Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

3. Şiir/nesir Yarışması

Recommended Posts

Aleyküm selam...

Allah sizden de razı olsun Efendi Hazretlerinden de Üstad Hazretlerinden de...

Hoşgeldiniz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Derinlikler

 

 

 

Düşler, kapısı kilitli oda

İçerisi yalancı aydınlık hemen sönecek gibi

Kapıda uyanıklık bekçisi, elinde Azrail pençesi

Her uyanış bir ölüm her uyku ayrı bir ölüm

Ve tatmak dünyada ölümü, uyanmak sonsuzluğa

Kayıp, yitik düşünceler ve hep eksik kalan yarımız

Gel artık uyandır bizi

 

Yaşam denen bu mühendislik planında

Kabasını sen çizdin hayat çizgilerinin

Özlediğin derinlere göçtün sonra,

Uyandır bizi düşlerden silkele, sars beyin zarımızı

Ve zararın neresinden dönsek kar değil mi?

 

Hülasa, yaşam sandıkları dünya

Senin dilinden dökülen ölüm nağmeleriyle

Yerin dibini boyluyorken

Biz, yaratılmışların en güzeli bak gör halimizi

Koskoca bir beden, küçük kalpler diyarı,

Elinde tespih tefeciler dükkânı

Taşa tut medreseyi al şekeri

Deyip aldılar elimizden fikrimizi

Unuttuk Üstad, gel de hatırlat kendimizi

 

Hüseyni mektepler açıldı kitaplarında

Zaman senindi, sıra senin

Diline gelen eline de geldi

Kalem oldu, fikir oldu düştü yollara

Yaptıkların yetti Üstad, ama zaman yine senin

Gel de göster bize derin kuyuların sırrını

Gel de kuyuların ustasını öğret bize

Gel de Bir olanın derinliğinden bahset

Sesin, yıkacaktır zalim duvarlarını

Korkutacaktır zulmün kendini.

Hele kalemin…

 

Şiirlerin Ustası Gel Artık Derinlerden…

 

Mehmet FİDAN

09.07.2009

Share this post


Link to post
Share on other sites

NECİP FAZIL’IN POETİKASI

 

Necip Fazıl’ın Poetika adlı yazısı ilk defa 1955 yılında yayımlanan ”Sonsuzluk Ker-vanı”nda çıkar. Bu kitap, Çile’den önce bütün şiirlerinin toplandığı ilk kitaptır. Ve bu metin bu kitaptan sonra Çile’nin tüm baskılarında yer almıştır.

Poetika, Necip Fazıl’ın şiir görüşünü kavramada temel metindir. Bu metin on dört bölümden oluşur. Bu bölümler:

• Şair

• Şiir

• Şiirde Usul

• Şiirde gaye

• Şiirin unsurları

• Şiirde Kütük Ve Nakış

• Şiirde Şekil Ve kalıp

• Şiirde İç Şekil

• Şiir Ve Cemiyet

• Şiir Ve Hayat

• Şiir Ve Din

• Şiir Ve Müsbet İlimler

• Şiir Ve Devlet

• Toplam’dır.

Necip fazıl,”Şiir nedir?” derken, şairin onunla olan bağlantısını ve hayat karşısındaki vaziyetini tespit ederek cevaplıyor bu soruyu bize. İlk olarak üzerinde durduğu husus, şairin bilinçliliğidir. Şair “kendi ilim ve iradesi dışındaki içgüdülerle dış tesirlerin şuursuz aleti” (çile,471) olmamalıdır. Necip Fazıl, şiirde şairin asıl ön olana çıkarması gereken hususun “şahsiyet” olduğunu önemle belirtir. İkinci bölümde en mühim cümle “şiir Mutlak hakikati arama işidir.” (çile,473) cümlesidir. Peki, mutlak hakikat nedir? Onu bu derece hakikileştiren nokta nedir? Bu hakikatin peşindeki, bu hakikinin eşiğindeki mutlak sebat neye dayanmakta-dır?

Tabi ki “Mutlak hakikat Allah’tır” (çile,474).Ve şiir, ister bilinsin, ister bilinmesin, onu arama yolunda olmaktan başka bir vazife görmez.

Üçüncü bölümünde Necip fazıl’ın şiirin temel kurallardan birini görürüz; şiir somut-tan soyuta bir yol izlemelidir. Soyutlamaya öncelik verilmektedir.

Eserin dördüncü bölümünde<şair, şiirde üslubu öne çıkarmaktadır. “Şiirde ne söyle-di? Yok, nasıl söyledi? Vardır.(çile 477).Bu konuşma tarzının ismi şiirdir, demiştir. Şiirde dış yapıyı içyapıya tabi kılan da bu üsluptur.

Ve şiirde verilmek istenen mesaj, haber açıkça ortaya konulmalıdır. Ayrıca ölçü ve kafiyenin çatısına sığınıp işi kolaya sürüklememeli ve içyapıyı(muhtevayı)sağlam tutmalıdır. Aksi halde içi boş bir ceviz kabuğundan farkı kalmaz. Zira şiirdeki dış yapı(vezin ve kafiye) şiiri boş sözdizimlerinden kurtarır. Görüyoruz ki Necip Fazıl’ın üzerinde durduğu bu hususlar, tek başlarına bir iş görmezler, aksine birbirini denetleyen bir oluşumu ortaya koyarlar.

Kısacası muhteva, vezin ve kafiye ustalığının yanı sıra, bundan bağımsız bir şekilde oluşan apayrı bir hissi canlılık taşır. Necip Fazıl’ın bu bölümde öne çıkardığı simge bu olu-şumdan meydana gelir. Simgenin buradaki işlevi de içyapıdaki derin manayı dış yüzeye taşı-maktadır. İşte şairlik” bu harikulade çevik ve ince bünyenin heykeltraşlığıdır.”(çile,477)

Beşinci bölümde de şiir iki büyük unsurla çıkıyor karşımıza: his ve fikir… Düşünce duygulaşır, duygular düşünceleşir. His fikirleşmeye, fikir hisleşmeye doğru gider… İşte bu ”kıvrımlar arasındaki halkaların içinde sanat, karargâhını kurar.”(çile,478)

Eğer şair, şiirde sadece duyguya yer verirse, mübalağalı bir romantizmden, sadece düşünce üzerine giderse, ders vermekten, vaazdan, nutuktan başka bir yol izleyemez.

Şiirde his ve fikir öyle bir alışverişe girecektir. Tabi ki şiirin temel taşından biri olan fikre daha çok ehemmiyet verilir.

.Demek ki bu “tegayyur ve istihale”de(çile,479) fikrin değişimine daha çok emek verilmelidir. Zira duygular düşünceye göre değişime daha eğilimliyken, düşünce sapasağlam bir direk gibi dirençlidir.

Dolayısıyla hisle fikrin arasında bir “fasl-ı müşterek ”(çile,479) çizgisi mevcuttur.

Altıncı bölüm de beşinci bölümün ardınca yazılmıştır. Şiirde his ve fikrin yanında, şiirin dış ve içyapısını inşa eden iki büyük unsurumuz daha var: Kütük ve nakış.

Şiirin ana maddesi his ve fikir ise buna şiirin muhtevası da. İşte bu muhtevanın “zerafeti, estetik ve fonetik havası”(çile,480) beyaz bir mendile iplik iplik işlenen nakış gibi-dir.

 

Yedinci bölümde ise şiirde bir bütünlükten bahsedilmektedir. Bu da şiirin özüyle dış yapısının karşılıklı tecellisiyle oluşur. Yani dış kalıp özünü, öz de kalıbını arayıp, onu “fatihçe zapt edecektir.”(çile,480).Aksine şiir aslen mevcut değildir.

Şiirde ölçü ve kafiye “ben buradayım”(çile,483) diyorsa o şiir, nazımcısının “koltuk değnekleriyle” (çile,483) yürüyen vasfını ortaya koyar. O nerde, şekil ve kalıbı aşan, onu ezen şair nerde? “Şairde ruh şekli gizleyemiyorsa o şair midir ki?..”(çile,483).

Şiirin dış yapısı, sade somut düşünülen kaba unsurların yekûnu değil, onu ebediliğe götüren, akla silinmez damgasını vuran bir aracıdır. Hikmeti burada gizlidir. Fakat bu aracı da bizi asıl gayemize ulaştırmak için yeterli değildir. Onu en sağlam bir şekilde techizatlandıracak ve yol alabilir kıvama getireceğiz..Yok eğer bu noktada zayıf ve donanım-sız ise, bu kanadı olmayan hayvanın uçmaya çalışması gibidir.

Sekizinci bölüm şiirde serbestlik, sınırları aşıp fikri özgürce ortaya koymak olsa da, mekânı olmayan zaman gibi olmak yersiz…

Şiirin her kelimesi “içine renk renk, çizgi çizgi ve yankı yankı cihanla sığdırılmış bi-rer esrarlı billur zerresi”dir.

Necip fazıl’ın burada kelime seçimine önem verdiğini görüyoruz.

Dokuzuncu bölümde şair “şiir ve cemiyet” başlığı altında, şiir hakkında şöyle diye-bilirsiniz demiş: “cemiyetin rüyasını ayrı bir rüya üslubuyla anlatan bir tabirna-me…”(çile,487)

O halde şiir, bir cemiyetin hissi ve fikri hayatını ele alan bir yöndür. Adeta toplumun çalkantılı döneminde nabzını tutar.

Şiir ve şair toplumun en sadık ve güvenilir ”münadileridir”(çile,488).

Metnin bundan sonraki bölümler önceki bölümlerde bize sunduğu fikirleri pekiştir-me ve tekrarlama mahiyetinde olmuştur.

Necip Fazıl’ın poetikası; onun, şiiri sistemli, belli ölçüler çerçevesinde disipline et-miş olduğunu gösterir. Şiir onun için fani bir heves değil temel amaçlı bir uğraştır. Ona göre şiir rotasız gemi gibi suya açılmak değildir. Söylenenler için, işin temel kurallarının bilinçli bir biçimde uygulanması gerekir.

Ona göre şiir üstün bir idraktir. Ondaki işçilik, ahenk, temel taşı olan bir cevhere bağlıdır.

 

Ü.Gülsüm AKSAN

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üfürünce Arif, Hak Pîr, Rûha sûr

Sudayken yükseldi göğe Üstadım!

Doğunca Tan, söndü ten, kaldı tek nûr

Lisânıyla "Taş!" der dağa Üstadım!

 

 

 

Dursa an, dursa cân, "ne olur ne?"der

Cân "Hayy" der, "et" Hayber, rûh Hayder!

Zikrindeyken fikrindeyken bu haber

Öldü kaldı mı ki doğa Üstadım!

 

 

 

Ordu gene girdi akıl şehrine

Akıl şehri dönüştü "hîç"nehrine

"Hîç" nehride döküldü "Yok" bahrine

Takılmış ummânda ağa Üstadım! (bahr=deniz umman=okyanus)

 

 

 

Yoktu atı ne devleti serhadı

Hayâtı, duyurmaktı kadîm yâdı

O gönlünün şâdı idi feryâdı

"Yakındır!" derdi uzağa Üstadım!

 

 

 

"Körken öz, nasıl görürki göz?" desem

Seslenir:"Sır değil insân sır Âdem,

Şu iki ayaklıyaysa Aşk mâdem,"

Der:"İnsânı sor dileğe!" Üstadım....

Share this post


Link to post
Share on other sites

BİR GÜN MÜASsIR DEVLETLERDEN OLACAĞIZ

 

 

Bizde bir gün muasır devletlerden olacağız

Önce Türkçeyi savunup ezanı Türkçe okutacağız

Sonra pazarımızın adını market koyacağız

Bizde olacağız bir gün

 

Yumurtalara hayretle bakacağız

Benim babamın düşündüğü gibi değil

Yani beyazla sarının neden karışmadığını değil

Yada mühendisleri kıskandıracak sağlamlığı ve nazikliği

Bizim hayretle baktığımız bize bile bir gün tatil yapacakları

Paskalya boyaları olacak bu bir sanat diyeceğiz

Kendi kendimize

Ve biz muassır bir devlet olacağız.

 

Yılbaşlarımız olacak öylesine geçen değil

Çeşmelerimizde şarap, evimizde kokmuş çoraplarımız

Birde unutmadan çamımız olacak

Yangınlar çıkacak yılbaşlarında önce çamlar sonra evler

Ben bir arkadaşımla dağlara çıkacağım keklik, tavşan için değil

Çam yolmaya bulamayınca caddelerde satılık bir çam

Aslında biliyoruz yılbaşları bize önceden tatil

Yinede sevineceğiz yılbaşımız tatil diye

Muassır bir devlet olcağız kolay mı?

 

Arkadaşlarla muhabbet konusu olacak lokantalarda

Bir parça domuz eti zarar verir mi diye sağlığımıza

Hani pis hayvan

Aklımıza bile gelmeyecek domuz haram

Olsun zaten ne önemi var ki

Hem biz muassır devlet olacağız

 

Kabirlerimiz batacak gözümüze

Ne öyle çökmüş falan pis pis

Sonra hastanelerde açılacak ölü yakma merkezi

Mevtanın yükü ağır gelirse yakacağız anasını satayım

Sonrası malum bir kavanoz içinde gömersin artık

Normal gelecek küllerimi İstanbul’ dan savurun diyenler

Veya adı her neyse o büyük boğazlı şehir işte

Muassır devlet nasıl olunurmuş görün diyecek politika

 

Kulislerde boğazında hırtal yarışı olacak ve

Meşhurluk din değişmesi ile olacak

Haç işaretleri doğacak kendiliğinden kirli boğazlarda

Üzerinde bir zincir veya şöyle benimki boncuklu olsun

Havası da olsun aman be bir kere geliyoruz dünyaya diyeceğiz

Oluyoruz oluyoruz. Az kaldı kilise çanları çoğalıyor

İyiliğe işarettir.

 

MUASSIR BİR DEVLET KENDİNE HAS, KENDİNE ÖZGÜ VE ÖZGÜR

MUASSIR BİR DEVLET KENDİNDEN KOPMUŞ KENDİNİ ARAYAN

 

M.Fidan

 

Bu Şiiri Çok önceden yazmıştım yayınlayım istedim.

(Din Değiştirmek Revaçtaydı):)

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı! ''

Ey Üstad

 

Altından yangınlar yükselen asma köprüdeyiz,

Sırtımızda nefs, dağın taşın kaldıramadığı...

Kıldan ince ve keskin sırat-ı mustekımdeyiz,

Gözümüzde nur, anlık zamanın donup kaldığı!

 

Üzerimizde gök, şimşekler ile çatırdıyor,

Berimizde yağmur, yıldırımlar ile düşüyor!

Karşımızda kıyamet, kopmak için kıpırdıyor,

Her yanımız ceset, leş kargaları üşüşüyor.

 

Hedefimiz; köprüyü geçme divaneliğidir!

Ulaşmak için fikrinin surdaki gediğine.

İnancımız; O'nun Resulune bildirdiğidir,

Erişmek için sonsuz ferahın serinliğine.

 

13.07.09

Share this post


Link to post
Share on other sites

- Felâh Hülâsâsı -

( Üstadıma ithaf olunur )

 

Gâiblerden bir ses geldi : Bu çocuk ,

Yürüsün yokluğun bittiği yerde

Beyninde renklerin tamamı soluk

Her rengin nevâsı kendi içinde

 

Hayallere daldım şimşek sağanak

Dediklerin çıktı cübbesiz imam

Acz derebeyi , dudakta mutlak

Varlık derinlerde , diplerde tamam

 

Alevden rengini aldım bu (yok)un

Sıyırdı bir anda öz kabuğumu

Sesime kilit vurdu , gözüme sükun

Öldürdü içimde yeşeren çocuğunu

 

Paradoksta çözüme vesile dünya

Gayesi devrândır yine baharın

Al sana hakikat al sana rüya

İşte ömür tüketen yeri dergâhın

 

Göğsümün üstünde ince bir acı ,

Kapandım geceye son çare diye

Bir Nebi elinden yokluk ilacı

Cenneti gösterdi vakd-i seherde

 

Dünya içinde dolu dünyalar

Mekan muallakta zaman giyotin

Bütün bir kâinat elimde yular

Bütün bir insanlık derdi hikmetin

 

Kimsin sen ; şeytan olsan da eğil !

Yetiş güneş yetiş , ayda ihtilal

Nerede ruhumu törpüleyen dil

Nerede gönlümü koşturan topal

 

Seneler derdime merhem olmadı

Ağardı içimde gönlü sızının

Cinnette hadsiz kuyuda kaldı

BEN (!) diye koyduğum ismi acının

 

Niçin büyüyor bu tılsımlı gül

Dikeni gönlüme batıran şey ne

Mekan tuzağına yağmurla dökül

Zamanın bitişi , kıyâmet anne

 

Bu bir mesel akla , ta mâverâdan

Bu bir misal fikre ye's yükleyen

Selam sana uzaktan ruhuma bakan

Yalnız kalbi yakıp aşka bürüyen

 

Yine de sızdım ben çok eşiklerde

Uyudum rüzgarın kardeşliğinde

Anne duası gibi bir gül elimde

Çok defa savurdu beni göklere

 

Uyku ; her nazara bir engel ağı

Yorgan ömrümü saran geceymiş

Sabr diye girilen dünya yatağı

Siyahın akını bana getirmiş

 

Bu mu mersiyesi ölü ruhların

Gözümde yıllardır sihri büyüyen

Hem cennet bileti cinnet olanın

Hem huzur tohumu semâdan inen

 

Biçare , devlerle savaştım durdum

Fikrime pas olan deli mevsimle

Gördüm ; hakikatte var ile yoktum

Aklımı kemiren bu boş çileyle

 

Evet benim yine açan kilidi

Bozan benim evet bu bilmeceyi

Ağlamaklı yalanlar peşimde ; evet

Kaossa bu huzur , deliyim ; evet

 

Son nokta şimdi gözümde menzil

Karmaşık yolların bittiği nokta

Nokta ki içinde bütün bir ehil

Nokta ki tek VAR , şu acip yokta

 

Dağlar dağlar çekilin yoldan

Bu endâmınız çakıl hükmüdür

İçimde azmin farkı var yoktan

Mor tepelerimde âfâk yüklüdür

 

Şimdi bir kimliğe bürünmeliyim

Ki cümle âleme şahid olayım

Karanlık çağımı devşirmeliyim

Ve varlık özünde yolu bulayım

 

Yoksa ben miyim bu viran duvar

Gönlüne esrarı eken bu adam

Bela döşeğinde oynanan kumar

Saraylar içinde döşeksiz yatan

 

Hayır , ben mazimin tek bedeliyim

Bir onur uğruna yollara düşen

Karanlığı ölmüş derde gebeyim

Beynine giriftten sual üşüşen

 

Oysa bir sitem tomurcuğuydum

Gözümden yalana akar idi yaş

O'nu umduğumda gülümsüyordum

O'nu kaybettiğim yerdeydi savaş

 

Bir gece aklımı yerinden atıp

Deli bir sızıyla uyanıverdim

Diyet hesabıyla ömrümü satıp

Sonsuzluk içinde eriyiverdim

 

Cihanın en ücra bir köşesinden

Başımı yukarı çevirip baktım

Kaçırıp yıldızları esaretimden

Arzımın en yüksek yerine astım

 

Direndim bitirdim bu macerayı

Zulmet yalanını zulmette boğup

İçinde yürürken , bu muammâyı

Çözdüm , aşkına aklımdan doğup

 

Bir yoldur bilinmez izinde çölün

Bir yoldan ölüme akıyor dere

Bir ömrü bülbüle kanıyor gülün

Bir efsun doğuyor yirmidördünde

 

'' Kaçır beni ahenk , al beni birlik

Artık barınamam gölge varlıkta

Ver cüceye onun olsun şairlik

Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta '' (*)

 

Rahman bahçesi , ölüm duvarı

İç içe geçmiş en büyük halka

Vuslat hezeyânı , sevinç yuları

Boynuma takılı en demir tasma

 

Ölsün ömrümün aydınlığında

Yok olsun gecenin kanlı eteği

Duysun beni Allah aşk otağında

Düştü ellerimden zakkum çiçeği...

 

* * *

 

İ.Y.S ( 2005 )

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın Anısına

O mukaddes davayı yüreğine akıtan istidat abidesi!

Kalemiyle cihad eden ahir zaman neferi!

Zülme hakkı haykıran fedekar bilge,

Akla başka kim gelir fikir çilesi deyince?

Bir mızrak gibi sivri,ölümcül kelimeleriyle,

Yakıtı iman olan cesaretiyle haykırdı Yozlaşmış sisteme!

Durun durun bir dünya iniyor tepemizden diye!

Allahı dost,ölümü bildi şehrayini,

Olduğu gibi görünün göründüğü gibi biriydi.

Sıradan değildi uğruna ölebileceği bir mefkuresi vardı

Hayatını anlamlı kılan bir mücadelesi de

Anlıyacağınız tam dava adamıydı

Gafillerin cümbüş ettiği mezbelede

O düzeni reddeden mana adamıydı..

Zincirini şehvetin kırdı attı,

Ruhunu Allah için davaya adadı,

Belalar sel sel gelen birer imtihandı..

Günümüz cahiliyesinden çıkmış bir pırlantaydı

Dünyanın kirinden bıkan,

İstibdada düşman bir münadiydi.

Hakikat pınarına hasret Fikir işçisiydi..

Beton,ölü bir zeminde serpilen bir güldü.

İlahi kaynalarla goncaları gelişen bir güldü

Dünyayı bir tuzak,tabutu kundak

Hayatı bir gurbet,ölümü şerbet saydı!

Kalemi sanki toprağı yeşerten bir arktı

Müptelayken bohem hayatına,

İlahi takdirle oldun bir Muhacir

Ölümü unutturan modern zamanlarda

Ağızların tadını bozdun çokca

Ne de iyi ettin!

İslamın adının kaldığı bir dönem,

Batının pisliğinin Anadoluya daldığı bir dönem,

Adam gibi adamın azaldığı bir dönem,

Ahir zaman vebasının zehrini saldığı bir dönem,

Maneviyat uğruna emek verdin..

Kahraman hain,iyi kötü olduğu zaman

Dağdaki bağdakini kovduğu zaman

Halkın hayat damarı oyulduğu zaman

Anadoluyu mundardan ayıran kimlik derisi soyulduğu zaman

Direndin direndin yine direndin..

(Diriliş nesline de olabilir)Büyük doğu nesline bilinç veren sirendin!

Kütükler arasında bir kıvılcımdı,şuleydi,

29 harflik aydınların başına inen gülleydi.

Necip Fazıl için sorunluydu resmi tarih,hukuk

Uyulması gerekense İlahi buyruk

Ötelerden habersiz nizama lanet,

İnkarcı hayat süren leşlere hayret!

Tarihine saldıran kuduzlaşmış bir zihniyete

Onlardan çıkan iftirayla,istihzayla örülmüş kesafete

Yanıtladın kitap silsileleriyle.

Bohem hayatı vermedi huzuru,

Zindanda secde etmekle buldun mesruru..

Güzel sanatların hepsini çelik çomak bildin

İstikameti maveraya çevirdin,

Denize hicret ettin..

Kütüğü ve nakışı olan

Şair

Toplumun durumu için bakışı olan

Mukaddes yük hamalı.

Meçhuller alemine takılı kalan

Çilekeş seyyah.

Kalbi sonsuzluk iklimine vuslata çakılı kalan

Mavera aşığı.

Necip Fazıl

Necip Fazıl..

Üstadın kişiliği,yaşantışı ve Dünyayı Nasıl Gördüğü Üzerine

İnsanlarda iz bırakmış kimseler olur..Bir şekilde bazı kimseler kimisinde hayranlık,takdir hisleri uyandırır.Kimiside başkalarının düşünmesinde bile yer edinir.Mesela Büyük İskender Aristo yu kendisinin manevi babası sayar.Mevlana herkes için iyi bir örnektir,muteberdir.Kalıcı olan cemalle popüler olmak değil,fikirle,akılla,imanla hoş bir seda bırakabilmektir asıl marifet.

 

İşte Necip Fazıl'da hoş bir seda bırakmayı başardı.Necip Fazıl da bir dönemin nesli için bir örnek modeldir..Büyük Doğu'yu takip eden Diriliş Hareketi,Yedi güzel Adamın varlığını buna delildir.

 

Bir döneme İslam mührünü vuran kadroda Necip Fazıl'ı unutmak olmaz.İki tip insan vardır;Zevkleri için yaşayanlar ve idealleri için yaşayanlar.İkinci grup azınlıktadır,zordur,pramidin en ucu gibidir.

Üstad'da ikinci grubdan oldu.Kolaycı olmadı.Pahalı bir papağan olmadı.O'nun işte bu tavrını seviyorum.İşte O'nu Üstad yapan budur.Bir insana imanın ne dedirttiği değil ne yaptırdığı ölçüdür.Necip Fazıl'da imanın coşkusu bir sel olmuştu.Maddi imkanlarını kaybetti ancak yılmadı.Bu azim,sadakat Necip Fazıl'ın orjinalliğidir,güzelliğidir.Tekrar edeyim asla pahalı bir papağan olmadı.Antropomorfik şiirler yazan densiz cumhuriyet şairleri,'cüceler' bir yana,üniversite hocalığı elinden alınan ve üniversite hocalığının sıradanlaştığını eleştiren Necip Fazıl bir yana!Arada kocaman bir uçurum.Biri cahiliye korosu,Üstadsa doğrunun bayraktarı..

Post modern zamanların Sokrates'i gibiydi fikir sahasındaki azmiyle,inandığı şeylerden vazgeçmektense evinin eşyasını satarak durumu idare etmişti.Meyve veren ağaç taşlama uzmanı despot parti Necip Fazıl'la asla uzlaşamamıştı.

Anlaşılmadan benimsenen,bilinmeden dışlanan bir münevverdi

Lafımın dostusunuz fikrimin yabancısı yok mudur sizin köyde çekin fikir sancısı.

O niteliği az,niceliği fazla bir toplumun içindeydi.Bu nitelik düşüklüğünü şu hadislere bağlayın:

"Ümmetimin sonlarına doğru, mescidlerini süsleyip te kalplerini harabeye çeviren topluluklar görülür. Onlar, elbisesine verdiği önemi, dinine vermeyecek.Dünyalığı yerindeyse, dinlerine ne olduğuna aldırmayacak."

 

"Hayır bilakis siz o gün sayıca çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer-çöp gibi dağınık olacaksınız. ALLAH düşmanlarınızın kalbinde sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinizede vehen atacaktır.

Vehen nedir ya Rasulallah ?

 

Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur.( Ebu Davud )

Ahir zamanda haber verildiği gibi halkda ölüme karşı bir çekingenlik oluştu.Üstad'sa şöyle düşündü:

"Sırma renginde pislik bu dünyanın süsü püsü."Üstad dünya sevgisine olan soğukluğunu böyle anlatmıştır.

Ahir zamanda Necip Fazıl böyle yazabilecek bir noktadaydı işte bu uslub için bile muhabbeti hakediyor.Nitekim ayrışmanın,kibirli bir materyalistleşmenin var olduğu Türkiyede,vahşi bir sekülerleşmenin makyevelist tavırlarına karşı dünyayı "pislik"bilmek ve aşağılık deni dünyayı değil,yüce,kalıcı olana odaklanmak ne güzel..

Allah dilediğinin kalbini açar

Necip Fazıl çok fazla ölümü işledi.

Sefahatin yaygın olduğu yerde hayatın son demini hatırlamak istemeyen şehvet sürüsü Necip Fazıl için canlı cenazeydi bakınız;

Ben şairim, Gaibi kurcalayan çilingir;. Canlı cenazelerin başında Münker-Nekir..

 

Necip Fazıl için Din olmayan yerde hiçbir şeyin manası değeri kalmıyor,çünkü insan hayvanlaşıyor.Mücerret değerlerden yoksun bir yaratık haline gelmiş kimsenin kıymeti yoktur.O bir kubur faresidir artık.Burada sanat yoktur,rezalet ve sefahat vardır.Nezaket erdem,güzel ahlak olmazsa bu bir iğrençlikler sirki olur,hiçbir değer taşımaz.Manevi cevherden yoksun bir çalışma boştur.Gıdalıktan çıkan zehirdir.

Bu nedenle poetikasında Din ve Şiir başlığında Dinin olmazsa olmaz olduğunu yazar.

"Dinin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur,yokluk bile yok Şiir ve san'atsa hiç yok."

 

"Bir Fransız romancısı,romana ait bir incelemesinde Allah'a inanmayan bir cemiyetin romanı olmayacağını ileri sürer.Zira böyle bir cemiyette herşey düpedüz,yavan basit ve kabadır ve orada hiçbir ruh ukdesine yer yoktur.Halbuki sevap ve onun bütün icaplariyle birarada,günah ve onun bütün çileleri insan ruhunu terkip eden başlıca müessirdir;ve Allaha inanmayan bir insan topluluğunda fert ruhu yivileri törpülenmiş bir plak gibi sesini kaybetmiş ve birkaç hayvani ve nebati insiyaktan başka bir verimi kalmamış,pas küfür nasır ve kabuktan ibaret bir mevcuttur.

Öyleyse,Allaha inanmayan bir cemiyette,romancı,bütün saadet ve dertleriyle ve namütenahi grift ve karışık topoğrafyasiyle ruh ukdelerini kaybedince,sermayesini ve dayanağını kaybetmiş olur ve orda roman olmaz."

 

Üstad'ın sevilesi yanlarındandır bu da.Maneviyatın gericilik görüldüğü bir zamanda hayatın merkezine dini Allah rızasına yerleştirmesi çok önemlidir.Zira normalda güzel olan bu şey o dönemin zorluklarıyla temsil edildiğinde dahada güzelleşiyordu.

Kısaca Allahı inkar eden toplum hakikat çizgisinden çıkmış,körlük içinde debelenmekte olan bir zavallıdır ve sanatında kalite,güzellik,iyilik söz konusu olamaz.Toplum böyle bir sürece girdi ve halkımız bunu benimsedi ne yazık ki.

Ve öyle bir ülkeydiki bu ülke şöyle düşünmekteydi;

Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri

Hakikatende öyledir,nefsinin esiri olmuş,marifet hikmet yoksunu bir cemiyette nitelik,erdeli cemiyet hayatı/sanat söz konusu bile olamaz.Orada çıkar,ego tatmini,cehalet,kibir,cimrilik gibi hasletler kalpte irinden bir taht kurmuştur.Bu hadis teyid etmektedir dirilerin ölü olduğunu."İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar"Destan'da bu huyların tezahürü olan fiilerin tablosunu çizmektedir Çile müellifi:

 

'Evde cinayet, tramvay arabasında zina!

Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;

Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!

 

Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu:

Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,

Çatla Sodom - Gomore, patla Bizans ve Roma!

..

Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.'

 

 

Üstad malum felsefe eğitimi almıştır.Sorbonne üniversitesine'de burslu yollandığı bilinir.. (Kendisine hasım kesilen devletin,onu görmezden gelen devletin bu yaptığı Üstad'ın potansiyeli için bir kanıttır)

 

Felsefedede Platon insanlar için bir mağara alegorisi kullanır. İnsanları kuklarının gölgelerine bakan ve onlara asıl varlık sanarak bakan zimcirlenmmiş kimselere benzetir.Necip Fazıl da bu kulvardadadır.O da Platon gibi ele aldı dünyayı yani bir vehimler alemi,bir rüya misali,gölgeler alemi..Ancak dünyanın gölgeyi yansıtan bir aynaya benzetmesi dışında Necip Fazıl İslam hikmetiyle eksik parçayı tamamlamaktadır.Ahiret gerçeğinide kabul etmiştir.İşte,batının maddenin hakikati üzerine kafa yoran aydınları burada durdular,tökezlediler.Bu basamağa Necip Fazıl çıkabilmiştir.

 

Bakınız;

 

'Hey gidi, gölgeler ülkesi dünya!

Bir görünmez şeyin gölgesi dünya!

Boşlukta ayrılık bölgesi dünya!

 

Ölüm dedikleri ölünceye dek;

Dünya, balı zehir, yalancı petek.

Orada bulursun biraz bekle, tek ,

Burada yaşamak sandığın düşü...

 

Gönlüm uçmak dilerken semavi ülkelere

Ayağım takılıyor yerdeki gölgelere.

Shakespeare de dünyayı bir gölgeye benzetti.Machbeth'de şöyle bir replik var:

Gezinen bir gölgedir hayat gariban bir aktör sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur ve sonra duyulmaz olur sesiAklın yolu birdir Necip Fazıl'ı büyük yapan şey cesaret,sanatsal mükemmellik arayışı,kutsala saygı,evrensel temalardır.Zaten bunlar diğer edebiyat devlerinin de özellikleri.Entelektüel birikimi ve edindiği tasavvufi bakış açısı yani imanıyla ahenk içinde olan bir düşün alemi vardır.

Raflarda toza batmış peygamberden bildiri.

Günümüz cahiliyesinin bir özelliğide nefsine ağır gelen şeyde tereddüd yaşaması değilmidir?

 

Kavramların karıştığı batının diğer kültürleri yuttuğu bir dram asrında Necip Fazıl mümin duruşunu korudu.Şu dizeler O'nun İslama olan itaati için kanıt sayın;

 

"Sende insan ve toplum, sende temel ve bina;. Ne getirdin, götürdün, bildirdinse amenna!."

 

"Ey genç adam! bu düstur sana emanet olsun/ Ötelerden habersiz nizama lanet olsun."

 

Her fikir,her inanış,tek mevsimlik vesselam.

Zaman ve Mekan üstü biricik Rejim,İslâm.

 

Gençlerin galiz karakterli,iki ayaklı hayvanları rol model edindiği bir zamandayız.Bu hengamede Üstad dusturundan taviz vermemişti.Büyük doğuyu acziyetten kapatıldı denmesin diye son sayısında muhalif bir tavır takınması bu yüzden değilmidir.Sevgisi ve öfke gibi iki duyguyu nerelerde kullandığıda ondaki olumlu değişime ayna tutar şöyleki Sevgisini hayırlı kimseler için kullandı.Şiir duygunun egemen olduğu bir alan orada kalbin durumu açığa çıkar bakınız;

"O, Allah'ın emriyle Kainat Efendisi;

Varlığın Tacı, varlık nurunun ta kendisi..."

 

"Allah dostunu gördüm bundan altı yıl evvel

Bir akşamdı ki zaman donacak kadar güzel"

 

"ELLERİME UZANAN DUDAKLARI TEPEYİM

ALLAH DİYEN GEL SENİ AYAĞINDAN ÖPEYİM."

 

Allah için sevme prensibini gösteriyor.Üstad bir sınıf farkı gözetmeden mümini kardeş biliyor.Kibirden eser yok,tevazu ve kardeşlik bilinci içinde.Dalkavukluktansa haz duymamakta.

 

Düz yazıdaysa:

 

Allahı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!...

Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!.

 

Hucum ve polemiklerindede kullandığı müthiş tarzla öfkesini nasıl kullandığını görürsünüz.Sanatlı bir dille öyle eleştiri ve polemik yağmuruna tutar ki.Bu edebi sahada ki faaliyetler zaten bir asırdan fazla hapis istemine neden olur.Üniversitedeki hocalık görevini kaybeder,özel hayatına insafsızca müdahale edilir.Evet insan,Necip Fazıl'ın nasıl düşmanlara sahip olduğuna bakarak bile kendisinin nasıl doğru bir insan olduğunu anlar.Bu örnekler onun sevgi ve öfkesini bile Allah rızası doğrultusunda harcadığıının delilidir.

 

Kültürel kimliğimizin inşa edilip Sezai Karakoç'un deyimiyle "Özülkenin" kurulmasında Necip Fazıl'ın sahip olduğu potansili kullanmalıyız;ve yadigar olarak bıraktığı bunca esee sahip çıkmalıyız

Aklın,bilimin makinanın putlaştırıldığı insanın robotlaştırılıp,manevi anlamda erezyona tabi tutulduğu bir pozitivist zamanda şu tutumda çok güzeldir,manidardır,

Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?

Ebedi oluşun urbası kefen

Kursa da boşluğa asma köprü, fen,

Allah derim, başka hiçbir şey demem!

 

Müslüman kimliğini koruyor ve bilimdeki şeylerinde Allah'ın izniyle olduğunu,bilimin imanını güçlendirdiğini görüyoruz.Ateizmin kalkanı gibi kullanılan bilim Necip Fazıl için bir tefekkür vesilesidir:

 

Atomlarda cümbüş donanma şenlik

Ve çevre çevre nur çevre çevre nur.

İç içe mimari iç içe benlik,

Bildim seni ey Rab bilinmez Meşhur*.

 

*Allah derim şiirinin son dizesinde olduğu gibi Allahı tanıma,Allahdan bahsetme,Allahın kudretine karşı bir derin saygının izleri var.Onun için aklı iptal eden gönülde

Gönülü terk eden akılda eksiktir.Ancak akıl gibi şaşkın bir pusula mertebelerin en altına düşmeye çok müsaittir.

Anlamak yok çocuğum anlar gibi olmak var

Akıl için son tavır saçlarını yolmak var.Evet ilahi bildiriye kayıtsızlık bu toplumun yüz karasıdır.

Yürüyorum kimsesiz bir sokak ortasında,

Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum.

Yolumun karanlığa saplanan noktasında,

Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Günümüzde kaldırımlar kalabalık olsada kalabalıklarda yalnız oldu çıktı insan.Hayret!

Bu şiirde depresif,yalnız bir ruhun feryadı var.Zaten bu modern zamanların insanı hunharca ezen maddiyat yönünün eseridir.Üstad değişim süreciyle kimliğini buldu sonrasında Fıtrata dönüş yaptı ve kardeşimiz oldu.

 

Bırak, keyfini sursun,

Şehirlerin, köleler

İnsanin unuttuğu

Allah'ı zikredelim;

 

Melankolik bir ruhun feryadı olan şu dizeler modern zamanların insanı hunharca ezen,fıtratından saptıran atmosferini bir ayna gibi yansıtmıyor mu?

Evet şehirlerden gitmek istiyor Şair ve şehirliyi köle görüyor.

Çünkü şehirli kapitalist ve diğer istlerce biçimlenmeye,yönlendirilmeye ,kurgulanmaya müsaittir.Açık toplumdur. Köy,kasaba ise doğayla içiçedir,orada kainat var,gökyüzünü falan görürsün,riya yoktur pek orada.

Tefekkürle yoğrulmuş manzaralarla kendince yaşamak imkanı var köy gibi yerlerde.

Çünkü kapalı toplululuk böylece dışardan bir şey sızamıyor kolay kolay.Yozlaşmanın zıvanadan çıktığı şehirlerin yanında tabiat bir sığınak resmen!İşte Üstad da tabiat manzaralarının tesirine hayandı.Çilenin Tabiat başlığında buna bol örnekler mevcut.

Tırman dağlara, söyle!

Şehir farksız olsun tek,

Mukavvadan bir köyle.

 

Uzasan, göğe ersen,

Cücesin şehirde sen;(Şehir de riya,sosyal baskılar,bakıcı ideolojik yönetimin eseri robotlaşmış sistem Necip Fazıl için ancak cüce olur)

Bir dev olmak istersen,

Dağlarda şarkı söyle!

 

Sema bize seslenir;

Kalma, gel, işkencede!

Ruhumuz ebedidir;

Bunu duy, tek hecede;

 

Ama şehirde süpermarketlerin ürün listesini görürsün,reklamlar,panolar vs.. hayat tekdüze olabilir.Anormal bir rekabet ortamında ihtiyacın olmayan şeyleri bile tüketebilirsin yani robotlaştırılabilirsin.Önceliği para,mal mülk olan bir halkda Medyen halkından iz kalmıştır.İşte izole olmak,soyutlanmak bu yüzden güzel kendini bulma imkanın var tabiatta.Fıtratı bulmak.Öyleki şehir hayatının hızı insanı Rabbini bile unutturabilir.

 

Necip Fazıl bunu beliğ bir şekilde ifade ediyor

"Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum"

[b]Göz kaptırdığım renkten,kulak verdiğim sesten, affet SEN'den habersiz aldığım her nefesten..[/b]

Prime time zamanı kaptırılan gözler,kulak verilen malayani şeyler,bir günün ötekine eşit olduğu günler bunu kanıtlar.

'Kaçalım, kurtulalım

Haydi yürü, bulalım,

Kat kat çıkmış evlerin,

O cam gözlü devlerin

Gizlediği alemi'

 

Şehirde sürüyle perdeler vardır.Bunlarsa insanı Rabbinden uzaklaştıran birer perdedir.Necip Fazıl içinse maddi perdeler gibi gönüldede perdeler vardır.Şehir hayatının o yaldız süslü pislikleri gönülü perdelemektedir;

Çılgıncasına bir hızlı hayatın merkezi Fransa da bulunmuş bu şehir hayatnının sahteliğini görmüştü Necip Fazıl:

'Perdeler, hep perdeler...

her yerde, her yerdeler.

pencerede, kapıda,

geçitte, kemerdeler...

perdeler, hep perdeler..

gönülde asıl perde;(Gözler değil aslında sinelerdeki gönüller kör olur hakikatini hatırlayınız)

onu hangi göz deler?[

surat maske altında,(Evet kurtların kuzu göründüğü bir zaman..)

sis altında beldeler.'(Bu sisi taklit,özenti furyası,Ahlak timsali bir medeniyette yapılan yozlaştırma,red-i miras siyasetine bir atıf olabilir tabi kesin bir yardı vermem çünkü anlatım kapalıdır.)

 

Dış etkilere kayıtsız toplumlarsa yozlaşma uçurumunun eşiğindedir.Zaman maneviyata sinsice,zalimce savaş açıldığı bir dönemdi üstelik.Ülke diğer kültürlerin yaşam tarzına öykünüyordu işte Ahşap ev şiirinde eski evlerini muhafazakarlığın temsili olarak kullanır,gökdelenleriyse çağdaşlık iddasındaki seküler tarafın mekanı olarak görüyor denilebilir.

"Ahşap ev; camlarından kızıl biberler sarkan!

Arsız gökdelenlerle çevrilmiş önün, arkan!"

..

"Seni yiyip bitiren, kırk katlı ejder oldu;

Komşuluk, mâna ve ruh, ne varsa heder oldu.

Bir yeni nesil geldi, üstüste binenlerden;

Göğe çıkayım derken boşluğa inenlerden.."

 

Kapitalist sistem için hızlı yaşamak önemlidir.Tüketim için beyinler bile yıkanır.Kadın metalaşır.Bir dönem 'burnunu göstermekten utanan' bir Osmanlı kadınından sonra 'kefen bezine mahrem' giysileriyle giyinik çıplaklar görülür..

Nitekim kapitalist sistemde nicelerini bu hızlı yaşamla öğütmekte mal şöhret,zevk-sefa gibi samimiyetsiz aldatıcı bir yollarla insanları sömürmekte. Böylece çarkları işlesin.Ancak gelip geçici.Necip Fazıl bunu anladı.Ve İslam kalkanıyla kirli oyunu bozdu..

 

İşte burada İslam çok keskin bir çözüm sunuyor.Bu dünyada garip bir yolcu olma önerisi.

Şehir hayatındaki anlamsız yarış,hırs,kibir,ego tatmini çağın illetleri!İşte kapitalizmin hızlı yaşama tuzağının mayınların olan bu hislere,garip bir yolcu olmak bir çözümdür.Hz.Ömerin oğlu Abdullah(r.a)'a Hz.Peygamber(S.a.v)

Bu dünyada bir garip yolcu olmasını tavsiye eder.Şairde bu yolun yolcusu olmaya istekli gibidir..

'Bir garip insan olsam, benzemez hic kimseye,

Tek hece bilmez, tek renk gormez, tek ses işitmez'

 

"Eti zehir,yagi zehir,bali zehir dunyada,

Butun fani lezzetlere darilmadan gecilmez."

 

Hızlı yaşam(yani insani,ahlaki olmayan)Allahdanda insanı uzaklaştırır.Ve ilahi tefekkür yeteneğini köreltir.O yüzdendirki Üstad şöyle yazdı:

 

'İki yıldız arası göğe asılı hamak.....(Toplum kargaşından uzak bir mekan)

Uyku , uyku ... Zamansız ve mekansız, uyumak.(kalıp,ezber olmadan bir dinlenme isteği)

Uyumak istiyorum başım bir cenk meydanı;

Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı.

İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik.'

 

Şöhret,servet bunlar nefsi kamçılayan insanı bunları esiri yapan şeyler.Bunlar kapitalizmin silahları Öyleyse kapitalizm İnsanlığın düşmanı olmuştur.Bakınız Blaise Pascal ne diyor:Allahın melekûtu cesette değil, ruhtadır. İnsanların düşmanları Babil halkı değil, kendi tutkularıdır.Necip Fazıl da asıl rakip in nefs olduğunu sezmiş gibidir;

'Benmişim kendime en büyük ceza!

..

Nur topu günlerin kanına girdim.

Kutsî emaneti yedim, bitirdim.

Bakamam, aynada, aynada vicdan'

 

Burada nefse(tutkuların tatbiki için sürekliği kötülüğü emreden düşman)uyularak yapılanların sonucunu vermekte Üstad.

Burada nefs unsuru var Necip Fazıl bunu başlıca temalarından yapmıştır

 

'Ruhuma bir kefen bezi yeter de,

Yetmez aç nefsime sırma ve ipek.(zıtlık unsuru)

Çare yok, yüzünden düştüğüm derde;

Yesem de toprakla karışık kepek...

Güneşle bir tutsam girmez hizaya;(şımarıklığı)

Dar bulur, sığmam der, dipsiz fezaya.(doymak bilmeyişi)

Kuyruk sallar, sonra hırlar ezaya;(sahte,riyakar oluş)

Benim nefsim, benim nefsim ne köpek!..'

 

 

'Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;

Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.

Eser darmadağın, emek yüzüstü;

Toplayın eşyamı, işim acele!'

 

'Hep nefs çıkar karşıma,ölüp ölüp dirilsem,

insan'dan kaçmak kolay;kendimden kaçabilsem!'

 

'Nefsimin ardından koştum perişan,

Ondan bir kıl bile avlayamadım...'

 

'Bir baltada indirdin,

ağacından dalımı,

bana zehir yedirdin,

alâleme balımı.

 

istemem, ne dil, ne mal,

bana ne verdinse al!

sazını kafana çal,

ver bana kavalımı!...'

 

'Hırsıma ne şöhret yetti, ne de şan;

Döndüğüm her nokta dünyadan nişan.

Nefsimin ardından koştum perişan'

 

Üstad bunları terk etmek istiyor.Ve kendi özgün tarzını geri istiyor.

Bu takasla sahte zevklerden kurtulmayı,kişiyi özgün kılan hasletleri geri almak istiyor denilebilir.Doğru yolu buluşunun ardından bir sahraya benzeyen popülerliğini kaybetmişti.

Ona ''Bir mısrası bu millete şeref vermeye yeter' bile denmişti.Sonrasında din düşmanları tarafından devlet kitaplarından şiirleri çıkartılma noktasına geldi.Fakat bu dönüşümle işte Necip Fazıl kendi kimliğini oluşturdu ve cahiliye ahlakının şer odaklarınca eziyete uğrasada artık kavalını almış bir mütefekkir olma sürecine girdi.

 

Necip Fazıl kimlik inşasında "solmaz,pörsümez"bir Kaynak dan besleniyordu.

 

Çilenin mukaddimesinde seküler anlayıştan olduğu kesin diyebileceğimiz kişilerin Onu şiirine yazık eden bir sabık şair olarak gördüğü yazılı,bir gazetede hakkında alaylı bir başlık atılması,hakkında 100 yıllık hapis talebi.Bunlar neyin mücadelesini veriyorlardı?

 

Kolay bir yol değildi Necip Fazılınki.Dağına göre yağarmış.Devlet tesisinde bile istifade edinebilecek bir İdeolocya Örgüsünü yazan bir adamı hiç rahat bırakır mı despotlar?

Chp dönemi açılan davaların 100 yılı geçmesi de Necip Fazıl'ın aktif bir muhalif,aktivist davayı omuzladığını gösterir.Müthiş bir cesareti vardı.Mahkemedi kaç insan duruşmasında Othello'ya gönderme yapabilir.Bunu kendinize sorun.Harika bir hitabet ve cesur bir duruş şahane bir sanat:Necip Fazıl

 

Muhasebeden:

'Zamanı kokutanlar mülteci diyor bana

Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana'

 

'Yalnız acı bir lokma zehirle pişmiş aştan

Ve ayrılık anadan, babadan, vatandan, arkadaştan'

 

Toplumun içinde bir birey olması sonucu Yazar da gidişatın vahim olduğunu sezmişti.Hassas vicdanlı sanatçılar toplumun zaaflarını kusurlarını sosyolog gibi teşhis edebilir..

'Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!

Üst kat: Elinde tespih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,

Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları;

Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet:

Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!

..

Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,

Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!'

Evet bu zamanda zalim liderler birer Firavun takipçisi,hilekat esnaflar medyen halkının takipçisi,livatacılar Lut kavmi takipçisi olarak görünüz.İşte İslam ümmetinin bile zehirli çukurlara giripde orayı mesken tutan kafirlere özenip,o çukurlara kendi isteğiyle girmesini kabul etmedi..

 

İslami kimliği gereği o insani ve ahlaki değerleride benimseyen bir görüşteydi.Toplumdaki bu kuşaklar arası çatışma,bireyselleşme,şehvetin kölesi olmayı hürriyet sanma furyası gibi şeyleri benimsemedi. O hürriyeti Hakka kul olmada buldu.

'Hakka dönünüz Hakka,

Hakkın yarattıkları!'

'Ey insan, sana son sığınak, Son peygamberin hırkasinda!'

O'nun istediği gençlik kafir sistemlerin rol modellerini örnek alanları değil Sahabe ahlakıyla ahlaklanan bir altın nesildi.

O'nun istediği gençlik müzik,eğlence için değil bir amaç uğruna kitlenmiş bir dava,misyon eriydi;

'İşte bütün meselem, her meselenin başı,

Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!

Tırnağı en yırtıcı hayvanin pençesinden,

Daha keskin eliyle, başını ensesinden,

Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;

Yerleştirse başını, iki diz kapağına;

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?

Yetiş, yetiş, ey sonsuz varlık muhasebesi!'

Ancak bir toplumki toplumun din ve ahlak anlayıışını değiştirmke isteyeni bile vardır..

"kutsal kitaptır fuhuş

ahlak, okunmaz roman

tarih kontra gerçeğe

hürriyet hakka düşman

millete kastedenin

ismi milli kahraman

yere batsın bu dünya

bu dünyadan hayr uman!

genç adam at yorganı

sana haram uyuman.'

 

Evet kapitalist çöplüğün kusmuğu olan şarkı sözlerini ezberleyen genç değil,varlığın hakikatini arayan,resmi tarihin zırvalarına karşı pasif kalmayan bir genç adam arayışı!

Ölmeden önce kendisini muhasebeye çeken bir gençlik hasretidir Necip Fazılın ki.Başını iki dizkapağına yerleştirip ontolojik musahabeler yapacak bir gençilik isteği bu.

 

Sahabi hayranı ve Onlara uyan bir gençlik hasreti vardır Necip Fazıl'da.

 

'Büyük doğu gençliği,arslanlardan gür sesli,

Sahabi mayasından yüce Fatih'in nesli.'

 

Sahabeler ilk atılımı yapanlar yani Müşriklere karşı mücadele ettiklerinde İslamı ilk temsil edenlerdi.İslam uğruna İslam karşıtı bir düzeni herc-ü merc etmişlerdi.

Şimdi Necip Fazıl da Sahabi Mayasına işaret ediyor özlenen nesilde.Sahabileri üstün kılan meziyetleri vardır.

*Bunlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamak

*Mal can ile Allah yolunda mücadele

*Davayı teklemek yani ahiret odaklı bir hayat.

*Boş işlerle uğraşmamak

*Allah Resulu(s.a.v.)ailelerden çok sevmek

*Birbirlerine karşı sevecen,merhametli,kafir ve münafıklara(Asıl düşmanlar)karşı sert,mesafeli,çetin olmak *İyiliği emretmek,kötülüğü yasaklamaktır.

 

Arslanlardan gür sesli karşılaştırmasıda iyiliği emretme,kötülüğü yasaklama gibi asla taviz verilmemesi gereken bir konuda özlenen neslin bu görevi yerine getirmesi gerektiği vurgulanmış diyebiliriz.

önemli yanı bu yine kınanmaktan korkmamaktır.Pasif olmamak,dünyadaki kavramları,medeniyeti şekillendirilen değil,şekillendiren olmak.

 

Açık sözlülüğü,haksızlığa karşı asla taviz vermemeyi prensip bilişi nedeniyle düşmanları olmuştu.Celal yönü ağır basan bir insandı.Bu zaaf değil elbette.

Ülkedeki vurdumduymazlık ise her gerçek entelektüel gibi onu da üzüyordu.Üstelik bu entelektüel yanı imanla birleşince katmerleniyordu..

'Vatanımda sular akar başıboş kalkar başıboş'

'Bıçak soksan gölgeme sımsacak kanım damlar

Girde bir bak ülkeme başşız başşız adamlar'

Yanmaz da yürekler,ateşe atsan;

Bir kibrit, bir orman yakar,başıboş.

 

Şair abartma sanatını kullanıyor denilebilir,gölgesinden kan damlaaması onun hassasiyetinin kesifliğini anlatmakta. İnsanların vurdumduymazlığı,banane,bana dokunmayan yılan bin yıl yaşayın gibi habis,bir müslümanda bulunmayacak şeylerin toplumda görülmesi O'nu tepki vermeye gark ediyordu.

 

Üstad cahiliye kafilesiyle arasındaki bağı 1934'de kopardı.Kalbine temel bina çivisi çakılmıştı

'Bir kere Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!'

 

Allah dostunu görmüştü.Batının sahte cennetinin afyonunundan İslamın zaman mekan üstü mesajıyla arınmış bir Allah Resul sevdalısı olmanın zamanıydı!Şöyle der:

'Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız'

Bir vapur yolculuğundadır,orada tanımadığı birisinin bakışları dikkatini çeker,tedirgin olur ancak sonrasında bir muhabbet doğar.Sohbet ederler bu yabancıyla.Uzun da sürer..Sonunda bir adres geçer eline:Abdulhakim Arvasinin Cuma sohbetleri verdiği Cami.Bu zatın Necip Fazıl'a çok etkisi oldu 'Kalemime fetih ve inkişaf onunla geldi'

O ve Ben'den

 

Bohem hayatının bitmez tutkularından,zehirli çukurlarından çıkıp kendi ifadesiyle

'illet, kıllet, zillet'döneminin bidayeti olan olay.Parasızlık,gazete yalanı ,at gözlüklü zihniyetin hapis talepleriyle zorlu bir çile süreci gelir.Cinnet Mustatiliden önyargının boyutu görülür.Orada Üstad ceza alması için isminin yeterli sayıldığını yazar..

Üstad zor dönemi şöyle anlatır 'Üstün çile dev gibi gelip çattı birden tos

Sen cüce sanatkarlık sana büsbütün paydos'

 

Pes etme diye bir şey yoktur Necip Fazılda davalar,yaftalar onu yıldırmaz.Sonuçta treni kaçırdığı zaman,kendisine sataşan şahsa treni kovdum gitti demiş bir sistem eleştirmeninden söz ediyoruz.

 

Heleki bu çileler 'Ölümü de öldüren Rabbe' bağlanmış,tutulmuş birisini deniyorsa geri çekilmek söz konusu olamaz.Olamaz çünkü tasavvuf mayasıyla pişmiş bir gönül adamıdır.Mevlana Hamdım Yandım Piştim der.Necip Fazıl nezdinde ise bela bir arkadaş,çekici bir yarendir;

'Ayağımda zincir, boynumda kement'

Beni de piştigin belâ kabinda,

O kadar kaynat ki, buhara benzet'

 

'Ne var, ne var âlemde,

Belâ kadar çekici

Örse benzer kellemde.

Belâların çekici.

 

Çiçeklik, bana ateş,

Bana pınar, kerbelâ.

Koynumdan çıkmayan eş,

Suyum, ekmeğim belâ...'

 

Taassup,adavetle işi yoktu,ideolojik önyargıların pençesine düşmüş biri hiç değildi!Kardeşlik ve huzur taraftarıydı.

Su 7şiirinde Üstad evrensel bir uyuma çağırıyor:

Bu dünya insanlığa manevi hamam olsa;. Her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa

Çokları yanlış düşünmekte bu konuda.Necip Fazıl hoş görüyü savunmuştur mesela poetikasında farklı görüşlerin Mukaddesatı rencide etmediği sürece yayınlanabileceğini savunur.Poetikasında ŞİİR VE DEVLET başlığından iktibas edilen yeri okuyalım:

 

'Devlet bütün sanat mücadelelerinde ve zümreleşmerinde,kendi ideolacya köklerini incitmedikçe her tarafı serbest ve sözü zamana ve cemiyete bırakmaktan başka hiçbir hak sahibi olamaz'

 

'Şair ve sanatkar,mevzuu ve davası ne olursa olsun,herhangibir şiir ve sanat harikasına yükseldiği anda,tacını devlet eliyle giyecek ve her türlü teşkilat müeyyidesine ve keyfiyet kıstasına malik bir cemiyet içinde ömür sürecek'

Victor Hugo 'Yumuşak olma ezilirsin sert olma kırılırsın' der.Üstad'ın metoduda bu.Ne darbe zihniyeti nede pasif kalıp acziyet gösterme.Sanatı sindirip,Kafiye şiirinde denildiği gibi sanatsız papağanlar üreten bir düzen değildir bu.Bilakis özgür,hoşgörülü,teşvikperver bir idare biçimi..

 

Yaşantışı sıradışıydı,Aziz nesinle arasında geçenler ne kadar müthişdir.Ona yakınlık göstermesi Aziz nesinin ona aynı karşılığı.Üstad statükonunu zincirlerini kırmıştı.

 

Zaten bunu bir şiirinde lugat sözlüğümde tek kelime Allah diyerek ifade ediyor.

 

Üstad bana sorarsanız Sokrates gibiydi.Hani kendini bir atı rahatsız edip harekete geçiren bir at sineğine benzeten fikir suçlusu Sokrates.Sende bu şuur yoksunu toplumu bir ilaç gibi sürekli eleştirip rehberlik ettin Şairler Sultanı Bu Cadde çıkmaz sokak..Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden diyebildin..Necip Fazıl,Tanzimat kaynaklı batı özenticiliği ve mukeddesat düşmanlığına vurulmuş bir kroşedir.

 

Düşünen adamı öldürmek veya hapse atmak çok yaygın bir yöntem!Kültürler farklı ama

muamele aynı değilmi;hapis yada idam!'Tetkik ve tahkik edilmeksizin geçen bir hayata asla varlık denilemez dediği nakledilmiş'.Üstadda hayret halinde olmak istiyordu.Adeta yeniden doğmuştu Abdulhakim Arvasiyle tanışmasıyla.

..

'Şeyh-i Ekber'e göre en üstün makam hayret

Bende şaşkınlardanım Rabbim sonumu hayret.'

 

Evet Necip Fazıl'ın şiirinde hayret halinde olan "merhamet heykeli" masumiyet sembolu çocukları bu yüzden bir sempati vardır.O,Çocuk şiirinde çocuğu övmekle,merhametini kaybetmemiş ve her halde şaşkın ve azimli olma haline öykünür.

 

Sonuç olarak o haksızlığa uğrasada 'Sabrın sonu selamet' diyebilmesiyle,'Garip küçücük bir pencerenin' Allah'a açık olduğuna inanmasıyla müslümanların,sanatsal yetenekleri ve düşünce adamı kimliğiyle,özgün karakteriyle edebiyat severlerin kalbinde muteber bir yere inşallah sahip olacaktır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÜSTAD NECİP FAZIL

 

Haşmetli İnsan Büyük Doğu yolunda,

Canını verdi Çekinmeden ALLAH yolunda;

O, haşmetli İnsan Üstad Necip Fazıl.

Varacağız İnşaAllah Büyük Doğuya sonunda...

 

 

ALLAH dedi diye Heyhulâlar Yükseldi.

Halbuki Büyük Doğunun amacı Ne de Güzeldi;

Tek amacı Ümmet-i Muhammedi kurtarmaktı,

Zorluklara karşı yine de Rabbe Yöneldi.

 

 

Bizlere gerekli olan şey Büyük Doğu.

Büyük Doğu ki ALLAH yolu.

Bizlere doğruyu öğretmek istedi,

Büyük Doğu ki İmanlıların Kolu.

 

 

Olması gereken Büyük Doğu bizlere kaldı.

Rab Büyük Doğuyu Himâyesine aldı.

Ruhu Şâd olsun Üstad Necip Fazıl'ın.

ALLAH bizleri bu amaç ile İman bahçesine saldı.

 

 

Büyük Doğu bizler ile olmak zorunda...

İmanı büsbütün idi Nur yolunda Üstadın.

Haşmetli İnsan Büyük Doğu yolunda,

Varacağız İnşaAllah Büyük doğuya Sonunda.

 

Bayram Göksu

Share this post


Link to post
Share on other sites

neden batmayan güneş varken batanıyla aydınlanayım

senin yolundan gelip doğru yolu bulmak varken

neden üç beş sahtekara kanayım

üstadım sen bana baba oldun

sensiz nasıl yaşayayım

Anlamalıyım geri dönemezsin ama

kimse bilmiyor senin benden hiç gitmediğini

 

 

Yaratanın bana verdiği candan sonraki en kıymetlimdin

Belki yaşam tarzı belki felsefemdin

ölümsüz kahramanımdın, kurtarıcımdın, nefes alma nedenimdin

ama diyolarki sen beni terk ettin gittin

kimse bilmiyor senin benden hiç gitmediğini

 

İmla kuralları dikkate alınmamıştır...

kadir ali çelik

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÜSTAD’IN HAYATI

 

Bazı kimseler vardır çok seversiniz; hep onu anlatmayı, konuşmayı, yazmayı istersiniz ama işte sevgi korku getirir, bilirsiniz ki, hangi özelliğini anlatsanız o özellikte dâhil olmak üzere, bütün özellikleri eksik kalacak. Onu geçtik, o insan, o kadar büyüktür ki anlatabildiğinizden şüphe duyarsınız..İşte Üstad benim için böyle bir yere sahip.Onu anlatabileceğim konusunda iddialı değilim, fakat eğer anlatılabiliyorsa, onu en iyi anlatanlardan da biri olacağım konusunda bir iddia sahibiyim…

 

Necip Fazıl’ın ”Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.” sözündeki gibi, bende diyorum ki bizim için Necip Fazıl'ı anlamak her şeyi anlamak olacaktır. Bugüne kadar Üstad hakkında yazılmış birçok şey okudum, bir kaçı hariç ki onlarda tam yeterli değil, gerçek manasıyla üstadı kavrayıcı bir içeriğe sahip olmadıklarını üzüntüyle gördüm. Dedik ya anlamak zor daha anlatma seviyesine gelemedik bile..

 

Üstad, hocasından gelen bir tabiri ömür boyu kullanmış. Bu tabir, dinimizi dışından kavrayanlar için geçerli olsa da, genel olarak dünya meseleleri içinde kullanılabilecek bir tabir, nedir bu tabir? “Kaba softa ve ham yobaz” burada bundan kastım şudur ki biz her meselemizde olduğu gibi, üstadı da, sadece dış ölçüleriyle değerlendirmekten yine kurtulamıyoruz, bir türlü işin aslına derinlere, üstadın tabiriyle ruha inemiyoruz ve onu tanımlarken şair,mütefekkir gibi kalıplarda kalıyoruz. Düşünecek olursak, bu zamana kadar bir çok "adı şair" ve mütefekkir gelmiştir ve biz onlar için de bu kalıpları kullanmaktan çekinmezken, üstada haksızlık etmiş olmuyor muyuz?İşte ben ne kadar onu anlatamayacağımı bilsem de en azından buraları zorlayacağım..

 

Öncelikle, üstadın hayatındaki belli başlı çizgileri ele almak lazım geliyor bu noktada. Fakat ben öyle yapmayacağım çünkü bana göre birazdan belirteceğim nokta diğer belirtilmesi lazım gelen noktaları kapsamı altına alıyor. 1934 Üstadın "Efendim kurtarıcım müjdecim, ruhum"..diye bahsettiği, Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleriyle tanışmasına tekabül eder, Üstad 1904 doğumludur ve bu vakte kadar geçen 30 seneyi şöyle tarif eder: Bir ikiliğiyle "

 

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum”

 

Buradan da anlayabiliriz, Üstadın kendi de söylüyor ki; hayatımın ana dönüm noktası budur… Şuradaki inceliğe bakalım: Zaman işliyor ve biz duruyoruz. Bana öyle geliyor ki, bir çoğumuz üstadın şiirlerindeki ahenkten etkileniyor ama, manayı güme götürüyoruz.Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum, hey gidi hey,bizim durumumuza bakalım, gökyüzünden habersiz uçuruyoruz da uçurtmayı, uçurduğumuz yeri gökyüzü sanıyoruz gaflette son nokta.Üstadın şiirlerine bu gözle bakmak lazım, yoksa o muhteşem kafiyelerin etkisiyle,sadece kulağımıza bir zevk yaşatmış olur ve neleri kaçırdığımızın farkında bile olmayız..

 

Biz 1904 ve 1934 arası Necip Fazıl’ı ele alalım. Dünyada bazı insanlar ender yeteneklerle doğarlar. İnsanlık tarihine baktığımızda, insanların hayatına yön veren en önemli özellikler; belki zeka ve bundan tüten fikirler... Bir ressam insanları etkileyebilir, belki ressam olmasına da vesile olur ama daha öteye geçemez..Bu örnek diğer tüm yetenekler içinde geçerli.Önemli olan zeka fakat bu zeka öyle bir kavram ki her yerde patron görevindeyken eğer doğru bir kalp ve ruh bilincinin altında yaşamazsa dünyanın en tehlikeli aleti... Fakat baktığımızda görüyoruz ki tehlikeli olması, insanları etkilemesine mani değil. İşte Üstad da böyle soylu kafalardandır. Bugüne kadar okuduklarımdan anlamış bulunmaktayım ki; böyle kafalar sürekli düşünmekte, sürekli arayış içinde olan insanlardır ama işte tıpkı "O ve Ben"deki Alafranga Kemal meselesinde olduğu gibi nasip meselesi... Necip Fazıl (Allah gani gani rahmet eylesin) aynı zamanda bu nasibin de sahibi.Küçük yaşlarda okumadığı kitap kalmıyor( üstad okumazdı diyenlere ayrıca kapak olsun)..Ve belki de zekasının getirdiği üzere nazlı,hareketli, afacan hele de dedesinin yanında…Nazım Hikmetle okuldan tanışıklar, askeri okuldan, Nazım 2 sene daha üst sınıfta ve o zamanlar dergi çıkarıyor Nazım'la o zamanlar bile farklı çizgi üzerindeler. Necip Fazıl o zamanda ruhçu bir yapıya sahip. Bunu o zamanki şiirlerinde de rahatça görüyoruz...Üstad eskiden ateistti diyenlere duyurulur, evet küfre kadar giden şiirleri olmuştur bunu kendiside söylüyor ama bu ruhçuluğun dışında olduğunun kanıtı değildir. Zaten bu özelliği sayesindendir ki "Efendisine" bağlanabiliyor...

 

Efendi Hazretleri(Abdülhakim Arvasi Hazretleri) O'nun için ilerde buyuracaklardır “sen iki şey üzeresin; muhabbet ve zeka.”. İşte, ruhtan kastımız bu..Annesinin telkiniyle şiire başlıyor gerisini zaten biliyorsunuz..Kaldırımlar şiirine hayran kalmayan kalmıyor..Üstad için neler ve neler söylüyorlar,sonradan baş düşmanları olacaklar..Fransa da tam bir bohem hayatı..Kumar düşkünü bir yaşam..Her kadının arkasında başka biri saklıdır ben arkasında başka bir şey olmayan kadına gidiyorum diyor..Kumar oynarken bile fikir ve düşünce..Ama doğruyu bulamadıkça arayış bitmiyor bohem ve bohem…O zamana kadar genelde şiirleriyle meşhur, tafsilata girmeyeceğim...Bir şekilde İstanbul’a dönüyor ve bir gün…

 

Yanında ressam arkadaşı, hani şu Babıâli de esrar çektikleri... Meşhur Abidin, Abidin Dino... Giriyorlar içeri, bir süre bekleyiş. Efendi Hazretleri teşrif buyuruyorlar..Bir süre, sual-cevap şeklinde geçen konuşma ve gözler, üstadın ağzından dinleyelim: "Ve o gözler;baktığı noktanın görünmezine bakan namütenahi derin gözler.Kestane rengiyle, ela karışığı,içinde mavimtırak inci parıldayışları mı desem?..Sayısız terkipleri ve tonlarıyla renk,topyekun renk,o gözler önünde daima yalan söyler…Fezanın gözleri onlar..Fezanın,insanı bir tutuşta fezaya çeken gözleri..Rahmet gibi dipsiz,rahmet gibi sıcak,rahmet gibi diriltici…” ve bir süre daha soru cevap…ve çıkış.Üstad, o anlardan aklında kalanın yalnızca ahenk, çağlayanı olduğunu söyler.İşin ilginci,Abidin Dino da bir o kadar etkilenmiştir..Ama nasip işte, her şey nasip..Kahramanımız, (sahte kahramanlara ithafen) Efendi Hazretlerine gitmekten büyük zevk duyuyor fakat ondan uzaklaştıkça eski halinde, büyük pişmanlıkta ama ondaki öyle bir nefs ki sırası geliyor..

 

Bir gece, yine hummalı bir biçimde çalışma masasında ve tabiî ki “beyin azığı” dediği sigarasıyla, o kadar derinlere iniyor ki üstadın en sevdiği ve maalesef çoğumuzun anlamadığı "çile" şiirinde geçen şu mısraları

“sanki burnum deydi burnuna yokun” ve” ensemin örsünde bir demir balyoz” fiziki acısıyla beraber yaşıyor...Ve ardından gelen, "uyu" emri, hiçbir nefse verilmemiş emir.. Ertesi sabah üstad bambaşkadır artık…

 

Üstadın ondan sonra bilmem kaç defa daha tekrar edecek olan çilelerinden ilki... Efendim, kolay değil ben bazı arkadaşlarıma çile çekmiş dediğim zaman verdikleri tepki şu oldu tabiî ki çekecek sonuçta farklı bir yaşam tarzına giriyor” hayır işte öyle değil ama anlatamıyorsunuz bunu. Anlamak için biraz basiret sahibi olmak lazım..Sanırım size bunun ne kadar büyük olduğunu ne kadar zor olduğunu anlatmaya şu diyalog kafi…Üstad, Efendi Hazretlerine soruyor” —Efendim, benim çilem mi daha büyüktü, İmam-ı Gazali' ninki mi? Cevap her zamanki gibi kısa, öz “SENİNKİ”. Düşünün, midesine bir damla suyu alamayan İmam-ı Gazali Hazretlerininkinden daha büyük…Bunların hepsi, Efendi Hazretleriyle tanışmanın sorumluluğu olsa gerek,ne güzel değil mi ne büyük nasip..

 

Burada belirtmek ve sizden yapmanızı istediğim bir husus var dedim ki, Üstad’ın hayatının en önemli noktası, Efendi Hazretleriyle tanışmasıdır şimdi üstadıngeriye kalan hayatını hızla fakat yine olayların ruhunu sezdirmeye çalışarak anlatacağım. Burada istediğimse, şu birazdan okuyacaklarınızla 1904-1934 arası Hayatı değerlendirmeniz…

 

Bu çilenin sonunda artık üstad klasik tabirle yeniden doğmuştur..Burada, üzüldüğüm nokta şudur ki; çok büyük ve önemli lafları, olur olmaz yerde kullanarak güme götürüyoruz.Sonrasında, yerinde kullanınca, bu sefer de, manasını sezemiyoruz..Artık üstad hayatın anlamını bulmuştur...Hayatını adayabileceği bir davası vardır.

Artık, başta bahsettiğimiz özelliklerinin de farkındadır..Kendi tabiriyle yerinde duramaz olmuş ve kendini mücadele sahasına atmıştır..Şimdi burada enterasan bir vakayı anlatmak gerekiyor, yeni bir istiklal marşı arayışındalar ve bunun için Necip Fazıl’dan da bir şiir talebinde bulunuyorlar..Necip Fazıl Üstad da belli şartlar koşarak şiir yazmayı kabul ediyor ve şiir çok beğeniliyor..Evet Büyük Doğu Marşından bahsediyorum..Fakat Devlet reisinin hastalığı ve peşinden ölümü bunun gerçekleşmesini engelliyor fakat isim Üstadımıza kalıyor ve işte BÜYÜK DOĞU..

 

Üstadın safı artık bellidir ve Babıali onun bu tavrına şaşırmakta..Bir çok yaftalar;"Şiirine yazık ettiler"," sabık şairler", şunlar, bunlar ama o bir dava adamı.Bunlar köstekten ziyade ona destek oluyor ve yoluna devam ediyor..Demokrat Parti’yi Halk Partisinden farklı görmüyor ama Adnan Menderesi ayrı bir yerde tutuyor,onu davaya katmak için elinden geleni yapıyor,fakat olmuyor,olmuyor,o sanki bir yay gibi atınca fırlıyor bir engelde hemen geri dönüyor .Sonu malum…”zeybeğimi birkaç kızan vurdular”….Arada hapisler, Bir ansiklopediye geçmiş ifadeyle, "hapisleri üniversite yıllarından çok olan" Üstadımız yılmıyor, peşinden konferanslar toplamda milyonlara hitap ediyor sırf bir maya tutturmak için, sizce olmuş mu? inşallah diyelim ve devam edelim..

 

Necmettin Erbakan’ı destekliyor sırf bu mayayı tutturabilme umudunu gördüğü için fakat sonu malum..”Biz tam 30 yıl,tırnaklarımıza kan ve ciğerlerimize kaynar su oturmuş,bu netice için mi çalıştık,çabaladık,didindik,yırtındık,yıprandık,helak olduk?”Buz dağını eritmiştir ama geç şimdi çamurdan geçebilirsen..Kulaklarıyla dinleyen partiden beklediğini alamayınca ve tam o esnalarda Alparslan Türkeş’in içeriği güzel bildirisini görünce gene bir umut…ama,maalesef, ama, işte...

 

Arada verilen hepsi birbirinden kıymetli eserler, hangisini sayayım;“O ve Ben” i mi? “Çöle İnen Nur”u mu? “İdeolocya Örgüsü”nü mü? “Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu”nu mu, “Rabıtayı Şerife”yi mi “Yeniçeri”yi mi “Ulu Hakan”ı mı?…Yoksa yoksa, “Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu”nu mu?

Evet, yaa evet, Üstad, vefat etmeseydi, işte bu kitap yüzünden hapse atılacaktı..ah üstadım ah..Mehmed Kısakürek’i yanına çağırdı..Bir sigara istedi “yak da ver”. Çok derin bir nefes çekti ve sigarayı uzattı..camdan dışarı..”DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ”….İşte hayat hikayesi..

 

”Açı doyurmaksa kabirde meram,

Yemeğim Fatiha günde beş öğün”.

NFK

 

 

ÜSTAD HAKKINDAKİ TARTIŞMALAR

 

1)Üstad kibirli miydi?

 

Dedik ya, ham yobaz, kaba softa, işte sırası geldi neymiş efendim, üstad kibirliymiş..yahu önce şunu bilmek lazım birine sen kibirlisin derken bile bu bir kibir tavrıdır.Dinimiz o kadar harika o kadar muhteşem ki, dışından basit gibi görünse de biraz derine inince ne kadar esrarlı olduğunu görüyorsunuz şimdi size bir örnek vereceğim daha iyi anlayacaksınız, kıskanmak ve gayret ikisi de fiilde aynıdır ama kıskanmak kötü gayret iyidir..işte üstad o deha çapındaki zekasıyla bu farkları en iyi anlamış insanlardan biri..kibrin tarifi şu kendisini büyük bilmek fakat büyük tutmak kibir değil vakardır lazımdır..Ne yapsaydı yani? O din düşmanları ile mücadele ederken ezilse miydi? Müslümanlığı üstün tutmasa mıydı?

 

Onun şu lafı her şeyi anlatıyor: "Fikirde,sanatta,anlayışta,anlatışta,buluşta,tutuşta,dağıtışta,toplayışta, ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde,dünyanın en büyük adamı olmak isterdim;nefisim için değil de O'nun ümmetinden, en hakir derde düşen, liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için.." daha da anlamayan varsa dedik ya nasip Allah anlayış vermeyince vermiyor...

 

2)Üstad Evliya mıydı?

 

Her şeyin doğrusunu Allah bilir…Fakat şu da bilinir ki; evliya olarak tanınan hiç kimse kalkıp ben evliyayım demez..Bunu hali hareketleri belli eder ve insanlar tarafından anlaşılır..Yani bu olay bir nebze de insanların kalbine kalmış bir mesele kaldı ki bu devirde namazı düzgün doğru kılanın günahlardan sakınanın

evliya olacağını biliyoruz..Üstad sadece bu bakımdan mı evliyaydı? Bana göre hayır!Üstad’ın çok büyük farklılıkları olduğu ortada hocasından aldığı takdirler dualar ortada,Said Nursi’den aldığı iltifat,ve bu sitede öğrendiğim Süleyman Hilmi Tunahan’ın onun için söylediği söz ortada…yani sıradan bir müslüman olmadığı ortada..Bu konuda onunla hayatının son demlerinde beraber olmuş bazı kişilerin açıklamaları da onun bu makama ulaştığını işaret ediyor..Beni en çok etkileyense “DEMEK BÖYLE ÖLÜNÜRMÜŞ”…fikrimizi söyledik takdiri kalbinize bıraktık..

 

3)Hüseyin Hilmi Işık ile arasında aralarında yaşanlar..

 

Şimdi bu olayı dikkatli irdelemek lazım..Bu konuda bazı arkadaşlarımızın ceffel-kalem konuştuğunu gördüm..Ben size diyorum ki bir Üstadın kitaplarını elinize alın bir de Hüseyin Hilmi Işık’ın kitaplarını..Bunlar Efendi Hazretlerinin büyüklüğüne işaret ediyor çünkü ikisi de ayı şeyi söylüyor…bazı konularda fikir ayrılıkları olmuştur olabilir..ben bu olayı lateşbih,Hazreti Muaviye ve Hazreti Ali arasındaki olay gibi görüyorum…kaldıki sonradan aralarının düzeldiği malumunuz..kimse ortalığı germeye kalkmasın ikisi de Efendi Hazretlerinin çok özel talebesidir..Ehl-i Sünnete büyük hizmetleri olmuştur..Onlara dua etmekten başka yapacaklarımız yanlış olur…

 

4)Üstad Hayatında Bir Parti Taraftarı Oldu Mu?

 

Ne münasebet..bunu açmak için ilk fikrimizi gene Üstad’dan alalım..”Gündelik politika tekerlemeciliği sanatkarın ulvi faaliyetine yakışmayan bir iş olduğu kadar,benim de işim değildir”..Bir yoldasınız yol da dikenli başka da yol yok ama geçmek de şart mecbur dikenlere basacaksınız..yoksa Üstad hiçbir zaman ne Adalet Partisi Ne MSP ne Milli Nizam ne de MHP taraftarı olmuştur…sadece onlara yol gösterici ve gençleri yetiştirici olmuştur..yani partinin gayesini almak değil partiye gaye vermek…Fakat şunu da belirtmek lazımdır ki yine gündelik siyaset için değil yine manası bakımından hangi partili olduğu değil ama olmadığı ortadır onun ismi de apaçıktır.

 

5)Fethullah Gülen’in Üstad’ın yeniçeri kitabına yorumu hakkında..

 

İşte Fetullah Gülen’in yorumu:

Merhum N. Fazıl, yazdığı Yeniçeri adlı kitapta Osmanlı askerî tarihini hep kaynayan kazan şeklinde gösterdi. Ve hassaten Yeniçeri'yi yerin dibine batırdı. Halbuki bu tip tarih değerlendirmelerinde insafı elden bırakmamak lâzım. Son dönemlerinde olmuş -keşke olmasaydı- birkaç ciğersûz hâdiseyi nazara vererek, koskoca bir tarihi karalamaya gitmemeli. Rica ederim. 600 yıllık o tarih içinde kaç tane kazan kaldırma olayı gösterebilirsiniz? Osmanlı'yı ve Yeniçeri'yi bu açıdan eleştirenler, kendi tarihlerine baksınlar. 50-60 yıl içinde 600 senede meydana gelen isyanların, başkaldırmaların birkaç katını müşahede edeceklerdir.Ayrıca, ihtisas da bu konuda gözardı edilmemelidir. Herkesin her şeyi bilmesi mümkün olmadığına göre -aslında böyle bir şey iddia eden de yok- herkes ilgi alanı, çalışma sahasına giren konularda konuşmalı, değerlendirmeler yapmalı. Ve bir şey daha ilave edeyim: Mülâhaza dairesini daima açık bırakıp, iddialı olmamalı.

 

Ve işte bizim cevabımız:

 

Dedikleri doğrudur..ihtisas önemldir ve iddalı olunmamalıdır…Fethullah Gülen’in tarih konusunda ihtisası var mı acaba diye bir soru geldi aklıma? bunları derken iddalı olunmamalıydı bence..Üstad daha kitabın başında Yeniçerinin başlarda ne olduğunu sonradan ne hale geldiğini anlatıyor ama Fethullah Gülen maalesef böyle bir yorumda bulunmuş..üzücü..

 

6)Mehmet Akif Hakkında..

 

Üstad’a göre Mehmet Akif büyük bir şair değildir..onun şiirini ayakta tutan iman kuvvetidir..Fakat aynı zamanda Akif’in reformculara aldandığı da bir gerçektir..bunu şiirlerinde görüyüruz..sonuç olarak Üstad Akif’i İslam şairi olarak görmez…

 

ÜSTADA NE GÖZLE BAKMALIYIZ

 

Üstad öncelikle ehl-i sünnet üzeredir bunu bilmek lazım…Hilal Tvnin Mustada İslamoğlu’nu içinde barındırıp aynı zamanda üstad belgeseli vermesi şaşırtıcıdır,aldanmamalıdır..Eğer üstadın bütün kitaplarına sahipseniz şöyle bir kütüphanenize eğer yoksa büyük doğunun sitesine girin bakın,baştan aşağı şahaserle doludur ve ipince bir mesaj gizlidir.. dini yönden bakarsak fıkıhtan tasavvufa peygamberimizin hayatından evliya hayatlarına…fikir yönünden inceleyecek olursak bir sistem getirmiştir bunun kitabını yazmıştır-ideolocya örgüsü- buna destek konferanslar ve ayrıca fikir kitapları..tarih konusundaysa bize hep yanlış öğretilenleri ortaya çıkararak doğru bir tarih bilincine ulaşmamızı sağlamıştır daha doğrusu hedeflemiştir iş bize düşüyor anlayacağınız..ve sanat geleceğin sanatkarını bekliyoruz değil mi o muhteşem tiyatrolar şiirler ve roman…Eee o ipince mesaj ne mi diyorsunuz? mesaj şu ki sadece o kitapların başlığına dikkatli bakarak anlarızki Üstad bize çok önemli bir mesaj veriyor,çalışın.dininizi öğrenin,fikir sahibi olun,sanatla ilgilenin,tarihinizi bilin..kendinizi bir Büyük Doğu Genci olarak hissediyorsanız bunları yapın…Üstadın bütün bir kütüphanesini okumak demek…şu demektir:

 

”büyük doğu gençliği arslanlardan gür sesli,

sahabi mayasından yüce fatihin nesli”….

 

sırrı iyi çözmek lazım vesselam…

 

AEK

Share this post


Link to post
Share on other sites

kvp111 gönüldaşın yazısını çok beğendim. İnşallah muvaffak olur.

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
kvp111 gönüldaşın yazısını çok beğendim. İnşallah muvaffak olur.

Selametle...

 

teşekkür ederim kardeşim..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamu Aleyküm sevgili Gönüldaşlar...

Bu sene yarışma çok dolu ve zorlu geçiyor. Katılan herkesden Allah Celle Celalu razı olsun.

Hayırlı olsun inşallah. Ben de haddim olmayarak katılıyorum.

Selametle...

 

-------------------------------------------------

 

 

BÜYÜK MÜTEFEKKİR’E

 

Kıymetli sevgilim, nadide çiçeğim,

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar?

Acımın haddine geldim, öleceğim!

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

‘BÜYÜK DOĞU’ büyük doğuş, fikrin nuru,

Türk’ün ana sütü, müminin onuru,

Varsın anlamasın siyaset kuburu!

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Bu heybetli sesten önce meydan boştu,

Dudaklar mühürlü, zihinler sarhoştu,

İmdat çığlığına ‘TANRIKULU’ koştu!

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Derdimiz tomurcuk, arayın da bulun,

Muhatabımız bir kütükle bir odun!

Sağımız, solumuz ya sırtlan ya maymun,

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Zındık çelmesiyle buruştu yüzümüz,

Kaba ve ham ile eğrilir düzümüz,

Uyuştuk, geceye döndü gündüzümüz!

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Buzdağının altı bataklıkmış meğer!

Mahsulleri yedi fikirsiz böcekler!

Haşarattan beğen, hangisi muteber?

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Merdiven dayadı seksenine, mutsuz…

Tefekkür çeşmesi ağlıyor umutsuz:

Ne gün göreceğiz şu göğü bulutsuz?

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

ÜSTAD’ın ardında tam oluş vaktiydi,

Aşk-ü iman ile kavruluş vaktiydi,

Ey perişan millet, kurtuluş vaktiydi!

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Üstadım sen ekersin,

Sular yanak kanlarım!

Çileyi sen çekersin,

Çekeni ben anlarım!

 

Temmuz 2009

Share this post


Link to post
Share on other sites
Derdimiz tomurcuk, arayın da bulun,

Muhatabımız bir kütükle bir odun!

Sağımız, solumuz ya sırtlan ya maymun,

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

Buzdağının altı bataklıkmış meğer!

Mahsulleri yedi fikirsiz böcekler!

Haşarattan beğen, hangisi muteber?

Çileyi kim çeker; çekeni kim anlar!

 

s.a. bu iki mısrayı çok beğendim. selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Buzdağının altı bataklıkmış meğer!''

 

Buzdağının altının buzdağıyla da pek ilgisi yokmuş meğer; baksana bataklıkmış...

Hani bu müthiş ifade de, erenin hırkasının altında sakladığı sır değil de, koca çınar ağacına iliştirilmiş takma yaprakları görüyor gibiyim...

 

Bilmiyorum, Ali NFK neyi kastetti ama, deli gömleği gibi üzerimize geçirilen medeniyet anlayışının nasıl da bizim hilkat anlayışımızın dışında olduğu gösterdi şu cümleyle, kardeşim... Biz buzdağının altında yine buz kütlelerinin olduğunu biliyorduk. Ama bak, meğersem öyle değilmiş; orası bataklıkmış... Ali NFK'ya göre arada fıtrat farkı var... Sen buzdağısın ve o köksüz bataklık...

 

''Resmi tarihin altı yalanmış meğer!''

Üstad şiirin çok güzel olmuş kardeşim.

 

Ah yönetim, ah... Şimdi siz ne yapacaksınız? Ne bileyim, işiniz zor!

 

kyp111, türkiyeli ve diğer arkadaşlar çok iyiler...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eyvallah Hacegan Gönüldaş, tek kelime ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ALİ NFK nın büyük mütefekkire isimli şiiri fevkal ade olmuş.Üstadı Özümseyip kalemine aktarmış.Her bırımızın üstadı tam anlamıyla idrak edip yaşantımızda ondan kesitler bulundurmalıyız. ALLAH razı olsun Ali nfk Emeğine sağlık. selam ve dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vesselam birlik gönüldaş ve Murat gönüldaş. Allah razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadim Necip Fazıl Kısakürek`e

 

Kamer-i Işığımda aradığım en güzel Rengi gösteren Gönlümü aydınlatmaya Sebep olan ve Ahir Zaman`ın en İhtişamlı Beşeriyet Örneğine

 

Yalnızlığın en doruğunda buldum seni,

Sensizliğin en dibinde kaybettiğim ben`e

Mahkum etmiş divane-i Sarhoş Gönlümün

Yegane Nur-u Kameri Üstadım

 

Sen

Zaman-ı,

Derdime Şua,

Aşkıma Kifa,

Fikrime Deva,

Kefenime Mezar,

Ruhumu çosturan,

Dua`ma koşan,

Beni anlamlı kılan,

Fikrimi Doğrultan

Tek Işıksın

 

Davam

Senin Fikir Sancina Ortak,

Büyük Doğu Gençliğine,

Önder olmak

Ve yazdığın tüm Şiirlerini,

Geçmişini ve en önemlisi Geleceğini ,

Tecrübe edinmek

 

Şairane Ruhunun yegane Mirascısı,

Yokluktaki Varlığında var olan

Kendini bir Yokluk sayan

Ve O`nun gibi bir Varlığa ererek

Ebedi kalmaya çabalamak suretiyle,

Bu Davada bir Yaprak tanesinin

Tek bir Damarı olmaya razı gelen

Bir Ömür boyu beklediğin

Büyük Doğu Gençliğine layık bir Fert olmak

 

Ver Cüceye onun olsun Şairlik de bahsettiğin

O küçümsediğin, ama Yüce Şiirinde yer verdiğine, Hayran,

Sonrasında gözümü Büyük Sanatkarliğa dökebileceğim

O Ruhu pişirebileceğim ve Kemal`e erdirebileceğim

Bir Gelecek ki Vatanıma, Milletime ve Dinime

Hayırlı bir İlim Adamı ve Davama ölene dek Sadık

Bir Birey olabileceğim ve Seninle beraber Kevser havuzunda

Peygamber çevresine Halklari toplayabileceğim

Ve bu Duamın Tek Yaradanımız olan

ALLAH (cc) dan isteyebileceğim bir Hayat Niyaz ediyorum

 

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir/Gün doğmuş, gün batmış Ebed bizimdir

 

Ismet Yavuzyigit

 

 

 

Herkese Basarilar Kardeslerim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadımıza yazılan her şiir ve her yazı gönlümüzde birincidir...

 

Bu sebeble tüm kardeşlerime başarılar diliyorum ...

 

Site yönetiminin hazırlamış olduğu bu güzel düşünceyi de alkışlamak gerekiyor...

 

Hepinize kolay gelsin...

 

- Ben sizleri dışarıdan izleyeceğim inşallah :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...