Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedamet..

Muhammed Abduh

Recommended Posts

MUHAMMED ABDUH

 

Muhmmed Abduh, aşağı Mısır’da Mahallet-ü Nasr köyünde1849 yılında doğmuştur. Babası Abduh Hayrullah olup bir türkmen ailesine bağlıdır. İlk öğretimini doğduğu köydeki Sıbyan okulunda başlamıştır. Daha sonra Tanta’da Veliahmet Bedevi Camiindeki Medresede ders görmüştür. Medreese eğitiminden sonra Şeyh Derviş adındaki bir zattan tasavvuf ve ahlak dersleri almıştır.Abduh 1866’da Camiü’l-Ezher’de okudu. Hocaları Ahmet Rufâî, Abdurrahman Uleyş ve Hasan’üt-Tâvil’dir. Camiü’l-Ezher’de tasavvufa merak sarmıştır. 12 yıl Ezher’de kaldıktan sonra mezun olmuştur. Abduh, 1878’de ;Dâru’l-Ulûma hoca olmuştur. 1872’de Mısır’a gelmiş olan Afgânî ile tanışmış onun sohbetlerinden istifade etmiştir.Serbest düşüncesi ve yeni fikirleriyle tanınan Abduh artık gazetelerde içtimaî ahlaki konularda yazmaya başlamıştır. 1882 yılında başlayan Arabi ayaklanmasının bastırılması sonucu İngilizler tarafından üç yıl Beyrut’a sürülmüştür. Abduh, bu isyandan sonra Paris’e giderek üstadı Afganî ile bir araya gelmiş ve Urvetü’l-Vüskâ adlı bir dernek kurmuş ve aynı adda bir dergi çıkararak derneğin fikirlerini yaymışlardır. Daha sonra mali imkansızlık sebebiyle gazete kapatılmak zorunda kalınmış Efgânî İran’a ve Abduh’ta Beyrut’a dönmüştür. 1885’te Beyrut’a geldikten sonra siyasetten el çekmiştir. Orada alim ve muallim olarak yaşamıştır. Beyrut’ta camii dersleri yanında, Sultaniye Mektebinde de ders vermiştir. Beyrut’taki ilmi çalışmaları sırasında din derslerini Risâletü’t-Tevhîd adıyla yayınlamış ve Şerif Radiyyî’nin Nehcü’l-Belağa’sını şerh etmiştir. Yine Bediüzzaman Hemedani’nin Makamât’ına şerh yazmış ve Kur’an’ın bazı sûrelerini tefsir etmiştir. Efgâni’nin Dehriyyün risalesini Arapçaya çevirmiştir. Daha sonraları Ezher idare meclisinde, şura meclisinde ve evkaf idaresinde vazife almıştır. Bu sıralarda meşhur Cemiyyet-i Hayriyye’i İslâmiyye’yi kurmuştur. Bu görevlerden sonra Binha, Zekâzik ve Abidin kadılıklarında bulundu daha sonra ise İstilaf Mahkemesinde müsteşar oldu. Hayatının son dönemlerinde Mısır müftüsü iken, kendi tabiriyle “hastalar yuvası” olan Ezher’i ıslah etmeye uğraştı.56 yaşında iken İskenderiye’de 1905 yılında vefat etmiştir.

 

Muhammed Abduh, tefsir haricinde, tasavvufa dair eserler de vermiştir. Ona tasavvufi-felsefi bir anlayış veren ve dini ıslahat yapma gücü kazandıran Celâleddin Afgânî olmuştur. Serbest düşünce ve yeni fikirleriyle siyasete atılmış içtimaî-ahlaki konularda da çokça yazılar yazmıştır.

 

Muhammed Abduh, “hayatım boyunca iki şey için uğraştım” der. Bunları şöyle sıralar:

 

1-Düşünceleri fikir taklidinden kurtarmak, dini gerçek yönüyle anlayarak selef-i salihin gibi olmak, müspet ilmin İslamdaki üstün yerini belirtmek, Batının terakkisine yetişmek için müslümanları gayrete getirmek ve müslümanları batının sömürüsünden kurtarmak.

 

2- Arap dilinin üslubunu düzeltmek, yazıyı anlaşılmazlıktan-sıkıcılıktan kurtarmak.

 

Muhammed Abduh, eğitim ve öğretim yoluyla, halkı uyandırmak ve kalkındırmak ister der ki:

 

“Benim asıl emelim Din-i mübinin salahıdır. Fakat korkarım ki; ehliyetsiz sarıklar ona zarar verecekler....”

 

O dünyanın öküz üzerinde onun da balık ve deniz üzerinde olduğunu yazan tefsircilerin görüşlerine karşı çıkar ve bunun Kur’ân’a yapılan bir cinayet olduğunu düşünür.

 

Muhammed Abduh, mezhepçilik ile taklitçiliğe itiraz ederek içtihadın serbest bırakılmasını terviç ile yeni ve bugünkü vaziyete uygun Kur’ân ve asıl sünnete istinat eden bir icma istemektedir. Fukahanın şeytani kurnazlıkları ile evliyanın kerametlerini ve diğer bidatları reddetmektedir. Fıkhın eskimiş içtihatları, yeni ve inkişafa müsait esaslar ile değiştirmiştir.

 

...

 

Fatma Köksal

 

(Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza... Bu üç zatı tanımamız ve anlamamız gerektiğini düşünüyorum. İnternet ortamıyla sınırlı kalmadan tabi ki. Haklarında birçok olumsuz eleştiriye rastlayacağınızdan eminim. Hayreddin Karaman Hocanın 'Gerçek İslam'da Birlik' adlı bir çalışması var. Temin edip, okursanız fikri hayatınızda büyük ölçüde genişleme ve ferahlama hissedeceksiniz. :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

Paylaştığınız yazılar için teşekkür ederiz. Başlık açılmışken, adı geçen insanlar hakkında Üstadın da yazdıklarını iktibas edelim ve bu vesile ile mevzuya ilgi gösterenler için farklı açılımların vuku bulması ve meselelere her noktadan nüfuz edebilme hassasının tekâmül etmesi hususlarının her yönden beslenmesi gayesine ulaşalım.

Üstadımızın Doğru Yolun Sapık Kolları isimli kitabından ilgili yerler aşağıya iktibas edilmiştir:

 

 

Osmanlı İmparatorluğunun birkaç asırlık ham yobaz ve kaba softa devrinde bataklığa çevrilen İslam, Tanzimattan sonra, uçurum yönüne döndürülünce, daha ziyade yurtdışı birtakım ıslahçı palyaçoların sökünü başladı. Suratlarını Batılı ressamların boyadığı sarıklı palyaçolar... Ve bu devirde artık bedbaht planında ortaya çıkan Batı hakimiyetine karşı zaafı ruhlarında aramak yerine İslam'da bulan biçareler...

 

Maddeye tahakküm dehasının timsali Avrupa karşısında, bozgunun sırlarını çözmek ve İslamı kainat çapında yeni hayata tatbik etmek fikriyatından mahrum bu tipler, daima olduğu gibi, ne Batıyı ne de Doğuyu muhasebe edebilmiş, palyaçolar olarak, güya İslam'a yenilik getirme sevdasıyla, kalplerinin görünmez bir köşesinde, onu budamak, desteklemek, ufalamak ve düşman dünya anlayışına tabi kılmak küfrünü beslediler. Sabitliği ezelde ve her an yeniliği ebedde gerçek İslam çağını açmak değil de, onu, Batı maymunlarının fani ve her an zevale mahkum çağına uydurmak...

 

Bu arada, Yahudilik ve Hristiyanlık stratejisinin ve emperyalizma tuzağının istismar hedefi olmaktan da geri kalmadılar. Sistem getirici büyük bir tefekkür adamı olmayan, zaten makamı bakımından böyle bir hüviyete uzak bulunan ve sadece deha çapında bir ileri görüşle her şeyi sezen ikinci Abdülhamid Han uzun zaman durdurabildiği fakat dünya şartları hesabile elbette yenemeyecek olduğu felaket çığırı ve dalalet iklimi içinde işte bütün bu muzahrafat mütefekkirlerle mücadele zorunda kaldı.

 

Bu çöplük fikircilerin başında Cemaleddin Efgani ile Mısırlı Muhammed Abduh vardır.

Efganı, Türkiye'de Tanzimat ilanı sıralarında Efgan illerinde doğdu. Felsefe okuyarak yetişti ve rivayete göre memleketinde Ruslar hesabına casusluk yaparak efendilerinden hayli paralar aldı. 30-31 yaşlarındayken Mısır'a gitti, orada Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh ile tanıştı, onunla sımsıkı kenetlendi. Daha doğrusu, İslam'a yeni bir şevk vermek temayülündeki bu çürük adamı büyüledi ve peşine taktı.

Birçok kitapta ikisinin birden Mısır'da mason çemberine girmiş oldukları yazılıysa da bu yerinde suçlama vesikasına kavuşturulmuş değildir. Vesikasını biz verelim:

 

- « Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh İngiliz ve Fransız masonları tarafından çizilen daireye dahil kılınmış ve İslam modernistIeri geçinen bu adamların elde edilmesiyle Batı dünyası (politika-relijyöz; dini siyaset)lerinin teminini düşünmüştü.»

 

Bu şartlar kelimesi kelimesine aslına uygun bir tercüme olarak şu kitabın 127. sahifesinden:

 

 

Les Francs - Maçon

Serge Hutin

Editions du Seuil

Bourges 1960

 

O sıralarda mahut sahte inkılapçılar müsellesinin ikinci çizgisi Ali Paşa -ki o da aynı müsellesin öbür çizgileri gibi masondur- bu eşsiz sermayeyi İstanbul'a davet ve baştacı ediyor. O sıralarda «Darülfunun-u Osmani» ismiyle ve gizli bir İslam nefretinden başka hiçbir müdir fikre malik bulun­maksızın kurulan üniversitede -bugün Hamidullah nam-ı diğer Baidullah'a yapıldığı gibi -Cemaleddin'e bir konferansçı kürsüsü veriliyor. Rektör makamındaki Hasan Tahsin - o da mason - Cemaleddin'i himaye ediyor; ve İslam ile haç dün­yası arasında bocalayıcı esfel bir cereyanın gençliğini telkin altına almak vazifesini bu adama veriyor.

 

İlk konferansı bu adamın, gizli yollardan tüneller açarak İslamı kökünden bombalamaktır. Nitekim bir konferansında aynen şöyle diyor:

 

-«PEYGAMBERLİK, SANATLARDAN BİR SANATTIR !»

 

Yani, tenekecilikten, aktörlüğe kadar insanın çalışma yoliyle elde edebileceği bir sanat... Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş olmalarının reddi, Allah'ın reddi... Eğer tarihi materyalistler ve komünistler Cemaleddin Efgani'nin bu sözünü bilmiyorlarsa en büyük müttefiklerinden mahrum bulunuyorlar demektir.

 

Devrin Şeyhülislamı hemen Cemaleddin'i küfürle suçluyor; aynı kafanın adamı Ali Paşa da adamını Türkiye'den dehlemek zorunda kalıyor.

 

Bu defa İran... Orada da her şeyi allak-bullak ediş... İranlılar onu zincire vurup Osmanlı hududuna bırakıyorlar... Bağdat, Londra, Paris, «Dinde Reform» başlığı altında bir sürü neşriyat, tekrar İstanbul ve Ulu Hakan tarafından acı bir istiskal, uzaklaştırılış; ve nihayet tutulduğu kanser hastalığı sonunda 60 yaşlarında, fesadına devam edemeyecek hale geliş, dünyadan ayrılış...

 

Onu Maçka mezarlığına gömdüler, bir Amerikalı -her halde misyonerlerden- ona mezar yaptırdı; bir müddet sonra da kemikleri bir çuvala doldurulup Efgan topraklarını kirletmeye götürüldü.

 

Böylece, Muhammed Abduh'un «onu görmeden meğer gözüm görmüyor, kulaklarım işitmiyor ve dilim işlemiyormuş!» dediği sözde diyanet yolunda denaet dehası, İbn-i Teymiyye mektebinin 19. Asır yenileyicisi, kendisini takip edecek 20. Asır reformcu maymunlarına «buyrun!» diyerek ve dünyamızı hayli bulandırarak, layık olduğu mukabeleyi bu dünyada görmeksizin, bastı gitti.

Share this post


Link to post
Share on other sites

(Üstad'dan evvel...)

 

-Şimdi Âsım, edebiyâtı bırak, bir tarafa;

Daha ciddi işimiz var, geçelim başka lâfa.

Gâliba söylediğim yoktu? Evet, hiç yoktu:

Mısır’ın en muhteşem üstâdı Muhammed Abdu,

Konuşurken neye dâirse Cemaleddin’le;

Der ki tilmizine Afganlı:

-‘Muhammed, dinle!

İnkilâb istiyorum, başka değil, hem çabucak,

Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak,

Nazariyyat ile bir şeyler olur zannetme!

O berâhîni de artık yetişir dinletme!

Çünkü muhtâc-ı tezâhür değil isti’dâdın…’

-‘Şüphe yok, hakk-ı seçmûhileri var Üstâdın...

Gidelim bir yere, hatta şu bizim Sudan’a;

Yeni bir medrese te’sis edelim Urbân’a,

Daha üç beş de faziletli mücahid bulalım,

Nesli tehzib ile, i’la ile meşgûl olalım.

Çıkarıp gönderelim, hâsılı, Şeyhim, yer yer,

Oradan âlem-i İslam’a Cemaleddin’ler.’

 

Mehmet Akif Ersoy

Share this post


Link to post
Share on other sites

abduh da efgani de mehmed akif de büyük adamlardır... artık onların yüzde biri edecek adamlar bile yok ortada... belki de ümmetin sıkıntısı bundandır...

Share this post


Link to post
Share on other sites

nedamet arkadaşımbe yüz sene evvel ölmüş gitmiş itikadı bozuk adamları nediye anlatmaya çalışıyorsunuzki bizlere. kaldıki birçoğumuzun olumsuz bulacağından emin olduğunuzu söylediğiniz halde! belki bir artniyet sözkonusu olmayabilir sizin açınızdan ama, bakın adamın bitanesi hemen çıkıp ümmetin sıkıntılarını topyekün olarak bu adi sapıkların memlekette olmamasından yakınmış! bakalım daha neler çıkar .v.s

velhasıl birazdaha itinalı olalım lütfen.

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamun aleykum,

 

hafakan kardesim,adi sapiklar filan demissin,abduhda efganiyi bilmem ama akifi bu kefeye koymana gonlum razi gelmedi.hani belki yanlislari olmus olabilir,ki kesin olmustur,her insan hata eder,amma velakin dine hizmeti de olmustur akifin,hic yoksa,istiklal marsi gibi bir siiri yazmistir.benim acizane kanaatim bu sekilde agir konusulmamasi,hele ki akif gibi bence buyuk adamlar hakkinda konusacaksan,biraz daha olculu olunmasidir.

 

selametle.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Akif ve itikadı hakkında bir başlık açıldı ve mükkemel bir şekilde irdelendi. (Diğer şairler)

Biz Akifi çok seviyoruz ve onun Afgani ve Abduh gibi sapıkları önder görmekten tövbe ettiğini umut ediyoruz. O başlığın son bölümünde Üstad'ın bu konuda ki fikrini yansıttım.

Akif farklıdır ve İslamiyyet aşkından şüphe etmiyoruz. Zira itidakı bozuk adamlara uyduğu için yukarıda ki şiirde olduğu gibi aptalca laflar etmiştir. Ayrı tutalım ve ona dua edelim.

Ben ayrıca kendi adıma söyleyeyim, eğer Akif'in bidat'ı varsa ve affolunmak için Harunun 1000 sene akifin ayağını öpmesi gerekiyorsa seve seve öperim. Yeter ki Affolunsun!

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

''(Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza... Bu üç zatı tanımamız ve anlamamız gerektiğini düşünüyorum. İnternet ortamıyla sınırlı kalmadan tabi ki. Haklarında birçok olumsuz eleştiriye rastlayacağınızdan eminim. Hayreddin Karaman Hocanın 'Gerçek İslam'da Birlik' adlı bir çalışması var. Temin edip, okursanız fikri hayatınızda büyük ölçüde genişleme ve ferahlama hissedeceksiniz. ''

 

Ferahlama olur mu? Aceba!...

 

Hayrettin Karaman'ın ''İSLAM'IN IŞIĞINDA GÜNÜN MESELELERİ'' kitabından:

 

''Öncüler :

Uyanışın öncüleri bu yazın

ın asıl konusudur ve öncüden maksat yenileşmeyi ve gelişmeyi İslâmî temele dayandıran, çözümü gene İslâm'da arayan siyaset, ideoloji ve hareket adamıdır. Öncüleri, Muhammed bin Abdulvahhab'dan Cezayirli Abdulhamid bin Bâdis'e kadar önemli saydığımız örneklerle sınırlıyoruz. Islâhatçıları Cemaleddin Efganî'ye kadar modernizm öncesi, bundan sonra modernistler diye iki gruba ayıranlar olmuştur.6 Bu ayırım müslümanların ondokuzuncu asırdan itibaren Batı tesirine girmelerini, bu tesir karşısındaki tavır ve mücadeleyi esas almaktadır. Biz modernizm öncesi ve sonrası ıslâhat hareketlerinin "batıl inançların ve cehaletin yokedilmesi, sûfuliğin ıslâhı, ahlâkın yüceltilmesi, dinin esaslarına (Kitap ve Sünnet'e) dönüş, cihad" gibi ortak vasıflarını baz olarak aldığımız için sözü geçen ayrımdan yürümeyecek, kronolojik sırayı takip edeceğiz.

 

1. Şah Veliyullah Ahmed b. Abdurrahim (v. 1763) :

Hindistan'da İslâm'ın yeniden düşünülüp yorumlanması, bünyenin yabancı unsurlardan temizlenmesi, İslâm ilim ve medeniyetinin kuruluş çağındaki usûle dönülmesi ve müesseselerin çağın ihtiyaçlarına göre yeniden kurulması hareketinin en önemli siması Delh bölgesinden Şah Veliyyullah'tır. O hemen tamamı orijinal eserleriyle, dersleri ve ıslâhata yönelik faaliyletileri ile hem çağında, hem de günümüze dek süren zaman içerisinde müessir olmluştur. İctihad kapısının açılması, mezheb taassubunun terkedilmesi,7 siyasî organizasyonun Râşid Halifeler devrindeki esaslara dayanması8 O'nun müstakil kitaplara konu ettiği meseleleridir. Huccetullahi'l-bâliğa isimli eserlerinde önce, kendine has bir metod ve uslûp ile İslâm'ın metafiziğini, dünya görüşünü, sosyo-ekonomik sistemini "kelâm ile tasavvufun bilgi teorisini meczederek" anlatmış, sonra çeşitli konulara ait hâdiselerin hikmetini, sırrını (arkasındaki gerçeği, fert ve topluma faydalarını) açıklamıştır.

Şah Veliyyullah'ın tesiri öğrencileri ve özellikle büyük oğlu Abdüaziz vasıtasıyla ondokuzuncu yüzyılın başlarında Hindistan'da yayıldı. O'nun ıslâhat hareketinde "tasfiyecilik, Kitap ve Sünnet'e dönme, ahlâkı takviye, cihad" gibi -diğerlerinde de bulunan- özellikler yanında Sünnî prensiplerle ters düşmeyen bir tasavvuf anlayışı ve temayülü dikkat çekmektedir. O'nun yolunda yürüyenlerden Seyyid Ahmed, ıslâhatı bir cihad hareketine dönüştürdü, ordu teşkil etti, kendisi Şah İsmail ile beraber Sihlere karşı savaşırken şehit düştü (1831); ancak taraftarlarının Sihlere ve özellikle İngilizlere karşı savaşları 1890'lara kadar sürmüştür. Yine Veliyullah ekolüne bağlı âlimler 1876'da Deoband'da bir okul kurdular.

Okulun iki gayesi vardı: a) Islâhatçı din bilginleri yetiştirmek, b ) Hindistan'ı İngilizlerden kurtarmak. Bhopal Devleti Begümü'nün kocası Sıddık Hasen Han (v. 1889), İbn Teymiyye ve Yemenli Şevkânî yanında Şah Veliyullah'ın tesiri altında kalmış, eserleri ve dersleri ile tasfiyecilik ve esasa dönüş hareketini temsil etmiştir.9

 

2. Muhammed b. Abdulvahhab (v. 1792) :

Genç yaşında İran ve Irak'ta bulunan, dinî ilimlerden başka felsefe dersleri alan ve tasavvufa intisab eden Muhammed, sonradan İbn Teymiyye'nin tesirinde kaldı; O'nun gibi bu da, vahdet-i vücud'u esas alan İbn Arabî tasavvufunu reddetti; halkın tasavvuf büyüklerine ve bunların kabirlerine karşı gösterdikleri büyük alâkaya ve şirk derecesine varan davranışlara şiddetle karşı çıktı; taklidi reddederek ictihad yapılmasını, Kitap ve Sünnet'e dönülmesini, bidat ve hurafelerden uzak durulmasını istedi. Halkın selef anlayış ve uygulayışındaki İslâm'a ters düşen davranışlarını, bunlardan menfâatlenen şeyhlerin ve din adamlarının inkâr etmemesinden, bunlara karşı çıkmamalarından şikayet etti.

İbn Abdulvahhâb ıslâhât hareketi için Arabistan yarımadasını, onun da gözden ırak bir mıntıkasını seçmişti. Gerçekleşebilmek için ıslahâtın siyasi bir desteğe ihtiyacı olduğunu hissederek Der'iyye Emîrî Muhammed b. Suûd ile temas kurdu, ona fikirlerini açtı, ikna etti ve tam desteğini kazandı. 1792 yılında vefat ettiği zaman -İbn Suûd da 33 yıl önce ölmüştü- ıslâhât Yarımada'da tutulmuş ve yayılmış bulunuyordu. Emîr'in oğlu Abdülaziz ve torunu Suûd zamanlarında yeni cereyan Yarımadanın dışına taştı. Osmanlı'ya meydan okudu, Irak, Suriye ve Haremeyn'e girildi. 1801 yılında Kerbelâ'ya hücum eden Vehhabîler, Hz. Hüseyin'in kabri dahil, bütün mukaddes bilinen makamları yerle bir ettiler. Osmanlı Devleti hareketin hem siyasî hem de fikrî yönden kendilerine ters düştüğünü, tehlikeli gelişmeler gösterdiğini görerek Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'yı tenkil ile görevlendirdi ve ayrıca kesif bir aleyhte propagandaya girişti. Mehmed Ali Paşa, Vehhabî kuvvetlerini yendi ve Yarımadanın içlerine sürdü, bu şekilde yeni hareketin devletleşmesi yüz yıl gecikmiş oldu; ancak bu esnada hareket propaganda ve davet faaliyetine devam ederek gelişme ve genişlemesini sürdürdü.

Bilâhere "Vehhâbilik" diye adlandırılan hareket, halk sûfiliğinin en önemli faktör haline geldiği bir sırada, İslâm ümmetinin tedricen içine düştüğü ahlâkî çöküntüye bir tepki olarak ortaya çıkmıştı. Vehhâbiliğin ilk müsamahasız ve dar görüşlü günleri geride kaldıktan sonra da bu ahlâkî sâik onun mirası olarak devam etti. Modernistler, açılan yoldan ilerleyerek onun muhafazakâr ve lafza bağlı tutumunu aşmanın dinî metinleri daha serbest bir şekilde yorumlamanın yolunu buldular. Vehhâbilik sedece kurucusunun başlattığı hareket için bir ad değil, İslâm dünyasında dinin, yozlaştırıcı düşünce ve tutumlardan ayıklanmasını savunmanın ve din üzerinde bağımsız (ictihada dayalı) hükümler verme, yorumlar yapma faaliyetinin genel adı olmuştur.10

 

3. Muhammed b. Ali Şevkânî (v. 1834) :

Yemen'in başşehri San'a'nın yakınında dünyaya gelen Şevkânî, kendi ülkesinde babasından, Zeydiyye mezhebine mensûb âlimler ile müstakil ictihad geleneğini sürdüren ve talebelerine ictihad terbiyesi veren hocalardan okumuş, genç yaşında ictihad derecesine ulaşmış, itikâdî sahada da Zeydîliği reddederek selefî bir yol tutmuştur. Şevkânî, Muhammed bin Abdulvehhâb ile temas kurmadığı halde, onunkine benzer fikirlere ve ıslahât programına sahiptir; ondan farklı olarak kendisi İbn Teymiyye'den beri gelişmekte olan yeni tasavvuf cereyanına da mensûb sayılabilir. Bu tasavvuf anlayışı, Sünnî İslâm'ın sınırlarını zorlayan tevilci, cezbeci, keşifci tasavvuf yerine Resûlullah'ın ruhânî hayatını örnek alan, ahlâka ağırlık veren, Sünnî prensiplerle çatışmayan bir muhtevâya sahiptir. Şevkânî "benim bir dostuma (veli) düşmanlık edene savaş ilân ederim..." diye başlayan kudsî hadîsin şerhi için yazdığı bir eserde bu tasavvuf anlayışını savunmuş, vahdet-i vücûdçu tasavvufu reddetmiş, keşif, kerâmet ve ilhamı Sünnî prensipler içinde benimsemiştir. Bu eserinde ve İrşadu'l-fühul, el-kavlu'l-müfîd, Neylu'l-evtâr, el-Bedru't-tali'11 gibi eserlerinde taklîdi reddetmiş, ictihâd etmiş, bidat ve hurafenin karşısında olumuştur. Fethu'l-Kadir isimli tefsirinde Kur'an-ı Kerîm'i önce Sünnet ve sahâbe anlayışından hareketle, sonra da dil, örf-âdet ve akıl prensiplerine göre yorumlamış, sıfat âyetlerinde selefî bir üslûp kullanılmıştır. 34 yaşından vefâtına kadar Yemen'de kadı ve vezir olarak da vazife yapan Şevkânî oğulları, talebeleri ve özellikle eserleri vasıtasıyla tesirini Hindistan'dan Ortadoğu'ya yaymış ve günümüze kadar devam ettirmiştir.

 

4. Muhammed b. Alî es-Senûsî (v. 1859) :

Yeni tasavvuf veya ıslâh edilmiş sûfiliği benimseyen, ictihad üzerinde ısrar eden, Faslı Ahmed bin İdrîs'in talebesi Cezayirli Muhammed bin Alî es-Senûsî Mekke'de Senûsî tarikatını kurdu. Onun tasavvuf anlayışı, icma konusundaki düşüncesi, ictihadı teşvik etmesi ve bizzat müctehid olduğunu ifade etmesi12 Mekke'de muhalif bir cephenin oluşması sonucunu doğurdu ve 1843 yılında Mekke'den ayrılmak zorunda bırakıldı. Kuzey Batı Afrika'ya geçen Senûsî daha ziyade Libya çölünde kurduğu zaviyelerde tâbîlerine tarikat disiplini içinde İslâm esaslarını öğretiyor, zikir yanında cihâd, zirâat ve zanâat bilgisi veriyor, eğitim yaptırıyordu. Bu zaviyelerde yetişen mürîdleri Afrika'da İslâm'ı yayarak hıristiyan misyonerler karşısında en güçlü engeli teşkil ettikleri gibi Kuzey Afrika'da huzuru ve kısmen birliği sağlamışlar, önce Fransızlara, sonra Osmanlıların müttefiki olarak İtalyanlara karşı savaşıp, Mısır'da da İngilizlere karşı direniş hareketine katılmışlardır. Senûsîlik ıslâh edilmiş tasavvuf disiplini ve şevki içinde ahlâka ve hareketliliğe ağırlık veren, dünyadan el-etek çekme yerine İslâm'ın eşitlik ve kardeşlik anlayışına dayalı sosyal adalet ve kalkınma tedbirleri getiren bir tarikat olarak "Müslüman Kardeşler" hareketine kadar -kendi nevinden- birçok harekete örnek olmuştur. Bizde Şehbenderzâde Ahmet Hilmi Bey, hem Senûsîlik konusundaki eseri, hem de A'mâk-ı Hayâl isimli tasavvufî romanının sosyal ıslâhâta yönelik kısımları ile bu tesiri temsil etmiştir. Senûsî'nin maksadı önce Afrika'da, sonra da bütün İslâm dünyasında birliği sağlamak (panislamizm), müslümanları tek halifenin idaresinde toplamaktı. Bu maksad, Osmanlı siyasetine de uygun düştüğü için -bazı Batılı yazarların iddialarının aksine- Osmanlılara bağlı kalmış, onları desteklemişti.13

 

5. Cemâleddin Efgânî (v.1897) :

İslâm dünyasının uyanması, esaretten kurtulması, bir yönetimde birleşmesi ve modernleşmesi konusunda muhtemelen en büyük tesir Cemâleddin Efgânî'ye aittir. Efgânî'nin İranlı bir Şiî aileden mi, yoksa Afganistanlı Sünnî bir aileden mi geldiği konusunda karşılıklı iddialar mevcuttur; vesikalar ikinci iddianın daha doğru olduğunu göstermektedir.14 1832'de Kabil yakınlarında dünyaya gelen Efgânî, Hz. Hüseyin soyundan inen asil bir aileye mensuptur. Sekiz yaşında iken ailesi Kabil'de ikâmete mecbûr edildiği için tahsilini orada yapmış; Arapça, dinî ilimler, tasavvuf, tarih ve askerlik bilgisi almıştır. İlmini, görgü ve tecrübesini geliştirmek için bir yıldan fazla Hindistan'da bir yıl Hicaz'da dolaşmış, İran'da bulunmuş sonra tekrar memleketine dönmüş, iç savaşta Muhammed A'zam'ın tarafını tutmuş, onun iktidarı elde etmesi üzerine 27 yaşında iken veziri olmuştur. İngilizlerin desteğini kazanan Şir Ali'nin iktidara gelmesinden bir müddet sonra yeniden Hindistan'a geçmiş, burada müslümanları İngiliz politikasının aleyhine şuurlandırma faaliyetine girişmiş; İngilizler kendisini ülkeyi terke zorladıkları zaman şu meşhur sözü söylemiştir: "Hakk'ın kudretine yemin ederim ki ey Hindistanlılar, sizler -ki yüzlerce milyonsunuz- eğer sinek olabilseydiniz, vızıltınız Büyük Britanya'nın kulaklarını sağır ederdi!"

Hindistan'dan sonra 1870'de Türkiye'ye gelmiş, Sultan Abdulaziz'in iltifatına mazhar ve altı ay sora meclis-i maârif azası olmuş, maârifi ıslâha teşebbüs etmesi sebebiyle şeyhülislâm ile ters düşmüş ve bir bahane ile Türkiye'den uzaklaştırılmış; Mısır'da sekiz yıl kalmış, husûsî ders ve sohbetlerinde önce çevre ile ilgilenip sora siyasî irşad ve yönlendirme faaliyetlerinde bulunmuş, 1879'da Hidiv Tevfik'in emri ile Mısır'dan çıkarılmış ve Hindistan'a gitmiş, burada meşhur er-Reddu ale'd-dehriyyin (Tabiatçılığa Reddiye) risâlesini yazmıştır. Yine İngilizlerin zorlaması ile Hindistan'ı terkederek kısa bir müddet Londra'da bulunmuş, sonra Paris'e gelerek burada Muhammed Abduh ile beraber 1884'te el-Urvetu'l-vuskâ isimli dergiyi çıkarıp, şubelerini yaydıkları bir gizli cemiyet vasıtasıyla İslâm dünyasına dağıtmaya çalışmışlardır. Derginin ve cemiyetin gayesi, ilk sayıda ifade edilmiştir: a) Şarklılara ihmal ettikleri vazifelerini anlatmak, geçmişi telâfi etmelerini sağlamak, b ) Ümitsizlik ile mücadele etmek, c) Müslümanları selefin dayandığı esaslara çağırmak, d) Doğulu ve müslümanlar aleyhindeki ithamları ve özellikle müslümanların dinlerine sarıldıkça medeni olamayacakları iddiasını reddetmek, e) Müslümanları umûmî ve husûsî siyasî konularda bilgi sahibi kılmak, f) İslâm birliğini teşvik etmek, müslümanlar arasındaki bağı güçlendirmek...

Efgânî, sömürgecilerin tazyiki sonunda dergiyi durdurduktan sonra kendi çizgisindeki irşad ve politikayı yürütmek üzere Rusya, Almanya, İran, İngiltere gibi ülkelere gitmiş, buralarda önemli faaliyetlerde bulunmuş, İran Şahı'nın ricası üzerine Abdülhamid'in davetine icabetle tekrar Türkiye'ye gelerek burada "altın kafes" içinde ömrünü tamamlamış ve 1897'de vefat etmiştir. Efgânî'nin fikrî ve siyasî hayatını ve bu arada benimsediği ıslâhât esaslarını üç merhalede özetlemek mümkündür:

a) Doğumundan 1869'da vatanını terketmek mecburiyetinde kalmasına kadar devam eden birinci merhalede tahsilini yapmış, seyahat ve vezirliğe kadar resmî vazifelerle tecrübe kazanmış, olgunlaşmıştır. Bu dönemde şahsî ve fikrî yapısını şekillendiren önemli amiller arasında asil soyu, tahsili, seyahat ve incelemeleri, önemli mevkiler işgal ederek sorumluluklar alması, ve millî-İslâmî menfaatlere aykırı olan İngiliz siyasetiyle karşılaşması vardır.

b ) 1883 yılında Londra ve Paris'e gitmek üzere Hindistan'dan ayrılmasına kadar devam eden ikinci merhalenin başında daha çok ilmî, sonuna doğru ise siyasî ıslâhât faaliyeti ağır basmaktadır. Üzerinde durduğu konular öğretim ve eğitimin yaygınlaşması, İslâm esaslarının çağın gereklerine göre yorumlanıp ortaya konması, halkın yönetime katılması, istibdat ile mücadele ve sömürgeciliğe karşı savaştır. Bu dönemde ıslâhât faaliyetinin sınırları dardır.

c) Üçüncü merhalede ıslâhât faaliyeti bütün İslâm dünyasını içine almış; önce üzerinde düşündüğü üç büyük semâvî din sâliki milletlerin birleşmesinin hayâl olduğunu anladıktan sonra İslâm birliği (panislamizm) üzerine eğilmiş, çıkardığı dergi, kurduğu cemiyet ve gizli ajanları vasıtasıyla emeline kavuşmak için çalışmış; şahısları, hidivleri makamlarından etmiş, sultanların ortak gayeler için yardım ricalarına ve davetlerine mahzar olmuştur.

Efganî'nin fikirleri Abduh'tan, İkbâl'e, Mehmed Akif'e kadar birçok talebesi, tâbii ve muhibbi tarafından -bazı tadilât ve farklarla- benimsenmiş, diriliş hareketinde büyük rol oynamıştır.15

 

6. Şeyh Muhammed Abduh (v. 1905)

Mısırlı Muhammed Abduh, ilk hocaları arasında bulunan Kuzey Afrikalı dayısının tesiriyle tasavvufa intisab etmiş; Sünnî esaslarla bağdaşan, ahlâkî ve faal yönü ağır basan, ıslâhât hareketini kolaylaştıracak olan bir sufî hareketine daima taraftar olmuştur. Bu özelliği dışında fikirleri ve ıslâhât programı, büyük ölçüde, hocası ve kader arkadaşı Cemâleddin Efganî ile aynı çizgidedir. Geçirdikleri uzun ve meşakkatli tecrübelerden sonra Abduh, Efganî'den farklı olarak, siyâsî faaliyetten önce ilmî faaliyetin geldiğini idrak etmiş, siyasî misyonu üstlenecek bir kadro ve bunlara taban oluşturacak şuurlu bir halk yetiştirmek istikâmetinde gayret göstermiş, tedbirler almıştır.

Abduh'un fikirlerini Tefsir derslerinden, Risâletu't-tevhîd isimli eserinden ve çeşitli gazete ve dergilerde neşredilen makalelerinden takip etmek mümkündür. O da ictihada taraftar, taklide karşı, tasfiyeci bir ıslâhâtçıdır. İslâm'ın ilme ve akla karşı olmadığını Efganî ifade etmiş ise, Abduh isbat etmek istemiştir. Bir çok müslümanın anladığı ve uyguladığı şekliyle İslâm, ona göre, modern gelişmelerin tehdidi altındadır. Bu sebeple Asr-ı Saâdet ve ictihad çağlarının usûlüne dönerek, aklı ve modern ilmi kullanarak İslâm'ı yeniden ifade etmek şarttır. Aslında İslâm, ilim ve akıl ile çatışmaz, tam aksine aklı kullanmayı ve tabîatı (ilâhî sünneti) tanımayı teşvîk eder.

Abduh, muâsırı olan Hindistanlı Seyyid Ahmed Han (v. 1898) kadar olmasa da Batı ilim ve medeniyetinin tesiri altında kalmış , İslâm'ı modern ilmin ve medenî gelişmelerin gerektirdiği şekilde ifade için zaman zaman zorlanmıştır. Ancak o bunu klâsik kelâm ve fıkıh usûlü çerçevesinde yapmaya çalışmıştır. Seyyid Ahmed Han ise ondokuzuncu yüzyıl Avrupa'sının akılcılığı ve tabiat felsefesinin tesirine girmiş, kelâmcıların değil, İslâm filozoflarının usûlünü benimsemiş, mucizeyi inkâr etmiş, aşırı tevil yoluyla nassları Batı felsefesi istikametinde şahsî yoruma tâbî tutmuştur.16

Bir mânâda Efganî ile başlayan modernizmin ilk çıkışından sonra birbirine zıd iki istikamette (batılı ve selefi) gelişmesine ve dolayısıyle Abduh'un tesirine, son uyarıcı örneğimiz Abdulhamîd bin Bâdis'ten sonra geleceğiz.

 

7. Abdulhamîd b. Bâdis (v. 1940):

Abduh, Kuzey Afrika'ya yaptığı seyahatleri, Cezayir ve Tunus'taki fikir arkadaşları ve dostlarıyla vefatına kadar devam eden yazışmaları ile bu mıntıkada ıslâhâtın tohumlarını atmış bulunuyordu. Cezayir halkı, millî hasletleri ve ıslâhâtçı ulemânın teşviki ile tevekkül anlayışına dayanan pasif tarikatların tesiri altında idi. Abdulhamîd bin Bâdis bu zemin ve şartlarda 1889 yılında Cezayir'in Kostantiniyye şehrinde dünyaya geldi. Şiî iken onbirinci yüzyıl başlarında sünnîleşen Emîr Sanhacî soyundan geliyordu. Önce Cezayir'de, 1908'den itibaren Tunus'ta Zeytûne Üniversitesi'nde okudu ve bu sırada Zeytûne Rektörü (Şeyhi) olan Tâhir bin Âşûr'un öğrencisi oldu. Şeyh Tâhir, Efgânî-Abduh çizgisinde ictihad ve ıslahat taraftarı değerli bir İslâm âlimi idi. İbn Bâdis 1912 yılında Hicaz'a gitti. İslâm dünyasından buraya hicret etmiş âlimlerle görüştü, selefi daveti yerinde tanıdı, ülkesine dönerek girişeceği ıslâhât hareketinin fikriyat ve programını geliştirdi; kendisi bu sırada 24 yaşında idi. Döndüğü Cezayir'de, ailevî durumu onu sömürgecilerden vazife kabûlüne mecbur etmediği için serbestçe faaliyete koyuldu; ders okutuyor, halka konferanslar veriyor, gazetelerde yazıyor, kabiliyetli kişiler ve ileri gelenlerle temaslar kuruyordu. Bu faaliyetler 1931'de semeresini verdi ve kendisi "Cezayirli Müslüman Ulemâ Cemiyeti'ni kurdu. Bu cemiyetin gerek sömürgeciye karşı savaşta ve gerekse İbn Bâdis'in ıslâhâtının yayılmasında önemli hizmetleri olacaktır. İbn Bâdis gayesine ulaşabilmek için basın ve okul vasıtalarından faydalandı; aylık 'Şihâb' dergisini, haftalık 'Sırât', 'Şerîat', 'Sünnet' gibi gazeteleri çıkardı. Ülkenin her tarafında millî ilkokullar açtı ve yetiştirdiği talebelerini buralara hoca olarak gönderdi. Bütün bu faaliyetleri yanında vefatına kadar yolunu tıkamak için didinen sömürge idaresi ve bunlarla işbirliği yapan şuursuz sôfi ve âlimlerle mücadele etti.

İbn Bâdis de Abduh gibi, doğru olan İslâm anlayış ve inancını ortaya koymaya öncelik veriyor, onun gibi Kur'an tefsirinden faydalanıyor, onun gibi öğretim ve eğitime ağırlık veriyordu. Her ikisi de, cemiyet, okul ve basın vasıtalarını kullandı. Abduh, bulunduğu çevre gereği daha çok taklid ve mezheb taassubu ile mücadele etti; İbn Bâdis ise yine husûsî şartları sabebiyle pasif, istikametinden saptırılmış ve -bilerek, bilmeyerek- sömürgecilerle işbirliği yapmış tarîkatlerle uğraştı, halkı onların sultasından bidat ve hurafelerin zincirinden kurtarmaya çalıştı.17

İbn Bâdis'in ıslâhât faaliyetleri Cezayir'in Fransızlaşmasını önlemiş, halkın müslüman-Arap özelliğini koruyup geliştirmiş, kanlarını dökerek Cezayir'e istiklâl kazandıran mücahitlere iman ve güç kaynağı olmuştur. İbn Bâdis, İslâmlaşma yolunda emekleyen Cezayir'in bugün de imamıdır.

 

D-Uyanış Hareketinin Abduh'tan sonraki Seyri ve Neticeleri:

Abduh'un faaliyetlerini Ortadoğu ve diğer ülkelerde iki zıt cereyan takip etmiştiler. Bunlardan birincisi Abduh'un Suriyeli öğrencisi Reşîd Rızâ (v. 1935) liderliğindeki ihyacı, selefî harekettir. Diğeri ise Ali Abdurrâzık ve Tâhâ Hüseyin gibi şahısların temsil ettiği Batıcı laik harekettir. Reşid Rızâ çıkardığı el-Menâr dergisi vasıtasıyla selefî ıslâhât çerçevesindeki fikirlerini Mısır'dan Endonezya'ya kadar yaymış; bu hareketin meyvesi, fikir ve faaliyet sahasında, Mısır'daki "Müslüman Kardeşler", Pakistan'daki "Cemâat-i İslâmî", Hindistan'daki "Nedvetu'l-ulemâ" gibi birtakım grup ve partiler ile, Pakistan gibi bir devletin doğuşu olmuştur. Bu grup ve partilerin programlarında İslâmî esaslara bağlı sosyal ve hukukî ıslâhât ağırlık kazanmış, bazıları sosyo-politik program için nazarî prensipler de oluşturmuşlardı.

Geleceğin İslâm dünyasında, sözü edilen bu çizgideki ıslâhâtçıların, Batı yanlısı modernistlerden daha şanslı olduklarını söyleyebiliriz. Ancak ihyacıların, sosyal vâkıayı daha yakından görmeleri; günün aydınını ikna edecek, yirminci yüzyıl insanını kendine çekecek İslâmî sistem ve formülleri şekillendirip sunmaları hâlâ bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır. ''

 

''İslâmî Uyanışın Öncüleri'' başlığı içerisinden alınma...

 

Hayrettin Karaman'ın siyasi yorumlarını beğeniyle okuduğum yazıları oluyor ama, dini konularda bazı terettüt lerim var... Yorum sizin... Dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

- « Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh İngiliz ve Fransız masonları tarafından çizilen daireye dahil kılınmış ve İslam modernistIeri geçinen bu adamların elde edilmesiyle Batı dünyası (politika-relijyöz; dini siyaset)lerinin teminini düşünmüştü.»

 

Hayrettin Karaman Kitabının bir yerinde bunu doğrulamakta fakat, bu alimlerin masonluktan ayrıldıklarını belirtir. Ayrıca; bunların bazı ictihat hatalarının olduğunu kabul edmekle birlikte, onlardan iyi şeylerinde öğrenileceğini öne sürer. Onları öncüler olarak görür; en azından ben böyle anladım.

 

Ben her zaman tefrikaya karşıyım. Bu yüzden bu mevzuularda çok dikkatli olmayı yeğlerim. Hayrettin Karaman'a karşı bazı noktalarda endişelerim vardır. Tefrikaya düşmeden, düşman karşısında parçalanmadan bu mevzuuların gönül verdiğimiz üstadlarımız ve büyüklerimiz vasıtasıyla ve gençler için ortaya koyulması gerek.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın okuduğum kitaplarında Hayrettin Karaman'a sapık dediğini henüz görmedim. Okumadığım kitaplarında yazmış olabilir veya sizinki yanlış bir duyum da olabilir. Üstad'ın, bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanı olan Süleyman Ateş'in sapıklığını ortaya çıkaran bir yazısı vardır, mevzuuyla alakalı olduğu için buraya ekleyeyim. Tıklayıp okuyalım: Diyanet Ve Süleyman Ateş Hakkında Röportaj

 

Hayrettin Karaman'a gelince, o da İbn-i Teymiyye'yi âlim ve hatta müçtehit ve müceddid kabul eden sapıklardan biridir. Sadece bu yönü, onun sapıklığını görmeye kâfidir. Kendi sitesinden kaynak gösterelim. Mesela şuradaki yazısında demiş ki: "İbn Teymiyye Hanbelî mezhebinde yetişmiş bir müctehiddir." İbn-i Teymiyye'nin önceleri hanbeli mezhebine bağlı bir âlim olduğu doğrudur. Lakin daha sonra sapıtmıştır, mezhepsiz olmuştur, dalalete düştüğünü bir çok ehl-i sünnet âlimi bildirmiştir ve bildiğiniz gibi Seyyid Adbulhakim Arvasi Hazretleri de Teymiyye hakkında buyumuşlardır ki: "Dini içinden zedeleyen kâfir."

Hayrettin Karaman ise tutmuş onun bir müçtehit olduğunu savunmakta. Teymiyye'nin müçtehit olduğuna inanan birinin sapıklığını varın siz düşünün. Tabi Teymiyye'sini sevdiği için Abduh, Efgani gibi diğer bilumum sapığı da sevmekte. Şuradaki yazısında da şöyle bir cümle geçmekte: "İbn Teymiyye, Muhammed Abduh gibi müceddid alimler bu üzücü duruma karşı ayaklanmış, din ve akıl prensiplerinin ışığı altında hadisleri ayıklamış, hatta Buharî ve Müslim hadislerinden bir kaçını dahi tenkid etmişlerdir"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cemaleddin Efgani ve öğrencisi Muhammed Abduh’un makaleleri Sebilürreşad’da sık sık yer aldı. Ama nedense "Doğu’nun Çırpınan Şahini" Efgani ve öğrencisinin gizli kimlikleri bu yayınlarında pek geçmedi...||Oysa...||Cemaleddin Efgani masondu!||Kahire’deki Şarkın Yıldızı Locası’na 7 Temmuz 1868’de girmişti.||Numarası 1355 idi.||"Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani ve ondan sonra Muhammed Abduh getirildi. Bunlar Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler." (Yahudilik ve Masonluk s. 350)||Muhammed Abduh "Efgani’nin talebesi Abduh gibilerin kimler tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge Valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar." (M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, s. 9192)||Mason Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de, Abduh ile ilgili şunları söyledi: "Üstadi Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e idhal (sokan) eden odur." (M.Sabri Efendi, Mevkıfu’l-Akl ve’l-ilm ve’l-Alem, Beyrut 1314, c. I s. 133)" (21.10.2004)||Tarihte sürpriz çok!||Cemil Meriç"Umrandan Uygarlığa" kitabında şöyle yazdı:||"Zavallı Türk intelijansiyası! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman olarak tanımış. Peygamber’in adını anmaya cesaret edemeyen bir Efgani’yi Peygamber kadar saygıya layık görmüş."||Bugün durum farklı mı sanki?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Urungualp ahi yazılacağı yazmış, ama birşey ekliyeyim, bu adam ma'dem düzgün biriydi niye gidip Halife-i İslamın ve onun alimlerinin yolunu tutmadı?Niye İlamda reform yolunu tuttu? İsrailiyyat, mevzu hadis, Kur'an-ı Kerîmin herkesin anlıyabileceği gibi insanı sapıtan safsataları başlattı?En zararsızı gibi gözüken İsrailiyyat safsatası yüzünden kaç tane mutasavvıf ve alim inkâr ediliyor hatta Şer'i şerifin en bilinen hükümleri dahi şuan bozuk yahudi şeriatında(ehl-i kitabtan tek şeriatı nice bozulmaya ragmen azda olsa olan yahudilerdir) var diye inkâr ediliyor.Ne garibki adamın kaynagı Vahabilerinde kaynagı olan İbn Teymiye.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamun Aleyküm;

Uzun zamandır bu tür konulara rastlıyorum birçok arkadışımız vayy efendim M.Akif nasıl bunları der diye hayıflanmış.

Bir-iki cümle de biz söyleyelim.

 

Mehmet Akif,müslümanların uyanıp istiklallerini elde etmeleri ve bir halifenin etrafında 'İslam milletleri topluluğu' halinde birleşmeleri fikrinin yayıcısı olan Cemaleddin Afgani ve talebesi Muhammed Abduh'ın bazı düşüncelerine katılmıştır.

Lakin hareket ve aksiyon adamı olan Afgani'nin bu tavrını tasvip etmemiştir ve eğitim-ıslah çalışma metodunu kullanan Abduh'u benimsemiştir.Bu benimseme,Abduh'un batı tesiri ile düştüğü tüm yanlışları elbette kapsamıyor.Lakin,devrinde başlı başına İslam davası üzerinde cehd sarfedecek nitelikte adam yoksunluğundan ve bu konuda tek dahi olsa gayret sarfeden Akif,Abduh'u, Afgani'yi sapık düşüncelerinden dolayı değil,kendi davası'nı bir yönden de olsa sahiplendikleri için benimsemiştir.(Şahsi firkim.)

 

Kendisinin sahte müctehidleri(reformcuları) rezil eden şiirini okuyalım:

 

Bakın ne günlere kaldık:Ya beş,ya altı kopuk

Yamaklarıyla beraber ki hepsi kılkuyruk.

Utanmadan çıkıyor,ictihada kalkışıyor!

Bu hale karşı tahammül hakikaten pek zor.

Harimi Şer'i mübinin ahır değil...Oradan

Çekil de kendine bir saha bul,behey nadan!

 

(Safahat,253-254)

 

Devamın da bir yazı ekleyelim:

 

'Son zamalarda Müslümanlığı ya büsbütün ortadan kaldırmak,yahut ötesini beri ederek İeriat'te bir teceddüd (yenilik) husule getirmek isteyenler türedi.Biz bu adamların söylediklerini işittik,yazdıklaını okuduk. 'Dini kaldırmalı' diyenlerin dünyadan, 'Teceddüd husule getirmeli' fikrini besleyenlerin de dinden alabildiğine gafil olduklarına iman ettik.

Evet bu adamlar milyonlarca halkın hissiyatına,harekatına hakim olan ruh-i ezeliyi görmeyecek kadar gaflet göstermeselerdi: Dini kaldırmanın ne lüzumunu,ne de imkanını tasavvur edemezlerdi.

Kezalik,Şeriat'İn hüviyet-i hakikiyesie dair azıcık mülamat etmiş olsalardı:Dine yenilik sokmak şöyle dursun,onun en eski yani en sahih şekline rücu emek ihtiyac-ı mübremini gözleriyle görürlerdi.

...Artık bu ümmete Alman,İngiliz,Fransız milletlerinin ahlakıyla mütehakkık olmayı tasviyeden vaz geçelim de ona me'ali İslamiyeyi öğretmeye çalışalım...'

 

(Sebilürreşad, Cild:9, No:223, Sh:261, 19 Aralık 1912)

 

Şimdi bu iktibaslardan sonra şahsi fikrimin kuvvetlendiği kanaatindeyim.Yani Akif,Abduh ve Efgani'yi sevse bile bu,Necip Fazıl'ın Napolyon'u her yerde örnek göstermesine benzer.Napolyon kafirdir lakin Üstad onun davasına bağlılığını vs anlatarak kendi davamıza misal teşkil ediyor,Akif'de kendi devrinde İslamcılık davasını savunmak için Abduh'a iltifat etmiştir.

Dinde yenilik,reform vs hepsine yukarıda misallerini verdiğimiz gibi karşıdır.M.Ertuğrul Düzdağ,Akif'e bu kişilerin propagandasını yapıyor diyenlerin,adeta ahmak olduğunu söylüyor.

Akif,hayatının hiçbir döneminde Ehl-i Sünnet itikadından sapmamıştır.Emin ve müsterih olunuz.O şiirlerin kıymet-i nazariyesi de söylediğim gibidir.

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tertemiz Ehl-i Sünnet alim merhum AHMED DAVUDOĞLU Hocanın DİNİ TAMİR DAVASINDA DİN TAHRİPÇİLERİ isimli kitabını mutlaka okuyunuz. Önsözü de Üstad'a aittir. İbn-i Teymiye, Muhammed Abduh, Cemaleddin Afgani, Hayreddin Karaman kimdir yakından tanıyınız. Bakalım bir daha eserlerine yaklaşabilecek misiniz? O kitapta Akif de var ama şahsı değil geçmişteki ve sonradan düzeltmiş olduğu fikirleri beyan edilmişti sanırım. Yoksa Akif'e laf etmek haddimize değil.

 

Nedamet Hanım/Bey lütfen bu Ehl-i Sünnet platformunda Ehl-i Bidat fikirlerinizi sunup tertemiz kardeşlerimizin de itikadını bozmayınız.

 

Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah ne güzel buyuruyor;

 

Oturma Ehl-i Bidat ile yeme sancı,

Paklayamaz sonra seni her kalaycı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın turkerdokur;

 

Piyasada okuyacak kitap kalmadı ya mutlaka onu okumalıyız. Ne harika bir tavsiye... Din tamiri nedir onu da anlayamadım? İslam nasıl tamir edilir bir tarif edin bakalım? Bahsettiğiniz kitabı da okudum. İşkence gibiydi. Sağdan soldan duyduklarımın iki cilt arasına yerleştirilmiş halinden başka bir şey değildi. Afgani’nin bütün fikirlerini kabullenmek zordur. Yeri geldiğinde eleştirirsiniz. Ama topyekun üzerini çizemezsiniz. Tabi bunu anca Afgani'nin bir makalesini bile olsa okuyan anlayabilir. O yüzden siz, sözünü ettiğimiz kişilerin yakınına dahi yaklaşmadığınız için aslında baştan kaybediyorsunuz. Necip Fazıl’ın bu kişiler hakkındaki görüşlerine, İbn-i Teymiyyeyi değerlendirme biçimine katılmadığımı bilmeyen yoktur bu ehl-i sünnet platformunda. :) Siz de bu vesileyle öğrenmiş oldunuz. Boşuna cevap yazıp, parmaklarınızı yormayın. Zira hiçbir şekilde bir sonuca varamayız. Olan kıymetli yöneticilere oluyor. :D Ben bu adamlardan yararlanmaya devam edeceğim. Necip Fazıl ve onun onay verdikleri yetiyordur büyük ihtimal size. Siz de okumayıverin. Bir kayıp olmaz İslam düşüncesi adına. :D

 

İtikadınız da internette hiç tanımadığınız insanların yorumlarıyla bozuluyorsa bırakın zaten bozulsun.

 

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bir kayıp olmaz demişsiniz islam düşüncesi adına...doğru onları okumamak bir kayıp değil kazançtır...buyrun abduh ahmet davudoğlundan...

1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81)

 

2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur” diyor. (s. 81)

 

3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (s. 82, 83)

 

4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)

 

5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82)

 

Efendi Hazretlerinden:Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.

 

efendim bu siteden okuyarak itikadının etkileceğini düşünmüyorsanız daha baştan kaybediyorsunuz madem etkisiz olacak ne diye yazı koyuyorsunuz..abduh'un efgani'nin ibni teymiyye'nin ne olduğu ortadır...daha da söze gerek yok vesselam..bu bir tartışma değildir...sizi o yazılarla itikadın bozulmayacağına inansanız da ben benim yazımla itikadın korunacağına inanıyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yukarıdaki üç mesaj hakkındanır;

 

Nedamet'in benim mesajıma yazdığı cevabı kvp111 cevaplamış bana da aşağıdaki satırları karalamak düştü.

 

"Piyasada okuyacak kitap kalmadı ya mutlaka onu okumalıyız. Ne harika bir tavsiye..." diyorsunuz.

Evet piyasada milyonlarca kitap var herbiri birer derya olan Allah Dostları yazmış da yazmış ancak siz suyun kirlenmiş yakasında yüzüyorsunuz. Hele gelin bu taraflara da aklınız ruhunuz temiz su görsün. Size bulunduğumuz asrın en büyük tefsirlerinden olan "Ruh'ul Furkan"ı önereyim. 20 yıldır yazılıyor ve ancak 13 cilt çıkmıştır. Allahualem, belki de 20 yıl sonra hitama erecektir. Müelliflieri'ne Rabbim uzun ömür versin. Ama siz ve sizin gibiler O büyük alimlere de laf atmayasınız. Veya gerilere gidelim İsmail Hakkı Bursevi'nin Ruhul Beyan'ını okuyun. Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'an Dili'ni okuyun da tertemiz bilgilerle donanasınız. Hiç değilse Ahmed Ziyaüddin-i Gümüşhanevi Hazretleri'nin Ehl-i Sünnet Akaidini okuyun. Ama dipnot o da Davudoğlu'nun eseri gibi Bedir Yayınevinden çıkıyor. Ehl-i sünnet çizgisini koruma gayretinde olan Bedir'e de suizan beslemiyorsanız.

 

"Din tamiri nedir onu da anlayamadım? İslam nasıl tamir edilir bir tarif edin bakalım?" diyorsunuz. 1430 yıl evvel şereflendiğimiz İslamiyet bozulmamıştır ve tamire de ihtiyacı yoktur. Elhamdülillah Kur'an-ı Azimmüşanımız Allah'tan (c.c.) geldiği gibi, Sünnet Sahih Hadisler ile Efendimiz'den (s.a.v.) geldiği gibidir. Bu "tamir" iddiası benim değil hayranı olduğunuz zevatın iddiasıdır. Bozuk olmayan bir şeyi tamir nasıl olur onlara sorunuz. Ya da günümüzün sapık Reformistleri'ne. Bakalım elle tutulur bir cevap mı verecekler yoksa Şii kafası, Vahhabi kafası ile mi konuşacaklar?

 

"sözünü ettiğimiz kişilerin yakınına dahi yaklaşmadığınız için aslında baştan kaybediyorsunuz." diyorsunuz.

Ehl-i Bidat'a yaklaşmamak, onlardan kaçmak kaybetmekse bu hususta her zaman kaybetmek en büyük dileğim.

 

"Ben bu adamlardan yararlanmaya devam edeceğim. Necip Fazıl ve onun onay verdikleri yetiyordur büyük ihtimal size. Siz de okumayıverin. Bir kayıp olmaz İslam düşüncesi adına." diyorsunuz.

Üstad'ın (NFK) ve daha büyük Üstad'ın (Mahmud Efendi Hazretleri (k.s.)) onay verdikleri bana elbette yetiyor. Çünkü Ehl-i Sünnet olduklarından zerre şüphem yok. Ne öğrendimse O'nlardan öğrendim. Hatta az kalsın çağımızın iki fitnesi olan "Diyalog"a ve "M.İslamoğlu bidatleri"ne kapılacakken, bu iki büyük üstad'ın eserleri ile ve Efendi Hazretlerimizin talebeleri olan alimlerle tanışmakla müşerref oldum. Rabbim irşadlarından ayırmasın. Tanımayı size de nasip etsin. Siz de ben de İslam adına bir kayıp olmayız. Zira İslam kaybedecek bir din değildir. İslam'dan, Kur'an'dan Sünnet'ten saparsak bizler kaybederiz. O eserleri okumadığım için benim kaybedeceğim birşey yok. Aksine itikadımı muhafaza ederim. Ancak sizin onları -batılları- okumakla ve hak olanları okumamakla kaybedeceğiniz şey çok; 73 fırkadan 1'i olan Ehl-i Sünnet ve'l cemaat yolu.

 

Son olarak "İtikadınız da internette hiç tanımadığınız insanların yorumlarıyla bozuluyorsa bırakın zaten bozulsun." diyorsunuz ya, bu mesajımda kastettiğimi anlamamışsınız demektir. Sitede, doğru itikadın ne olduğunu bilmeyen, yaşı küçük, imanı zayıf hatta imanın şartlarını dahi bilmeyen insanlar olabilecceğini bunların itikadının bozulabileceğini kastederek "Nedamet Hanım/Bey lütfen bu Ehl-i Sünnet platformunda Ehl-i Bidat fikirlerinizi sunup tertemiz kardeşlerimizin de itikadını bozmayınız." ifadesini kullanmıştım. Ve bunu koyu punto ile de tekrar ediyorum. Bu mesele de böyle şerh oluna.

 

Gelelim son cümleye, dua niteliğinde olsun;

Yarrabbi hangimizin yolu, razı olduğun yol ise hepimizi o yola (hidayete) eriştir. Beni de Nedamet'i de.

Amin.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sayın turkerdokur;

 

Piyasada okuyacak kitap kalmadı ya mutlaka onu okumalıyız. Ne harika bir tavsiye... Din tamiri nedir onu da anlayamadım? İslam nasıl tamir edilir bir tarif edin bakalım? Bahsettiğiniz kitabı da okudum. İşkence gibiydi. Sağdan soldan duyduklarımın iki cilt arasına yerleştirilmiş halinden başka bir şey değildi. Afgani’nin bütün fikirlerini kabullenmek zordur. Yeri geldiğinde eleştirirsiniz. Ama topyekun üzerini çizemezsiniz. Tabi bunu anca Afgani'nin bir makalesini bile olsa okuyan anlayabilir. O yüzden siz, sözünü ettiğimiz kişilerin yakınına dahi yaklaşmadığınız için aslında baştan kaybediyorsunuz. Necip Fazıl’ın bu kişiler hakkındaki görüşlerine, İbn-i Teymiyyeyi değerlendirme biçimine katılmadığımı bilmeyen yoktur bu ehl-i sünnet platformunda. :) Siz de bu vesileyle öğrenmiş oldunuz. Boşuna cevap yazıp, parmaklarınızı yormayın. Zira hiçbir şekilde bir sonuca varamayız. Olan kıymetli yöneticilere oluyor. :D Ben bu adamlardan yararlanmaya devam edeceğim. Necip Fazıl ve onun onay verdikleri yetiyordur büyük ihtimal size. Siz de okumayıverin. Bir kayıp olmaz İslam düşüncesi adına. :D

 

İtikadınız da internette hiç tanımadığınız insanların yorumlarıyla bozuluyorsa bırakın zaten bozulsun.

 

Selametle...

 

Din tamiri nedir onu biz de anlamadık. Meselenin tarafları din tamiri müddeileri, Allah'ın kâmil müessesesine katkıda bulunmak isteyen bedbahtlar ile din tamirinin ne olduğunu anlamayanlar, dini tamir iddiasındakileri topyekun dışlayıp İslam'ın ruhunu muhafaza etmek isteyenlerden müteşekkil iken nedamet arkadaşımızın bu ifadesi akıllara ziyan, teamüllere zıt ve işleyen beyinler için düşündürücü olmuş. İslam nasıl tamir edilir diye de bir sual savuruvermiş. Ama nereye!.. Madem öyle biz de soralım zat-ı alilerine: İslam nasıl tamir edilir? Bir tarif edin de görek. Ne de gider bahlavaynan börek. Zehirle pişmiş aştan yemeye kim gelir, suali cevaplamaya hangi babayiğit kalkışır, orası muamma.

 

Bir insanı bütünüyle çizmek için bütün fikirlerini bilmeye-okumaya hacet yoktur. Bir insanın itikadi sahada bir noksanı varsa, olmayanı olan olarak gösteriyorsa, 1400 yıllık sistemler bütününe hayasızca dil uzatıp Allah'ın kamil müessesesine katkıda bulunmaya yelteniyorsa, bu o kişinin yekûnunu çizmek için yeterlidir. Muhal farz, adamın biri "Allah yoktur!" dese ve devamında da hakikatlerden dem vursa o kişi muteber sayılmaz. İşte aradaki derinlik ve inceliğe vakıf olmak lazım gelir. "Kabul edin, tanıyın ama yeri geldiğinde de eleştirirsiniz." Sizin Üstad'a yaptığınızı yapmaktan çok daha öte birşey olur bu. Adamlarınki iptidai bir fikir ayrılığı mı ki ben adamların o yönünü eleştirip geçeceğim. İhtilaflı noktaların büyüklüğü ve kat'iliği sizin tavsiyenizi mutlak butlan mahiyetine taşır. Yani şimdi, küfürbazın biri muhatabına ana avrat düz gitse ve sonra da sen şöyle iyisin böyle iyisin şeklinde adama çok da layık olduğu iltifatlarda bulunsa muhatabı olan kişi çok haklısın be bilader ama şu küfürü keşke etmeseydin, o noktada ben sana katılmıyorum mu der yoksa cehennemin dibine klimalı ön koltuktan biletini kestir ulan, itoğlu it mi der. Bakınız Üstad ehli bidatten kaçınmaya dönük reçeteyi ne güzel kesmiş:

 

-"Bir cerrahın (aseptik) ve (antiseptik) usullerle tedavi sahasını mikroptan korumasındaki prensip titizliğine eş olarak konulan bid'atten kaçınması düsturu, aslında dinin muhafazası bakımından zabıtaların en mübarek olanıdır. Ve mutlaka bilinmelidir ki, sadece dinin hususi dairesine mahsustur."

 

O adamların yanına yaklaşılıp da ne kazanılabilir ki? İşte reçete!.. Yapılacak olan belli, takınılacak tavır belli. Kaybetmeyle kalmamışız taa baştan kaybetmişiz. Neyi kaybetmişiz Allah aşkına! Sizin kazandıklarınızı görünce kendi kaybettiklerimize sevinmemek elde değil. =)) Sizin ehl-i sünnet aleyhinde propaganda yaptığınızı, bu konularda vukuatlar çıkardığınızı, sinsice ve muannit bir eda ile emelleriniz doğrultusunda çabalamaya devam ettiğinizi nah bu forumda bilmeyen yoktur. Üstad'a atfen kurulan ve O'na gönülden bağlı olanların ( sözüm meclisten keşke içeride olsaydı), Üstad'a gönülden "Üstad!" diyenlerin ve onun ak dediğine neyin ak olduğunu bilmese dahi gönülden ak diyenlerin mesken tuttuğu bir mekanda, reformcu sapıkları onca ihtira, onca izaha rağmen savunduğunuzu, işi basiretsizce inata bindirdiğinizi iyi biliyoruz. Ayıptır, yazıktır, günahtır, zulümdür demek size fayda vermez bilirim.

 

Ben bu adamlardan yararlanmaya devam edeceğim. Necip Fazıl ve onun onay verdikleri yetiyordur büyük ihtimal size. Siz de okumayıverin. Bir kayıp olmaz İslam düşüncesi adına. :D

 

Siz yararlanmaya devam edin, biz de yararlanmamaya devam edelim. Dileğim ve duam odur ki bahis mevzuu kişileri cahilce savunuyorsunuzdur ve nihayetinde ana yola kavuşursunuz. Üstad ve onun onayladıkları bize yeterlidir. Emin olun yeterli... Evhama kapılmanıza lüzum yok. Laubali ve şımarık tavırlarınız ve Üstad'ı umursamayan edanızla bu mekanın adamı olmadığınızı ispatlıyorsunuz. Bilirim kar etmez ama; ayıptır, yazıktır, günahtır, zulümdür...

 

İtikadınız da internette hiç tanımadığınız insanların yorumlarıyla bozuluyorsa bırakın zaten bozulsun.

Hamlık, sığlık, kofluk, bönlük ne derseniz diyin. Ben daha çok ey derdim ama geç oldu bizim bilader yattı.

 

Baki selam...

Share this post


Link to post
Share on other sites
selamun aleykum,

 

hafakan kardesim,adi sapiklar filan demissin,abduhda efganiyi bilmem ama akifi bu kefeye koymana gonlum razi gelmedi.hani belki yanlislari olmus olabilir,ki kesin olmustur,her insan hata eder,amma velakin dine hizmeti de olmustur akifin,hic yoksa,istiklal marsi gibi bir siiri yazmistir.benim acizane kanaatim bu sekilde agir konusulmamasi,hele ki akif gibi bence buyuk adamlar hakkinda konusacaksan,biraz daha olculu olunmasidir.

 

selametle.

haşa mehmed akifi bunlarla aynı kefeye koymam sözkonusu dahi olamaz. onu tenzih ederim yanlış anlamışşısınız. evet bu adamlar bidat ehlidir sapıktır. adi kelimesi az biledir. vahhabi zihniyetini itelemişler birilerine zamanında, oda burda hala piyasa yapmaya pirim vermeye çalışıyor onlara!!! nedemet çok istiyorsan sana bi dua edeyim he sevinirsin belki ^' ALLAH seni onlarla birlikte haşr etsin'^ zoruna felan gitmesin he dua ettim!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu tahammülsüz tavrınızı anlayabilmiş değilim. Düşünceye tanıdığınız hayat hakkı sadece kuru laf terkiplerinden mi ibaret... Bunlar şu veya bu şekilde, birer düşünce adamı, eserleri var, icra ettikleri birer aksiyonları var. Bunun ne kadarından haberdarız, ne kadarını okuduk, ne kadarını takip ettik? Üstad'ı tanıyan adam, fikri aziz görür. Ona, kola konmuş bir sivrisineğe gösterilen tahammülsüz mukavemetin ötesinde, hürmetli ve idrake şayan bir alaka gösterir. Her ne olursa olsun, onu okur, takip eder. Bugün, şu veya bu batı adamının fikirlerini okuyan, aksiyonunu merakla takip eden bizler, niçin Doğu'dan fışkırmış bu kafalara eğilmiyoruz? Onları niçin okumuyoruz, tanımıyoruz, hayret edilecek durum... Düşünce adamının künyesi de kimliği de asaleti de şahsiyeti de eseridir. Bu başlıklar altında ya onları adam akıllı okumuş, üzerlerinde yarım saat olsun düşünmüş kalemler konuşsun, veyahut hiç bir netice vermeyen, manasız itham yarışlarından müteşekkil bu başlıklar kilitlensin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ya cihatım hastayım senin bu bakış açına ,ne şiş yansın, ne kebap yansın hallerine :)

he sözün büyüğünü etmişşin 'Üstad'ı tanıyan adam, fikri aziz görür.' eyvallah,tebrik ediyorum

iyi ama sevgili cihat bu adamlar herne olursa olsun yanlış zihniyette değillermi. itikadi problemleri yokmu. uzatmıyım bu adam-lar bir sapık değillermi. el-cevap evet ehli sünnet itikadına göre böyledir biliyosun . biliyoruz.dolayısıyle herhangi bir yönlerini ,veya fikirlerinin alınmaması için tek neden ve en büyük neden olmasına yeter!! ben bazı meselelerde ben okadar iyimser olabiliyorum, kendi payıma, tahammül bile edemiyorum. tepkimi vermeliyim diye düşünüyorum! kaldıki çok hassas mesele bunlar! seneler öncesinden çamura bırakılan tohumların günümüzde çürümüş kökler halinde uzayıp yayıldığını görüyoruz!!

son olarak.... okadar değerli okadar şahsiyetli büyüklerimiz, fikir adamlarımız varken bu ucuz ve ehemmiyetsiz, ki meselenin diğer tarafından iman hırsızı bu zavatlara uğrasmanın kafa bulandırmanın hiçmi hiç manası yok . buadamlara prim vermenin yeride burası değildir. sevgilerimle.......

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu tahammülsüz tavrınızı anlayabilmiş değilim. Düşünceye tanıdığınız hayat hakkı sadece kuru laf terkiplerinden mi ibaret... Bunlar şu veya bu şekilde, birer düşünce adamı, eserleri var, icra ettikleri birer aksiyonları var. Bunun ne kadarından haberdarız, ne kadarını okuduk, ne kadarını takip ettik? Üstad'ı tanıyan adam, fikri aziz görür. Ona, kola konmuş bir sivrisineğe gösterilen tahammülsüz mukavemetin ötesinde, hürmetli ve idrake şayan bir alaka gösterir. Her ne olursa olsun, onu okur, takip eder. Bugün, şu veya bu batı adamının fikirlerini okuyan, aksiyonunu merakla takip eden bizler, niçin Doğu'dan fışkırmış bu kafalara eğilmiyoruz? Onları niçin okumuyoruz, tanımıyoruz, hayret edilecek durum... Düşünce adamının künyesi de kimliği de asaleti de şahsiyeti de eseridir. Bu başlıklar altında ya onları adam akıllı okumuş, üzerlerinde yarım saat olsun düşünmüş kalemler konuşsun, veyahut hiç bir netice vermeyen, manasız itham yarışlarından müteşekkil bu başlıklar kilitlensin.

 

Burada kalkıp da liberal demokrasi savunucuları gibi mevzi tahsisinde bulunmanın, kuşbakışı harita çizmenin, rota belirlemenin manası yoktur. Bu adamlar ve fikirleri (sapık olanlarından bahsediyoruz) forumda muhtelif zamanlarda ve muhtelif başlıklar altında incelenmiş, tartışılmıştır. Evet, bunlar kendi çaplarında birer fikir ve dava adamları olabilirler fakat şekil ve mana noktasında sair fikir ve dava adamlarından oldukça farklıdırlar. Bunu gözardı edemeyiz. Bir batılı sanat veya fikir adamı, hristiyan bir batılı sanat veya fikir adamı olarak okunur, öğrenilir. Muşahhas zeminde olanın bitenin farkına varmak, batının hastalığını,eksikliğini yakinen görmek adına bunlar okunabilir. Deliğinden çıkmış bir yılana karşı müdafada bulunmak, tedbir almak mümkündür. Oysa, mesela uyuyan bir insanın dış tehlikelerden korunması yahut kişinin sırtını dayadığı duvardan gelen bir zararlıya karşı korunması o kadar da kolay olmaz. Mahut kişilerin eserler husule getirdiklerini, batıl da olsa bir dava peşinde koştuklarını inkar edemeyiz. Fakat bu kişiler bir kısım eserler verdiler, bir kısım şeylere cehdettiler diye de bu "bir kısım" ların ne olduklarına bakmaksızın maliklerine methiyyelere düzecek, ihsanlarda bulunacak değiliz. Üstad'ı tanıyan adamın fikri aziz görmesi gerekir, doğrudur. Fakat Üstad'ı daha iyi tanıyan adamın Üstad'ın nelere fikir hükmü biçtiği ve neleri muteber saydığını da bilmesi iktiza eder. Dini noksan kabul eden ve Nemrut'un meşhur sineği gibi içerden tahrifat yapan mürtedlere karşı durmanın, bunların propagandasını yapmaya yeltenenlere fırsat vermemenin eleştirilecek herhangi bir yanı yoktur. Her ne olursa olsun onları okumak takip etmek noktasında ise; mahdut akıl olur ki yanlışa kayar düşüncesi ile batılın fazlaca üstüne gitmemek, sadece zehrin farkında olmak ve tedbir almak tavsiye olunandır.

 

Neden doğudan fışkırmış bu hastalıklı birkaç kafaya eğilme ihtiyacımız doğsun ki! Doğudan fışkırmış başka kafa yok mu? Madem mesele doğudan fışkıran kafa meselesi, buyrun daha evvel eğilmediğimiz diğer doğu kafalarına eğilelim. Burada hayret edilesi bir durum bahis mevzuu olamaz. Fakat 72 milyonluk Türkiyede Üstad gibi bir dehanın hala bilinmiyor oluşu, tanınmıyor oluşu, muhafazakar hüviyeti ile bilinen bir belediyenin kültür ve sosyal işler müdürünün dahi "koskoca ülkede Necip Kazım'dan başka adam mı yok" demesi şaşılacak, hayret edilecek, oturup ağlanılacak bir durum olabilir.

 

Bu noktada işin yokuşa sürüklenmesine bir mana veremiyorum. Bu kişilere karşı Üstad'ın da, O'nun takipçileri olan bizlerin de umumi tavrı bellidir. Birçok kez güzellik ve hoşlukla, Üstad'ı bir kenara itip bu sapıklara yönelik propaganda yapanlar ikaz edilmiştir. İnatla bu işe sarılanlara yönelik de hakaretamiz cümleler sarfedilmiş olabilir. Tabiidir. Fakat sizin mesleye karşı tek taraflı yaklaşımınızın ve bizleri haksız çıkarışınızın tabii olan hiçbir tarafı yoktur.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...