Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
nedamet..

Cemaleddin Efgani

Recommended Posts

CEMALEDDİN EFGANİ (1838-1897)

 

Cemaleddin Efganî, Kasım 1838'de Kabil yakınlarındaki Esadabad'da doğdu.

 

Efgani, ilk eğitimini önemli bir bilgiye ve ilme sahip olan babası Safder'den almıştır. Kabil'de; medrese tahsilini tamamladıktan sonra Hindistan'a gitmiş ve oradan da hac farizasını yerine getirmek üzere kutsal beldelere gitmiştir. Bu arada Necef ve Kerbala'da bir süre kalarak ders almış ve daha sonra da Kabil'e dönmüştür. Daha sonra Hindistan'a geçmiştir. Burada sömürgeci İngilizlere karşı halkı uyandırmak maksadıyla; "Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız vızıltınız İngilizlerin kulaklarını sağır ederdi! Ey Hintliler! Sizler su kaplumbağası olsaydınız İngiltere adasını yerindan söker denize batırırdınız!.." demek suretiyle onları cesaretlendirmeye çalışmıştır.

 

Hindistan'dan Mısır'a geçmiş ve orada yaklaşık kırk gün kaldıktan sonra İstanbul'a gelmiştir (1870). İstanbul'a gelir gelmez önceden hakkında bilgi sahibi olunmuş olmalı ki, kısa bir süre içinde önemli görevlere getirilmek suretiyle özel alaka görmüştür. Başta sadrazam Ali Paşa olmak üzere, o zaman yönetimde olan Tanzimatçıların ileri gelenlerinden olan Fuat Paşa, Saffet Paşa, Münif Efendi ve Hoca Tahsin Efendi ile görüşerek yakın münasebet kurma imkanını bulmuştur. Aynı zamanda Meclis-i Maarif ve Encümen-i Daniş azalıklarına getirilmiştir.

 

Efgani, İstanbul'da aldığı resmi görevlerin dışında halka açık konferanslar vermeye başlamış, bir konfesansında peygamberlerle filozoflar arasında benzerlik kurması tepkilere yol açtığı gibi, şahsına karşı olanların da kışkırtmalarıyla tepkiler artmış ve konferanslarına son vermek zorunda kalmıştır. Dönemin Adliye nazırı olan Cevdet Paşa, Efganiyle görüştüğü gibi konuşma metnini de incelemiş ve daha sonraları Sultan Abdülhamid'e sunduğu raporunda yanlış anlaşılmanın sözkonusu olduğunu belirterek Efgani'den yana tavır koymuştur. Bu yanlış anlaşılmada Efgani'nin yeterli olmayan Türkçesinin de etkisi olmuştur.

 

Efgani, kısa bir süre için 1871 yılında Mısır'a gittiyse de, Başvezir Riyad Paşa'nın girişimleriyle yakın alaka, maaş tahsisi ve talebelerinin çoğalmasının etkisiyle Kahire'de sekiz yıl kaldı. Mısır'da mason localarıyla girdiği ilişki ve bazı mason localarına üye olması tepkilere yol açmıştır. Diğer yandan devlet idarecilerini yanlış hareketlerinden dolayı eleştirmesi, İngilizlerin Mısır'daki faaliyetlerinden rahatsız olmaları ve bu rahatsızlıklarını yeni hidiv olan Tevfik Paşa'ya iletmelerinden sonra Mısır'dan ayrılmak zorunda kalmıştır (1879). Buradan ayrılırken büyük bir iz ve geride çok sayıda talebe bırakmıştır.

 

Efgani, Mısır'dan sonra sırasıyla Hindistan,Amerika ve İngiltere'yi dolaştıktan sonra 1883 yılında Paris'e geçerek Muhammed Abduh ile birlikte Urvetü'l-Vüska adlı Arapça bir gazete yayınlamaya başlamıştır. Müsümanların uyanmasını sağlamak, doğunun sömürgecilikten kurtarılmasını gaye edinen bu ikili, fikirlerini gazete yoluyla yaymaya çalışmışlardır.

 

Efgani, gazetesinin kapanmasından sonra bir süre daha Paris'te kalmış ve İran Şahı Nasrüddin'in daveti üzerine bu ülkeye gitmiştir. Başlangıçta, İran yönetimiyle iyi ilişkiler kurmuş, halktan da yakın ilgi görerek etrafında talebeler biriktiyse de özel sohbetlerinde Şah'a, halkın yönetime daha fazla katılmasını tavsiye etmesi aralarının bozulmasına sebep olmuş, ardından kendini tehlikede hissedince buradan da ayrılmıştır. Bir süre sonra Şah'a suikast düzenlenip öldürülmesinden Efgani de sorumlu tutulmuştur. Bu sebeple İran, İstanbul'da bulunan Efgani'nin kendilerine teslim edilmesini isteyecek ancak, Sultan Abdülhamid onu iade etmeyecektir.

 

Efgani, İstanbul'da yerleşmek üzere Sultan Abdülhamid tarafından davet edilmiştir. İstanbul'a geldikten (1892) sonra iyi karşılanarak kendisine; Teşvikiye'de bir ev, araba ve maaş tahsis edilmiştir. Vefatına kadar İstanbul'da kalmış ve1897'de burada vefat etmiştir. Maçka'daki şeyhler mezarlığına defnedilen Efgani'nin naaşı daha sonraları Afganistan Hükümetinin isteği üzerine bu ülkeye taşınmıştır (1944).

 

Fikirleri

 

Yaşamış bulunduğu asrın en önemli özelliği; İslamiyetin ve Müslümanların bir bakıma topyekün bir hücuma uğraması, topraklarının bir bir istilaya uğrayıp Müslümanların da sömürge durumuna düşmeleridir. Bu itibarla Müslümanların bu işgallere karşı koyup sömürge olmaktan kurtulma fikrinin savunucuları arasında Efgani önemli bir yer almıştır. İttihad-ı İslam fikrinin yayılmasını sömürge politikasına aykırı bulan İngiltere, karşı tedbirlere başvurmuş, bu arada Efgani'yi de yakın takibe alarak faaliyet alanını daraltmaya çalışmıştır.

 

Efgani'nin Şi i olduğunu ileri sürenler daha çok doğduğu yere dayanarak bu fikri ileri sürmüşler ancak, bu tezlerini Efgani'nin fikirleriyle teyid etmemişler veya edememişlerdir. Diğer yandan, en meşhur takipçisi olan Muhammed Abduh'tan istifade ederek yola çıkanlar O'nun samimi ve Sünni akideye sahip olduğu hükmüne varmışlardır. Bunların dışında Efgani'yi dinsizlik ve sapıklıkla itham edenler olmuş ama, bu iddialarının mesnedini gösterememişlerdir. Çünkü, yazdığı eserlerin önemli bir kısmını materyalist felsefenin reddi ve insanlığa verdiği zararı ortaya çıkarmaya çalışmıştır.

 

Efgani'ye göre insanlığın ilim, ahlak ve medeniyette yücelmesiyle beraber dünya ve ahiretteki saadetini kazanabilmesi şu esaslara bağlıdır:

 

1-Doğru düşünme, gerçeği bulmada mani teşkil eden hurafelerden arınıp, İslamın tevhid ve tenzih ilkeleriyle hareket etmek.

2-Fert ve toplum farkını gözetmeden, birilerine üstünlük vermeyip diğerlerinin de mükemmelliği (peygamberlik hariç her şeyi) yakalayabileceğine inanmak, ırk ve sınıf üstünlüğü yerine akıl, ruh ve fazilet gibi erdemleri yerleştirmek.

3-İslamı diğer dinlerden ayıran en önemli özelliğinden olan ve çok değer verdiği bir esas olan; bilgileri sağlam delillere dayandırıp zan ve vehimlere meydan vermemek.

4-İstisnasız her toplumda eğitime özel önem vermek, bunu sağlamak için de her toplumun kendi alim ve mürşidini yetiştirebilmesine imkan sağlamak. Bu konuda, İslamiyetin farz kıldığı ilim öğrenme konusuna dikkat çeker. (Hayreddin Karaman; Cemaleddin Efgani, TDV. İA. 10. C. s. 461).

 

Efgani'ye göre içtihat kapısı açıktır. Siret, hadis, icma-kıyas hakkında bilgisi olup Arapça'yı bilenler içtihad yapabilirler. Ona göre Kur'an-ı Kerim'de, devlet yönetiminden, yöneticilerin görev ve sorumluluklarına, insani meselelerin yanında uzaydaki gök cisimlerinin arasındaki ilişkilere kadar pek çok şey hakkında açık veya kapalı bilgiler mevcuttur. Bunları doğru olarak anlayabilmek, aklın ve ilmin verilerine uymakla mümkündür.

 

Efgani'ye göre, Batılılar Şarklılardan daha zeki, daha kabiliyetli değiller. Güç ve hakimiyetin sırlarını keşfeden Batılılar, Doğuluları esaretleri altına almışlardır. Batılılar, ülkelerinde okuyup ilerlemenin ve gücün sırlarını öğrenememiş Doğululardan, dejenere olmuşlardan istifade etmektedirler. Müslümanların gerileme sebeplerini de şu şekilde tesbit etmiştir:

 

1-Hilafetin saltanata dönüşmesi, dirayetsiz kişilerin halife olması.

2-Din ve milliyetin zayıflamasıyla birlikte halifelerin yabancıları devlet hizmetinde istihdam etmeleri.

3-9. ve 10. yüzyıllarda yayılan batıni ve zındıkların safsataları.

4-Müslümanların heyecanlarını kıran ve hamlelerini durduran cebir inancının yayılması.

5-Hainler tarafından uydurma hadis ve israiliyatın dini kitaplara sokulması, temiz inançların kirletilmesi.

6-Eğitim ve öğretime gereken önemin verilmeyerek, hurafelere karşı koyacak seviyeye yükseltilememesi.

7-Doğuda Moğolların, Batıda ise Haçlıların saldırılarının sonucu meydana gelen yıkım ve tahribatlar.

8-Müslümanlar arasındaki birliğin zedelenmesi ve meydana gelen bölünmeler.

 

İttihad-ı İslam konusunda, halifelik, hac ve din bağı üzerinde önemle durur. Din bağı İslam birliği için gerekli olduğu gibi milli kimliklerini muhafaza etmek isteyenler için de gereklidir. Din bağı kurulamadığı takdirde ırki manadaki birliği kurmak da imkansızlaşır. Müslümanlar din bağına sımsıkı sarılıp birbirlerini gözetirken, başka din ve inanca sahip olanlara da saygılı olmalıdırlar. İnananların manevi merkezi Mekke ve Medine'dir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Efgani'ye göre içtihat kapısı açıktır. Siret, hadis, icma-kıyas hakkında bilgisi olup Arapça'yı bilenler içtihad yapabilirler. Ona göre Kur'an-ı Kerim'de, devlet yönetiminden, yöneticilerin görev ve sorumluluklarına, insani meselelerin yanında uzaydaki gök cisimlerinin arasındaki ilişkilere kadar pek çok şey hakkında açık veya kapalı bilgiler mevcuttur. Bunları doğru olarak anlayabilmek, aklın ve ilmin verilerine uymakla mümkündür.

Selamlar,

Ehemmiyeti haiz bu mevzu için hakikat ölçüsüne bağlı olarak bu meseleye yaklaşan Üstadın yazıklarını da iktibas edelim:

 

 

 

Bir konferansımda bana sordular:

 

- Devrimizde içtihad kapısı kapalı mıdır, açık mıdır? Şu cevabı verdim:

 

- « Devrimizde ve her devirde içtihad kapısı ardına kadar açıktır. Nebi ve Resul gelmeyeceği mutlak... Fakat müçtehid gelmeyeceğine ait hiçbir hüküm mevcud değil. Şu kadar ki, imkan aleminde serbest bırakılan bu nokta o alemin istediği şartlar bakımından imkansıza döndürülmüştür. Nebi ve Resul gelmesine muhal, yeni müçtehidler gelmesine de imkansız demek doğru olur. Öyle bir «imkansız» ki, mücerrette mümkün fakat müşahhasta kabil değil...

 

Cins atların atladığı, mesela 2 metre yüksekliğinde bir engel düşünün. O atlar geldi, geçti ve gitti. Nesillerse Arap atı yerine atlı karınca derecesinde küçüldü. Atlamak serbest, ama kim atlayabilecek?... Hoş, atlasa da öbürlerinden farklı ne görecek ve ne getirebilecek?.. Demek ki, hem gerektirdiği şartlar ve hem de esasen getirilmesi gereken şeylerin tamamlanmış olması bakımından, apaçık içtihad kapısı yeni bir geçişe sımsıkı kapalıdır. Bu devirde ve gelecek çığırlarda yeni zaman ve mekan tecellilerine karşı ancak şeriat bütününden zerre feda etmeyen büyük müttefekkirler gelebilir ve bunlar asır yeniliyicileri olmak gibi muazzam bir makama namzed olabilirler; fakat asla, müçtehid olamazlar. Düşününüz ki, bir asrın değil, on asırlık yekpare bir zaman blokunun yenileyicisi İmam-ı Rabbani Hazretleri, derecede belki bütün hak mezheb müçtehidlerinden üstün olduğu halde Hanefi mezhebindendi, bin yıllık yenileyiciliğini bu mezheb üzerine bina etmişti ve kabul ettiği temelle üzerine kurduğu bina arasında en küçük ihtilaf pürüzü yoktu.»

 

Konferansımda söylediğim bu sözlerin «içtihad» meselesinin en açık ifadeyle çerçevelendiği zannındayım.

 

Sırasında kalemimizin bütün topuz kuvvetiyle tepelerine ineceğimiz (modern) müçtehid taslaklariyle, belirttiğimiz kahramanların vasıfları arasındaki farklara dikkat edenler, içtihad şartlarının ne demek olduğunu kestirmekte zahmet çekmezler.

 

İmam-ı Malik Hazretlerinin, kendisini çağıran Halifeye «ilim kimsenin ayağına gitmez, ilmin ayağına gelinir!» cevabını vermesi ve Medine'de Allah Resulünün bastığı topraklara ancak ayakkabısız ve yalınayak basabilmesindeki takva ve hürmeti görenler, bir de rejimlerin dine ters ölçüleri önünde Ahmed Bin Hanbel Hazretlerinin yediği kırbaçlardan fikir cezasına uğramak kabiliyetinde iseler içtihad bahsinde bir maliyet hesabı yapmak selahiyetine erebilirler. Ve esasen en pahalı maliyetine bile lüzum kalmamış olan içtihadın ucuzcular ve (damping)'ciler elinde günümüzün manzarasındaki sefaleti ortada...

 

Sırasiyle, amelde Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli, itikatta da Matüridı ve Eş'ari mezhepleri arasında en küçük mikyasta bile esasa bağlı bir fark yoktur: ve bütün fark iki tarafa da çekilmesi mümkün, fakat hangisinin doğru olduğu meçhul «cüz'iyat-küçük parçalar» üzerindedir.

 

Bir misal:

 

Allahın Resulü namazdayken, Hazret-i Aişe mukaddes

 

çehrede minicik bir kan izi görür ve onu parmağiyle silip alır. Bunun üzerine Kainatın Efendisi namazlarını keserler ve yeniden abdest alıp namazı iade ederler. Bu vaziyette ortada bir abdest bozulması olduğuna göre bozucu amil nedir? Hafifçe yayılmış olan kan mıdır, yoksa nikahı düşen kadın elinin erkek cildine teması mıdır? İmam-ı Azam'a göre kan, İmam-ı Şafii'ye göre de cildin cilde değişi... Bakın, ne incelik ve her iki taraf hesabına ne güzel görüş!

 

Bu misaldeki hikmeti, bütün ihtilaf noktalarına tatbik edebiliriz.

 

İtikadı mezhepler arasındaki fark da böyle... Birinde iman inmez, çıkmaz, neyse odur; öbüründeyse azalır, çoğalır. Bu azalma ve çoğalmayı incila, parlaklık farkı diye anladık mı, yine ortada ayrılık ve aykırılık diye bir şey kalmaz.

 

Gerisi de böyle ...

 

O halde amelde dört ve itikatta iki mezhep bir «bütün» belirtiler ve «sünnet ve cemaat ehli» yolu olarak tekleşirler...

 

İşte bunlardır ki, İslam vücudunun derisinde mikropların nüfuz etmesine mani her temizliği yerine getirmişler, hiçbir (port d'antre-giriş kapısı) bırakmamıştır, kendilerinden evvelki sapık telakkileri yerle bir ettikleri gibi istikbale ait oluşların da nirengi noktalarını heykelleştirmişler, iyi ve kötünün mizan üssünü kurmuşlardır.

 

Bundan böyle içtihad, ancak bunların kurduğu binaya yeni katlar çıkarak olabilir ki, o da içtihad değil, şer'i tatbik ve yenileme manasına alınabilir.

 

(Doğru Yolun Sapık Kolları'ndan)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok Dikkat İsteyen Tehlikeli Bir Komplo

 

Acaba Afgani’nin hayatıyla ilgili olarak bizzat böyle bir zaman kesitinde yapılanlar hiçbir endişesi olmayan samimi çalışmalar mıdır?

 

Biz yalnızca bundan kuşku duymuyoruz. Aksine kanaatimiz, çeşitli tarih ve olaylarla da açıkladığımız gibi bunun maksatlı ve korkunç bir komplo olduğu üzerinde yoğunlaşıyor. Bu komplo, büyük İslam düşünürü Afgani’nin her anı cihatla dolu tarihçesini hedef alan bir suikasttır. Bu uşaklar onun hakiki tarihini şüpheler, vehimler, iftiralar ve çelişkilerle saptırmak istiyorlar. Sorun yalnız bir yazar, dergi ya da gazeteyle ilgili değil aksine yaşayan bir rejimin şahsi çıkar hesaplarıyla ilgilidir. Bu rejim, hâlihazırda Arap Yarımadası’nda hüküm süren Suud rejimidir. Ama bu suçu tek başına değil, Müslümanları ezen Amerikancı İslami savunan Mısır, Tunus, Mağrip, Irak ve diğer ülkelerin rejimleriyle birlikte işliyor.

 

Arkasında Batı ve Doğu haber alma teşkilatlarının ve Siyonist örgütlerin bulunduğu bu komplo şunları hedeflemektedir:

 

1-Afgani’nin maceraperest ve şöhret düşkünü olduğu imajını yaratmak.

 

2-Büyük İslami düşünce ve hareketlerinden ötürü Cemaleddin Afgani’ye çok şeyler borçlu olan İran İslam Devrimi’ni lekelemek.

 

3-Afgani’yi evrensel İslami hareketlerden ve İran İslam Devrimi’nden ve İmam Humeyni’nin liderliği altında yürütülen manevi ve siyasi ilişkilerden ayrı tutup, uzaklaştırmaya çalışmak.

 

4-İslam halklarını İslami hareketleri desteklemekten ve onlara katılmaktan uzak tutmak.

 

5- Mısır’da faaliyet gösteren İslami hareketleri ve özellikle rejime karşı silahlı mücadele veren kesimi, İslami cihat yolunda kendine rehber seçtiği Afgani’yi lekeleyerek baltalamaya çalışmak. Özellikle bu nokta çok önemlidir, zira Siyonist güçler, devletleri olan İsrail’in İslami bir rejimle karşı karşıya kalmasından çok korkmaktadırlar.

Bazıları, Afgani’yi karalamaya çalışmakla Siyonist örgütlerin arasında ilişki kurmakta güçlük çekebilir. Bu, bu kadar bir şey mi diyebilir. Ama İsrail’in Pakistan’daki İslami uyanıştan sonra Pakistan’ın nükleer reaktörlerini bombalamayı tasarladığını bilirseniz, bu ilişkiyi kurmakta hiç de zorluk çekmezsiniz.

Müstekbirlere göre, Mısır’da Afgani’nin düşüncelerinin yok edilmesi, Müslüman Mısır Halkı’ndaki hareket ruh ve enerjisini yok edeceklerdir!

 

6- İslam Birliğini ve özellikle evrensel İslami hareketler arasındaki birliği baltalamak. Mısırlı davetçiyle, Tunuslunun, ya da İranlı mücahidin arasını açmak.

 

Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki İslam Birliği’ni zedelemek. Özellikle de şii ve suni İslami hareketlerin arasına tefrika tohumları saçmak. Afgani hayatı boyunca, Ezher’in sunni ulemasıyla şii ulemanın arasındaki bağları güçlendirmeye çalışmıştır. İslam Birliği, Afgani ve Abduh’un üzerinde en çok durdukları konulardan biridir.

 

Geri kafalı rejimlerin hazırladıkları komplo zannettiğimiz ve aklımıza getirebildiğimizden daha büyüktür. Hele İran İslam Devrimi’nin İslam Dünyasındaki Tağuti rejimlerin bastıkları toprakları sarsmaya başlamasıyla daha da büyümüştür. Bilinçli Müslümanların bu tehlike karşısında uyanık ve gözü açık bulunmaları gerekir. Afgani’nin gerçek mücadelesini onlar halklarına anlatacaklardır. Bu gerçek müstezaflar uğruna çalışan tüm Müslümanlara ışık tutmaya devam edecektir . Allah Teâla buyuruyor ki:

 

‘Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar. Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.’ (Saff; 8)

 

EKİM-1985 Seyyid Hâdi Hüsrevşâhi

Urvetu’l-Vuska

Share this post


Link to post
Share on other sites

TAKDİM

 

Halklar tarihleri boyunca kimi zaman dilimlerinde gaflet ve dalgınlığa düşebilir. Böyle zamanlarda, halkın geleceğini çizme ve onu yönetme gücünü zalim, totaliter ve hain kişiler ellerine alır, fakat çoğu zaman bu durum sürekli olmaz. Allah, söz konusu halka hakkı tanıyan, doğruyu seven, onu yeniden diriltecek ıslahat ve tevhit mesajını iletmeyi üstlenen kişiler gönderir. Bunlar, halkı zalim, hain ve müstekbir yöneticilerin zulüm ve baskılarından kurtarmak; halka doğru bir akide kazandırmak; karanlık dönemlerinde kurulan tahtları, yönetimleri yıkmak için uzun ve zorlu bir mücadele verirler.

 

Allah ne zaman bir uyarıcı ve müjdeleyici gönderse hemen ona düşman tipler ortaya çıkar. Doğruyu seven bir kişilik çalışmaya başlayınca tağuti rejimlerin kullandıkları aşağılık kuklalar onunla savaşa girişirler. Portre tamamlanmıştır: Allah’ın doğruyu gösterdiği sade bir inananla, dünyadan başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen tahtlar, rejimler, kurumlar ve organizasyonlar arasında geçen bir savaş, kısaca iyilerle kötülerin savaşı…

 

Bu çerçevede tarih birçok örnekler göstermiş, nice iyiler yetiştirmiş ve iyilerle kötüler arasında bitmek tükenmek bilmeyen nice çetin mücadelelere tanık olmuştur. ‘Bitmek bilmeyen’ diyoruz zira kötüler, iyiler öldükten sonra bile onlar aleyhindeki zehirli propagandalarını sürdürmüş; gelecek nesiller üzerinde onların bıraktıkları örnek yapının hiçbir etkisinin olmaması için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır. Zalim zümreler, Allah’a çağrı temeli üzerine oturtulan her şeyi yıkmaya çalışmışlar; bunlara sahipleneniyiler etrafında kuşkular yaratmaya, yaptıkları ve söylediklerini sahte evraklarla, asılsız iddialarla saptırmaya çabalamışlardır.

 

Bu iyilerden biri hayatında uğradıkları yetmiyormuş gibi ölümünden yaklaşık bir asır sonra da örgütlü bir iftira kampanyasına maruz kalmaktan kurtulamadı. Gerek geniş ilişkilerinde ve siyasi tutumunda kuşkular uyandırarak, gerekse sahte belgeler ve düzmece bilgilerle, izlediği İslami programı, fikir dağarcığını ve her günü cihatla dolu hayatını çarpık göstererek onu lekelemeye çalıştılar.

 

Kötü eller sonunda mücadeleci İslam alimi Cemaleddin Afgani’ye de uzandı. Adı, nesebi ve doğum yeri hakkında öylesine yanlış kanılar yaratmaya çalıştılar ki işi ‘Mısır’da Şaibeli Bir İranlı’ (!) diye düzmece bir kitap yazmaya kadar götürdüler.

 

Bizi Afgani’nin İranlı ya da Afganistanlı olması hiç mi hiç ilgilendirmiyor. İslam Birliği’ni sağlamak için ömrünü harcayan bir adam hakkında ancak yazdıklarını ve yaptıklarını inceledikten sonra bir yargıya varılabileceği kanısını güdüyoruz.

 

Ama bir Müslüman olarak da şu gerçeği haykırmak durumundayız: İslam adına bir şeyler karalamaya çalışan bu güdümlü kalemler aslında Afgani’nin de içlerinde bulunduğu İslam Devrim Tarihi’nin önderlerini lekelemeyi, onların verdikleri sonsuz mücadeleyi baltalamayı hedef almaktadırlar! Ancak nasıl ve neyle?

 

Afgani ve cihatla dolu hayatı aleyhinde sürdürülen bu saldırılar ‘Akademik Çalışma’ adı altında yürütülmektedir. Bunların yanı sıra biri Amerikalı (1) diğeri İranlı (2) iki yazarın yazdıkları Afgani’yi lekelemekten başka amacı olmayan kitaplar da Arapça’ya çevrilerek dağıtılmaktadır. Bunlar Afgani’nin İslam gençliği üzerindeki etkilerini sarsmayı amaçlamakta ve Mısır’daki şehit Seyyid Kutub ve Halid İslambuli’nin nesli olan gençliğe şunu söylemek istemektedirler: ‘Rejime karşı üzerinde yürüdüğünüz cihad hattı aslında, kökleri ‘Masonluğa’ uzanan bir yoldan başka bir şey değildir.(!)’

 

Yine onlar, Pakistan, Hindistan ve Kuzey Afrika’daki Müslüman halklara, sosyal adaleti gerçekleştirmek için Afgani’nin sömürgecilere karşı verdiği mücadelenin ve tezinin kendileri için iyi bir örnek olamayacağını (!) söylemektedirler.

 

Araplara ve Afganistanlılara onu şaibeli bir İranlı şii olarak lanse etmeye çalışmaktadırlar: ‘Kim Afgani’nin çizdiği yolda yürürse onun hareketi gayri Sünni bir harekettir(!)' İranlılara ise onu bir Sünni olarak göstermeye çabalıyorlar: ‘Sizin Sünni bir adamla ne işiniz var? O zararlı bir kişi(!)…’ Ama soruların, kuşkuların ardı arkası kesilmiyor ve gençlere onun bir Mason olduğu söyleniyor. Peki, bu adam bir masonsa, tağuti rejimler niçin her sürmüşler onu? Eğer bölgecilik yapan bir insansa nasıl İran ve Irak’ta Şiilerle; Afganistan, Hindistan ve Mısır’da Sünnilerle beraber aynı saflarda çalışabiliyor? İranlı, şaibeli bir şiiyse neden İslam Birliği için ömür tüketiyor? Eğer Afganistanlı bir Sünni ise nasıl İran ve Irak’taki şii ulemasını tağuti rejimlere ve sömürgecilere karşı başkaldırmaya, direnişe teşvik ediyor?

 

Gençler, İslam aleminin gençleri, rejim maşası yazarların yazdıklarına rağmen bu soruları bizzat kendileri cevaplamaktadırlar:

 

Afgani ne Mısırlı, ne İranlı, ne Afganistanlı, ne Iraklı ne de başka bir yerlidir. O Esadabatlı, Kabilli, İstanbullu mücahid bir alimdir. Birçok yazılarında da görüleceği üzere O, her yerde tağuti rejimlere baş kaldırmış, İslamın uygulanmasını ve Müslümanların birleşmesini istemiş; gerek Hindistan, Afganistan ve Mısır; gerekse Sudandaki Müslümanların zaferleri için Allah’a dua etmiştir. O, Mısır ve Sudan’da İngiliz işgal güçlerine karşı mücadele veren Mısırlı ve Sudanlı biriydi. Ama her şeyden önce bir Kerbela kahramanıydı; zira protesto bayrağını ve özgürlük sancağını dedesi Hüseyin (r.a)’den teslim almış bir İslam fedayisiydi. Bütün İslam dünyasını savunan bir İslamcıydı. Bu yüzden hala Mısır, Irak, İran, Afganistan, Hindistan, Tunus, Mağrip… gençliğinin benliğinde hatırası taze ve canlı olarak durmaktadır. Kısaca sömürgeye ve bağımlılığa karşı en ufak bir direnişin olduğu her yerde…

 

Evet kardeşlerim! Cemaleddin Afgani Müslüman gençliğin arasında bir devrin rumuzu olarak yaşamaya devam edecektir. ‘Bütün Müslümanların ortak delilleri Kur’an ve sahiplenmleri gereken bakış açıları da İslam Birliği olmalıdır.’ Diyen ve halka: Kur’an’ı canlandırmak, onun ebedi ilke ve esaslarını kitlelere yaymak ve dünya-ahiret mutluluğuna yalnız onunla erilebileceğini vurgulamak gereğini öğütleyen Afgani, tağuti rejimlerin maşası olan bilim adamlarının aşağılık kalemlerine rağmen bilinçli İslam gençliğinin ruhundaki yerinden düşürülememiştir. Vücut olarak artık varolmayan bu üstün kişiliği kafalardan da silip atmaya çalışmaktadırlar; zira ‘Özgürlük sancağına en çok yakışan renk gözüpek mücahitlerin akıttıkları kanın rengidir.’ Diyen Afgani, tağuti güçler için, onların bekası için yok edilmesi, tamamen unutturulması gereken bir kişiliktir.

 

İslam birliği-panislamizm ve İslam Hükümeti ideallerini gerçekleştiremedem ölen Afgani, bütün düşünceleriyle hala diri gönüllerde ve kafalarda yaşamını sürdürmektedir. Düşüncelerinin yankıları İslam coğrafyasının her yanından, duyulmaktadır.

 

Bugün Afgani’nin, öğrencisi ve yoldaşı Muhammed Abduh’la beraber çıkardığı ve İslami basının temelini oluşturan ‘El-Urvetu’l-Vuska’ dergisinin yüzüncü yayın yılı anısına, aynı zamanda da bu şahsiyeti iftira ve düzmeceleriyle lekelemeye çalışan uşaklara karşı bir reddiye olarak Dergi’yi bütün sayıları ve Afgani hakkında kısa bir bilgiyle sizlere sunuyoruz. İslam halklarına armağan ettiğimiz bu kitap adalet ve doğruyu savunmayı ve yakın tarihe bir ışık tutmayı amaçlamaktadır.

 

(1) Nikki Keddie

(2) Homa N. Pakdaman

 

 

URVETU'L-VUSKA

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sual: Abduhcuların pek methettiği Cemalettin Efgani kimdir?

CEVAP

1838 senesinde Afganistan’da doğup, 1897 de İstanbul'da vefat etti. Din bilgisi azdı. Zındıkların kitaplarını okuyarak dinden çıkmıştır. Bir aralık Ruslar tarafından satın alınarak, ana vatanı olan Afganistan’a karşı casusluk yaptı. Dinine ve vatanına hıyanet etmekten çekinmedi. İngiliz masonları ile de işbirliği yaparak zengin oldu ise de, Osmanlı Şeyh-ül-İslamı Hasan Fehmi efendi, onun cahilliğini ve zındıklığını ortaya koydu. 1944 de, kemikleri, İstanbul’dan, Kabil’e nakil edildi.

 

Mason idi. Mısırlı Edib İshak, Ed-dürer kitabında, bunun Kahire mason locası reisi olduğunu yazmaktadır. Bütün masonlar gibi, çeşitli kılıklara girerek, İslamiyet'i içerden yıkmaya çalışmıştır.

 

Dr. Muhammed Reşad, dört yüzün üstünde önemli kaynaktan hazırladığı Efgani Etrafında Makaleler isimli kitabında özetle diyor ki:

 

Çok önemli bir kaynak olan Sicilli Osmanide Efgani’nin İranlı bir Şii olduğu belirtilmektedir. Manastırlı Naibi efendi ve o devrin Şeyh-ül-İslamı, büyük âlim Hasan Fehmi efendi tarafından kâfir olduğuna fetva verildi. Afganistan hakkında Ruslara casusluk da yapan, dinine ve vatanına hıyanet etmekten çekinmeyen Efgani, mason olmadan önce de, hiç bir zaman masonluğu kötülememiştir. Hatta dehrilere [dinsizlere] yazdığı reddiyede masonluktan hiç bahsetmemesi manidârdır. Gittiği her yerde, sicilli masonlar tarafından himaye görmüş, İngiliz masonları ile de işbirliği yapmıştır. Birden fazla mason locasına kayıtlı olan Efgani, Mısır’daki İskoç locasından kovulmuşsa da, kendisi bizzat mason locası kurmuş, çömezleri bu locaya girmiştir. Edward Brown, Efgani’nin özel mason eldiveni ile bir resmini neşretmiştir.

 

Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela M. Emin Yurdakul’un, "Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur" şiirini Efgani çok beğenmişti. O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani, makalesinde diyordu ki: “Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları birbirine bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil birliği, ırk ve milliyet birliği demektir. şüphesiz, bu birliğin dünyadaki beka ve sebatı dinden daha devamlıdır.”

 

Efgani, Mısırda da Arap ırkçısıdır. (Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür) demiştir. II. Abdülhamid Han, hatıratında diyor ki:

(Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliği ile İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.)

İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmet Davudoğlu hoca da diyor ki:

1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locasına kayıtlı bir mason olan, İslam’a duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve Peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı değil, siyasetle uğraşan bir nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema tarafından İstanbul’dan kovulmuş, Mısır’a kaçmıştır. (Din Tahripçileri)

 

Prof. M. Kaya Bilgegil, Ziya Paşa isimli kitabında, (Efgani, her mason gibi İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmıştır) diyor. Mısır’da kurulan mason localarının başına gelen C. Efgani ve M. Abduh, müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler. (Les franco-maçons s.127)

 

İngiliz belgelerine göre bir ilaha inanmayı şart koşan İskoç Mason Locası'na üye iken, buradan ateistlik ithamıyla kovulmuş, o da ateistliğin makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası'na reis olmuştur. (Dr. M. Reşad, Efgani Etrafında Makaleler)

 

[Bir konferansın ardından

İlim Yayma Cemiyetinde Efgani Efsanesi üzerine bir konferans verildi. Konuşmacı, Dr. M. Reşad, medya önüne çıkmayı sevmeyen, mütevazı genç bir araştırmacı idi. Resim çekip konuşmasını gazetede neşredemedik. Efgani Etrafında Makaleler adıyla bir kitap da neşretmişti.

 

Konferansı da bu kitabının açıklaması mahiyetinde idi. Bu kitap, 400’ün üzerinde kaynak taranarak hazırlanmış, ciddi bir eserdir. Aşağıdaki konuşmaların kaynağı için kitaba bakılabilir. Dr. Muhammed Reşad özetle dedi ki:

Abduh, Efgani’ye diyor ki:

"Azametli mevlâm, siz nefsimizde olanların cümlesini bilirsiniz. Bizi en güzel bir şekilde yarattın ve resminiz ki yeri, kıble-i salâtımızdır."

 

Reşid Rıza da Efgani’yi övmekte, Abduh’tan aşağı kalmaz:

"İrfan ağacı, iyilikler ve lütuf Cennetinin efendisi, her alınan nefeste ecri bulunan büyük İmam, Kendisinde en mükemmel bir biçimde güzellik sırrı tecelli eden.." diyor.

 

Renan; (İslamiyet ilme ve felsefeye daima eza etmiş ve nihayet onları boğmuştur. İnsan zekası için İslamiyet çok zararlı olmuştur) diyor. Efgani, bunca hezeyan karşısında bir misli hezeyan da kendi ilave edip şunları yazdı:

"İlmin tekamülünde İslam’ın bir mani teşkil ettiği doğru ise de, bu maninin bir gün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? Ben Renana karşı Müslümanlığı değil, cehalette yaşamaya mecbur kalacak yüz milyonlarca insanı savunuyorum. Müslümanlığın, ilmi ve ilmi tekamülü yok etmek istediği bir gerçektir." (10 Ekim 1996, Türkiye)]

 

*Yazının iktibas edildiği kaynak site: http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=816

 

***

 

Bunların dışında Efgani ve Abduh'un mason olduklarını Üstad ve Seyyid Ahmed Arvasi aynı kitaptan kaynak göstererek açıklamışlardır. Okumak için tıklayınız.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Reyhan Hanım'a bu değerli ve kuşku götürmez vesikaları bizler için toparladığı ve önümüze sunduğu; Nedamet adlı üyeninde buna vesile olmasında dolayı ayrı ayrı teşekkür ederim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tekrarlamakta faide var sanırım.

 

II.Abdulhamid Han’ın, Efgani’yle ilgili söylediği şu sözlere bakarsak Efgani’nin nasıl birisi olduğu daha iyi anlaşılacaktır:

“...Hilafet’in elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngilizle Cemaleddin Efgani adlı bir maskaranın elbirliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plân elime geçti... Cemaleddin–i Efgani’yi yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti; buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizler’in adamı ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlar idi. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı...” (Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay., s. 73)

 

Gerçi Reyhan Hanım'ın yaptığı iktibaslar ziyadesiyle yeterlidir zaten. Biz burayı yeniden iktibas edelim dedik.

Allah u Teala razı olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Mesela, bazı mezhepsizlerin göklere çıkardıkları Kurtuluş Rehberi ilan ettikleri Efganî'yi ele alalım. Aykırı fikirleri olan bir zat "Efganî'yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar..." demiş. Bu söz bir ilim adamına, ziyalı (aydın) bir Müslümana yakışır mı? Efganî gerçekten büyük, iyi, faziletli bir Müslüman ise bunu ciddî, ilmî bilgi ve belgelerle, tutarlı gerekçelerle isbat etmeye çalışsın.

 

Ben ne diyorum: Efganî azılı bir farmasondur diyorum. Şiî olduğu halde kendisini Sünnî, İranlı olduğu halde Afgan olarak göstererek din kardeşlerini aldatmıştır, herkesin ictihad yapması yönündeki fikri ve görüşü bozuktur, maceraperest ve aktivisttir, İran şahını onun bir yakını katl etmiştir, ihtilalcidir, bir İngiliz ajanı ile yakın ilişkisi vardır, Bahaîlikle alakası vardır... Bunlara niçin cevap verilmiyor da, taharet bezi edebiyatı yapılıyor?

 

Efganî'nin mason olduğunu söylemek iftira mıdır, hakaret midir? Bu gerçeği gizlememizi mi istiyorlar? Açıklanınca niçin sinirleniyor ve hakaret ediyorlar?''

M. Şevket Eygi/Milli Gazete

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok sağolun Beğefendi Bu sitede Üstadın izince Ehli Sünnete himet ehi sünnet düşmanlarına ihtlalcilere saldırının artması beni çok sevindiriyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efganî'yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar..."

 

Bu iğrenç kelımeyı sarfeden de mustafa islamoğlu adlı kendini bilmezdir.burada atıfta bulunduğu abdülhamıddır;zira efgani masonun ne olduğunu bilmiştir abdülhamid...sen kım cennet mekan abdulhamıdi tuvalet kağıdı aşağısına sokmak kim?

 

herkes kendıne yakışanı söyler!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Adamın ifadesi bile yetişir haleti ruhiyyesini anlamağa.Bir müslüman böyle igrenç bir benzetme yapabilir mi?Sapıtmıştır de, ona küfür izafe ettiklerinden kafir olmuşlardır de ama bu ne ifade.Bu resmen fuhuş söylemeğe girer.Gerçi Anal Sex'e kaç yerde fetva vermeğe çalışan bi adamdan bu beklenir.Şerefsiz bir yazısında ehli beytin görüşünce diyip gizliden gizliye veriyor, bir yazısında Eshabtan su zatın görüşünce diyip veriyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...