Muvazene 190 Report post Posted July 20, 2009 Üstadın Dedektif X Bir mahlasıyla Büyük Doğu Dergisinde kaleme aldığı bir yazı: 1 Sene 1931... Ramazanın Biri... O, Ankaradan İstanbula geldi. 2 Aynı günün akşamı, Hafız Yaşar Okur isimli zatı telefonla Dolmabahçe sarayından çağırdılar. Tabiî bu zat, davete, bileti büyük ikramiyeyi kazanmış bir işsizin şevk ve neşesiyle koştu. 3 O, eski Maarif Vekillerinden Reşit Galip ve Bay Hafız... Hâfız'a soruldu: Yaşar Bey, Ramazanda hangi camilerde mukabele okuyorsun? Yerebatan camiinde, paşam! Emir verildi: Yarın, Yerebatan camiinde Kur'an'ı Türkçe olarak okuyacaksın! Sabahki gazeteler de bu işi ilân edecek... Bay Hâfız'ın bizzat kendi notu: «.......'ün, Türkçe Kuran mevzuunda yapmak istediği inkılâp tahakkuk safhasına giriyor demekti. Uzun zamandan beri Türkçe tercümesi hazırlanan Kur'an-ı Kerimden bazı parçaları Türkçe olarak okutur, hattâ bazı yerlerinde hatalara işaret ederek tashih edilmesi lüzumuna işaret eylerdi.» 4 O gece, yani Ramazanın ilk gecesi, Hafız Yaşar, sabaha kadar huzurda kaldı. Huzurun çerçevesi, üstünde ne yenip, ne içildiği malûm bir sofradır; ve işte bu sofrada güya din konuşulmakta, yahut dine bellibaşlı bir muamele tatbik edilmektedir. 5 Ertesi günü, kadınlı erkekli binlerce kişi, yahut binlerce gafil, camiin içinde ve önünde toplanmış vaziyette... Hafız, güç halle içeriye girer ve bir köşede, üstü şallarla örtülü kürsüye doğru yürür. 6 Hemen aynı zamanda, camiin önünde muhteşem bir otomobil durur. Geleni O zanneden halkta heyecan ve kaynaşma... Açılan açılana... Halbuki gelen, Maarif Vekili Doktor Reşit Galip ve hangi işlere memur bir mebus olduğu resmen bilinmiyen Kılıç Ali'dir. Maarif Vekili emreder: Buyurun Hafız Bey! Çıkın kürsüye! Ve Hafız kürsüye çıkar. Kendi tabiriyle «evvelâ Arapça olarak» Besmele çeker ve arkasından «Arapça olarak» Yasin suresini rast makamından okur. Sonra da «Türkçe tercüme» sini aynı makamla okumaya başlar. Hâfız'a göre halk şöyle bağırmıştır; « Allah razı olsun! Tanrının emirlerinin mahiyetini öğrendik. Gazi Paşa'ya minnettarız. Büyük Dâhi'yi Allah başımızdan eksik etmesin!» 7 Aynı günün akşamı yine huzur... Hâfız'a vaziyeti anlatması emrediliyor. Hafız, başından sonuna kadar anlatıyor. Kendi tabiriyle «Çok memnun ve mütehassis oldular. Beni yemeğe alıkodular.» 8 Hafız bu kadariyle kalmıyor. Yerebatan camiinin pek küçük olduğunu, halkın ayakta kaldığını, bu muazzam inkılâba büyük bir cami tahsis edilmesini istiyor. Ricası, Nasreddin Hocanın Timur'dan bir de dişi fil istemesindeki ince nükteye eş olarak, fakat tamamiyle ayrı ve zıt bir mevzuda, hemen kabul olunuyor. Gelecek tecrübenin Sultanahmet camiinde icrası emrolunuyor. Üstelik okuyucular kadrosunun da genişletilmesi için şu emir veriliyor: Hafız Bey! Bu işi başarabileceklerine emin olduğunuz arkadaşlarınız kimlerdir? Derhal listesi takdim olunuyor: Beşiktaşlı Rıza, Süleymaniye müezzinbaşısı Kemal, Sadeddin Kaynak, Sultanselim'li Rıza, Fahri, Muallim Nuri, Zeki, Burhan... Kendisiyle beraber 9 hafız... Emir: Yarın akşam bu arkadaşlarınızla gelin! 9 Ertesi akşam hepsi birden huzurda... Prova ve tatbikat... Bundan sonra ilk cuma günü Sultanahmet camiinde yapılacak merasim hakkında talimat... 10 Ramazan'ın ilk haftasına tesadüf eden Cuma... 9 hafızın hep bir ağızdan «Tanrı Uludur!» diye, kendi tabirleriyle «Tekbir» leri... Ve sırayla Türkçe yükselen sesler... Akşamı 9 u birden huzurda... Hafız Yaşar'ın tabiriyle halk denenmiş ve müsbet netice alınmıştır. Yine malûm çerçeve; ve Bayram namazının Tekbirleri için tesbit edilen Türkçe şekiller... Hafız Yaşar'ın bizzat kendi notu: «....... Türkçe ezan, Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe Tekbir ile dinde bir inkılâp yapmak istiyordu. Bu inkılâbiyle, mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp, ehline vermeyi de sağlamış olacaktı şüphesiz...» 11 Bir yıl sonraki Ramazan ayında (1932) bu defa Ayasofya camiinde yine ayni tecrübe... 9 hafız.. Vaziyet radyoyla saraydan takip ediliyor. Hafız baylar, vazifeleri biter bitmez, saray sofrasında mevkilerini alıyorlar. »Hepimize ayrı ayrı iltifatta bulundu. Ayrılırken de her birimize ikişer yüz lira hediye etti.» O zamanın parasile 1800, bu zamanın parasiyle de en aşağı 10,000 lira kıymetindeki bu hediye, ancak resmî ve umumî bir heyete, diş kirası kabilinden verilendir. Münferit ve büyük paylı atiyeci veya atiyecilerin kim veya kimler olduğu ve ne aldıkları meçhul?.. 12 Sene 1933... Hafız Yaşar, Evkaf Müdürlerinden Sait Beyin imzasını taşıyan bir davet tezkeresi alıyor. Evkafa gidiyor. Hatırında kaldığına göre günlerden Pazartesidir! Sait Bey, Diyanet İşleri Reisliğinden gelen bir mektubu kendisine uzatarak muallim tayin edildiğini bildiriyor. Bay Hafız, «Türkçe Ezan» işi için Süleymaniye camiinde açılacak kursa muallim tayin buyrulmuştur. 13 Sene 1934... Hep ayni sabit fikir ve değişmez hedef... Hafız Yaşar'a Gülcemal vapurile Çanakkaleye gitmesi ve Şehid Mehmedcik âbidesinde ayni «Türkçe» leri tekrar etmesi emrolunuyor. İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi de beraber... Müftü, zaten bir çok tecrübede, meselâ Ayasofya tecrübesinde de hazır; ve hem huzuru, hem de sükutiyle bu işin cevazına kaildir. Vapurda kaptan kulesinden etrafı çınlatan «ezan» lar; ve güvertede okunan, kendi tâbirlerile «Zamm-ı Şerifeler... Ve Şehid Mehmedciğin başında, makam üstüne makam oyunlarile gösterilen marifet... Şehid Mehmedciğin başına gelenler... 14 Yukarıdan beri gelen 13 madde, içine hiç bir fazlalık karıştırılmadan, yalnız kendi kıymet hükmümüzün nakil üslûbuna büründürülerek Bay Hafızın bundan kaç yıl evvel çıktığını bilmediğimiz "Bütün Hafta" isimli bir mecmuaya hitab edici sözlerinden alınmıştır. Elimize bir bakkal dükkânının okkalık kâğıdları arasında geçen, klişesini aşağıda gördüğünüz yaprak kadar basit, onun kadar mühim bir vesikayı aylar ve yıllardır dosyamızda muhafaza etmek işi de dedektif X Bir'in sıfatına ait bir keyfiyettir. 15 İşte, Allahın, Peygamberin, Kitabın, Dinin, Kubbenin Mihrabın, Ecdadın, nihayet Şehid Mehmedciğin razı olup olmadığı sorulmadan emrolunan işlerin başlıcalarından birine ait hikâye, etrafına aldığı, Hafızları, Müftüleri, vekilleri, meb'usları, gazetecileri, halk kalabalıklarını ve «Hâkimiyet Milletindir» düsturuna yapışık demokratik ölçülerden ibaret yardımcı unsurlar ile ve riyazi bir katiyetle «berveçhibâlâ» dır. Hüküm ve takdir sizin... Yerebatan camiinden başlanarak, cami, böylece yere batırılmak istenmiştir. Büyük Doğu Dergisi - 25 Ağustos 1950 - Sayı: 23, sayfa 3 Share this post Link to post Share on other sites
Ali NFK 8 Report post Posted July 20, 2009 İnanılmaz ya! Lanet olsun böyle işe! Allah Üstadımızdan razı olsun. Reyhan Hanım, sizdende... Diyecek başka birşey yok! Share this post Link to post Share on other sites
Kureyşi 61 Report post Posted July 20, 2009 Birde demezler mi, O olmasaydı dinimizi bile yaşayamazdık.. Allah, dinini yıkmak isteyenlere lanet etsin Share this post Link to post Share on other sites
müznib 84 Report post Posted July 20, 2009 16 sene türkçe ezan türkçe ibadet zulmu görmüş geçirmiş bu ülke. elinden gelse dini komple değiştirecekti ornek resmi din yahudi yada hiristiytan yada ataist yada kemalist tevbe .. goruna işte yağsın bişiler ... Share this post Link to post Share on other sites
Hâcegân 226 Report post Posted July 20, 2009 İlk TBMM tarafından yapılan 'Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda Din ve şeri hükümler kanun üstü konumunu koruyordu. Bu ilk anayasanın 21. maddesi ise 'Ahkam-ı Şer'iyenin tenfizi' şeklinde olup, TBMM'nin görevleri arasında sayılıyordu. Yani daha açık olursak, bu kanunla meclis, yapacağı kanun ve nizamlarda zamanın ihtiyaçlarına uygun 'Ahkam-ı Fıkhiye'yi esas alınacak. Cumhuriyet rejimine geçildikten sonra da, Anayasada devletin bir dini olduğu resmen kabul edilmiş. 'Türkiye devletinin dini, din-i İslam'dır.' ibaresi anayasamıza o dönemlerde 2. madde olarak girmiştir. Osmanlı'daki Şeyhülislam makamının TBMM zamanındaki karşılığı, 4 Mayıs 1920'de kabul edilen kanunla Şer'iye ve Evkaf Vekaleti oluyordu. Daha sonra teşekkül eden 2. BMM 1924 Martında kabul ettiği kanunla Şeriye ve Evkaf Vekaletini ilga edip, yerine Diyanet işleri Başkanlığı'nı getiriyordu. Dikkat edin ki, bir vekaletten bir daire başkanlığına geçiş. İşte bu aşamada Ali Fuat Başgil'i okuyalım:''...din ve devlet ayrılışında, bu kanun devleti diyanete karşıre'sen karar salahiyetini haiz mustakil bir duruma koyduğu halde, diyanete de hiç olmazsa muhtar bir faaliyet sahası ayıracak yerde, laiklik umdesinin bu mantığını bir tarafa bırakarak, diyaneti, bütün teşkilatı ve personeliyle birlikte, hükümetin eli ve emri altına koymuş yani, netice itibariyle sadece ''devlete bağlı din sistemi'' kurmuştur.' Evet, görüyorsunuz değil mi, laiklik kılıfı altında dini nasıl kıskaça aldıklarını? Şeriye ve Evkaf vekaletinin ilgası kararından sadece 4 ay önce kabul edilen 'Devletin dini din-i İslam'dır'maddesi ile çelişkiye düşmüş oludular. Çünkü ilk önce bu kanunu çıkarıyorlar ve 4 ay sonra ise Şeriye ve Evkaf vekaletini kaldırıpı, bir devlet dairesi olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kuruyorlar. Daha büyük çelişki ise bu vekaletin ilgasında 1 ay sonra gerçekleşiyor ki, 2. BMM tarafından kabul edilen Teşkilatı Esasiye kanunun 26. maddesi 'Ahkamı Şeriyenin Tenfizi' şeklindedir. Yine Ali Fuat Başgil, burada şöylebir hülasa yapmaktadır: ''Türkiye Devletinin dini vardır. (29/30 Birinci Teşrin 1923 tarihli ve 364 sayılı kanun). Türkiye Devletinin dini yoktur.(3 Mart 1924 tarihli ve 429 sayılı kanun). Türkiye Devletinin dini vardır ve bu dinin ahkamı tenfiz etmek devletin vazifesidir.(20 Nisan 1924 Teşkilat_ı Esasiye Kanunu).'' Burada lütfen tarihlere ve çelişkilere dikkat. 3 Martta da Şeriye ve Evkaf vekaletinin ilga edildiğini söyleyelim. Başgil bu durum için şöyle bir yorum yapar:'Dikkat olunsun ki, bu husudaki tereddüd ve tenakuzlar, o zamanki Büyük Millet Meclisi içinde ve etrafında esasen muhalefet havasının akisleri ve muhafazakar elemanlara karşı yapılan tavizlerin zaruri neticeleri idi. Hakikatte, Osmanlı imparatorluğunu tasfiye ederek yerine Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, bu yeni devletin laik vasifda olmasına karar vermişlerdi.' Başgil devamla şöyle bir not düşer:'Nitekim bunu Atatürk 1927 nutkunda şöyle ifade etmişti:''İlk Teşkilat-ı esasiye Kanununu hazırlıyanlara bizzat riyaset ediyordum. Yapmakta olduğumuz kanun ile, Ahkam-ı Şeriyenin bir münasebeti olmadığını anlatmaya çok çalıştım. Fakat, bu tabirlerden kendi zanlarınca bambaşka bir mana murad edenleri ikna mümkün olmadı. Kanunu gerek ikinci ve gerek 26. maddelerinde zaid görünen ve Yeni Türkiye devletinin asli karakteri ile kabili telif olmayan tabirler, inkilap ve Cumhuriyetin o zaman için beis görmediği tavizlerdir. Millet, Teşkilatı Esasiye kanunundan bu zevaidi ilk münasib zamanda kaldırmalıdır' Evet Üstad bize neler anlatmaya çalışıyor acaba? Share this post Link to post Share on other sites
müznib 84 Report post Posted November 1, 2009 Evet devrin meşhur türkologları "Türkçe Ezan, Türkçe Kur'an" naralarıyla yeni inkilaplar üstüne inkılaplar yapmış ve bu mazlum Ehl-i Sünnet vel cemaat olan müslüman milletide girdapa sokmuş idi. çok şükürki Rahmetli Menderes nur içinde yatsın son noktayı koydu. Share this post Link to post Share on other sites
benser 6 Report post Posted November 2, 2009 Türkçe Kur'an - Türkçe Ezan denilince, aklıma büyük İslam Kahramanı (sırf bu iki icraatı benim gözümde İslam Kahramanı olmasına yeter) Adnan Menderes geliyor. Nur içinde yatsın. Share this post Link to post Share on other sites
yunuscoskun 4 Report post Posted November 2, 2009 Yaşasın bu alçaklar için cehennem... Share this post Link to post Share on other sites