Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Nâzım Hikmet - Siyasi Biyografi

Recommended Posts

Şu sıralar Hikmet Akgül'ün kaleme aldığı 'Nâzım Hikmet - Siyasi Biyografi" isimli kitabı okuyorum arkadaşlar. Kitabın müellifi, Nâzım ile fikirdaş ve hayattayken olmasa da ruhen yoldaş olduğu için, kendilerince pek mühim, komünizmin bayraktarı olan Nâzım'ı ve onun 'davasını' büyük bir iştah ve iftiharla anlatıyor.

Tezimizle birlikte anti-tezimizi ve anti-tezimizi savunanların kafa ve düşünce yapısını da bilmemiz gerektiğinden kitabın önemli ve ilginç bölümlerini paylaşmak istiyorum. Nâzım'ın ruh röntgeniyle birlikte, yakın tarihimize de bir yolculuk yapmış olacağız.

 

Arka Kapak yazısı:

 

Enis Batur: "Üstlendiği başrolü en iyi simgeleyen şiir şüphesiz ünlü 'Saman Sarısı'dır. Bir bakıma kuğunun son şarkısıdır bu yakıcı şiir."

 

Yusuf ile Menofis adlı oyun Tevrat'tan alınan tiradlar ile yazılmıştır. Nâzım, dönme oldukları bilenen İpekçi kardeşlerin film stüdyolarında her zaman iş bulmuştur. Nâzım'ın dedesi, M. Celaleddin Paşa aslen Lehlidir. Müslüman olmadan önce ismi Konstantin Borjenski idi.

Nâzım Hikmet Yahudi'miydi..

 

Nâzım Filistin meselesinde Yahudi'lerden yana değil Filistinlilerden yana net bir tavır takınmıştır: "Filistin'in refah ve saadeti, İngiliz devletinin himayesi altında gelen Yahudi'nindir."

TKP içinde Kemalizme destek olmaktansa Ankara'ya giderek Kemalist saflara katılmak daha mantıklı değil midir?

Nâzım Hikmet Kemalist miydi...

 

KTUV'de öğrenim görürken; coşkun bir mizaca sahip olan Nâzım, iyi bir hatip olan Troçki'ye sempati duyuyordu. Nazım Hikmet Troçkist miydi?

 

Nazım: "İspanya'da, faşist ve Troçkist'ten başka, her din erbabı, ırk ve millet hükümet cephesindedir, faşizme kılıç sallıyor."...

Nazım: "Bizim anladığımız barış, işgalcilere ve emperyalistlere karşı silahlı savaşımın reddi demek değildir."

Nazım Hikmet Leninist miydi?

 

"1919'dan günümüze dek Türkiye'de görülen komünist faaliyetlerde en tesirli propagandayı yapan ve en yıkıcı rolü oynayan kimse Nazım'dı"

 

Ve... bilinmeyen, unutturulmaya çalışılan, içi boşaltılarak sunulan bir portreye reddiyedir bu kitap...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ve ailesine bile haber vermeden işgal İstanbul'unu arkasında bırakarak, kurtuluş için savaşan Anadolu'ya geçti. Anadolu'da kurtuluşu yakıcı olrak arzulayanlar için itibarı yüksek bir de Bolşevizm seçeneği vardı. Nâzım topyekun kurtuluşu ifade eden bu seçeneğin iktidarı altındaki Sovyet ülkesine geçti.

Sovyet ülkesine geçen yalnızca Nazım değildi. O dönem bu seçimi yapanların çoğunun milliyetçi hatta Turancı ideallerle yola çıkan kurtuluşçular olması bugün şaşırtıcı gelebilir. Oysa o dönem kurtuluşun yakıcılığı ile Bolşevizme yönelme arasında neredeyse doğru orantı vardı. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Ahmet Cevat, Şevket Süreyya ve bir çokları bu süreci izleyerek Bolşevizme gitti.

 

1922 ortalarında Moskova'da bu sefer de Nazım, sabık Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın konuğu idi. Beş yıl aradan sonra Bolşevizme terfi etmiş, taşkın ve coşkun bu genç insan karşısında paşa şaşırmıştı. Nazım'ın coşkun tavrı karşısında, ayağının altındaki toprağın kaydığını fark eden Cemal Paşa, bir ara toparlanacak ve şunları söyleyecekti: "Nazım, şayet eski vaziyetim olsaydı (...) ben seni şimdi astırır, darağacının altında ağlardım." (2)

 

Cemal Paşanın bu ünlü sözü sonraki yıllarda başkaları tarafından da dile getirildi. Bu tutumu Nazım'a dair genel hatta resmi bir görüş olarak kabul etmek gerekir. Edebiyat çevreleri bu resmi görüşü kendi dillerinde şöyle formüle etti: "Şairi beğen, fakat aldanma." Bir kısmı değişik bir ifade kullandı: "İdeolojisine karşıyım, ama iyi şair."

Nazım bu resmi ve edebi tavır karşısındaideoloji-sanat bütünlüğünü kavganın potasında yoğurmaya devam etti. Uzun hapisliği yıllarında, bir dergide Halide Edip Adıvar'ın, ideolojisi hariç Nazım deha düzeyince şairdir mealindeki sözlerini okuyunca, yazacağı bir mektubunda şunları kaleme alacaktır:

""(...) hepsinden önce ideoloji meselesine güldüm. Hey sersem bayan, dedim, ben bir dahi değilim, fakat iyi sanatkarım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkarlarınız yoksa ideolojinizin bugün artık iyi sanatkara muhteva olamayacak kadar tefessüh etmiş olmasından gelir."(3)

 

Nazım'ı siyasal ve sanatkar olarak ayıranlara bundan iyi cevap olamayacağını kabul etmek gerekir. Cemil Meriç ise belki de çubuğu tersine bükme gereksinimi ile olmalı, Nazım'ı Avrupa çapında meşhur eden ne? Şairliği mi? Diye sormuş ve şu cevabı vermiştir:

"Hayır, kavgası" (4)

 

(2) Va-Nu, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kit. İst. 1965, sf. 337

(3) Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar, Bilgi Yay. Ankara, 1975, 2.b, sf. 146

(4) Cemil Meriç, Jurnal, İletişim Yay. İst. 1992, 1. cilt, 3. Basım, sf. 262

Share this post


Link to post
Share on other sites

Nazım Bahriye Mektebi döneminde de şiir yazmayı sürdürür. O sıralar okulda hoca olan Yahya Kemal’in teşvik ve yardımlarını görür. Yahya Kemal’in, annesine aşık olduğu ve bu yüzden Nazım’ı himaye ettiği, şiirlerini düzelttiği de iddia edilmiştir. Nitekim Nazım’ın 1918 yılında Yeni Mecmua’da çıkan ve yayınlanan ilk şiiri olan “Hâlâ Serviliklerde Ağlıyorlar mı”yı Yahya Kemal düzeltmiş ve yayımlatmıştır. Necip Fazıl ve Nizamettin Nazif de o sıralar Bahriye mektebinde okumaktadır.

*

1980’lerin sonlarında, dönemin ileri gelenlerinden –şimdi Turizm Bakanı ANAP’lı Mustafa Yaşar, Nazım Hikmet’i Yahudi olmakla suçlar ve konu yargıya intikal eder. Taşar’a dava açan Nazım’ın kız kardeşi Samiye Yaltırım, o vakit şunları söyler: “Yahudi olmak küçültücü ya da aşağılayıcı bir durum değildir ki. Ama biz Yahudi de değiliz. Türkiye’de Selanikli olmakla Yahud, olmak neredeyse özdeşleştirilmiştir. Atatürk de Selanikliydi”. (1) İkinci dünya savaşı sırasında Yahudi kökenlilerin yaşadıkları trajedi, mazlumdan yana olmaları ideolojileri gereği olan komünistlerde, bu halka karşı bir sempati doğurmuştur. Ve mazlumdan yana olma tavrı, İsrail’in emperyalizmin bir uydusu olarak Ortadoğuda bölge halklarına zulmü ortaya çıkıncaya kadar sürmüştür. Nazım Hikmet de bu duygu ile yaklaşırdı Yahudilere. Nazım’ın Yahudi olmadığı ama onlara karşı sempati duyduğu, şu sözlerinden de çok iyi anlaşılmaktadır: “(...) Yahudilere karşı özel bir duygusu vardı. ‘Neden Yahudi kanı yok bende?’ diye içtenlikle yazıklanırdı. ‘Polonya, Fransız, belki Alman, hatta Gürcü kanı var, ama Yahudi kanı yok. Öyle isterdim ki olmasını. Ne çileli bir halk bu. Yazgısını paylaşmak isterdim.” (2)

 

(1) Mahmut Çetin, Boğazdaki Aşiret, Edile Yay., İstanbul, 1997. sf. 45

(2) Vera Tulyakova, Nazım’la Söyleşi, Çev. Ataol Behramoğlu, Cem Yay. İstanbul, 19989. sf. 257

 

*

 

Anadolu’ya gitmek için İnebolu’da bekleyen Nazım Hikmet, orada onun gibi cevap bekleyen bir grupla karşılaşır. Kendisinden yaşça büyük bu kişiler de, milli mücadeleye katılmak için İstanbul’dan gelmişlerdir. Bu gruptaki insanların birbirleriyle ilişkileri ve Nazım’a yaklaşımları, nazım’da, gizemli bir intiba uyandırır. Bunlar konuşmalarında sosyalizm, komünizm, Spartakistler, Bolşevikler gibi hiç duymadığı kavramlardan söz etmektedirler.

 

Kimdi tanıştığı bu insanlar ve niye gizemliydiler? Sadık Ahi ve arkadaşlarının içinde olduğu bu insanlara Spartakist­ler deniyordu. Çoğu Almanya'da okuyan bu gençler, Spartakistlerden etkilendikleri için bu ismi kullanıyorlardı. Al­manya'dan Türkiye'ye geldiklerinde, ilk sayısı Almanya'da çıkan Kurtuluş gazetesinin yayınını İstanbul'da devam ettir­mişler. Kurtuluş gazetesi işgalci güçlerce kapatılınca da bu çevrenin önemli bir kısmı Anadolu'ya hareket etmişti.

 

Nâzım Hikmet, Marksizm ile, sosyalizm ile, ilk burada tanıştı. Fakat Romantika'da bu süreci İstanbul'dan başlatır. "Bolşeviklerin zengine düşman, fakire dost olduklarını bili­yordum. İstanbul gazeteleri, Bolşeviklerin, Rus asilzadeleri­ne, generallerine, tüccarlarına ettikleri akla hayale gelmez işkencelerin hikayeleriyle doluydu. Bolşevik kılıç artıkları İstanbul'a sığınıyorlardı. Hiç de öyle işkence görmüş bir halleri yoktu. Kadınları en aşağıdan düşes, erkekleri prens­ti. Bar, kumarhane işletiyor, sarışın, pembe, tombul karıla­rını satıyor, tombala oynatıyorlardı. İtilaf kuvvetlerinin Bolşeviklere düşman olduklarını da biliyordum. Lenin'in adını duymuş, fotoğraflarını görmüştüm gazetelerde, bir tanesini kara kalem büyütmüştüm de, sevdiğimden filan değil, sınır­sız alnına çok akıllı çekik gözlerine ve hatta çenesindeki bir tutam sakala şaşıp kaldığımdan."(3)

 

Belki de Nâzım'ın il­gisini çeken, Marksist düşünceden çok, bu insanların hikâ­yesi ve olaylara yaklaşımlarındaki gizemli hava ve roman­tik halleriydi. Nâzım'daki coşkun ve heyecanlı kişiliği se­zen Spartakistler, onun bu yönünü sosyalist eylemliliğe kanalize etmeye çalıştılar.

 

Nazım, bu gruptan etkilenmişti. Ancak bu etkinin bir insanı sosyalist yapması söz konusu olamaz. Bu etkilenmeye sosyalist fikirlerle ilk temas demek daha doğru olur.

 

(3)Nazım Hikmet, Bütün Eserler, Narodna Prosteva, Sofya Baskısı, 7. cilt, sf. 382

 

*

 

Ankara’ya varınca Ulus’taki Taşhan’a yerleşirler. İnebolu’da NAkara’ya kabul edildiklerine dair tezkereyi aldıklarında kendilerine Matbuat Müdürlüğün’de vazife verileceğini öğrenmişlerdi. Matbuat umu Müdürü Muhittin Birgen milli mücadele için bir şiir yazmalarını ister. Çoğu dizeleri Nazım’a ait olan bu şiir çok miktarda basılarak dağıtılır. Ancak yazdıkları şiirde İstanbul’daki sultanı satıldı diye nitelemeleri ve gençliği Anadolu’ya davetleri Meclis’te bile tartışmalara neden olacaktır. (4)

 

(4) Vala Nurettin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kit. İstanbul, 1965, sf.61

Share this post


Link to post
Share on other sites
Yahya Kemal’in, annesine aşık olduğu ve bu yüzden Nazım’ı himaye ettiği, şiirlerini düzelttiği de iddia edilmiştir.

 

Bu söylenti, Üstadın şuradaki yazısında da kısa olarak geçiyor:

 

Nazım Hikmet'in annesi Büyükada'da oturuyor ve halkın kemiksiz dili bu ya, Yahya Kemal ona sevdalı...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hüseyin hüsnü Paşa’nın verdiği harçlıkla rahatlayan Nazım, ısrarla kendisini evine davet eden İsmail fazıl Paşa’yı da ziyaret eder. Paşa, Nazım’ı Mustafa Kemal ile tanıştırmak istediğinden, Vala ile Meclis’e gelmelerini ister. Mustafa Kemal, kendisine takdim edilen ve şiir yazdıklarını öğrendiği bu gençlere ilgi gösterir. Anadolu’ya geçtikleri için tebrik eder ve onlara, bazılarının yazdığı gibi gayesiz şiirler değil, maksatlı şiirler yazmalarını nasihat eder. bu görüşmenin Nazım Hikmet üzerindeki etkisi belirsizdir. Çünkü Nazım, yapıtlarında bu görüşmeden pek söz etmez. Romantika’da bu görüşme kısaca şu şekilde geçer: “Mustafa Kemal’le, Meclisteki odasında, tanıştırıldığını hatırladı: -Yüreğim çarpıyor. Sert bir mavilik gördüm, sonra bir altın sarısı sonra ak eller, biçimli güzel ellerini, belki de aklımda öyle kalmıştı. Belki elleri öyle değildi, ama gözlerinin mavisiyle saçlarının sarısı öyle.”(5)

 

(5)Nazım Hikmet, Bütün Eserler, Narodna Prosveta, Sofya Baskısı, 7. cilt sf. 392

 

Fakat onun kişiliğinden ve görüşlerinden pek etkilenmediği düşünülebilir. Çünkü Nazım, Anadolu’da gördüğü manzara karşısında Mustafa Kemal’in yolundan ayrılarak başka bir dünyaya doğru yelken açacaktır.

*

Ankara’da yönetim kademelerinde yoğun bir anti-komünist hava egemendi. Şubat 1921’de artık Mustafa Suphi ve yoldaşları katledilmiş, gerilla komutanı halkçı Ethem Bey Yunanlılara itilmiş, Ankara’daki THİF önderleri tutuklanıp cezaevine konmuştı. Nazım’ın dayısı General Ali Fuat Cebasoy batı cephesinden alınarak, bir anlamda sürgün gibi, Moskova elçiliğine atanmıştı.

 

Rüzgar, Bolşevik yola ilgi duyacaklar için tersten esiyordu. Tersten esse de bu Bolşevizmin objektif gerçekliğini yansıtıyordu. Nazım, coşkun kimliğini burada da gösterecek, ters esen rüzgara rağmen bu seçimi yapacaktı.

*

Nazım’ı ve bu arada başkalarını Sovyetler’e yönlendiren asıl faktör devrimin kendisiydi. Devrimin Anadolu’daki imajıydı. Yarattığı sarsıntı ve alt üst oluştu. Toprak, ihtilalci şairini arıyordu. Vala Nurettin, anı kitabında, o günlerde gönüllerinden geçen hülyalı ideali de anımsıyor: “Biz ikinci dalga İttihatçı yol değil ama, tarihi mukadderat gerektirseydi üçüncü dalga hazırlamak niyetindeydik. Bu halkın hayrına saydığımız çalışmalar için gidiyorduk” (6)

 

Nazım Hikmet, bu idealle devrimin merkezi Rusya’ya yönelmiştir.

 

(6)Vala Nurettin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kit. Sf. 184

*

KUTV ( Kommunistiçeski Üniversitet Trudyaşçihsya Vostoka – Doğu Emekçileri Komünist üniversitesi ) 1921 Yılında asıl olarak doğulular için kurulmuştu ama, her milletten öğrencisi olan bir okuldu. Bolşevik Devriminin doğuya yönelik büyük umutlarının bir göstergesiydi bu okul: Marksist düşüncenin ve Bolşevik devrimin doğuda yayılması, ancak çok iyi eğitim almış kadrolar ile sağlanabilirdi. Nazım, müfredatı kapsamlı olan bu okulda öğrenim görmeye başladı. Ayrıca okulun sanatsal faaliyetlerine de katılıyordu. KUTV’un 1922-1923 yılı müfredat programı okul hakkında yeterli fikri vermektedir:

 

Hazırlık Dersleri:

1) Coğrafya

2) Matematik

3) Fizik ve Kimya

4) Biyoloji

5) Sosyal Gelişme Tarihi

6) Siyasi İktisat

7) Rusça

 

İlk Dönem Dersler

1) İktisadi Coğrafya

2) Siyasi İktisat

3) Fizik ve Kimya

4) Biyoloji

5) Fiziki Coğrafya

6) Matematik

7) Rusça Dilbilgisi

 

İkinci Dönem Dersler:

1) Siyasi İktisat

2) İktisadi Coğrafya

3) Avrupa Tarihi

4) Biyoloji

5) Matematik

6) Fizik ve Kimya

 

Üçüncü Dönem Dersler:

1) Ana Grup

2) İktisadi Grubu

3) Tarih Grubu

4) Fen Bilimleri Grubu

A) Siyasi İktisat

A) Matematik

A) İktisadi Yapıların

A) Rusya Tarihi

 

Gelişme Tarihi

B ) Tarihi Materyalizm

B ) Avrupa Tarihi

B )Geometri

C) İktisadi Coğrafya

C)Trigonometri

 

Gelişme Tarihi

D)Fizik

D)Biyoloji

E)Kimya

G)Coğrafya

H)Rusça

 

 

Nâzım, Marksizmi bu okulda öğrendi. O zamana değin bildikleri kulaktan duyma kırpıntılardı zaten. Marksist dü­şüncenin genelde sanat, özelde şiir ve tiyatro alanında önü­ne neler açabileceğinin laboratuvarıydı bu yıllar. Zaten Mos­kova böyle bir arayışın tartışmalarıyla capcanlı bir merkez­di. Önceleri biraz mekanik tarzda felsefi yapıtları illüstre et­me denemeleri bile yaptı. Özellikle Lenin'in, Marks'ın, Engels'in eserlerini illüstre etme çabası içindeydi. Aslolan dev­rimdi ve şiir ona hizmet etmeliydi. Şiir kitleleri devrime kenetlemeliydi.

 

 

Nazım Hikmet, Mayakovski ile de Moskova'daki ilk günlerinde tanışır. Ekber Babayev'e şöyle anlatır bu tanışmayı: "Moskova'ya gelir gelmez, Komintern delegelerinin kaldığı Lüks adlı ote­le yerleştim hemen. Rus arkadaşlar da vardı otelde. Şura ve Lelya adlarında iki kızkardeşle tanıştım burada. Bir gün Şura'yı görmek için odasına gittiğimde, baktım sesler taşı­yor küçük odadan. Bütün seslerin arasında da çan sesi gi­bi görkemli bir ses hepsini bastırmakta. İçeri girdiğimde, bu görkemli sesin, iri yarı, geniş omuzlu, kafası usturalı genç bir adama ait olduğunu gördüm. Herkese sövüyormuş gibi geldi bana. Şura yoldaş beni onunla tanıştırdı. Mayakovski daha o zamandan Ekim Devrimi'nin şairi olarak dünya ça­pında ün kazanmıştı. Bense kimsenin tanımadığı bir öğren­ciydim. Buna karşılık hemen dost olduk onunla. Hiçbir zaman korku duymadım onun karşısında. Evi dostlarına açıktı her zaman ve ben sık sık giderdim oraya. Fakat çok zor anlıyorduk birbirimizi. O zamanlar Rusçam çok kötüydü çünkü” (7)

 

(7) Ekber Babayev, Yaşamı Ve yapıtlariyle Nazım Hikmet, Çev. Ataol Behramoğlu, Cem Yay. İstanbul, 1976, sf. 76-77

 

*

Ailesi ile yazışan Nazım Hikmet babasına şöyle yazacaktır:

 

“Ruhumuz temiz, vücudumuz sağlamdır. Tuttuğum yolun hayattaki en temiz ve en doğru yol olduğuna kaniim. Ve bu kanaatimi hiçbir kuvvet değiştiremez.” (8)

 

(8)Aydın Aydemir, Nazım, Broy Yay. İstanbul, 1986, 3.b. sf. 139

Share this post


Link to post
Share on other sites

“Nazım, daha çok komünizmi yaymak ve etrafındakileri komünizme kazandırmak meraklısıydı. Onun için tartışmaların en önemli ve devamlı konusu komünizmdi” (1)

(1) Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, Gözlem yay. 1977, sf. 163

*

Nazım Hikmet Resimli Ay dergisinin kadrosuna geçiyor ve dergiye damgasını vuruyor. Artık Resimli Ay, Nazım’ın edebi-siyasi alanda görüşlerini açıkladığı, şiirlerini yayınladığı, bir tür legal yayın konumuna dönüşmüştür. '' Nâzım, bir süre sonra Resimli Ay dergisi aracılığıyla, çevresine gençleri toplamaya başlamıştır. Bunun önemi ise açıktır: O tarihlerde TKP'nin ve yöneticilerinin elinde böyle bir legal yayın yoktur. Nâzım Hikmet kendi çabalarıyla bir kanal açmış ve buna olağanüstü işlevlik kazandırmıştır. Siyasal eği­timini almış, mücadele azmi ile dolu bir şair olarak Nâzım Hikmet, en önemli ve sonuç veren savaşımını edebiyat alanında yapmıştır. "Resimli Ay dönemi Nâzım Hikmet'in en yaratıcı, en savaşçı dönemidir." (2)

(2) Z. Sertel, Hatırladıklarım, sf. 165

*

Nazım hikmet Kemalist miydi?

 

Nâzım daha o günlerde, 1 Aralık 1930, yazdığı bir ya­zıda Halk Partisi'nin halkçılığı ile dalga geçiyordu . Nâzım yaşamının son yıllarında yazdığı Romantika'da 25 Tevkifatı esnasında genç Nâzım'a şunları söyletir: " Bizim ağalar devrimci karekterlerini çoktan kaybetti. Yüzde seksenini hiç değilse... Bunu anlamalı Allah kahretsin."

 

Nâzım Hikmet'in Kemalizm konusunda o yıllarda böyle düşündüğünden kuş­ku duymamalı. Suphilerin katliamı konusunda parti kliği Karabekir vs. gevelerken, Nâzım 1923'de yazdığı 28 Kanunisani şiirinde direkt M. Kemal'e işaret eder. Bu yüzden Nâ­zım TKP içinde Kemalizm'e belki de en uzak kişiydi.

 

TKP kendi kemalist kuyrukçuluğunu Nâzım'a da izafe et­mek istiyordu. TKP 1923'den sonra, Kemalist reformlar ve politikalar karşısında kendi parti programı­na göre tutum takınması gerekirken, o tamamen Komintern'in telkinleriyle hareket etmiştir. İşte bir örnek: 1926 yı­lında Komintern Doğu seksiyonun önerisi. Bu öneride Tür­kiye hükümetinin desteklenmesi, uç tavırlardan kaçınılması istenmektedir. Eğer böyle davranılırsa Türk Hükümetinin partiye baskıyı azaltacağı konusunda güvenceler aldıklarını da bildiriyorlar.

 

TKP'nin Komintern tarafından belirlenen Kemalizm poli­tikası bir süre sonra bazı partililerin asıl adreslerine gitme­lerini doğuracaktır. Öyle ya, TKP içinde Kemalizm'e destek olmaktansa, Ankara'ya giderek destek olmak daha mantıklı değil midir? Ş. Süreyya başta olmak üzere birçok partili bu yüzden kemalist saflara geçtiler. (...)

 

Sonuç olarak denebilecekler şunlardır: Nazım Hikmet Kemalist olsaydı, parti içinde bir mücadele yürütmek yerine, öncekilerin yaptığı gibi Ankara’nın hizmetine girerdi. O kendisine bu konuda yapılan teklifleri reddederek Kemalist olmadığını da göstermiş oldu.

 

*

 

Nazım hikmet, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının adını yaşatmak için Moskova’da onlarla ilgili oyunlar yazmıştır. Türkiye Komünist Partisinin on beş yöneticisinin öldürülmelerinin yıldönümünde 1922 yılında, KUTV’un özerk tiyatrosu Nazım Hikmet’in bu kanlı olaya adanmış “15 yara” ve “28 ocak” adlı şiirlerini sahnelediler. Nazım’ın Sovyetler Birliğindeki son döneminde bile evinin duvarını Suphi ve yoldaşlarının resmi süslüyordu.

*

Kalabalık bir izleyici kitlesinin bulunduğu mahkemede, nazım Hikmet komünist olduğunu kabul ederek, bunun suç olamayacağına dair bir savunma yapıyor: “Evet ben komünistim, bu muhakkaktır. Komünist şairim ve daha esaslı komünist olmaya çalışıyorum. Anayasa mucibince ben, komünist şair olmakla bir cürüm işlemiş olmam. Komünistlik bir tarz-ı telakkidir (düşünce biçimidir) Diğer iktisadi ve sosyal meslekler nasıl cürüm değilse, komünistlik mefkûresi de cürüm değildir (3)

(3) Atilla Coşkun, Nazım’ın Davaları, Cem Yay. 1989, sf.64

*

“Biz şimdi sosyalist hareketi hazırlamak için iki türlü çalışma yapmak zorundayız. İlkin bir sanat-bilim dergisi çıkaracağız. Burada işçi sınıfını yetiştirecek aydınların yetiştirilmesine çalışacağız. Sonra, sosyalizm ile tanışmamış, işçi ve köylü okuyucuları aydınlatmak üzere ayrı bir dergi yayımlayacağız. Bunlar, elbette Türkiye’de yayımlanamaz. Bunun için yanı başımızdaki küçük bir ülkede, Suriye’de dergileri bastıracağız. Sonra kaçak olarak Türkiye’ye sokup dağıtacağız. Bu iki derginin bütün içeriğini Anadolu’da yaşayan aydınlar toplayacak ya da yazacaktır. (4)

(4) Hasan İzzet Dinamo, TKP Aydınlar ve Anılar, Yalçın Yay. 1989 sf.19

*

Sanatsal alandaki bu mücadele ve ortaya konan yapıtlar, Harbiye’ye, Donanma’ya kadar girdi. Nazım’ın kaderini etkileyen paradoksal sonuçlar doğursa da, o bunları zaten göze almıştı. Ve sanatsal alandaki bu cephe, birçok kişinin sonraki yıllarda sosyalist mücadeleye katılmasını sağlayan bir kanal oldu. Uzun vadeli bir mücadeleydi ve sonuçları uzun yıllar boyunca görüldü.

 

II.Dünya Savaşında hızla yol alan bir kesitte Ankara Hükümeti komünist hareketi kontrol altına almış bulunuyordu. Bir tek Nazım Hikmet ve çevresi, ülkede bir nevi sosyalizmin bayraktarlığını yapıyordu.

*

Nazım Hikmet mahkeme salonlarında komünist olduğunu gizlemez:

 

“Ben bir marksistim. Bir Marksist şairim. Yabancı antolojilere girmiş iki Türk şairinden biriyim. Marksizmin iki kolu vardır: Biri sosyalizm, biri komünizm. Ben sosyalist değilim, ben komünistim. (5)

(5) A. Kadir, 1938 Harp Okulu olayı ve Nazım Hikmet, Hilal Matbaası, sf. 94

*

Halide Edip Adıvar, şairin ideolojisi ile sanatını ayırıp şiirine methiyeler düzen bu değerli romancımız, mahpus Nazım’a para göndererek ona destek olmuştur.

*

Nazım 1939’da İstanbul Tevkifhanesinde başlayıp 1941’de Bursa Cezaevinde bitirdiği Kuvay-i Milliye Destanı’nı sonradan Memleketimden İnsan Manzaraları’na yerleştirmiştir. Cephelerin durumu ile ilgili bilgileri Mustafa Kemal’in Nutuk’undan yararlanarak yazmıştır. Kurtuluş Savaşı’nı, paşaların bir başarısı gibi gören egemen görüşe karşı, Nazım burada bir halk savaşını anlatmıştır. Kuvayi Milliye’yi Ankara yönetimine yaranmak için yazdığı da iddia edilmiştir. Ali Fuat Cebesoy kanalıyla destanı okuyan İsmet İnönü: “ Anadolu Savaşı’nı Nazım Hikmet bu destanla bir daha kazandı” diyecektir. (6)

(6) Vala Nurettin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, Remzi Kit. 1965, sf. 409

*

Nazım Hikmet’in 1929-1938 yılları arasında yürüttüğü faaliyetleri, Türkiye sol hareketine bir kanal açıyor ve buradan yeni insanlar harekete akıyor. “Ben kişisel olarak, kendisine çok şey borçluyum. Beni komünizme getiren onun şiirleri oldu. Ve tam bir güvenle diyebilirim ki, benim gibi daha birçokları komünizme Nazım'ın şiirleriyle gelmişlerdir, hattâ belki komünist olmaya başladıklarının ayrımında bile olmadan. Yine güveniyorum ki, ileride de birçokları ülkümüz komünizme Nâzım'ın şiirleriyle gelecek, Picasso'nun deyişiyle 'pınara gider gibi'

 

Sonradan TKP'nin başına geçecekler bile bu kanaldan etkilenmiş. "Birgün ben Zeki Baştımar'a (Yakup Demir): komünizme Nâzım'ın şiirleriyle geldim' dediğimde, 'Ben de onun şiirleriyle geldim komünizme' demişti." Vartan İhmalyan ve Zeki Baştımar gibi insanlar çoktur, Sonradan sağa savrulacak Cemil Meriç üzerinde de Nâzım'ın etkisi olmuştur. Askeri Lise öğrencisi iken şairin şiirleri ile tanışan Aziz Nesin siyasi tercihini Nâzım'ın belirlediği yazmaktadır: "Toplumculuğumun kaynağı, Nâzım'ın şiirleridir.

 

Benim gibi daha pek çok insanın bu duygusal kaynaktan etkilendiği kesindir. Nâzım, şair olarak örgütün yapamayacağı işi başarmıştır."

*

Nazım yaklaşık 12,5 yıl hapisten sonra af ile çıkar. Askerlik adı altındaki tezgâh ile yaşamının tehlikede olduğunu bildiği için, yurtdışına çıkmaya karar verir. Kaçış organizasyonunu Refik Erduran ile yaptı. 17 Haziran 1951 tarihinde bir Pazar sabahı hız motoru ile Karadenize açılırlar. Amaçları sahil güvenlik botlarına yakalanmadan Bulgar Kıyılarına varabilmektir. Boğaz’ın Karadeniz çıkışında karşılarına bir Rumen yolcu gemisi çıkması ilginç bir tesadüftür. Nazım Hikmet, Plehanov isimli bu gemiye seslenerek kendisini tanıtır ve gemiye alınmasını ister. Gemi görevlileri, Romanya ve Moskova’nın olumlu cevabı gelince, Nazım’ı güverteye alırlar.

 

Nazım Hikmet, hem Romanya’da hem Moskova’da törenle karşılanır. Bükreş’te Grand Hotel’de 10 gün kadar konuk edilen Nazım, Moskova’ya gitmek üzere uçakla buradan ayrılır.

 

Nâzım Hikmet'i, 29 Haziran 1951'de, havaalanında, Simonov başkanlığında Moskova Yazarlar Birliği heyeti kar­şılar. Moskova'da TASS Ajansına verdiği demeç çok tartışılacaktır: "O kadar bahtiyarım ki! Ben bütün hayatımı, ide­alimi, aşkımı bu muazzam şehre borçluyum. Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum. 24 yıl sonra bu büyük şehre gelirken tekrar asil ve büyük vatanıma dönmüş oluyorum. Bu gün benim memleketimin halkı Amerikan emperyalistlerinin elinde esirdir. Türk halkı Amerikan üniforması giydirilerek Kore'de kaatil olmaya gönderilmektedir. Türk kardeşlerim, işçiler ve çiftçiler Sovyet ideali için de çarpışacaklardır. Türk halkı Stalin'in kumandası altında kurtuluşu için ve sulh için dövüşmek istiyor. Bana yapılan bu karşılamayı şahsıma almıyorum. Ben de sizlerden biriyim. Bu karşılamayı Türk halkına yapılmış sayıyorum.”

 

nnaz.jpg

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vatandaşlıktan İhraç

 

Nâzım Hikmet'in Sovyetler Birliği'nde olduğu anlaşılınca, devlet bu firarı cevapsız bırakamayacağı bir durum olarak değerlendirmiş olmalı ki, Nâzım Moskova'ya geçeli daha bir ay olmadan vatandaşlıktan ihracı Bakanlar Kurulu'nca ive­dilikle gerçekleştirilir. Yıllarca cezaevinde tutulmuş, zoraki özgürlüğüne kavuşunca da, hayatı zehir edilmiş bile olsa, komünist bir ülkeye sığınmasının bir bedeli olmalıdır.

 

Bakanlar Kurulu, 25 Temmuz 1951 tarihli bir kararla Nâzım Hikmet'i vatandaşlıktan çı­karır. "Pasaportsuz olarak İstanbul'dan Romanya'ya kaçan ve oradan da Moskova'ya giderek hava alanında memleke­ti aleyhinde beyanatta bulunduğu ve müteakiben radyo yayımlarında Türkiye'nin hükümet şekli ve hükümeti idare edenler aleyhinde geniş propaganda kampanyasına girişerek komünizmi yaymak maksadını güden neşriyatıyla Sovyet hü­kümetinin verdiği hizmeti ifa etmekte olan maruf komünist Nâzım Hikmet Ran'ın kendisine bu hizmeti terk etmesi hu­susunda yapılacak tebligatın bir fayda vermeyeceği mülaha­za edildiğinden Türk vatandaşlığından çıkarılması kararlaştırılmıştır.

*

12 Şubat 1962 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan Uluslararası Asya Afrika Yazarlar Kurultayında, Çin delegesi, söz alarak şunları söyler: "şimdi, burada bulunan bir yazarın oy hakkından yoksun kılınmasını istiyoruz. Ken­disi burada Türkiye edebiyatının temsilcisi olarak bulunuyor. Nâzım Hikmet'ten söz ediyorum. Türkiye pasaportu taşıma­yan, buraya Moskova'nın pasaportuyla gelen bir kimse na­sıl Türkiye edebiyatının elçisi olabilir? Kendisinin delege­likten çıkarılmasını istiyoruz."

 

Açıkça rencide edilmek iste­nen Nazım kürsüye çıkar ve şöyle konuşur: "Sanıyorum ki, Asya Afrika Yazarları kurultayında Türkiye'yi temsil etmek hakkına sahibim, çünkü, kendi halkının dilinde yazan bir yazar ülkesinin edebiyatını temsil etmek hakkına sahiptir. Ve burada bir yazarlar toplantısı yapılıyor, polis toplantısı değil. Ne yazık ki, yurdumda, Türkiye'de, bugün benden daha iyi bir şair yok. Bundan da öte, sanıyorum ki, salon­da bulunanlar arasında bugün dünyada en tanınmış şair be­nim. Eğer abartıyorsam ve herhangi bir kimseyi incittiysem, lütfen gelsin, sevinçle elini sıkmaya hazırım.” (7)

 

(7) Vera Tulyakova, Nazım’la Söyleşi, Cem Yay. 1989, sf. 259

*

 

Moskova'da Hayat

 

Nâzım Hikmet Moskova'da önemli konuklar için tahsis edil­miş bir eve yerleştirilir. Evde Nâzım'a hizmet edecek bir yardımcı da vardır. Hemen Nâzım'ın şiirleri Rusça'ya çev­rilerek basılır. Fabrikalara ve kültür kurumlarına konuşma­lar yapmaya çağrılır.

 

Moskova'daki ilk günlerinde, Nâzım'ı yalnız bırakmayan eski yoldaşı İsmail Bilen sürekli yanındadır.

 

Çok açık belirtmek gerekir ki, Sovyet yöneticileri Nâ­zım'a çok değer vermişler ve onu rahat ettirebilmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Mesela Çin'de Enfarktüs ge­çirince hemen Moskova'da tam teçhizatlı ve konforlu has­taneye yatırılmış ve burada üç ay tedavi görmüştür. Hasta­nenin doktorlarından Galina bundan sonraki süreçte onu yalnız bırakmamış ve bu Sovyet yöneticilerinin oluruyla gerçekleşmiştir.

 

1953'de Moskova'ya davet ettiği Zekeriya Sertel izlenim­lerini şöyle aktarıyor: "Bana Moskova'daki hayatını anlattı. Belli başlı yazarlar ve aydınlar ziyaretine geliyorlardı. Hele Asya cumhuriyetlerinden Moskova'ya gelen yazar ve şa­irler onu mutlaka ziyaret ediyorlardı. Halktan ve işçilerden mektuplar alıyordu. Bu bakımdan rahattı hatta mutluydu."

 

Moskova'daki bu döneminde tiyatro, sanatsal faaliyetleri içinde önemli bir yer tutmuştur. Bunun çeşitli nedenleri ola­bilir. Sovyet tiyatrosu orijinal konulara açılmak istiyordu ve bu Nâzım'da fazlasıyla vardı. Tiyatrolarının sahneye konma­sı, onu ekonomik olarak refah içinde yaşatıyordu.

 

Nâzım'a bir süre sonra, çalışmalarını daha rahat bir or­tamda yapabilmesi için Peridelkino'da bir yazlık tahsis et­tiler. Burada Sovyet yazarları ikamet ediyordu. Ayrıca, Nâ­zım'ın bir otomobili ve şoförü de vardı.

 

Bir Sovyet yazarı Nâzım'ın bu müreffeh yaşayış tarzını nükteli bir biçimde şöyle saptamış: "Burjuva memleketlerin­de proleter olan Nâzım, proleter memleketinde burjuva olmuştu."

*

Nâzım'ın Moskova'da Tass Ajansı'na verdiği demeç, Türkiye'de Mihri Belli gibi partililerde bile rahatsızlık ya­ratsa da; onun kafasında taşıdığı Stalin portresini açıkça ortaya koymaktadır: "Stalin benim için çok mühimdir. Gö­zümün ışığıdır. Fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı. Moskova'da onun büyük ismini taşıyan üniversitede oku­dum. Her şeyimi ona borçluyum. O yalnız bütün dünya­nın en büyük adamı değil, şahsen bana aydınlık veren en büyük kaynaktır."

 

Nâzım, 1952 yılında Sofya'da Türkçe olarak yayımlanan Moskova Senfonisi'nde de Stalin'den övgüyle söz etmekte­dir: "Barışın ve hayatın müdafileri hayatı yaratan halk kitleleridir ve hayatın ve barışın bayrağını tutan el Stalin'in elidir." Nâzım, Sovyetler Birliği'nde sosyalizme aykırı uy­gulamalara tanık oluncaya kadar bu olumlu yaklaşımını sür­dürmüştür. Süreç içinde olaylara daha eleştirel bakmaya baş­layacaktır. Bu bakışın en somut ve çarpıcı ürünü, 1955 yı­lında yazdığı İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu' adlı oyunu olacaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Türkiye Komünist Partisinin on beş yöneticisinin öldürülmelerinin yıldönümünde 1922 yılında, KUTV’un özerk tiyatrosu Nazım Hikmet’in bu kanlı olaya adanmış “15 yara” ve “28 ocak” adlı şiirlerini sahnelediler.

Nazım'ın şiirleri bile sahneleniyor. Geçenlerde de Orhan Pamuk denen yazar bozuntusunun Kar romanını sahnelemek için girişimde bulundular. Nerede sol döküntülü edebiyat var, hemen kıymete biniyor. Ellerinden gelse adamların horultusunu bile sahneleyecekler. Yeter ki sol yol alsın, yeter ki solun bayrağı dalgalansın! Hadi Üstadın bir eserini sahneleyin desek Üstadın adını duyar duymaz yüzlerini buruştururlar. Üstadın adını sahnelerde duyuracak gençlik nerede? Bu işe gönül veren insanlar yok değil elbette, hatta forumda da okuyoruz bu işle ilgilenen arkadaşların olduğunu, ama bu iş Türkiye çapında profesyonel sahada da kendini göstermeli.

Share this post


Link to post
Share on other sites

10 eylül 1959 tarihinde Rusça hazırlayıp notere onaylattığı vasiyetinde, eserlerinin telif haklarının dörtte üçünü Münevver ve Memed’e, dörtte birini de TKP’ye bırakmıştır. Nazım’ın partiye olan bağlılığını göstermesi açısından, vasiyetini TKP’nin kuruluş yıldönümüne denk getirmesi dikkat çekicidir.

*

1950’li yılların sonunda gerçekleşen Küba devrimi Nazım’ı derinden etkiledi. Gitti ve devrimin insanlarda yarattığı coşkuyu yakından gördü. Küba devrimi, Nazım’daki coşkun kişiliğin, ilerlemiş yaşında nüksetmesini sağladı. Yurtdışına çıktığına pişman oldu. Keşke ben de ülkemde böyle bir gerilla mücadelesi verseydim, dedi.

*

Nâzım 1961 yazı ortalarında Küba'daydı. Havana'nın en büyük meydanında Fidel Castro konuşacaktı. Halk baston yutmuş gibi, dimdik ve sessiz durmuyor, oynuyor, eğleniyordu. Yüzbin kişi ardarda tek sıra dizilip ellerini birbirinin omzuna koyarak rumba yapıyordu. Bunlara karışmayan bir Kübalı yaklaştı Nâzım'a. 'Nâzım yoldaş,' dedi, 'yakışır mı bu? Koskoca önderi bekliyoruz. Bu kalabalık huşu içinde, hepsi bir yürek, bir inanç sessizce duracaklarına, fırsat bu fırsattır diye oynuyor, dans ediyorlar. Ciddiyet olmalı, ciddiyet... Ben Sovyetler'de de bulundum; orada okudum, eski partiliyim. Bilirim bu işleri...' Nâzım eğildi bu görmüş geçirmiş zata: 'Kusura bakma ama ahbap, sen sosyalizmi yanlış öğrenmişsin. Put gibi beklenmez önder. Küba halkı daha doğru yapıyor. Hergün biraz daha gençleşiyorum onların arasında; hergün biraz daha yitiriyor ağız dünyanın acılığını; hergün biraz daha yumuşuyor çizgileri avuçların. Ve hergün biraz daha keyifli türkü söyleyerek geçiyoruz Havana sokaklarından... Doğrusunu istersen üstat, ben herhalde, sana değil, onlara katılıyorum.!”

 

1961 yılında Fidel Castro'ya Uluslararası Barış Ödülü vermek üzere Küba'ya giden Nâzım Hikmet, buradaki coşkunun etkisiyle, gerilla mücadelesine yönelik hayıflanmalarda bulunur: "Ülkemden ayrılmakla hata ettim. Dağlara çıkmak ve çetecilik yapmak gerekirdi. Halkının geleceği için mücadele eden insanın halkıyla canlı bir bağ içinde olması gerekir. Bugün gerçekçi olan tek yol budur. Öldürülürdük. Fakat ne çıkar bundan? Birkaç yüz şiir daha az yazılmış, ne önemi var bunun? Ülke içinde mücadele etmek gerekir. Ben hata ettim. Buradan onlara yararlı olamazdım."

 

Buna benzer bir yakınmayı eski patronu Zekeriya Sertel'e de ifade etmiştir: "Elbette hükümete teslim olacak değildim. Dağa çıkacaktım, dağa... Etrafıma köylüyü toplayıp şehre inecektim ve devrimi onlarla yapacaktım." Bu sözlerin üzerine Sertel kendi gözlemlerini aktarmaktadır: "Nâzım Hikmet, Fidel Castro'ya bayılırdı. Küba önderi tam Nâzım'ın hayal ettiği devrim kahramanıydı. Onun gibi olmak isterdi ve olamadığına üzülürdü. Castro'nun hayatını ve savaşımını dikkatle izliyor, günden güne ona olan hayranlığı artıyordu.

*

Nâzım'ın Ölümü ve Mirası

Yeni güne, posta kutusuna bırakılan gazeteler ile başlamak için yatağından çıkmıştı. O Haziran sabahı, gazetelerin posta kutusuna bırakılışı sırasındaki tıkırtıyı duyduğuna göre, uyanmış olmalıydı. Belki de tam o anı bekliyordu. Gazeteleri almak için kapıya yöneldi. Sokak kapısını açtığında o Haziran sabahının havasını içine derince çekmiş olmalıdır. Yüreği işte o zaman, gazete manşetlerine baktığında mı, bir görüntü ya da ses ile mi, bilinmez, oracıkta duruverdi. Sekte-i kalp dediler.

 

Nâzım Hikmet, 3 Haziran 1963 sabahı, sürgünde, elveda dünya ve merhaba kainat, dedi.. Doğru mu, belli değil, son eşi Vera şunları yazıyor anı kitabında: "Cenaze günü bütün Müslüman ülke elçiliklerinin bayrakları yarıya indirilmişti. Kendim gördüm. Bir şair ölmüştü.”

5 Haziran 1963 tarihinde Yazarlar Birliğinin düzenlediği bir törenle, Gogol, Turgenyev, Çehov ve Mayakovski gibi sanatçıların yattığı Novodeviçiy mezarlığına gömüldü. Sovyet toplumu büyük sanatçılarının yattığı bu mezarlığa Nâzım'ı da defnederek bir kadirşinaslık örneği de göstermiş oldu. Nâzım Hikmet, ülkesi okuruyla, sol Kemalist olarak nitelenebilecek Yön dergisinin cesur teşebbüsüyle, ölümün den bir buçuk yıl sonra buluştu. 30 Ekim 1964'te başlayan seçme şiir yayımlama girişimi haftalarca sürdü. Tercih edilen şiirler amaçlanan rehabilitasyona dönüktü. Yön dergisi amacında kısmen başarılı oldu.

 

Sonra yükselen devrimci mücadele yıllarında Nâzım Hikmet'in şiiri meydanlara çıktı, grevlere katıldı, barikatlara girdi. Şiiri, geniş halk yığınlarıyla, emekçilerle buluştu. Nâzım'ın Türkiye'ye muhteşem girişi işte asıl o zaman gerçekleşti. Ölümünden 1 ay 3 gün önce yazdığı ve Türkçe baskıda yer almayan şiiriyle 1 Mayıs 77'de yerini o da alacaktı.

"1 Mayıs,

yaşım yirmi,

Lenin sağ.

Bil tek Kızıl Meydan

150 milyon insan.

35 yıl geçti aradan, yaşım yine 20,

Lenin yine sağ,

1 milyar insan!"

*Nazım 20 yaşın eşiğinde geldiği Sovyetler Birliği’nde bir yandan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde (KTUV) okurken, hem siyasi kimliğini, hem de buna paralel sanat anlayışını örmeye başlamıştı.

Bu yüzden, tereddütsüz söylenebilir ki, Nazım, devrim coşkusunun hüküm sürdüğü bir coğrafyada kimlik kazanmıştı. Kişiliği, dünya görüşü, sanatı devrimin ateşi içinde oluştu. Bu onda silinmez, vazgeçilmez izler bıraktı.

*

Nazım’ın maddeler halindeki özeleştirisi şöyledir:

1 Ülkeden ayrılmakla hata ettim; ülke içinde mücadele etmek gerekir.

2 Halk için verilecek mücadelede onunla canlı bağ kurmak gerekir.

3 Bugün gerçekçi olan tek yol silahlı mücadeledir.

4 Fazladan birkaç yüz şiir daha yazmaktansa, ölümü göze alan bir yol seçmeliydim.

 

Ömrü vefa etseydi, 1960'lı yılların sonunda, devrimci gençliğin bu politik vasiyetnameye göre hareket ettiğini ve bu uğurda ölümü göze aldığını Nâzım Hikmet de görebilecekti. Mahir Cayan silahlı çatışmada, Deniz Gezmiş asılarak, İbrahim Kaypakkaya işkencede şehit düştüler. "Ülke içinde mücadele etmek gerekir" ilkesini tereddütsüz uyguladılar. Yurt dışına çıkarak kurtulma teklifini reddettiler. 12 Mart Askeri Darbesi'nden sonra, etraflarındaki çemberin giderek daraldığını gören arkadaşları, THKP-C önderi Mahir Çayan'ı yurtdışına çıkartmak istediler: "(...) Mahir'i yurtdışına çıkarabilir miyiz, çünkü o arada Ulaş öldürüldü, Ziya yakalandı. (...) Ankara'da Koray Doğan öldürüldü. (...) Mahir Çayan'ı yurtdışına gönderelim dedik ve iyice yeraltına, iyice hareketsiz bir alanda ya da dönemde bu fırtınanın geçmesini bekleyelim. Fakat Mahir'i buna ikna etmek mümkün olmadı. Yurtdışına çıkma fikrine büyük bir şiddetle itiraz ettiği için bu konu kapandı." Türkiye'nin bu genç devrimcileri düşündükleri ve yazdıkları gibi hareket edip, gelecek nesillere onurlu bir bayrak bıraktılar.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Nazım'ın şiirleri bile sahneleniyor. Geçenlerde de Orhan Pamuk denen yazar bozuntusunun Kar romanını sahnelemek için girişimde bulundular. Nerede sol döküntülü edebiyat var, hemen kıymete biniyor. Ellerinden gelse adamların horultusunu bile sahneleyecekler. Yeter ki sol yol alsın, yeter ki solun bayrağı dalgalansın! Hadi Üstadın bir eserini sahneleyin desek Üstadın adını duyar duymaz yüzlerini buruştururlar. Üstadın adını sahnelerde duyuracak gençlik nerede? Bu işe gönül veren insanlar yok değil elbette, hatta forumda da okuyoruz bu işle ilgilenen arkadaşların olduğunu, ama bu iş Türkiye çapında profesyonel sahada da kendini göstermeli.

 

Biraz daha sabır kardeşim. Allah'ın izniyle, kendi çabalarımızla bu söylediklerinizi yapacağız...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...