAK Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 28, 2009 KARANĞILIK KOYUVLANIP KELEDİ Karanğılık koyuvlanıp keledi Peç içinde çok akırın sönedi Kızık körip canımdaki cas bala Söngen çoktı üredi de, küledi. Çok üstinen kiçkene uçkın uçtı da Bir azırak çok kızara tüsti de Derev sönip, tezrek külge aynaldı Astındağı ıstık küldi kuçtı da. Peç içinde çok akırın sönedi Söngen çoktı ürip bala küledi Oy bastı ma? Elde közim taldı ma? Mölt-mölt etip, közime cas keledi... *** KARANLIKLAR KOYULANIP GELİYOR Karanlıklar koyulanıp geliyor Soba içinde kor yavaş yavaş sönüyor İlginç görüp yanımdaki genç çocuk Sönen koru üflüyor da gülüyor. Kor üstünden küçük bir kıvılcım uçtu da Bir azıcık kor kızarır gibi oldu da Derhal sönüp, hemen küle dönüştü Altındaki sıcak külü sardı da. Soba içinde kor yavaş yavaş sönüyor Sönen koru üfleyip çocuk gülüyor Efkar mı bastı, yoksa gözüm mü daldı? Damla damla akıp, gözüme yaş geliyor... Magcan Cumabayev Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 28, 2009 1937 yılında tutuklanarak 19 Mart 1938’de Stalin cellatları tarafından kurşuna dizilir. Sür Atını Sersembay Sür atını Sersembay Daha horoz ötmeden Altın şafak sökmeden Yaylalara çıkalım Deh deh deh Olmaz olsun bu mektep Çektiğim bu yüzden hep Sür atını Sersembay Geri dönüp bak hele Gözleri alev alev Gördüğün o devler ev Atmosferi toz duman Burada geçmez zaman Şehir yedi başlı dev Sür atını Sersembay Uğul uğul uğuldar Yayılır pis kokular Şaşırdım vay anam vay Geri dönüp nidelim Köyümüze gidelim Sür atını Sersembay Uçarı mı uçarı Utanmaz kadınları Kırıtarak gerinir Yüzlerinin nuru yok Gözlerinin feri yok Erkekleri cin, peri Sür atını Sersembay Ateşli bir yürek yok Seksten gayrı erek yok Homurdanan domuzlar Bunları gece kuzlar Sefillerin cenneti Pis kokulu dehlizler Sür atını Sersembay Gökyüzü yıldız kaynar Göğü görmez kör onlar Bakıp gülümsüyor ay Bunaldım bu şehirde Sonsuz kırlarım nerde Sür atını Sersembay Sersembay, hey Sersembay Uyku sırası mı ay! Somurtup durma öyle Hadi bir türkü söyle Köyden duyulsun ünün Artık çilem doldu say Sür atını Sersembay Sarı Arka yaylağı Yeşil cennet otağı Bir uzanıp yatayım Onun ipek yelini Âbı kevser gölünü Ben nasıl unutayım Şehir benim neyime Hasret kaldım köyüme Söylesene Ağatay Geri dönüp nidelim Obamıza gidelim Sür atını Sersembay Magcan Cumabayev Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 28, 2009 Bağrı yanık Türkiyeli gardaşım Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Bağrı kara gözü kara dindaşım Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Doğmuşum atmışlar bir zindan yere Vatan nere sıla nere yurt nere Ana sütü emmemişim birkere Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Gardaşım çığlığım duymirmisen Sen Allah yoluna ölmir misen Yoksa bizi gardaş saymirmisen Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Ezen dinlir namazına gidirsen Mene ezen namaz yasak bilmirsen Sen bir hürsen men esirem görmirsen Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Sana ninni söylirem silah sesinden Ayrılmirsen anneciğin dizinden Men esirem gan geliyor gözümden Bilmirmisen Türkistanlın ne çekir Yazarını bilmiyorum Doğu Türkistandan biryerlerden… Coştun yine deli gönül , sular gibi çağlar mısın Aktın Yine kanlı yaşım ,yollarımı bağlar mısın Yunus Emre Quote Share this post Link to post Share on other sites
ehl-i_ kalender 4 Report post Posted January 28, 2009 Aşık Veyselden: Koyu yazdığım yerler çok derin manalar içeriyor çoğu tasavvufi manalar(İnşaallah-u Teala bir başka zaman açıklarız bu manları) Güzelliğin on par'etmez Bu bendeki aşk'olmasa Eğlenecek yer bulaman Göynümdeki köşk'olmasa Tabirin sığmaz kaleme Derd-i dermânsın yarama İsmin yayılmaz âleme Aşıklarda meşk'olmasa Kim okurdu kim yazardı Bu düğümü kim çözerdi Goyun gurd'ile gezerdi Fikir başka başk'olmasa Güzel yüzün görülmezdi Bu aşk bende DİRİLMEZDİ(burada çok derin bir şeye vurgu yapmış) Güle kıymet verilmezdi Aşık ve Maşuk'olmasa Senden aldım bu feryâdı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı Veysel Adı O sana âşık'olmasa Quote Share this post Link to post Share on other sites
ayvaz 2 Report post Posted January 28, 2009 Bir gececik uyuma ,ne olur. Ayrılık kapısını çalma bir gecelik. Bir gececik dostların gönlü olsun Ne olur sabahı et bir gececik Bir gececik gözlerimiz seninle aydın olsun Kör olsun şeytan birgececik Dünyayı güzel kokular sarsın bütün. Karanlıklardan ışıklar aksın ovalara. Sofradakiler dirilsin bir gececik Bir gececik uyuma ne olur Ayrılık kapısını çalma bir gececik Bir gececik ata bin,meydana gel. Gönüller bir gececik rahat olsun Göğüsler meydana dönsün bir gececik Yeniler giyinelim biz kulların Musa gibi sen bir sopa al eline. Sopa bir anda elinde yılan olsun Süleyman gibi sen karıncaların yanına var. Karıncalar bir anda birer Süleyman olsun Ne olur,bir gececik kapısını çalma ayrılığın Mevlana Celaleddin Rum Quote Share this post Link to post Share on other sites