Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
ayvaz

Aşık

Recommended Posts

ALLAHIM BU VUSLATI HİCRAN ETME

 

Allahım bu vuslatı hicran etme

Aşkın sarhoşlarını nalan etme

 

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak

Bu mestlere bahçelere kasdetme

 

Dalı yaprağı vurma hazan gibi

Halkını başı dönmüş zelil etme

 

Kuşunun yuvasının ağacını

Yıkma da kuşlarını perran etme

 

Kumunu ve mumunu karıştırma

Düşmanları kör et de şadan etme

 

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır

Onların işlerini asan etme

 

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır

Umut kabesin öyle viran etme

 

Bu çadır iplerini öyle katma

Çadır senindir eya sultan etme

 

Yok dünyada hicrandan daha acı

Ne istiyorsan et de onu etme

 

Mevlana Celaleddin Rumi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Demedim mi?

 

Oraya gitme demedim mi sana,

seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

 

Bir gün kızsan bana,

alsan başını,

yüz bin yıllık yere gitsen,

dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

 

Demedim mi şu görünene razı olma,

demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,

onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

 

Ben bir denizim demedim mi sana?

Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,

senin duru denizin ben'im demedim mi?

 

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?

Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,

senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

 

Demedim mi yolunu vururlar senin,

demedim mi soğuturlar seni.

Oysa senin ateşin ben'im,

sıcaklığın ben'im demedim mi?

 

Türlü şeyler derler sana demedim mi?

Kötü huylar edinirsin demedim mi?

Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?

Yani beni kaybedersin demedim mi?

 

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

 

Mevlana Celaleddin Rumi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Seyyid İmadeddin Nesimi Kuddise Sirruhdan:

 

Bugün ben pîrime vardım, Pîrin cemâli güldür gül!

Oturmuş taht-ı revânına, taht-ı revânı güldür gül!

 

Gül alırlar gül satarlar, gülden demet kurarlar

Gülü gül ile tartarlar Bend-i pınarı güldür gül!

 

Ak gül ile kırmızı gül, çift yetişmiş bir bahçede

Bakışırlar hâre karşı, Hârı, ezhârı güldür gül!

 

Gel ha Seyyid Nesimi Dost nefesi güldür gül!

Şu öten garip bülbülün, derd-i figânı güldür gül!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben Osmanlı'yım

 

Dinle evlat, sana bir çift söyleyecek sözüm var.

Beni bilmek ister isen, Hakk'a bağlı özüm var

Neslim bana bühtan etmiş, yüreğimde sızım var

 

Bu sayfalar tanır beni, ha bu kitaplar tanır.

Şanlı tarih dile gelse, bütün dünya utanır.

 

İlim, irfan, medeniyet yaymak için büyüdüm.

Kuru kavga için değil, hizmet için yürüdüm.

Bir küçücük beylik idim, üç kıtayı bürüdüm.

 

Bu tepeler tanır beni, ha bu ufuklar tanır.

Şarktan güneş doğduğunda, gölgem garba uzanır.

 

Mazlumların gözyaşlarını şefkat ile silmişim.

Vatan, namus, din ve devlet kıymeti bilmişim

Irzıma göz dikenlerin haklarından gelmişim.

 

Bu hisarlar tanır beni, ha bu kal'alar tanır.

Nal sesimi işitenler, kıyamet koptu sanır!

Gürbüz Azak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir Yiğit Benim Diyende

Bir yiğit, 'benim' diyende

Kaynayıp da coşmamalı

İşin icrasın bilmeyen

Hiç haddinden aşmamalı

 

Kalmadı beyler, malımdan

Kimse bilmez ahvalımdan

Güzelleri illerinden

Almayınca gelmemeli

 

Köroğlu der: koçyiğitler

Hazırlansın arap atlar

Sandığa giren yiğitler

Bu sandıktan çıkmamalı

 

 

Köroğlu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yürün aslanlarım savaş edelim

Buna kavga derler bey ne paşa ne

Haykırıp haykırıp kelle keselim

Seyreyleyin eli ayağı şaşana

 

Yürü beyler cenge harbi çalınır

İyi kötü bu meydanda bilinir

Kılıç değer adam iki bölünür

Nusret bizim beyler neci paşa ne

 

Gürzün kösteğini kola takmalı

Arap atı sağa sola yıkmalı

Kargılar mızraklar birden kalkmalı

Fırsat vermen Arap atlar kaçana

 

Köroğlu der durun edek cengimiz

Bundan belli olsun yiğit hangimiz

Üç saat sürmeli burda hengimiz

Tarih yazın şu dağlara nişane

 

Köroğlu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yiğitler Silkinip Ata Binende

Derelerde Bozkurtlara Ün Olur

Yiğit Olan Döne Döne Döğüşür

Kötüler Kavgadan Kaçar Hun Olur

 

Bir Yiğit Cidasın Almış Eline

Serini Koymuştur Yiğit Yoluna

Kalkan Paralana Zırhlar Deline

Kanlı Gömlek Koç Yiğide Don Olur

 

Bir Yiğit Cidasın Almış Atıyor

Ağ Elleri Kızıl Kana Batıyor

Bir Kötü Kavgadan Dönmüş Kaçıyor

Kaçma Kötü Kaçma Şimdi Dön Olur

 

Köroğlu Çağırır Figan Ağıtlar

İman Ehli Birbirlerini Öğütler

Boydan Boya Demir Donlu Yiğitler

Vurur Cidasını Kahraman Olur

Köroğlu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir şîrîn hikâyet geldi hatıra

Om vasfetmenin geldi zamanı

Şehiryutan-zâde Hüseyin Yaver

Kalos Ağa ile kavga destanı

 

Komisyon meclisi nüfus yazarken

Divân-ı devlete defter düzerken

Kasabayı köyü kendi gezerken

Hığm'da kurdular kalem dîvânı

 

Esmaya vurdukça defter kitabet

Kalos etvâr aldı her gün her saat

Sedir baş olmayı eyledi âdet

Danışmağa durdu yahşi yamanı

 

 

Ukbe kadı gibi çoğa az dedi

Öküze keçi tavuğa kaz dedi

Dasni guros dasni diga yaz dedi

Hüseyin Yaver'in sıkıldı canı

 

Dedi ulan Kalos küfrü bezetme

Her mekânda sedir başı gözetme

Bir söyle bir dinle ürme uzatma

Kalkar güldürürüm dostu düşmanı

 

Bugün dem vaktidir mestâne çoktur

Sana danışmanın zamanı yoktur

Yakın bir haşredek mesnedin b.ktur

Senin'çûn taşırım kılıç kalkanı

 

Kalos'un gözleri dönmeye durdu

Şâfi iti gibi azdı kudurdu

Dedi devlet bize bir nizâm

kurdu İslâm'dan ayırmaz Hrıstiyân'ı

 

Hüseyin der dostum bûnyâd eylese

Günde yüz bin kanun icâd eylese

Toptan bu cihanı âbâd eylese

Size üçün biri olur ihsanı

 

Sazendeler mey dîvânı kursalar

Mestâneler bu dîvânda dursalar

Senin öz vatanın benden sorsalar

Meydân başı bir de kasap dükkânı

 

Kalos dedi ulan Nahcivân kurdu

Devlet maskarası millet züğürdü

Kasap dükkânında beni kim gördü

Sen gibi gözetmem yağlı yavanı

 

Hüseyin Yâver'in teprendi saçı

Kattı karıştırdı haçı haracı

Elin attı raftan kaptı kırbacı

Kalos'un dalında saydı doksanı

 

Yekten kıyam etti meclis çerisi

Hüseyin Yaveri tuttu birisi

O zaman Kalos'un koptu gerisi

Ermenice saydı yüz bin ruhbanı

 

Kalos düşer makatlara sarılır

Hüseyin Yâver'e şahlar darılır

Yine haykırdıkça yerler yarılır

Kesti selâmlığı kapıdan yanı

 

Kalos selâmlıkta ekin biçerdi

Hay ettikçe ardın önün açardı

Kalos makatları atlar geçerdi

Çulfa taşı gibi o yan bu yanı

 

Ahâli döküldü geldi hurüşa

Gördüler Kalos'u vurur diş dişe

Bir sıçan deliği beş bin kuruşa

Haraç mezattadır Kalos'un canı

 

Çoklara söyledi bizi barıştır

Nemi alırsan al burdan savuştur

Bugün beni Kisanta'ya kavuştur

Hizmet gören bir lira-yı Osmanî

 

 

Hüseyin der sanma gamın çekerim

Keçevi'de kızıl kanın dökerim

Kalos senin bin Şeddad'ın s...erim

Bir de höllük koyup çaput saranı

 

Komisyon meclisi baktı durdular

Hüseyin Yaveri sarhoş gördüler

Mestane yazdılar karâr verdiler

Gerek hûb nevreste pîr û civanı

 

Kalos'un fıkrası buldu nihayet

Yüz bin asvas dedi kıldı şikâyet

Celalî şeydâya bir bir hikâyet

Kılın başımıza kopan tufanı

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

BATAKÇI DESTANI

 

Gene bir serencâm vadigânm var

Dayan bu sözüme kara batakçı

Harabat ehline yadigârım var

Her mecliste benden ara batakçı

 

Kahveci kahveyi tatar be-tatar

Ocakta geç olur mangalda kotar

Taze tiryakidir sonra göt atar

Alır serper çâr divâra batakçı

 

Ekser batakçılar dilbaz olurlar

Başı dazdaz gözü çarpaz olurlar

Nerde sefil varsa arar bulurlar

Bu ne insaf bu ne hâldir batakçı

 

Nasıl aldın ise getir ver anı

Sana derim ey Bektaş'ın zıranı

Göbeğim keseni höllük koyanı

Veririm mezada sonra batakçı

 

Günde bin savaşı Kerbelâ'sı var

Cebel-i Billah'ta bir tarlası var

Kırk dokuz borçluya havalesi var

Bu ne insaf bu ne para batakçı

 

Erzincanlı der ki geldin otuydun

Gaybıttın gıybıttın çaydın götüydün

Gaydaşlık olalı beni batıydın

İste bakam aypalara batakçı

 

Laz da der ki ulan Ahmet varalım

Vermez ise faizini koyalım

Kardaşlığımızdır mühlet verelim

Belki kazana da vere batakçı

 

Erzurumlu der ki dadaş gelirih

Aldıhsa veririh gene alırıh

Biz bu ahşam ezemgilde galırıh

Dolana bir hana gire batakçı

 

Acemse der ele hardan gelipsin

Gelip menim öz metaım alıpsın

Ele her tarafın açık kalıpsın

Çöreğin dizinde dura batakçı

 

Şüphelidir batakçının imâm Üç

beş gün dediği bulur harmanı

Arpanın gözüne verir samanı

Emânettir yere sürme batakçı

 

Düğünde bayramda geyinir alı

Veresiye almış gene bu malı

Ali'nin külahı Veli'nin şalı

Emânettir sürme yere batakçı

 

El malıyla girdin eyledin gerdek

Verip kurtulsana sütsüz pezevenk

Her nerde işitsen bir ulu dernek

At sürersin o pazara batakçı

 

Batakçının nallarını bana sor

Bir fincan kahveden eder anafor

Doksan dokuz pata ile yanaşır

Veresiye tacirlere batakçı

 

Kimsede beş kuruş görse yapışır

Uyuz itler gibi alır kapışır Ver

deyince basar çifte tepişir

Atar imânını nâra batakçı

 

Günde bin kavgası Kerbelâ'sı var

Cebel-i Billâh'ta bir tarlası var

Kırk dokuz borçluya havalesi var

Mori insaf bu ne para batakçı

 

Eğer Ermeniyse söylerdi foh di

İnci gıdaskoran das gurus kokti

Tızazcı darasta yine kirohti

Muritkunim ur gerdara batakçı

 

Eğer Rum ise der garmidi bibas

İnende guruşun zomadi bicas

Vermes paralan gamidi manas

Gidiyorsun gene nere batakçı

 

Okudum vasfını çektim beyaza

Dağıtsınlar Seki Şirvan Şiraz'a

Altmış para verse peşin kiraza

Tövbe çeker yetmiş kere batakçı

 

Uzatma Celâli serencâm çoktur

Mahşere kalırsa işi bozuktur

Katile mürüvvet borçluya yoktur

Ara bul başına çâre batakçı

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Usandım sâkî canımdan o cânânı usandırdım

Cihan bağında bülbülüm gülistanı usandırdım

 

Açılmaz baht-ı siyahım tecellî bu kader böyle

Kime kim merhaba dedim o gün anı usandırdım

 

Hârâbat camı nûş ettim harâb ettim harâb oldum

Eyvah kılmadan cesed câm usandırdım

 

Ezel kâtibleri âciz kalıptır arz-ı hâlimden

Kitabet koymadım gezdim her inşânı usandırdım

 

Cefâ vü cevr elinden yahu billah çok divân gördüm

Sadâret sahibi taht-ı Süleyman'ı usandırdım

 

Dilim zahmmda al kanını gören ifratın el çekti

Bulunmaz merhemi ben dest-i Lokmân'ı usandırdım

 

Okunmaz nazmım eş'ârım halayık destine verdim

Gedâ vü bây u sultân gerek hanı usandırdım

 

Sanıram âb-ı çeşmimdir seng-i sahrayı kandıran

Ne hâldir büsbütün âlem û cihanı usandırdım

 

Şikâyet kıldı gök ehli Celâli âh u zarımdan

Melâik zümresi dergâh u dîvânı usandırdım

 

Celali Baba Divani

 

Kaynak:www.reyhangulleri.de

Share this post


Link to post
Share on other sites

Seni gören aklı zây'olur

 

Seni gören aklı zây'olur

elbet Servi serin halka saye bağlamış

Ne boyda ser çektin ey servi kâmet

Elif zülfün serin bâ'ya bağlamış

 

Yanağın Tebârek Kasem süresi

Er-Rahmân okunur cismin turas

"Alleme'l-esmâ'da ismin süresi

İki "mim" bir "dal"ı "hâ'ya bağlamış

 

Celâli sâildir kapında dilber

Hüsnün pertevinden bir buse ister

Dediler muteber bir delil göster

Dedim hüccet "Ve'd-duhâ"ya bağlamış

 

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

AY-GÖNDESTANI

 

Ay ile gün dil çengine durdular

Güneş der ki ben veririm ziyayı

On iki kuleden tîg gösterende

Hep garrâ eylerim kamu dünyâyı

 

Ay der ki gel canım düşme inada

Üstümüzde hâzır nazır ol Huda

Çırâğımsın benden geldin âbâda

Böyle benlik ile görme dâvayı

 

Güneş der ki edeb erkânın tanı

Ne güne çırak ettin sen beni

Gel bakam şahidin isbâtın hani

Beyhude kendine verme payeyi

 

Ay der ki ol Hakk'ın fermam geldi

Cebrail kanadıyla alnımı sildi

Nice bin hezârân nurumdan aldı

Bakmaz mısın yüzümdeki karaya

 

 

Güneş der ki sende çarhın durağı

Boynumdan kesilmez torbanın bağı

Her bir şer işlerin sensin yatağı

Zulmetin tûfânı alır semân

 

Ay der ki neşterin suçu bendedir

Üçlerin Beşlerin vechi bendedir

Beş vakit namazın üçü bendedir

Zâhidler cehr ile okur imlâyı

 

Gün der ki alâmet hep sende olur

Sofular aldanır zikrinden kalır

Abdestli yollarım cenabet gelir

Nice bir edersin sen bu rüsvâyı

 

Ay der ki bu hüner sende var mıdır

Adet midir töhmet midir âr mıdır

Mevlâ'nın emridir ayıp kâr mıdır

Kavuşturanı o Mecnün'a Leylâ'yı

 

Güneş der ki ben binende atımı

Zer dağıtıp sevindireni yetimi

Yetmiş iki millet söyler medhimi

Lâhorî şal kuşatıram semâyı

 

Ay der ki şol şehr-i sıyâm bendedir

On bir ay içinde sultân bendedir

Leyl-i Kadir aziz bayram bendedir

Hakk'a tâlib olan verir salayı

 

Güneş der ki ben kılanda işaret

Gün-be-gûn kemâle gelir nebatat

Cümle çiçeklere verir nezâket

Al yeşile gark eylerim sahrayı

 

Ay der ki bendedir gaflet bârları

Dünyâya taptırmam tamahkârları

Mehenge vururam cevherdârları

Fark ederim şem'a yanan şeydâyı

 

Güneş der ki ben sahrada bir gülüm

Gül dalında öten şakır bülbülüm

Senin gibi hiç hilebaz değilim

Mansıba vetirem yoksulu bayı

 

Ay der ki elverir bu cevr ü cefâ

Bende doğdu Fahr-i Alem Mustafâ

Edeb elde iken geri dur yoksa

Kurarım başına ceng ü kavgayı

 

Güneş der ki çâr yanım yay ile oktur

Kargı mızrak süngü sancağım çoktur

Cihanı dolansan siperim yoktur

Getirem başına türlü belâyı

 

Ay der ki bu kadar varma ileri

Beş yüz bin ordu yıldız askeri

Dâmânımdan gösteririm neşteri

Kanın bulandırır yedi deryayı

 

Güneş der ki tığlarım burca düzülür

Askerin hıradır tutmaz ezilir

Su görünür teyemmümler bozulur

Sana öğretirim "lâ"yı "illâ"yı

 

Ay der ki imdadım yetirir Allah

Ölünceye kadar çalarım billah

Usta çırağına etmez eyvallah

Sana ben vermişim rütbe payeyi

 

Gün der ki "es-sulhü seyyidi'l-ahkâm"

Ne sensiz ne bensiz olur subh ü şâm

Sana baş eymezdim hasıl-ı kelâm

Pek yüce kapıya kıldın şekvayı

 

Ay der ki deveden büyük fil vardır

Bizleri halkeden Ganî Settâr'dır

Aslımız kardaştır nurumuz birdir

İnanmazsan yoklatalım künyeyi

 

 

Gün der ki bilmedim gel barışalım

Ay der ki efendim helâllaşalım

Gün der ki hâl hatır sor konuşahm

Ay der ki edelim hamd ü senayı

 

Hamdülillah sana ey Ganî Sübhân

Ay ile gün barıştılar bî-gümân

Dîdârın arzular Celâli üryan

İster bu derdine senden devayı

 

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

TERZİ BABA DESTANI

 

 

 

Erzincanda yetişen, bir büyük evliyâdır.

Ledünnî ilimlerde, o, geniş bir deryâdır.

 

Dünyâya, zerre kadar hiç etmezdi muhabbet.

Bilâkis Âhirete ederdi fazla rağbet.

 

Anne ve babasının isteği üzerine,

Küçükken başlamıştı, Terzilik mesleğine.

 

Her iyne batırışta, zikrederdi Rabbini.

Zîrâ "Allah sevgisi", doldurmuştu kalbini.

 

İyneyi çekerken de, Allah derdi o yine.

Zîrâ Ondan gayrisi, hiç gelmezdi kalbine.

 

Halîm ve selîm olup, mütevâzı idi pek.

Hâlini, insanlardan gizler idi mübârek.

 

Fakîrleri çok sever, bunu belli ederdi.

(Onlarla oturmaktan hoşlanıyorum) derdi.

 

Bir fakîr seyyâh geldi Erzincan'a bir zaman.

Üstündeki paltosu, görünmezdi yamadan.

 

Eski ve yırtık olup, sökülmüştü her yeri.

Onu diktirmek için, gezdi çok terzileri.

 

Ve lâkin hiç birisi, dikmedi paltosunu.

Hattâ eline bile almadı kimse onu.

 

O zavallı fakîre, hiç kıymet vermiyerek,

Savdılar başlarından, hem de alay ederek.

 

Dediler ki: (Şurada, git bul Terzi Baba'yı.

O diker üstündeki bu pejmürde abâyı.

 

Bizim, böyle işleri, vaktimiz yok yapmaya.

Götür, bunu o yapsın, gelme artık buraya.)

 

Zavallı fakîr yolcu, buldu Terzi Babayı.

Dedi: (Diker misiniz, şu çok eski abâyı?)

 

Terzi Baba, dükkânda ona yer göstererek,

Oturttu önce onu, iltifâtlar ederek.

 

Sonra da buyurdu ki: (Bırak onu sen bana.

İnşallah tâmirini bitiririm yârına.)

 

O gün onu yıkayıp, temizledi en evvel.

Sonra, söküklerini tâmir etti mükemmel.

 

Ertesi gün o fakîr, geldiğinde dükkâna,

(Paltonuz hazır) deyip, kalktı ve verdi ona.

 

Lâkin öyle bir hâle getirmişti ki onu,

Fakîr, tanıyamadı hiç kendi paltosunu.

 

Zîrâ baktı, yıkanmış, temizlenip dikilmiş.

Yepyeni gördü onu, sanki hiç giyilmemiş.

 

Çok sevinip, şükretti Allahü teâlâya.

(Borcum ne kadar?) diye, sordu Terzi Baba'ya.

 

Buyurdu ki: (Borcun yok, âfiyetle giy onu.

Zîrâ ben, Allah için diktim senin paltonu.)

 

Öyle memnun oldu ki, onun bu sözlerinden,

Elinde olmıyarak, yaş aktı gözlerinden.

 

Ellerini açarak, dedi ki: (Yâ ilâhi!

Evliyâ kullarından, eyle sen bunu dahî.)

 

Onun bu duâsını, Rabbimiz etti kabûl.

Sonradan Terzi Baba oldu bir "Evliyâ" kul.

 

Abdüllatif Uyan

Share this post


Link to post
Share on other sites

Metaımdan alan gelsin

 

Metaımdan alan gelsin

Ben dervişân irisiyem

Derûnundan tefsir kılın

Ben sırf kulun perîsiyem

 

Dilbere vurgun değilem

Her söze durgun değilem

Usanmış yorgun değilem

Ehl-i diller çağrısıyam

 

Gelen seyrâna getirsin

Alan irfana götürsün

Bulan kurbâna yetirsin

Halîlullâh sürüsüyem

 

Celâli derler dîvâne

Aşk ile geldim cihâna

Bin bir isimli Sübhân'a

Hû çekmenin borçlusuyam

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kâtip bir nâme yaz o bî-vefâya

 

Kâtip bir nâme yaz o bî-vefâya

Bülbülün hâlini gülzâre sorsun

Nûş etsin şebnemin "Kâlu belâ"dan

"Ene'1-Hak" sırnnı o yâre sorsun

 

Hakikat bahrine keştibân olsun

Mekteb-i irfanda ârifân olsun

İki şâh beyninde tercüman olsun

Arasın derdine bir çâre sorsun

 

Celâli rümûzu bâ'dan arasın

Üç harf ile beş noktadan arasın

Okusun da muammadan arasın

Perdeyi kaldırsın dildâre sorsun

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yarı aydınlıklar ki sahipsiz

Ve mavi serçeler sabahtan erken

Çocuğum şarkı söyle sokaklarda

Sesin güzelliğini kaybetmeden

 

Kapılar açılır ardına kadar

Kuşlar uçar hatıralar içinde

Çocuğum bol bol masal dinle

Henüz inanırken

 

En uzak gemilerini korsanların

Seyretmek yıldızların silinmesini

Çocuğum sor neden akşam oluyor

Ayıplamaz kimse seni

 

Bazı sahillerin serinliği

Ve unutulmayan ilk demet

Çocuğum sana yalvarıyorum

Ellerin çirkinleşmeden dua et

F. Hüsnü DAĞLARCA

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kurt kurmuş bir su

Başında pusu

Gel gitme kuzu

Bir gizli emel

Çağırıyor gel

İtiyor bir el

 

A Kutsi TECER

Share this post


Link to post
Share on other sites

YANLIZLIĞIM

Sessiz gecelerin, tadı senmişsin

Al beni göğsüne, sar yalnızlığım

Saati, haftayı, ayı yenmişsin

Ömrüm bile sana, dar yalnızlığım

 

Her gün görünürsün, başka biçimde

Bendeki huzurun, benzeri kimde ?

Sıcak sıcak kıvrılırsın içimde

Bende dolmaz yerin, var yalnızlığım

 

Dertliyim, mutluyum , senin yanında

Gece yarısında , sabah tanında

Sende alışırsın belki sonunda

Artık bana oldun, yar yalnızlığım

Yunus AYDIN

Share this post


Link to post
Share on other sites

MEN VE BAŞKALAR (Özbek kızı ağzından)

Külgen başkalardır, jığlağan men men

Oynağan başkalar , inlegen men men

Erk erteklerini esikten başka

Kulluk koşugını tınlagan men men

 

Başkada kanat var gökte uçadır

Şahlara konadır, bagda yayraydır

Sözleri sedeftek tuvası neydek

Küyini her yerde elge soraydı

 

Bendede kanat var lakin bağlangan

Bağ yokdır, şah yokdır, kalın devar bar

Sözleri sedeftek tuvası neydek

Köyüm var onıda davarlar tınlar

 

Erkin başkalardır komarğan men men

Hayvan katarıda sanalğan men men

Abdulhamit Süleyman Çolpan

Share this post


Link to post
Share on other sites

Beni kınamayın Hakk'ı sevenler

 

Beni kınamayın Hakk'ı sevenler

Rüzgâr esmeyince dal ırganır mı

Küllî boş değildir aşka düşenler

Katre düşmeyince sel uyanır mı

 

Dil meftun olmazsa âşık yârine

Yanar mı pervane şem'in nârına

Ah u zâr çekmese Hak dîdârına

Uyanıp hâbından su dolanır mı

 

Öyle bir Leylâ'ya Mecnûn'um billâh

İsminde okunur harf-i Bismillah

Tutuştu her yanım hasbeten-li'llâh

Mevlâ'yı zikreden kul kınanır mı

 

Nice birâlemin Perverdigârı

Mevlâm her kuluna vermez bu kârı

Gûn-be-gün artıyor bülbülün zârı

Goncasız gülşene gül yamanır mı

 

Buldu Celâl'ı'yi Kırklar Yediler

Erkânı öğretip hizmet verdiler

Haşre dek bu çarhı çevir dediler

Sormadım ki buna kol dayanır mı

Bayburtlu Celali Baba

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşık Kağızmanlı Hıfizinin hikayesi ve ünlü ağıdı(şuan bu ağıdı dinlemekteyim ciğerim parçalanıyor)

Sefil Baykuş Türküsü

 

Sefil baykuş ne yatarsın bu yerde

Yok mudur vatanın illerin hani

 

Hani ya! Bülbül gibi şakıyan; aşkı gözlerden okuyan dillerin hani?.. Hey gidi onbeş yaşın Suna'sı hey ! . Toprağa girecek yaş mı bu ! ..

 

Varıp türküye sorsan "Ey türkü nedir bu Sefil Baykuş öyküsü... neyin nesi bu Suna kız". Türkü dillenir. Öyküler meseleyi.

 

Recep derler bir genç vardı, Kars'ın Kağızman'ında Recep'in babası Ağa Dede adlı bir rençberdi. Oğlunun okuma-yazma yaşına gelince, Hafız Lütfi Efendi'ye yolladı onu. Eskiden nerde şimdiki okullar. Varsa yoksa medreseler. İşte Recep'te gözlerini Hafız Lütfi Efendi'nin medresesinde açtı çevreye.. Sesi güzel olduğu için de hocası onu çok seviyordu. Recep oniki yaşına gelince, medresede ders vermeye başladı. İyi, hoş ama, Yaşının da ergenliğe geçiş dönemi: Öğrenciler arasında kızlar da var. Hele bunlar arasında emmisinin kızı Suna var ki, bir içim su.. Suna da onun yaşlarında, çocuk daha. Ama, Recep'in ilgisini anlıyor. İçten içten de boş değil Recep'e. Recep derseniz günden güne tutuluyor Suna'ya. Uykuları kaçar oluyor, rahat, huzur hak getire. Medreseyi terkedip, dağlara düşüyor. Elinde sazı, çalıp; söylüyor. Yaktığı türküler de hep Suna'nın üstüne. derken, mesele Recep'in babasının kulağına gidiyor. Babası olgun adam..Varıp Sunâ nın babasına açıyor konuyu. "Valla kardeş durum böyleyken böyle bizim oğlan deli divana. Dağlara düştü. Suna der de başka birşey demez.... Allah kısmet etmişse, baş-göz edelim çocukları. Elin akıllısından, bizim delimiz iyidir" diyor.

 

Suna'nın babası dinliyor kardeşini. Sonra da: "İyi ya kardaşım. Anşa evdeyken, Suna'yı nasıl veririm. Elalem ne der. Büyüğü dururken, küçüğünü verdi. Törelere karşı geldi demezler mi? Suna olacağına, Anşa olsun" der. Recep'in babası ilkin hık-mık eder, sonra da: "Gençtir. Çabuk unutur. EI kızı geleceğine, Anşa olsun" der. Eee devir eski devir, töreler baskırı. Emmioğlu, emmikızıyla evlenecek. Onunda ilkin büyüğü gelin olacak. Kim ne der. Haber Recep'in kulağına gelince, vurulmuşa döner... Ama, ağzını açıp da babasının kararına karşı gelmek ne haddine, boynunu büküp oturur. Suna derseniz, olanlardan habersiz. Ona kalsa, ömür boyu bekleyecek Recep'i. "Anşa evlenir giderse sıra bana gelir. Bende Recep'e varırım" hesap ediyor Suna. Ama, iş açığa çıkıp durumu öğrenince iki göıü, iki çeşme Suna'nın. Ağlamak için kenar köşe anyor. Sonra da iki elinin arasına alıyor başını. Haykıra haykıra ağlıyor. Başka da birşey gelmiyor elinden. "Hayır Recep beni istiyor, ben de Recep'i" dese, kim dinler. Üstelik elaleme rezil olur. Babasının anasının da yüzüne bakamaz. Boynunu büküp bekliyor.

 

Uzun sözün kısası, Recep'le Anşa'nın düğünü yapılıyor. Başgöz olup çekiliyorlar evlerine. Ama, nerde Suna; nerde Anşa. Recep'in gönlü illaki Suna diyor. Kimseye belli etmek istemiyor. İçini türkülerle döküyor, dertli dertli çalıp, türküler yakıyor Suna'ya. Gece gündüz demeyip, dağ-bayır; ova yayla dolaşıp duruyor. Medreseyi de, hafızlığı da bırakıyor... Bir tek "Hıfzı" takma adı kalıyor hafızlığından. Türküleri de dilden dile dolaşmaya başlıyor. Duyan duymayana; bilen bilmeyene söylüyor.~Kağızman'lı Hıfzı'nın türkülerini.

 

Suna derseniz içine kapanık. Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı. O kadar!.. Onda da dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep. Hıfzı, Suna'yı alsa kaçsa; töreler! hlâki babasının, emmisinin şerefi. Bakıyor oluru yok, Sunâ sız yaşamak zor, çareyi gurbette anyor. "Alır başımı giderim. Olaki unuturum. Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş" diye teselliyi gurbette aramaya çıkıyor. Babasına da geçimi sebep gösteriyor. "Baba bu geçimle iki ay baş edemez. Ben Anşa'yı alıp gurbete gidiyorum. Üç-beş kuruş biriktirir döneriz" diyor. Babası karşı koymak istiyorsa da Hıfzı kararlı. Çok geçmeden de yükünü sırtlayıp, yollara düşüyor. Şura senin, bura benim. Vara vara Çukurova'ya varıyorlar. Toprağı bereketlidir Çukurova'nın diye duymuştur. Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar. Ufak tefek işlerine bakıyorlar çiftliğin. Kendisi at arabasını süriiyor. Tarlaya gidip geliyor. Ekim dikimle uğraşıyor. Anşa da, çiftlikte yemek yapıyor, ortalığı temizliyor. İnek sağıyor. Geçinip gidiyorlar. İyi. Hoş. Ama, Suna aklından çıkmıyor Hıfzı'nın. Unuturum diye çıktığı gurbet, daha çok yakıyor içini. Rüyalarına giriyor Suna. Derdini bir tek kavalına anlatıyor. Anşa hiç bir şey anlamıyor. Ağzını açıp iki çift laf etmiyor zaten Hıfzı'yla. İki yabancı gibiler evde. Bunlar böyleyken, acaba Suna ne yapar? Suna ne durumdadır? Haberi Suna'dan verek.

 

Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbet yoluna düşünce, Suna'nın içini de kurt kemirmeye başladı. Eriyip akmaya başladı Suna. Yanaklarındaki on beş yaşın pembeliği, yerini, limon rengine bıraktı yavaş yavaş. Sararıp soldu Suna. İlaçtı yatırdı boş!. . Kimse çare olamadı Suna'nın derdine. Bir de şu var; yaşlılardan bazısı ancak evlenirse iyileşir bu, diyor. İsteyeni de çok Suna'nın. Babası uygun birini kestirip, işini bitirdi. Kimse de Sunâ ya bir şey sormadı. Bir yandan, sırtı kesiliyor, düğün hazırlığı yapılıyor; öteki yandan derdine çare aranıyor Suna'nın. Küt küt öksürüyor, soğuk soğuk terliyor Suna. Kimsenin olmadığı yerlere çekilip için için de ağlıyor. O kadar. Bir tek rüyalarda teselli buluyor. Rüyalarında Hıfzı'yı görüyor hep. Kuş olup uçuyor Hıfzı. Gelip evin bahçesine konuyor. Sonra kocaman kanatlarını vurup iniyor aşağı kaptığı gibi havalara uçuyor Suna'yı. Suna da kollarını kanat gibi çarpıyor. O da Hıfzı'yla uçuyor. Dağları ovaları geçip, gözden kayboluyorlar. Sonra ılık bir ter basıyor yeniden. Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor.

 

Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna'yı.. Gün güne de eriyip akıyor. Bir deri, bir kemik kalıyor... Öte yandan düğün günü de gelip çatıyor... Bir yanda saz söz; bir yanda davul zurna. Yeniyor içiliyor. Buz gibi şerbetler dağıtılıyor... Gelinlik elbisesi de çok yakışıyor Suna'ya. Düğünün ikinci gecesinde Suna yataklarda.. Bakıyorlar olacak gibi değil, erteliyorlar düğünü. Suna'nın son yatağa düşüşü oluyor bu. Bir daha çıkamıyor yataktan. Hıfzı'nın adını sayıklaya sayıklaya, son nefesini veriyor. Evin şenliği, yasa dönüyor. Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar mezara Suna'yı. Başına da "Murad almamış gelin" diye yazıyorlar.

 

Suna'nın son nefesini verdiği gece, Hıfzı sabaha kadar uyuyamıyor. Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında. Gözlerinde Suna'nın hayali. "tez gel" diye yalvarıyor. Gözlerini kapasa, rüyasında Suna. Sabahı iple çekiyor Hıfzı. Sabahın erkeninde kalkıp, Anşa'ya: "Tez hazırlan memlekete döneceğiz. Zaten gurbetin hayrı yok. Elimiz görüyor, cebimiz görmüyor. Hasretlik de cabası". Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu. Tez elden yola çıkıyorlar. Şura senin; bura benim. Günlerce yol tepip, ulaşıyorlar Kağızman'a. Tez varıp Suna'yı soruyor Hıfzı. Ağlayarak durumu anlatıyorlar... Olduğu yere yıkılıyor Hıfzı. Başı ellerinin arasında, saatlerce ağlıyor. Sonra sazını alıp, Suna'nın mezarına gidiyor. Mezar taşına bir baykuş konmuş, figan etmektedir. Bir kenara da Hıfzı çekilir.... Vurur sazın tellerine.

 

Sefil baykuş ne gezersin bu yerde

Yok mudur vatanın illerin hani

Küsmüş müsün selamımı almazsın

Şeyda bülbül gibi dillerin hani

 

Ecel tuzağını açamaz mısın

Açıp da içinden kaçamaz mısın

Azat eyleseler uçamaz mısın

Kırık mı kanadın kolların hani

 

Aç mısın, yok mudur ekmeğin aşın

Odan ne karanlık, yok mu ataşın

Hanidir güveyin, hani yoldaşın

Hani kapın bacan, yolların hani

 

Kara yerde mor menevşe biter mi

Yaz baharda ishak kuşu öter mi

Bahçede alışan, çölde yatar mı

Uyan garip bülbül güllerin hani

 

Burda yorgan döşek, yastık var mıdır

Bu geniş dünyada yerin dar mıdır

Dalın tahta duvar, önün yar mıdır

Yeşil başlı Suna'm güllerin hani

 

Körpe maral idin dağlarımızda

Dolanırdın solu sağlarımızda

Taze fidan idin bağlarımızda

Felek mi budadı dalların hani

 

Düğününde acı şerbet içildi

Gelinlik esvabın dar mı biçildi

İlikle düğmele göğsün açıldı

N'oldu kemer-beste belleri hani

 

Alışmış kaşların var mı karası

Ala idi gözlerinin binası

Kocaldın mı on beş yaşın Suna'sı

Yok mudur takatin, hallerin hani

 

Aç kapıyı emmim kızı gireyim

Hasta mısın halin sual edeyim

Susuz değil misin bir su vereyim

Çaylarda çalkanan seslerin hani

 

Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz

Ninni balam ninni kalma uykusuz

Hem garip hem çıplak, hem aç hem susuz

Felek fukarası malların hani

 

Her gelip geçtikçe selam vereyim

Nişangah taşına yüzler süreyim

Kaldır nikabını yüzün göreyim

Ne çok sararmışsın alların hani

 

Civan da canına böyle kıyar mı

Hasta başın taş yastığa koyar mı

Ergen kıza beyaz bezler uyar mı

Al giy allı, balam şalların hani

 

Daha seyrangaha çıkarmaz mısın

Çıkıp da dağlara bakamaz mısın

Kaldırsam ayağa, kalkamaz mısın

Ver bana tutayım ellerin hani

 

Bir kuzu koyundan, ayrı ki durdu

Yemez mi dağların kuşiyle kurdu

Katardan ayrıldın, şahin mi vurdu

Turnam, teleklerin tellerin hani

 

Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın

Uyandın da taş yastığa dayandın

Aslı hanım gibi kavruldun yandım

Yeller mi savurdu, küllerin hani

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vay benim gardaşım ne güzel bir yazı yazmışsın buraya . Allah razı olsun . Bir yakınımda daha yeni, dün ,bu şiiri sorup duruyordu bana . İnternetten bul diye. Biraz bişe biliyor gerisi yok. Dur onada okutayım bakayım bunu mu sormuş.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...